ARAFAT SONRASI FİLİSTİN

ARAFAT SONRASI FİLİSTİN

29 Ekim’de Fransa’nın başkenti Paris yakınlarındaki Percy Askeri Eğitim Hastanesi’ne kaldırılan 75 yaşındaki Yaser Arafat Abu Amar’ın sağlık durumunun ağırlaşması ve yaşam destek ünitelerine bağlı olarak hayatının biraz daha uzatılmasına gayret edilmesi nedeni ile  dün akşam  “Mukata” denilen Ramallah’taki karargahında Filistin Kurtuluş Örgütü yürütme kurulu ve El Fetih merkez komitesi genişletilmiş ortak bir toplantı yaptı. Toplantıya Filistin Devletinin önde gelen kişileri olan Filistin Başbakanı Ahmed Kurey, eski başbakan Mahmud Abbas, Filistin Parlamento Başkanı Ruhi Fettuh, Parlamento Başkan Yardımcısı Hasan Hreyşe,  Filistin’in İsrail ile görüşmelerden sorumlu bakanı Saib Erakat, Dış İşleri Bakanı Nebil Şaat, diğer Bakanlar ile üyeler, eski güvenlik şefi Muhammed Dahlan, Tayyip Abdülrahim, Arafat’ın danışmanlarından Cibril Racub, Mısır konsolosu ve FKÖ şemsiyesi altındaki diğer örgütlerin ileri gelen kişileri katıldı.

Alınan kararlara göre;

Abu Amar’ın ölmesi durumunda, naaşı Ramallah’ta gömülmeden önce, cenaze töreni için çocukluğunun bir kısmını ve üniversite yıllarını yaşadığı Kahire’ye gönderilecek ve Cenaze törenin uluslararası Kahire havaalanında düzenlendikten sonra Ramallah’taki karargaha yani Mukata’ya defnedilecek.

FKÖ’den Mahmud Abbas, Hükümet ve Ulusal Güvenlik Konseyi’nden Ahmed Kurey sorumlu olacak ve Filistin Anayasasına göre Parlamento Başkanı Ruhi Fettuh, Abu Amar’ın ölümünden sonra 60 gün müddetle Filistin Başkanlığı yetkilerini devralacak. Bu süre içinde de Filistin Hükümetinin seçim kararı alması beklenmektedir.

Yalnız bu noktada bir sorun var. Bence biraz da büyük bir sorun. Gelen haberlere göre bazı Filistinli üst düzey yetkililer, Fattuh’un çok kısa bir zaman süreci olan 60 gün için dahi olsa,  bu görev için yeterli vasıflara sahip olmadığını düşünmekteler. Bu nedenle de, da, geçici Devlet Başkanlığı için bir başka kişinin geçici Filistin Başkanı olmasını arzulamaktalar ve bunu gerçekleştirmek için de yasayı değiştirmeyi dahi gündeme getirmişler.

Bence bu yetersizlik iddiası, FKÖ’nün çatısı altında birleşmiş aşağıda isimlerini verdiğim, örgütlerin liderlik savaşından kaynaklanmaktadır.

  • Hizbullah
  • El Fatih
  • Hamas
  • Şüheda Al-Aksa
  • Katib Al-Kassam
  • İslami Cihad

Abu Amar’ın özelliği, kişiliğinin bu örgütlerin üstünde bir yerde olması ve hepsini adeta koltuğu altında toplayarak onlara babalık yapması idi. Baba ölünce ufak ufak çatlaklar ortaya çıkacak. İlk çatlağın Devlet Başkanının kim olacağı konusunda olduğu apaçık aşikar.  Geçici Devlet Başkanı olması nedeni ile, diğer adaylara kıyasla daha fazla bir seçilme şansı ile seçime girecek olan Fattuh’ın seçimleri kazanma olasılığı daha çok olacak ve seçimleri kazandığı takdirde de bu defa Filistin Devletinin kalıcı Başkanı olacak. Hangi örgüt kendi liderini Filistin Devlet Başkanı olarak görmek istemez. Siyasi partiler de,  özgürlük için mücadele eden silahlı gruplar da kendi başkanlarının devlet başkanı olması için mücadele vermektedir. Ama genelde siyasi partiler seçimi sonuçlarını ağır başlılıkla karşılamaktalar ve bir sonraki seçimde kazanmak için hemen hazırlanmaya başlamaktadırlar. Buna karşılık tarihe baktığımızda görmekteyiz ki,  silahlı özgürlük savaşçıları grupları, liderleri devlet başkanlığı seçimlerini veya olasılığını kaybedince, pek de ağır başlı bir şekilde yerlerine oturmamakta ve anladıkları dil olan silahlarla mücadeleyi sürdürmeyi devam ettirmektedirler. Ben kaybeden grubun, lideri devlet başkanı olsun diye 4-5 yıl bekleyeceğini hiç sanmıyorum

Nerden baksanız, Arafat sonrasına Filistin’de büyük bir tufan var.

11 Kasım 2004
ARAFAT SONRASI FİLİSTİN için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

2ci BUSH DÖNEMİ, ORTA DOĞU VE BİZ

2ci BUSH DÖNEMİ, ORTA DOĞU VE BİZ

4 Kasım seçimleri Amerikan Orta Doğu Politikasında bir takım değişiklikleri de beraber getirdi. Seçimden sonraki ilk 4 günde gerçekleşen olaylara ve değişikliklere hep beraber bakalım;

– ABD Makedonya Cumhuriyetini ismen olarak da tanıdı.

– Ermenistan, dünyanın değişik ülkelerinde Soykırım iddialarını yaymak için her yıl bütçesine koyduğu ödeneği 2005 yılı bütçesine koymadı.

– Yasser Arafat komaya girdi.

– ABD Felluce’de sokak savaşına girişti.

– Ercan’dan uçuş dedikoduları başladı.

Bence ABD Orta Doğu’da kalıcı ve barışcı bir çözümü hedeflemiş ve son süratle düşündüklerini gerçekleştirme yoluna gitmektedir.

Dünkü köşe yazımda Ermenistan konusuna detaylı olarak değinmiştim. Bu gün özellikle Makedonya, KKTC, Kürdistan ve Filistin sorunlarına değinmek istiyorum.

Yaser Arafat’ın vefatı ile Filistin’de büyük bir yetki kargaşası doğacaktır ve Arafat’ın bir tutkal gibi birleştirmeyi başardığı Filistinli fraksiyonlar birbirinden koparak, tek başlarına İsrail ile mücadele etmek yolunu seçeceklerdir. Bu yanlış tutumları da sonları olacaktır. Gene de ufukta ve ABD’nin yeni Orta Doğu haritasında bağımsız bir Filistin Devleti gözükmektedir. Zayıf ve güçsüz de olsa önümüzdeki yıllarda, İsrail’e komşu bir Filistin Devleti kurulacaktır.

Kuzey İrak’ta bir Kürdistan Devletinin kurulması ise ABD’nin olmaz ise olmaz kararlarından bir tanesi. Ufukta ve ABD’nin yeni Orta Doğu haritasında bağımsız bir Kürdistan Devleti gözükmektedir. Bu konuya en çok karşı çıkan ülke Türkiye olduğu için, kurulacak bu devlete karşılık Türkiye’ye verilecek taviz bence KKTC olacaktır.

KKTC’ye uygulanan izolasyonları kaldırmak konusunda yaşanan sorunlar, ABD’nin ve AB’nin 1980’li yıllarda KKTC tanınmasın diye almış oldukları sıkı sıkıya tedbirlerden kaynaklanmaktadır. Vaktiyle Ercan’dan direk uçuşu önlemek için her yolu tıkayan önlemler aldıklarından dolayı, şimdi yana yana, 20-25 yıl evvel aldıkları bu tedbirleri aşacak veya yanından dolaşacak çözümleri bulmak peşindeler. Zannederim direk uçuş konusunda nihayet bir açık kapı yakaladılar. Yakında direk uçuşların başladığını görürseniz hiç şaşırmayın.

Aynı şekilde, AB ve dünya ile direk ticaret konusunda da, AB üyesi Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin haklarına halel getirmeyecek şekilde ama Kıbrıs’lı Türklere verilen sözleri de yerine getirecek şekilde hukuksal bir çıkış noktası ve çözüm bulmak peşindeler.  Ağustos ayında çıkarılan Yeşil Hat Tüzüğü ile ve ileriki günlerde bu tüzükte yapılacak tadilatlar ile bu sorunun çözüleceğine inanıyorum.

Aslında bu tür gelişmeler tanınmanın tersten başlangıcıdır. Doğru olan tanınma, diğer ülkelerin sizi politik olarak tanımasından sonra, sportif, kültürel, ekonomik temaslar ile hukuksal ilişkilerin başlamasıdır. Bizim konumuzda yapılması gereken ise önce diğer ülkelerle sportif, kültürel, ekonomik ve hukuksal ilişkileri başlatmak olmalıdır. Bence arkasında tanınmanın gelmesi veya gelmemesi pek de büyük bir sorun olmayacaktır. Zaten tanınmanın getireceği olanakları tanınmadan kullanıyor olacağımızdan, tanınmayı istemeye gerek de kalmayacaktır.

10 Kasım 2004
2ci BUSH DÖNEMİ, ORTA DOĞU VE BİZ için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

ERMENİSTAN VE BİZ

ERMENİSTAN VE BİZ

ABD Başkanlık yarışında George Bush’un rakibi olan ve Amerikan Dış politikasını detaylı olarak bilmeyen  John Kerry, oyları arasına Ermeni Diasporasının oylarını da katmak için, Ermenileri hoşnut edecek söylevler ve sözler verdi. Seçim sonunda Ermeni diasporasının çabaları boşa çıktı ve adayları J. Kerry seçimi kaybetti. 2.ci döneme sağlam bir adım atan G. Bush Orta Doğu politikasında kesin ve kalıcı girişimlerini hemen başlattı.

Önümüzdeki günlerde değişen ABD politikasında görebildiğimiz köşe taşlarını ortaya koyacağız. Bunlardan bir tanesi Ermenistan ve Ermenistan-Türkiye ilişkileri.

Ermenistan’ın bütçesine soykırım tanıtımı için koyduğu ödeneği kaldırması bir tesadüf değil. Özellikle Cumhurbaşkanı Koçaryan’ın geçmiş söylev ve icraatlarına bakarsanız bu kararın ne denli büyük bir değişiklik olduğunu görebilirsiniz. Barışcı Petrosyan’dan görevi devralan Koçaryan, Türkiye konusunda hiç bir zaman taviz vermeyi düşünmeyen bir şahin idi. Şimdi Türkiye ile iyi ilişkilerin, soykırım iddialarından daha önemli olduğunu söylemektedir. Bu kulvar değişikliğinde ABD’nin ve de AB’nin büyük rolü olduğu inancındayım.

Ermenistan konusundaki AB’nin rolü, Türkiye ile müzakerelere başlayacak olmasıdır. Bence Erivan’ın beklediği de budur. Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesi demek Ermenistan’ın AB ile sınır komşusu olması demektir. Ermenistan’ın Avrupa ile bağları, Hıristiyan olmasına ilaveten, Haçlı seferlerine koyduğu katkı ile 12.ci Yüz Yıla kadar geri gitmektedir. 12 yüz yılda, Haçlılar tarafından Kutsal Topraklarda kurulan Kudüs Krallığı, Tripoli Kontluğu, Antakya Prensliği ve Edessa Kontluğuna ilaveten Antalya’dan Antakya’ya kadar uzanan ve o dönemde adına Kilikya denilen bölgede de “Küçük Ermeni Krallığı” kurulmuştu. Söz konusu bu 5 Hıristiyan devlet, ortak düşmanları olan Türklere karşı devamlı olarak birbirleri ile dayanışma içindeydiler. Kilikya’da 1198 yılında kurulan bu Ermeni krallığı, 177 yıl hükümranlığını sürdürmüş ve diğerlerinden 85 yıl daha fazla ayakta kalmayı başararak 1375 yılında yıkılmıştır.

Şimdi Ermenistan Avrupa ile fiziksel bağ kurabileceği yeni bir olanak elde etmek üzeredir. Bu nedenle Türkiye ile ilişkilerini üst düzeye çıkarmak zorundadır ve bunu da nihayet fark etmiştir. Zaten ekonomisi Türkiye’nin yatırımına ve deneyimine, pazarı Türk mamüllerine, enerjisi Türkiye’nin enerjisine ve dünya ile bağlantısı da Türkiye’nin hava ve kara limanlarına çok gereksinim göstermektedir.

Ermenistan Parlamentosundaki  bazı milletvekillerinin, “Bölgede barış ve istikrarın korunması için taviz vererek gerekli adımları attık. Karşı taraf da Ermenistan hükümetinin bu tavrını değerlendirmeli” yönündeki ifadeleri sadece Türkiye’ye yöneliktir. Buradaki karşı taraf denen ülke, aralarında Dağlık Karadağ sorununun bulunduğu Azerbaycan değil, Türkiye’dir. Buna ilaveten Türk ve Ermeni diplomatlarının gelecek hafta İstanbul’da bir araya geleceği ise iki ülke arasında diplomatik ilişkilerin artık başlıyor olması demektir.

Bence Türkiye’nin AB’ye girişi ve AB ile müzakereleri sürecinde karşılıklı iyi anlayış ve tavırlarla Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde ortak bir yol bulunacaktır.  Bu ortak yolun sonrası da Ermenistan’ın AB’ye girişi ile sonuçlanacaktır.

9 Kasım 2004
ERMENİSTAN VE BİZ için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Bir Dünya Lideri, Yasser Arafat

Bir Dünya Lideri,  Yasser Arafat

Babası eski bir Osmanlı zabiti olan Mısır asıllı Abdül Rahman Beydir. Gerçek adı “Mohammed Abder Rauf Arafat al-Kudwa al-Husseini” olan Yasser  Arafat’ın nerede doğduğu hakkında her hangi bir yerde yazılı bir kayıt yoktur. Kendisi  24 Ağustos 1929 tarihinde Kudüs’te doğduğunu söylemektedir. Bazı kişiler 29 Ağustos 1929 tarihinde Gazze’de bazı kişiler de 4 Ağustos 1929 tarihinde Kahire’de doğduğundan ve yazılı kayıt olduğundan bahsetmektedir. Mısır asıllı bir tüccar olan babasının işleri sebebiyle 5 yaşına kadar hayatının büyük bölümü Kahire’de geçmiştir.  Annesinin vefatından sonra tekrar Kudüs’eki dayısı Saud’un yanına dönmüş ve çocukluğunun bir dönemi de Ağlama duvarının batı kenarına yaslanan taş bir evde geçmiştir.  Çocukluğunu geçirdiği bu taş yapı, İsrail’in Doğu Kudüs’ü işgalinden sonra, ağlama duvarına yer açmak için yıkılmıştır.

Uyumlu kişi manasındaki “YASSER” lakabını sonradan benimsemiş bu isme ilave olarak da Peygamberimiz Hz. Muhammet’in çok yakın bir arkadaşı olan “ABU AMAR”ı seçmiştir. Bu nedenle halkının içindeki bilinen ismi “YASSER ARAFAT ABU AMAR”dır.

Liseden m ezuniyetinden sonra askerlik görevini Mısır ordusunda yapmıştır. Üniversite yıllarında Kahire’nin Heliopolis bölgesindeki 24A Baron Empain Sokak’ta yaşamış ve 1956 yılında Kahire Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Fakültesinden mezun olmuştur. Kahire Üniversitesi’nde okurken, Filistinli Öğrenciler Birliği’nin lideri seçilerek Filistinlilerin liderliğine ilk adımını orada atmıştır. Bir müddet  başta Kuveyt olmak üzere çeşitli Arap ülkelerinde çalışmıştır.  1950’li yılların sonlarında doğru işini bir kenara bırakarak kendisini Filistin davasına adamış ve Filistin’i geri almak için arkadaşları ile birlikte 1958’de El Fetih’i kurmuştur. 1967 yılındaki Arap-İsrail Savaşı’na fiilen katılmış ve savaş sonrasında liderlikten öteye bir efsane olmuştur.

1968 yılında Filistin Kurtuluş Örgütünün Lideri seçilmiş ve bütün Filistin örgütlerini bir çatı altında toplayarak mücadelesini hem arazide hem de masada sürdürmeye başlamıştır.

1987’de, Filistinlilerin direnişini sokağa dökerek İntifada, yani “direniş” hareketini başlatmış ve bu hareketin en sıcak günlerinde, tarihi bir adım atarak 1988’de Filistin Devleti’nin kurulduğunu ilan etmiştir. Bir ay sonra da yine, tarihi açıklamalar yaparak İsrail’in, “güvenlik içinde var olma hakkını tanıdıklarını”, ve “teröre karşı olduğunu”, ilk defa dile getirmiştir. Bu açıklamadan birkaç saat sonra Amerikan yönetimi, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü, Ortadoğu sorununun taraflarından biri olarak tanıdığını ilan ederek, Orta Doğu’da Barış süreci girişimlerini başlatmıştır.
1991 yılındaki Körfez savaşından sonra Ortadoğu’daki dengeler değişmiş ve Beyaz Saray’ın araya girmesiyle, Ortadoğu barışı görüşmeleri tekrar başlamıştır. Madrid’de açık açık, Oslo’da gizliden gizliye yürütülen görüşmeler, 1993’te sonuç vermiş ve Washington’da İsrail Başbakanı İzak Rabin ile Filistin lideri Yaser arasında Orta Doğu Barış Anlaşması imzalanmıştır.  Dünya barışında yaptığı bu hizmetten dolayı Arafat ve Rabin, Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüşlerdir.

……. Dünya tarihine imza atmış bu liderle tanışabilmek, elini sıkabilmek ve konuşabilmek fırsatına sahip olduğum için kendimi çok şanslı addediyorum.  1980’li yılların başında, Milletvekili olduğum halde, resmi görevli olarak bulunmadığım bir yabancı ülkede, siyasi toplantıların yapıldığı bir salona dinleyici olarak girebildim ve oturumdan sonra yöneldiğim çıkış koridorunda bir şans eseri olarak son derece alçak gönüllü, her kes ile sıcak ve yakın temas kurabilen bir kişi olan, o günlerin PLO lideri Sayın Yasser Arafat ile karşılaştım.  Tanışma ve takdim faslından sonra sürdürdüğümüz sohbet içinde bana hiç unutamadığım “Benim de arkamda Türkiye gibi bir anavatanım olsa, dağları yerinden oynatırdım” sözcüklerini söyledi.

…. Topu topu 10 kelime olan bu cümle, benim için hiç unutulmayacak, çok düşündürücü,  çok doğru, kısa ve öz bir tanım oldu..…ve asla da unutmadım….

8 Kasım 2004
Bir Dünya Lideri, Yasser Arafat için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Kıbrıs’ta Çekirge istilası

Kıbrıs’ta Çekirge istilası

Binlerce yıl Kıbrıs’ın baş belası olan çekirgeler, 21.ci yüzyılın ilk başlarında yüzyıllardır yaptıkları gibi gene Kıbrıs’ı istila ettiler.

Baf’tan gelen haberlere göre Salı günü Kıbrıs’ın batı kesimindeki tarlalar, Kuzey Afrika’daki yaşam alanlarından daha yeşil çayırlar bulmak amacı ile denizi uçarak geçen milyonlarca çekirge tarafından istila edilmiş.

Pazar günü kümeler halinde ve yoğun bir bulut şeklinde denizi geçmeyi başaran çekirgeler ilk olarak Pazar günü görülmüş ve Salı günü öğleden sonra da çok daha büyük boyutlarda ikinci bir çekirge dalgası daha gelmiş. Çekirgeleri adaya taşıyan hem sıcak iklim hem de ılık rüzgarlar.

Geçmil yüz yıllarda, adanın ekonomisini çökertecek ve yetiştirilmiş tüm bitkisel ürünleri daha tarlada iken yok edecek denli zararlı olan çekirgeler, bu seferki gelişlerinde eskisi kadar zarar veremediler. Münferit bazı patates tarlalarının dışında, muz ve meyve ağaçlarına zarar verememişler.

Size 1354 yılında, yani tamı tamına 650 yıl evvel, geçmiş ve Seyyah Villani’nin Fiorentina Günlüğü adlı yapıtta basılmış bir anısından çekirgeler ile ilgili bir olayı aktaracağım.

“ (1354) .. Çekirgelerin önce Kuzey Afrika’da sayılarının artması ve sonra da Kıbrıs’a gelmeleri hakkında.

Bu yıl Kuzey Afrika’yı, Tunus’u ve komşu bölgeleri çok aşırı bir şekilde sürüler halinde çekirgeler istila etti. Tüm ülkeyi kapladılar ve toprak üzerindeki tüm yeşilliği kemirdiler ve yediler. Çürümelerinden ortaya çıkan kötü kokudan dolayı hava çok sağlıksız hale geldi ve ardından ölümler başladı. Tüm ülkede korkunç bir kıtlık baş gösterdi. Bu aynı çekirge felaketi, ertesi yıl Kıbrıs adasına saldırdı. O denli dehşetli idi ki, yollar ve tarlalar, yerden 30 cm. yüksekliğe kadar çekirge doluydu ve yeşil olan her şeyi mahvettiler.  Çekirgelerin yarattığı bu bulaşıcı çürümeyi önlemek için Kral, her yetişkin insanın ve adada yaşayan her kişinin, Baronun, din adamının, şehirli ve köylünün belirli bir ölçü kabı dolusu çekirgeyi bu iş için görevlendirilmiş kamu görevlilerine vermeleri gerektiği emrini verdi. Bu görevliler boş arazide uzun hendekler açtılar ve çekirgeleri bunun içine koyarak üstlerini toprak örttüler.  Ve bu karar uyarınca köylüler, bu konuyu yürüten ve bir deftere kayıtları geçiren görevli kişilerle, kendi parasal çıkarlarını tartışmak ve dostane bir şekilde işleri halletmek eğilimindeydiler; bu ölçü [dolusu çekirge] için ödendikleri belli miktar vardı ve bunu ödeyenlerin adını, [adadaki] herkesin kaydının bulunduğu görevlilere bildirmekteydiler; bu çekirge avı adada birkaç yıl devam etti. Çürümeyi önlemek ve tarlaları ferahlatmak bakımından çok faydalı olan [kralın gösterdiği] bu cömertlikten dolayı tüm adada büyük bir sıkıntı ve düzensizlik baş gösterdi.

Yukarıdaki paragrafta gördüğünüz gibi neredeyse aynı olaylar oldu ve aynı çekirge sürüleri adamızı işgal etti.

14.cü yüz yıl sorunlarına ilaveten şimdi de, toprağa, suya, havaya ve yaşayan her tür canlıya çok zarar veren kimyasal ilaçlar ortaya çıktı ve bu istilada da bu ilaçların kullanılması kaçınılmaz. Avrupa Birliği standartlarında kullanılacak olan bu ilaçların görünürde zehirlilik seviyesi düşük ve biyolojik olarak zaman içinde yok edilebiliyorlar, ama, her ne kadar çekirge öldürücü bu zehirli ilaçlar standartlara uygun olsalar da, doğaya ve vahşi yaşama çok sarsıcı bir darbe vuracakları da kesin.

6 Kasım 2004
Kıbrıs’ta Çekirge istilası için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar