Eğer Annan Planı çerçevesinde yaptığımız görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanırsa yeni görüşmelerin 2005 yılı başında tekrar yapılacağı tüyosu bizlere zaten Şubat-Mart-Nisan 2004 tarihlerinde Lefkoşa Uluslar arası Havaalanında (Yerolakko) görüşmelere katıldığımız dönemde verilmişti. Bunu daha evvel köşemizde de dile getirip sizleri bu konuda bilgi sahibi yapmıştık.
Günler yakınlaştıkça işaretler de bir bir gelmeye başladı.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Yorgo Yakovu daha bugün, Türkiye’nin Aralık ayına kadar Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanımaması ve Kıbrıs’tan askerlerini çekmemesi halinde, müzakere tarihi verilmesini “yasadışı” sayacaklarını belirterek ilk işareti verdi.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Thasos Papadopulos Yakovu’nun arkasından destek atışı yaparak, Türkiye’den bir şeyler koparmak için veto tehdidini sonuna kadar sürdürmeye niyetli olduğunu ortaya koydu. Türkiye’nin Kıbrıs’a karşı yerine getirmesi gereken yükümlülükleri olduğunu belirterek, Ankara’nın tavrına göre VETO hakkını kullanacaklarını söyledi.
Yunanistan ise soydaşlarını destekler mahiyette Dış İşleri Bakanlığı kanalı ile Türk savaş uçaklarının Ege’deki uçuşlarını ve Türk Sahil Güvenlik botlarının Kardak kayalıklarına yaklaştıklarını iddia etmeye başladı.
Maksat gerginlik yaratıp, bir şeyler kopartmak.
Bence buradaki maksat, AB’nin Türkiye’ye tarih vermesi değil, Annan Planı çerçevesinde Kıbrıs müzakerelerinin 2005 başında tekrar başlatılmasıdır.
ABD hükümeti, Rum ve Türk kökenli Kıbrıslıların, 2005 yılı başlarında, BM himayesi altında yeniden birleşmeyi müzakere etmek için tekrar konferans masasında bir araya gelebileceklerini Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Thasos Papadopulos’a resmen iletti. Bunun nedeni yukarda bahsettiğim gibi bunun nedeni Washington’un stratejik açıdan çok önemsediği Türkiye’nin AB’ye giden yolunun Kıbrıs Rumlarının veto engeline takılabilecek olması.
Rumların Türkiye’yi Veto etmemek için öne sürdükleri koşulların başlıcaları ve olmazsa olmazları hangileridir.
· İşgal altındaki Kuzey'den Türk birliklerinin çekilmesi
· Türkiye’li göçmenlerin geri gitmesi
· Rum mallarının iadesi
· Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin Türkiye tarafından tanınması
Washington'un, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine yönelik yukarıdaki önerisi çok mantıklı ve cazip gözüküyor. Bana göre CB Thasos Papadopulos bu teklife, mevcuttan biraz daha fazla ödün koparmak için önce OHİ diyecek, olumsuz tutumunu sürdürecek ve 17 Aralık civarında da baskılardan bunalmış ve yumuşamış havasına girerek müzakerelerin başlamasına şartlı olarak NEI (evet) diyecektir. Şartı ise, Annan Planı çerçevesinde yeni Kıbrıs görüşmelerine başlamak için Annan planının kendi istek ve talepleri doğrultusunda tadil edilmiş şekli ile müzakere masasına konması olacaktır.
Hade Hayırlısı….
ABD (Amerika Birleşik Devletleri), planlı programlı çalışan, bugünden 20 ve 50 sene sonrasının planlarını yapabilen, kararlarında popülizme yer vermeyen, hayatın gerçeklerine göre davranan ve doğru bildiğini doğru yapan bir ülke.
Günümüzde ekonomik, askeri ve politik gücü, sınırlarını aşmış, dünya üzerindeki ülkelerin neredeyse tümünün kaderlerini dahi belirleyebilecek güçte bir ülke.
Geçen hafta içinde Amerikan Büyükelçiliği’nin sözcüsü tarafından yapılan bir açıklamaya göre, ABD hükümeti, Avrupa Birliği’nin tutumuna paralel olarak, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın sunduğu tavsiyeleri desteklemek amacıyla göremediklerimizin sonucu olarak gözle görünen ilk adımını attı ve Kıbrıslı Türklerin uluslararası izolasyonunu sona erdirmek ve Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümünü kolaylaştırmak için somut bir girişim başlattı. Bu girişimin ilk aşamasında ABD Ulaştırma ve Güvenlik Birimi’ndeki görevli memurlar, Kuzey Kıbrıs ile ABD ve diğer uçuş noktaları arasında yapılması planlanan hava iletişiminin kurulması yolundaki engellerin incelenebilmesi amacıyla, havaalanı güvenliği konusundaki bilgilerini somutlaştırmak üzere Ercan Havaalanı’na ziyarette bulundular. Ziyaretin amacı, kendi içinde çeşitli aşamaları olan “Güvenli ulaşım” sistemini kurmak içindi. Tabiî ki aynı ziyaret Mağusa ve Girne deniz limanları için de yapılacak ve limanlarımızdaki iyileştirmeler ve kurulacak elektronik güvenlik sisteminden sonra da ilgili kuruluştan ISPS kurallarına uygunluk belgesi alındıktan sonra Limanlarımız da güvenli limanlar sınıfına girecektir.
Hatırlarsanız, 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’da yaşanan terör olayından sonra, 11-15 Şubat 2002 tarihleri arasında toplanan Oturumlararası Denizcilik Güvenlik Çalışma Grubu (Intersessional Working Group on Maritime Security) terörle mücadele konusunda bir seri tavsiye kararları almış ve bunun devamı olarak Ululararası Denizcilik Teşkilatı (IMO) alt kuruluşu olan Denizcilik Güvenlik Komitesi de Mayıs 2002 tarihinde toplanarak bu tavsiye kararlarını ayrıntılı bir biçimde inceleyerek Uluslararası Gemi ve Liman Hizmetleri Güvenlik Yönetmenliği (The International Ship and Port Facility Security Code) haline getirmiştir.
Aralık 2002 tarihinde toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Uluslararası Gemi ve Liman Hizmetleri Güvenlik Yönetmenliği’ne atıfta bulunulmuş ve Genel Kurul, Okyanuslar ve Denizler Yasası (Oceans and the law of sea) konusunda bir karar alarak IMO’nun Denizcilik sektörünü hedef alacak terör tehdidine karşı alınması gereken güvenlik tedbirlerini memnuniyet verici bularak üye devletlerin bu uğraşıyı desteklemelerini özendirme kararını almıştır.
Aynı kararlar Hava Ulaşımı içinde alınmış ve bu kararların amacı yolculara, havacılara, denizcilere, hava ve deniz liman personeline, uçaklara, gemilere ve hava-deniz yüklerine verilecek zararı önlemek olup özetle, ulaşım araçlarının hareket halindeyken veya hava ve deniz limanlarında iken olası bir terör saldırısına karşı korunmalarını ve alınacak tedbirleri içermektedir.
Ercan Havaalanının incelenmesi ve güvenliğe uygun bulunması, direk uçuşlar için atılacak adımların ilki. Bunun arkasından, Aralık 2002 tarihinde toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda alınan karar uyarınca uçakların güvenliği, güvenli alan yönetimi, uçak şirketlerinin güvenli yönetimi ve güvenli kargo taşımacılığı gelmektedir.
Kararın içerdiği tüm kriterler yerlerine getirildiği vakit Ercan Havaalanı “Güvenli Uçuş” yapılabilen Havaalanları listesine girecektir.
Ancak o andan itibaren ABD hükümetinin, Avrupa Birliği’nin tutumuna paralel olarak, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın sunduğu tavsiyeleri desteklemek amacıyla Kıbrıslı Türklerin uluslararası izolasyonunu sona erdirmek ve Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümünü kolaylaştırmak için somut bir girişimi olan Ercan’a direk uçuş yapmak kararı uygulamaya konabilecek ve direk uçuşlar başlayacaktır.
Yerine getirilmesi uzun zaman isteyen, yorucu ve hiçte kolay olmayan söz konusu aşamalar yavaş yavaş tamamlanabileceği için biraz sabırlı olmalıyız….
CTP-BG + DP hükümeti istifasını verdikten sonra gönlüm erken seçime gidilemeden önce yeni bir Hükümet kurmak konusunda Demokrasinin son damlasına kadar tüm olanakların denemesi ve gerekli girişimlerin yapılmasıdır.
Hatırlarsanız, Avrupa Birliği komisyon 6 Ekim’de raporunu açıklarken hem komisyonun genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen, hem de Komisyonun tüm 30 üyesi, tüm dünyaya hayran kalınacak müthiş bir demokrasi dersi vermişlerdi. Karar süreci başladığında mevcut 7 komiserden 3’ü HAYIR, 4’ü EVET görüşündeydi ve Komisyonun diğer üyeleri de yaklaşık aynı EVET/HAYIR oranındaydı. Komiser Verheugen nasıl olsa çoğunluk oyları EVET demektedir, gerisi beni ilgilendirmez demedi ve OY BİRLİĞİ ile kararı çıkartmak için elinden gelen gayreti gösterip, her tür açıklayıcı bilgiyi bıkmadan usanmadan HAYIR düşüncesinde olan üyelere vererek oylama sonucunu nerdeyse OY BİRLİĞİ’ne (28 EVET – 2 HAYIR) dönüştürmüştü.
Şimdi ben de aynı düşünceyi kendi demokrasimizde koklamak ve görmek arzusundayım.
Kurucu Meclisin, 1974 Barış Harekatından hemen sonra 1975 yılında oluşturulduğunu düşünürsek ve de toplumumuzun ilk kez koşullarını sadece kendisinin belirlediği Demokrasi ile o gün karşılaştığını varsayarsak, 29 yaşındaki Demokrasimizde, bu gün, yönlendirici konumda olan kişilerin isimleri, asgari Milletvekili düzeyinde siyasete adım attıkları tarihler ve parantez içinde de siyasetle uğraştıkları toplam yıllar, aşağıdaki listede gösterilmiştir.
Derviş Eroğlu, UBP: 1976 (28 yıl)
Mehmet Ali Talat, CTP : 1994 (10 yıl)
Serdar Denktaş, DP : 1990 (14 yıl)
Mustafa Akıncı, BDH : 1976 (28 yıl)
Hüseyin Angolemli, TKP : 1981 (23 yıl)
Salih Coşar, ÖDP : 1981 (23 yıl)
İzzet İzcan, BKP : 21 Aralık 2003 (? yıl)
Nuri Çevikel, YP : 21 Aralık 2003 (10 ay)
(Bu listede Sayın Mehmet Ali Talat’ın siyasete adım attığı tarih ilk kez Milletvekili seçildiği 1998 yılı olarak değil Milli Eğitim Bakanlığı yaptığı 1994 yılı, Sayın Akıncı’ın ki ise Belediye Reisi seçildiği yıl olarak kabul edilmiştir.)
Tabi, demokrasiye inanan herkesin gönlü, bu sıkıntılı dönemde iki büyük partinin her tür çekişmeyi ve geçmiş olayları bir kenara bırakıp, birleşerek UBP (19) + CTP (18) = 37 sandalyeli ve Mecliste %74’e çoğunluğa sahip bir koalisyon kurmasıdır.
Ben bu listede sadece Sayın Nuri Çevikel’i siyasete yeni adım atmış bir parti lideri olarak kabul etmekteyim. Her ne kadar Sayın İzcan, Milletvekili seçildiği yıl baz alındığı vakit yeni bir siyasetçi gibi gözükse de, hem siyasette uzun yıllar yoğrulmuşluğu hem de partisindeki yönetici konumundaki arkadaşlarının (Sn. Özker Özgür ve diğer kişiler) uzun yıllar Kıbrıs siyasetine fiilen emek vermiş ve karar almış kişiler olmasından dolayı bence deneyimli bir politikacı olarak algılanması gerekmektedir.
Bu listeye bakınca, kısır çekişmelerin bir kenara bırakıp, yılların verdiği deneyim ile Kıbrıs Türk’ünün içinden geçmekte olduğu bu zor dönemde Demokrasiyi en iyi şekilde kullanmamız ve boşuna bir kaos dönemine sürüklenmememiz gerektiğine inanıyorum.
Türkiye AB’den tarih bekliyor ya!
Bu fırsat kaçırılmaz
Dünkü Kardak olayı bende bir takım çağrışımlar yaptı. Hani bir laf vardır, “Kurt puslu havayı sever” diye; Kardak olayını okuyunca aniden aklıma bu deyim ve Yunanistan geldi.
Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin iyi yönde olduğunu gören Yunanistan, her zaman olduğu ve her fırsatı değerlendirdiği gibi şimdi de Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini resmen tanınması için Türkiye’ye baskı yapıyor.
Çok değil sadece 15 yıllık geçmişe göz atarsak, Ege adalarının mülkiyeti, Ege'deki Türk ve Yunan karasuları, Yunanların PKK’ya verdikleri destek ve Kıbrıs konusu her zaman Yunanistan ve Türkiye arasında gerginliğe neden olmuş ve iki ülke arasındaki ilişkilere gölge düşürmüştür.
1974 Barış harekatını protesto etmek amacı ile NATO’dan istifa eden Yunanistan 1980’li yıllarda yılında pişman olmuş ve Türkiye’nin onayı ile tekrar NATO’ya geri dönmüştür.
Yunan Parlamentosu'nun 1995 yılında, karasularının altı milden 12 mile çıkarılmasını onaylamasıyla gerginlik bir anda tepe noktasına çıkmış ve NATO üyesi bu iki ülke savaşın eşiğine gelmiştir.
17 ağustos 1999 depremi Türkiye için felaket olurken, Yunanistan bu defa bu felaketi, iki ülke arasındaki ilişkiler açısından olumluya dönüştürmüş ve Yunanistan’ın insanı yardım malzemeleri ile ekipleri Türkiye’ye akmaya başlamıştır.
Yunanlı yöneticiler bununla da kalmayıp, Türk meslektaşlarına taziye ve üzüntü mesajları göndermiş ve bunu takip eden sürede de iki ülke arasındaki
gerginlik azalış trendine girmiştir. Bu trendin doğal sonucu olarak iki ülke arasındaki sorunların çözümlenmesi için yapıcı görüşmeler başlamış ve bu süreç, Yunanlıların, Helsinki zirvesinde Türkiye'nin AB üyeliğini desteklemeleriyle daha da pekişmiş ve ülkelerin dostlukları gelişmesine devam etmiştir.
AKP hükümeti iktidara gelince, iyi niyet göstergesi olarak Ege denizinde her yıl yapılan tatbikattan vazgeçti ve ABD'ye yaptığı ilk ziyaretinden önce, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş ve Başbakan Mehmet Ali Talat'ı Ankara'ya davet ederek, 30 yıllık Kıbrıs krizinin çözüm yollarını araştırmaya başladı. Erdoğan’ın tüm iyi niyetine rağmen Rumların referandumda “Hayır” demesi, işleri karıştırdı.
Ekim ayında Türkiye’nin AB’den müzakere tarihi almak istemesi çabaları ve Türklerin Avrupalıların bütün isteklerine boyun eğme eğiliminde olduğu imajı, yıllar süren olumlu gelişmelerin seyrini değiştirdi ve ibreyi gene Yunanlılar açısından sürtüşme ve fırsat kollama tarafına döndürdü. Yunanlar, Akdeniz'ın bu huzursuz adasında soydaşlarına desteklemek ve Erdoğan hükümetine, Atina ve Lefkoşa ile olan gerginlikleri çözümlemesi için olası her yönde baskı unsuru yaratmak çabalarını artırdılar ve başardılar da.
Yakın geçmişi olanları hemen hatırlayın :
· Kıbrıs Rum kesimi, İstanbul'da gerçekleştirilmek istenen İKÖ-AB görüşmelerine Türk kesiminin tanıtım niteliğine itiraz etti ve toplantı iptal edildi.
· AB, Türkiye'ye, 10 sayılı protokolün uygulanması için baskı yapmaya başladı. (Bu protokole göre, AB'nin 25 üyesinden biri olan Kıbrıs Rum kesiminin, Ankara hükümeti tarafından adanın yasal hükümeti olarak tanınması gerekmektedir).
· AB, belirlenen bir sürede Türk liderlerden Kıbrıs sorununu çözmelerini ve soruna son vermelerini istedi.
Önümüzdeki günlerde Türkiye’nin AB üyeliği önündeki bütün engelleri aşabilmesi için çok ağır şartlarla karşılaşacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bazı Avrupalı liderlerin Türkiye'nin AB üyeliğini engellemek için Kıbrıs'ı bir koz olarak kullanacakları kesin. Hem de kesinkes kesin. Minareleri gözüken köy kılavuz istemiyor.
Biliyorsunuz, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin 17 Aralık’ta yapılacak Avrupa Konseyi toplantısında Türkiye’ye müzakere tarihi verilebilmesi için Türkiye’den, bence olmaz ise olmaz sınıfında, 15’e yakın talebi bulunmaktadır.
Yunanistan ise hem Kıbrıs’ta daha fazla taviz hem de Ege’de daha fazla taviz için kolları sıvamış durumda.
Hem Türkiye’ye hem de bize Allah kolaylık versin… İşimiz gerçekten zor, geleceğimiz ise çok korkulu….
Türkiye, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin kontrolündeki Lefkoşa FIR (Flight Information Region – Uçuş Bilgileri verme Bölgesi) hattının kuzeyinden geçerek Bulgaristan, Türkiye ve Suriye’yi bağlayan iki yeni hava koridoru daha açtı.
Eurocontrol (Avrupa Konrol Merkezi) ve ICAO’nun (International Civil Aviation Organization – Ululararası Hava Taşımacılığı Kurumu) temel ilkelerinden bir tanesinin, yolculara daha iyi, ucuz ve daha güvenli hizmet verilmesi için düz çizgi halinde bir uçuş rotası tespit etmek olduğundan, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin, Eurocontrol ve ICAO’daki temsilcileri tüm çabalarına rağmen Türkiye’nin kontrolünde olacak bu iki yeni Hava Koridorunun açılmasına her hangi bir bahane ile karşı koyamadılar, mani olamadılar ve VETO edemediler.
Bu açılan yeni iki hava koridoru ile uçuş mesafeleri kısaldığı için, Türkiye, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin kontrolündeki Lefkoşa FIR hattını kullanan uçakların bir çoğuna artık kendisi hizmet vermeye başlayacak ve bu iki koridor, tahminlere göre bölgedeki yıllık €6,500,000 (Altı buçuk milyon Euro) cirosu olan uçakların Hava koridorundan geçiş ücreti pastasından en büyük payı alacaktır.
Hem iki yeni hava koridorunun açılmasına mani olmak isteyen hem de bu düz çizgi uçuş kuralının arkasına da sığınan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti yetkilileri, Kıbrıs-Rusya uçuş rotasında Türkiye’nin kendilerine hava koridorlarını da açmasını da talep etmektedirler.
Hatırlarsanız, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı Yakovu ve Cumhurbaşkanı Thasos Papadopulos, 17 Aralık Avrupa Konseyi toplantısında Türkiye’yi veto etmemek için yaklaşık 15 koşul öne sürmüşlerdi. Bunlardan bir tanesi de, Türkiye’nin kontrolündeki Hava koridorlarında Kıbrıs Hava Yolları uçaklarının serbestçe uçuş yapması ve bir diğeri de Türkiye’nin her hangi bir hava alanı ile Larnaka hava alanı arasındaki uçuşların başlatılması idi.
Aslına Thasos Papadopulos’un Cumhurbaşkanlığı döneminde Uluslar arası kuruluşlardaki temsiliyetlerine pek fazla önem vermediklerinden dolayı Eurocontrol’da ve ICAO’da Rumlar, bir müddet ellerindeki koltukları boş tuttular. Türkiye’nin ağırlığı ve ciddiyeti, Başbakan Erdoğan’ın yarattığı yeni imaj ve performansla birleşince, Türkiye uluslar arası kuruluşlarda son derece olumlu sonuçlar almaya başladı.
Ercan Havaalanının bu gün, Uluslar arası Güvenlik Koşullarına asgari uyumunun kontrol edilmesi amaçlı olarak Amerika’dan gelen kontrolörler tarafından incelenmesi ve bana göre de uygun bulunacak olması, bence hem Ercan’a, hem KTHY’ye ve hem de KKTC hava ulaşımına büyük ve beklenmedik bir katkı koyacaktır.
KTHY son 18 aydır yürüttüğü programlı çalışması ile ISO 9001 belgesi ve ISPS kurallarına uyum sertifikasını almak üzeredir. Zaten bunları alamayan şirketler kapılarına kilit vurmak zorunda kalacaklarından KTHY’nin bunu başarması da, Ercan’ın güvenli havaalanları sınıfına girmesi ile birleşince KKTC hava taşımacılığının yeni bir ivme ve yeni bir ruh kazanacağına eminim.
Geriye Anavatan Türkiye’nin bizden hiç esirgemediği katkılarını daha da artırması kalmaktadır. Aslında bundan da en küçük bir şüphem dahi yoktur…