Önce konuya, dünyanın KKTC seçimlerine nasıl baktığından başlayalım.
Dünyadaki genel değerlendirmelerde, KKTC Milletvekili seçimlerinin, Kıbrıs Türkleri’nin birleşik bir Kıbrıs’ı arzuladıklarını yeniden teyit ettikleri ve AB’nin bir parçası olmayı istediklerini açıkça ortaya koydukları şeklinde kabul edilmiş ve seçmenlerin, AB’ye açıkça ekonomik ve siyasi tecritlerinin sona ermesi için güçlü bir mesaj gönderdikleri şeklinde algılanmış. Yorumculara göre bu seçimler Kıbrıs Türkleri’nin Ada’nın yeniden birleşmesi ile AB’ye girme arzularını bir kez daha teyit etmektedir.
Seçim sonuçları AB tarafından memnuniyetle karşılanmış ve AB bu seçimin, Kıbrıs sorununun çözüme ulaşması yönünde ani ve hızlı bir etkiye yol açmasını arzulamakta.
Siz olsanız buraya kadar CTP ve DP koalisyon hükümetini nasıl yorumlarsınız. Çözüme taraf bir hükümet mi, yoksa çözüm istemeyen bir hükümet mi?….
Gelelim Papadopulos’a nasıl bakıldığına.
Cumhurbaşkanı seçildiği günden beridir Papadopulos’un AB üyesi olmak avantajını sonuna kadar kullanmak niyeti ve de her şeye HAYIR demek alışkanlığı, zaman içinde gerçek yüzünü yavaş yavaş ortaya çıkardı. Bu nedenle, uluslararası gündemi belirleyen ve dünyanın her köşesindeki politik ve siyasi sorunlarda söz sahibi olan ABD, AB ve BM, artık kendisine, Kıbrıs sorununda gözlemlenmekte olan çıkmazın ana sorumlusu olarak bakıyorlar.
Papadopulos’un, bir yandan Annan planı temelinde çözüm istediğini beyan ederken diğer taraftan planın temel yönlerini ortadan kaldırmaya çabalamasından, bu söz sahibi kişiler (ABD, AB ve BM) hiç hoşlanmıyorlar.
Birleşmiş Milletler başarı olanakları bulunduğuna dair açık işaretler ve Papadopulos’un taahütleri olmadan her hangi bir girişimde bulunmayı bile düşünmüyor.
Artık ortada Papadopulos’a bir güvensizlik var ve çözümsüzlüğün baş aktörü olarak görülüyor.
Zaten Papadopulos’un bir diğer adı da “Giriye OXİ” veya “Mister NO”, Türkçesi ile “Bay HAYIR”.
Tüm bu gerçeklere ve de adadaki çözümsüzlüğün baş aktörünün Papadopulos olarak bilinmesine rağmen, Papadopulos, dün Brüksel’e hareketinden önce yaptığı açıklamada, Kıbrıslı Rumlardan daha fazla çözüm isteyen başka kimsenin olmadığını iddia etmesi ve zamanın Kıbrıs’ın aleyhine çalıştığını söylemesi çok ilginç.
Muhabirlerin “Başbakan Talat ile diyaloğa girmeyi reddettiği ve ikili görüşmelerden kaçındığı” yönünde iddialar olduğunu sorması üzerine de, esas diyaloğu ve ikili görüşmeleri istemeyenlerin kendisini eleştirenler olduğu yanıtını vermesi de bir o kadar dikkat çekici.
Dün tüm bu söyledikleri bir kenara benim en çok dikkatimi çeken ise, “Talat, siyasette sesini duyurmaya başladığı yıllarda tam bir Kıbrıslı gibi davranırdı… Aradan zaman geçti ve bu defa Kıbrıslı Türk gibi davranır oldu. Başbakanlıktan sonra ise, Türk gibi konuşmaya başladı…” sözleri oldu.
Tam bir “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” örneği.. Hem çözüm isteme hem de çözüm isteyenleri çözüm istememekle suçla.
E vallahi pardon…
Ben Pazar günü yapılan seçimlere daha değişik bir perspektiften bakarak değerlendirmek istiyorum. Belki sizde bana hak verirsiniz.
Sanki bu seçimler, 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan 1.ci Referandumun rövanşı niteliğinde yapıldı.
Dış basın seçimlerimize bayağı ilgi gösterdi. Seçimi izlemek için akredite olan 150 gazetecinin 54’ünü yani %33’ünü Rum gazeteciler oluşturdu. Canlı yayın araçlarıyla sonuçları dakika dakika aktaran Rum gazeteciler, liderleri de seçim sonrası nasıl bir politika izleneceği konusunda soru yağmuruna tuttu. Türkiye’nin önde medya kuruluşları Pazar akşamı Sarayönü Meydanı’ndaydı ve oradan canlı yayaın yaptılar. Seçimi Çin, İspanya, İtalya, Fransa, Japonya ve İran’dan da gazeteciler izledi. AB’nin Kıbrıs Büyükelçisi Adrian Van Deer Meer, Saray Otel’de kurulan basın merkezine giderek, seçimi takip etti.
KKTC halkı, erken genel seçimlerde verdiği oylarla Kıbrıs Türk’ü için şerefli bir çözüm arzulayan ve dünya ile kucaklaşması düşüncesinde olanları KKTC Meclisine çoğunluk olarak soktu. Sonuçlardan algılanan, halkın yaklaşık %58’sinin geçmiş CTP + DP koalisyonunu ve koalisyonun son 14 aylık icraatını onayladıklarını göstermektedir.
UBP ise yüzde olarak aynı kalmakla beraber milletvekili sayısını bir arttırmıştır. Bu orana bakarsanız bunun %5 eksiği ile neredeyse referandumdaki “Hayır” oyları ile örtüştüğünü görürsünüz.
Bu seçimler, Rumların 24 Nisan 2003 tarihinde yapılan referandumda Annan Planını reddetmesi ile tekrar gündeme gelen ve 2005 ortasında başlayacağı sinyalleri verilen yeni görüşmelerden evvel yapıldı ve Meclisin aritmetiği değişti. BM denetimindeki yeni görüşmeler için gerekli olan girişimlerin 16 Nisan’daki Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından başlaması hiçte sürpriz olmamalı.
Mecliste çözüm isteyen partilerin, tekrar ve daha sağlam bir şekilde iktidar gelmesi ve Cumhurbaşkanın değişecek olması, Kıbrıs konusundaki gelişmeleri bence çok hızlandıracak.
Tabii oluşacak yeni hükümetin yapması gereken ilk işi, hala 2003 bütçesini kullanan KKTC’nin 2004 ve 2005 bütçelerini Meclis’ten geçirmek olmalıdır. CTP- DP koalisyonunun, üç milletvekilinin istifasıyla birlikte 50 sandalyeli Meclis’teki çoğunluğunu kaybetmesi, KKTC’nin 2004 bütçesinin Meclis’ten geçmesini engellemişti. Şimdi aynı partilerin 30 Milletvekili var ve Muhalefetin yasaları engellemesi veya yasalar görüşülemesin, geçmesin diye Meclis nisabını düşürebilmesi artık mümkün değil.
Kıbrıs konusunda, CTP ve DP’nin ortak noktaları çok fazla. Başbakan Mehmet Ali Talat liderliğindeki Cumhuriyetçi Türk Partisi, AB ile bütünleşme ve çözümü benimserken, Serdar Denktaş liderliğindeki Demokrat Parti’de aynı şekilde AB ile bütünleşme ve çözümü hedef alıyor ve buna ilaveten Rumlara son bir şans verilerek görüşmelerin yapılmasını, görüşmelerden sonuç alınmaz ise Rumlarla artık yolların ayrılmasını ve dünya ile KKTC olarak entegrasyonu benimsemiş.
Hade Hayırlısı….
Bazı köşe yazarlarımız ve politikacılarımız ısrarla KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş’ın, Aralık 2002 Kopenhag zirvesi ile Mart 2004 Lahey zirvesinde Annan Planı’na o zamanki haliyle “EVET” dememiş olması dolayısıyla fırsat kaçırıldığından söz eder.
Halbuki geçmişle ilgili evraklara bir göz atarsanız ve Rum tarafındaki gelişmelere de tarafsız gözle bakarsanız gerçeğin hiçte böyle olmadığını görürsünüz.
Başlayalım 2003’ten.
28 Eylül 2003 tarihli Fileleftheros gazetesi, eski Rum Cumhurbaşkanı Klerides’in çözümle ilgili “Rumların Annan Planı’nı müzakere etmeyi kabul etmelerinin nedeninin bir çözüme varmak değil, fakat KKTC’nin tanınmasını önlemek olduğu” sözlerine yer verdi.
1 Aralık 2003 tarihli Mahi gazetesi eski Rum Cumhurbaşkanı Klerides’in “(Müzakerelerde) hiçbir taviz vermeden, hiçbir şey kabul etmeden, (görüşmelerde) kabahati Türk tarafına yükleyerek AB üyeliği amacımıza ulaştık.” itirafını yayımladı.
23 Aralık 2003 tarihli Politis gazetesi, Papadopulos’un, “Denktaş “EVET” deseydi dahi ben BM belgesini (Annan Planı) imzalamayacaktım. Denktaş imzalarsa ben de imzalarım şeklinde bir beyanım asla olmadı” dediğini yazdı. Hatırlarsanız bu konuda Sayın Denktaş’ı haksızca suçlayanlar olmuştu.
Referandum döneminin AB’nin genişlemeden sorumlu komisyon üyesi Verheugen, 24 Nisan halkoylamasında Rumların BM planını ezici çoğunlukla reddetmelerinden sonra, “Aldatıldım” diyerek isyanları oynamıştı.
Papadopulos’un bu aldatıcı tutumu, referandumdan çok önce Kıbrıs’taki çözüm yanlısı Rumlar tarafından da acı bir dille eleştirilmişti.
Nitekim, 10 Mart’ta Lahey’de yapılan toplantıda planı kabule hazır olduğu izlenimini veren Papadopulos, daha sonra Annan planının kabul edildiği takdirde “Türk işgalini” yasal hale getireceğini öne sürerek vatandaşlarını Referandumda “HAYIR”a yönelten kaos’un temelini oluşturmuştur.
Papadopulos’un bu kaypak yaklaşımına kıyasla, Annan planına başından beri olumsuz baktığını söyleyen Denktaş, daha dürüst ve tutarlı bir yaklaşım ortaya koymuştur.
Asıl en önemlisi, bir hukuk adamı olan Rum Eski Başsavcısı Alekos Markidis, 30/01/2005 tarihinde Alithia gazetesinde gönderdiği yazıda Papadopulos’u sert bir dille eleştirdi ve uyguladığı siyasetin Kıbrıs’ı çözüme doğru götürmediğini belirtmesidir.
Markidis, Papadopulos’un Kıbrıs politikasının “Adanın şu anki sınırlarıyla de facto bölünmesine götürdüğünü ve geçen zamanın ise yeni hoş olmayan durumların oluşması imkanını sağladığını” vurguladı.
Papadopulos sürekli olarak, Annan Planı’nı reddettiğini, zaman kısıtlaması kabul etmediğini ve Annan’ın arabuluculuğunu istemediğini belirtiyor.
Eski ve yeni Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanları Klerides ve Papadopulos’un net ve açık “olumsuz” niyetleri bizzat çözüm isteyen bazı Rumlarca dahi anlaşılmışken, bazı kişilerin sorunu sürekli şekilde Türkiye’de ve KKTC’de görmesi ve “Denktaş sendromu”na kapılmaları bana çok mantıksız geliyor.
Bundan kurtulup, doğruları görmemiz ve ona göre mücadelemizi yönlendirmemiz gerekmektedir… Artık herkes biliyor, çözümü istemeyen biz değiliz, Rumlar…
Bu gün seçim günü. Kıbrıs Türklerinin kaderini belirleyecek tarihi günlerden bir tanesi.
Doğru yerlere vurulacak mühürler bizleri aydınlığa, insanca ve şerefli bir geleceğe götürecek.
Biz DP’liler, yeni kan, yeni kuşak ve yeni başkan Serdar Denktaş ile yola çıktık. Geleceğimize güvenle bakan ve bıkmadan-usanmadan çalışacak olan biz DP’lilerin yeni hedefleri ve yapmak istedikleri şunlardır;
Kıbrıs konusu;
– BM platformunda, Kıbrıs’ta yaşayan her iki halkın hak ve çıkarlarını garanti altına alan, iki halkın varlığını inkar etmeyen, siyasi eşitliğe dayalı, iki kesimli, iki bölgeli ve Türkiye Cumhuriyeti’nin etkin garantörlüğünü içeren bir çözüme gitmek ve bu çözüm sonucunda “Birleşik Kıbrıs Devleti”ni kurmak.
– Çözüm sürecinin sonucu her ne olursa olsun, Kıbrıs Türk Halkı’nın geleceğinin başta AB ve Dünya ile siyasi, ekonomik ve kültürel entegrasyon olacağını ilgili tüm taraflarca taahhüt altına alınmasını sağlamak.
Ekonomi konusu;
– Ekonomik entegrasyon sürecinde, özel sektörümüzün, AB rekabet koşullarına dayanıklı ve uygun hale getirilmesini temel hedef almak.
– Avrupa Birliğine uyum ve entegrasyon programını, çözüm sürecinden bağımsız olarak hemen uygulamaya koymak.
– Kıbrıs Türk halkını layık olduğu yaşam standartlarına ulaştırmak.
Devlet ve yeniden yapılanma;
– Kıbrıs Türk halkının tüm sosyal ve ekonomik sorunlarını çözmek.
– Halkımızı çağdaş yaşam koşullarına kavuşturabilmek için gereksinim duyulan eğitim, sosyal ve kültür alt yapısını öncelikle sağlamak.
– Yeniden devleti yapılandırarak, “Halka hizmet” anlayışını hayata geçirmek.
– Hantal devlet mekanizmasını ve “Rica”ya dayalı kamu hizmeti anlayışını ortadan kaldırmak.
– Devletin, halkın her kesimine eşit mesafede, şeffaflık ilkesine bağlı olarak temel hizmet vermesini sağlamak.
Eğitim ;
– KKTC’nin eğitim sistemini, AB normları ve çağın gereklerine uygun olarak yeniden yapılandırmak.
– Merkezi eğitimi sistemine sorun vererek, köy okullarının tam teşekküllü eğitim birimleri haline sokup, her köye kendi öğretmenini ve okulunu kazandırmak.
– Üniversite hizmetlerini desteklemek, uluslararası kalite ve standartlara çıkarmak.
Adalet ve yasama;
– AB Müsteşarlığı ve AB Ekonomik Entegrasyon Yüksek Kurulunu kurarak yeni yasalar ve yasa değişikliklerini süratle yapmak.
– Hukuk sistemimizin AB norm ve prensiplerine uyumu sağlanacaktır.
Sağlık ;
– Sağlık sisteminin yeniden oluşturulması için gereksinim duyulan “Sağlık Çalışanları yasası”, “Döner Sermaye Yasası” ve “Genel Sağlık Sigortası Yasası”nı hayata geçirmek.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik;
– “Tek Sosyal Güvenlik Sistemi”ne geçişi sağlamak.
– Güney Kıbrıs’ta sosyal güvenlikten yoksun çalışan işçilerimizi Sosyal Güvenlik şemsiyesi altına almak.
– İhtiyat Sandığındaki birikimleri, ev sahibi olmaya yöneltmek.
Turizm;
– Turizm’e büyük önem vermiş olan DP, Bafra Turizm Yatırım alanı üzerinde beş yıldızlı otellerin yükselmesini gerçekleştirmiştir. Bunun sonucu olarak bölge 3,000 kişilik sürekli iş imkanına kavuşacaktır.
– Teşvik edilen ve devam eden 53 otel inşaatı sonucunda yatak kapasitemiz 21,000’ne, turizm gelirleri de 500 milyon Dolara çıkacaktır.
Tarım ve Enerji;
– Çiftçilerimize ve hayvancılarımıza çağdaş ve sürekli destek verilecektir.
– Hayvancılarımızın sorunlarını kökten çözmek.
– Halkımıza AB standartlarında sağlıklı gıda yedirmeye devam etmek ve standartları daha da yükseltmek.
– Sütte ve ette soğuk zinciri hayata geçirmek.
– Laf ve bahane yerine elektrik üretip 155 Megawat olan mevcut Elektrik gücünü 260 Megawat’a çıkararak kesintilere son vermek.
– Rüzgar ve Güneş’ten elektrik elde edecek projeleri desteklemek.
Çevre ve Kültür;
– DP’nin ön ayak olduğu Çöp ayrıştırma tesisini hayata geçirmek ve Mart sonunda çöplerin düzenli olarak depolanmasını sağlamak.
– Peyniraltı suyunun ekonomiye kazandırılması ve çevreyi kirletmesine son verilmesi için Peynir altı suyu işleme fabrikasını kurmak.
– Spor, kültür, sanat ve bilimle uğraşan vatandaşlarımıza bu faaliyetlerini daha da geliştirmeleri için mali kaynak sağlamak ve destek vermek.
İşte DP… Güzel günler için oyunuzu istiyoruz, mührünüzü istiyoruz…
21 Aralık 2003 seçimlerinin en büyük polemiği DP’nin barajı geçip geçemeyeceği üzerine kurulmuştu.
Ağzı olan konuşmuş, malum gazeteler yalan dolan kamu oyu yoklamaları yayınlamış ve kimileri DP’nin baraj altında kalacağını kimileri de ucu ucuna barajı geçeceğine dair kehanetlerde bulunmuştu.
Aslında DP, 21 Aralık 2003 seçimlerine yaralı olarak girmişti. 2002 Aralığında yapılan Kongre’den sonra Demokrat Parti, başkanlık yarışını kaybeden taraf tarafından ikiye bölünmeye çalışılmış, bir şekilde Demokrat Partiyi önce içten yıkmak denenmiş sonra da verilebilecek her türlü zararı verip yeni Başkan Serdar Denktaş’ı başarısız duruma düşürmek için elden gelen yapılmıştı.
Tüm bu olumsuz faktörlere ve arkadan bıçaklamalara rağmen yılmadan çalışıp seçime giren Demokrat Parti, barajı geçemez diyenlere nispet yüzde 12.8 oy alarak KKTC Meclisine 7 Milletvekili sokmayı başarmıştı.
Olumsuzluklar yaratmak ve partiyi yıpratmak için büyük çabalar harcanırken göz ardı edilen ve unutulan bir şey vardı. Serdar Denktaş’ın (bence aileden gelen) politik yeteneği, çevresi, dinamizmi, yaratıcılığı ve karizması.
İktidar ortağı olarak geçirilen 13 ay, DP’nin toparlanmasına yeterli olmuş, örgütlerini sağlamlaştırmış, katılımlarla taraftarları ve sempatizanları çoğalmış ve ekibi ile seçime hazır hale gelmiştir.
Şimdi zaten gerçeği her kes görmektedir. Hiçbir kimse veya medya organı Demokrat Partinin barajı geçip geçemeyeceğini artık ağzına bile almamaktadır. Herkes Demokrat Parti’nin barajı geçeceğinden emin. Konuşulan yüzde kaç oy alacağıdır.
Bazı taraflı medya organları, Demokrat partiyi zayıf göstermek, ve halka olduğundan daha küçük tanıtabilmek için neredeyse geçen sene tüm olumsuzluklara rağmen alınmış olan %12.8 oyu, biraz da lütfedip yukarıya doğru yuvarlayarak %13 gibi göstermek çabası içine girdiler.
Unuttukları bir şey var ki, o da, geçen seçimlerde alınan %12.8 oranındaki oyun Demokrat partinin kök oyları olduğudur.
Yapılan kamu oyu yoklamaları, kişiler ile yüz yüze görüşmeler ve son bir ay içerisinde Demokrat Partiye olan katılımlar, Demokrat Parti oylarının %20+ olduğunu işaret etmektedir.
Bir diğer gerçek de, Demokrat Partinin bu seçimlerden sonra gene hükümette yer alacağı gerçeğidir. Bu gerçeklik CTP ve UBP için kesin olmamasına rağmen, Demokrat Parti için kesin bir öngörüdür. Diğer parti kim olursa olsun, hükümet kurmak için DP desteğine gerek duyulacağı aşikar bir sonuç olacaktır.
Aslında bu seçimlerin sürpriz olmayan bir başka gerçeği de, UBP’nin oy kaybına uğrayarak mevcut Milletvekili sayısında gözle görülür bir oranda neredeyse %20 oranında düşüş olacağıdır.
Hodri meydan… Yarın akşam ak koyun kara koyun ortaya çıkacak…