Geçen haftalardaki siyasi gelişmeleri kafanızda bir şerit gibi geçiriseniz, Başbakan Tayip Erdoğan’ın İstanbul’da görüştüğü Rum Ana muhalefet partisi DİSY’nin lideri Nikos Anastasiadis’e Papadopulos’un ısrarla kendisi ile görüşmek istediğini ve bunu çok istiyorsa KKTC’ye gelmesini ve orada “Karşılıklı kahve içerek” kendisi ile görüşebileceğini ve Kıbrıs’ta Çözüm ve Barış’a birlikte katkı koyabileceklerini söylediğini hatırlayacaksınız.
Anastasiades’e verilen bu mesaj yerine ulaşınca Kıbrıs (Rum) Hükümeti sözcüsü Kipros Hrisostomidis, devlet politikası olarak KKTC’yi “Türk işgali altındaki bölge” olarak nitelediklerini ve bu nedenle Papadopulos’un, Erdoğan ile asla “Türk işgali altındaki bölgede” yani KKTC topraklarında görüşmeyi kabul edemeyeceğini ama böyle bir görüşmenin Ledra Palas’ta yapılmasının olanak dışı olmadığını açıklamıştı.
Duyan da, sanki Erdoğan Papadopulos’tan görüşme talep etmiş de, Papadopulos reddetmiş zannediyor.
Açıklamasının içinde benim en çok dikkatimi çeken Hrisostomidis’in, Kıbrıs sorununun uluslararası yönlerinin ele alınması için Başbakan Erdoğan ile birçok kez görüşme girişiminde bulunulduğunu ama hiçbir şekilde olumlu yanıt alınamadığı sözleri oldu. Bu sözler basının ve diğer ilgili kişilerin gözünden kaçtı herhalde ki, bilahare bu konu ile ilgili her hangi bir açıklama yapılmadı veya gazetelerde her hangi bir yazı veya yorum çıkmadı.
İşin aslına bakarsanız, Erdoğan Papadopulos’u bu güne kadar hiç muhatap olarak kabul etmemiş, dikkate bile almamış.
Rum Hükümet başkanı Papadopulos, Başbakan Erdoğan ile görüşebilmek için 5 kez girişim yapmış, bunun için araya hatırlı aracılar bile koymuş.
İlk görüşme talebini 25 Temmuz 2004’te İspanya Dışişleri Bakanı Miguel Angel Moratinos aracılığı ile iletmiş. Ancak İspanyol Bakan Ankara’da Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’den olumlu yanıt alamamış.
Daha sonra aralarında İtalya’nın da bulunduğu 3 Avrupa ülkesi ayrı ayrı, Türkiye’ye müzakere tarihinin verildiği 17 Aralık AB zirvesi öncesinde Erdoğan’a, Papadopulos ile görüşmesi tavsiyesinde bulunmuş. Papadopulos işin olurunu alabilmek ve Erdoğan’ı ikna edebilmek için, görüşmelerin gizli, gerekirse alt düzeyde, gerekirse üst ve alt düzey birlikte yürütülebileceği mesajını göndermesine rağmen gene olumsuz yanıt almış.
En sonunda Hrisostomidis dayanamayarak, Papadopulos’un, Erdoğan’dan daha önce beş kez gizli görüşme talebinde bulunduğunu ve Rumların uzun bir süredir Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan randevu talep ettiğini ancak talebin her defasında reddedildiğini itiraf etti.
Bu samimi itirafında Papadopulos’un her zaman görüşmeye hazır olduğunu, çok istekli bulunduğunu, görüşmeyi hep kendilerinin istediğini ve böylesi bir görüşme için de çok yoğun girişimlerde bulunmalarına rağmen her defasında da Erdoğan’ın, “Papadopulos ile görüşmeye Hayır” dediğini söyledi.
Şimdi siz bana söyleyin.. Kim kimi reddetmiş…
İ.Ö. 10,000 yıllarda Mezopotamya, dünyanın ilk toplu yerleşim yerlerinden bir tanesi olmaya başlar. İ.Ö. 1850’de Kral Hamurabi yönetimindeki Babil İmparatorluğu, güney Mezopotamya’nın tümüne hakim olur. İ.Ö. 331’de bölge Büyük İskender’in eline geçer. 7.ci yüzyıldan sonra başlayan Arap istilası sonrası bölge Irak adı ile anılmaya başlar ve İ.S. 1055’de Selçuklu hakimiyeti altına girer. 13.cü YY’da Moğollar, Bağdat’ı ele geçirip yağmalarlar ve 1515’de kuzey Irak’ın, 1534’de de Bağdat’ın alınması ile bölge tümü ile Osmanlı idaresi altına girer.
1.ci Dünya savaşında Basra’yı işgal eden İngilizler, 1916’da Bağdat’a ele geçirir ve Osmanlı Devleti 1918 Mondoros mütarekesi ile Irak’tan tamamen çekilir. 1921 yılında Faysal, Irak Kralı olarak tahta geçer ve Irak’ta monarşi başlar. 1958’de General Abdülkerim Kasım askeri bir darbe yaparak krallığa son verir ve Devlet Başkanı (Diktatör) olur. 1963’de General Abdüsselam Arif, General Kasım’ı askeri bir darbe ile devirerek yönetimi ele alır ama 1966’da şüpheli bir kazada ölünce yerine kardeşi Abdurrahman Arif geçer. 1968’de Hasan el Bekr yaptığı askeri darbe ile yönetimi ele alır ve 1976’da askeri arkasına alan Saddam Hüseyin, önce El Bekr’in Başbakanı olur, sonra da 1979’da El Bekr’i görevden alarak Devlet Başkanı (Diktatör) olur. Sonrasını hepimiz biliyoruz.
Kısa olarak Irak tarihini yazmamın bir tek nedeni var. O da ülkede yüzyıllardır hiçbir zaman insan haklarının ve demokrasinin olmadığıdır. Irak’lı bu güne kadar hiçbir zaman serbest iradesi ile oy kullanamadı. Perde ile kesilmiş oy verme bölmesine yalnız başına girip, takip edilmeden ve “Niye” diye sorulmadan sadece içinden geldiği gibi bir seçim yapmak hakkına sahip olamadı. Irak’ta seçimlerinin yapıldığı 30 Ocak 2005 günü bence çok önemli ve tarihi bir olaydır. Irak’ta Demokrasi kazanmıştır.
Amerika’yı Demokrasi adına, ne pahasına olursa olsun kutlamak gerekir. Bölge, belki de 12,000 yıldır ilk defa Amerika sayesinde özgürce oy kullandı ve özgür iradesini ortaya koydu. Ölen binlerce Irak’lı ve Amerikalı, bölgedeki demokrasiye, kanları pahasına katkı koymuş insanlardır ve hiçbir ayırım yapmadan onlara saygı duyulmalıdır.
Ben 1960’lı yıllarda Irak’ta 4 yıl geçirdim. İnsan haklarının hiç olmadığı bir yerdi. Kent dışına çıkmak için polisten izin alınması gereken, herkesin istediği sinemaya değil, kendisine izin verilen sinemalara gidebildiği bir şehirdi Bağdat. Varın gerisini siz hayal edin, orada yaşayan insanların ne gibi haklara sahip olduklarını veya her hangi bir hakları olup olmadıklarını.
Ben Irak’taki bu “Demokrasi” aşamasını mecazi olarak, yüz yıllardır bir “Kadın” gibi giyinip süslenmesine izin verilmeyen bir bayana benzetiyorum. Bu kadın, bir bayan olduğunun farkında, hemcinslerinin etek giydiğini, makyaj yaptığını, saçını şampu ile yıkayıp boyadığını işitiyor ama bir türlü kendisinin bunları yapmasına izin verilmiyor. Yüzyıllardır çuvaldan yapılmış bir pantolon giyiyor, saçları pis ve karma karışık, yüzünde ise sadece kir var.
Bir gün aniden ülkesine Amerika diye birisi geliyor ve kendisini kısıtlayanları yok edip eline etek, bluz, sabun, ruj, far, rimel ve şampu vererek kendisine “Sen bir bayansın. İstediğin gibi giyinip, yüzüne makyaj yapabilirsin” diyor. Sabunla yıkanan bayanımız, şampu ile elbisesini yıkıyor, ruju gözüne, farı yanağına, rimeli tırnaklarına sürüp sizin karşınıza çıkıyor.
Evet önünüzde, etek ve bluz giymiş bir bayan var ama, çok gülünç durumda. Kendinin artık bir bayan olduğunu biliyor ve hissettiriyor ama hiçbir makyaj malzemesini doğru yerde kullanamamış. Ve siz ona gülemeyip tam tersine, şampuanın yıkanmak için olduğunu, rujun dudağa, farın göze, rimelin de kirpiğe sürüldüğünü söylemek, kullanım tekniklerini de öğretmek zorunda olduğunuzu hissediyorsunuz.
Aynen günümüz Irak’ında olduğu gibi. Seçimler bizim için çok olağan ama onlar ilk defa “Demokrasi”yi soluyorlar ve yaşıyorlar. Irak’taki dostlarım, 30 Ocak’ta adeta bayram havasında sandığa gittiklerini bana yazdılar. İnanın bu sözleri beni çok derinden etkiledi ve de çok sevindirdi..
Zaman Irak için en iyi ilaç olacak ve eminim yakında her şey yoluna girecek….Artık Irak’a Demokrasi girdi ve gelişip büyüyecek…
Papadopulos dünkü konuşmasında yaşadığı sıkıntıları yavaş yavaş dile getirmeye başladı. Sözleri arasına sıkıştırdığı kelimeler, aslında çok önceden beridir söylemek istediği ve ortaya dökmek istediği samimi itirafları.
ABD, BM ve AB’nin baskıları karşısında bir müddettir yalnız ve artık Kıbrıs konusundaki çözümsüzlükten dolayı suçlanan kendisi. Glafkos Klerides mükemmel bir vücut çalımı ile topu kendisine attı. Geçmişin tüm olumsuz yaklaşımları ve OXİ’leri de Papadopulos’un sırtında.
Dün aslında bana göre birkaç tane gelişme birden oldu.
Birincisi Tasos Papadopulos’un Rum iç cephesinde sürekli olarak altını oyanların ve çözüm istediği konusunda samimiyetine kuşkuyla bakanların olduğunu ve bundan üzüntü duyduğunu söylemesi.
Papadopulos şikayetamiz bir şekilde, mümkün olduğunca en erken bir zamanda çözüm istediği konusundaki samimiyetine, içte sürekli kuşku ile bakıldığından yakınarak, sistematik bir şekilde altının oyulduğunu söyledi.
Bu tür iddiaların dışa yansıması nedeni ile gereksiz yere konuya muhatap olan kişileri erken çözüm istediğim yönünde ikna etmede ek külfet altına girdiğini ve iki bölgeli, iki toplumlu federal bir çözüme bağlı olmaya devam ettiğini söyleyerek, formalite icabı ve sadece laflarla ülkeyi birleştiren bir çözümün altına ise imza atmak niyetinde olmadığını söylüyor.
Birleşmiş Milletler müzakere heyeti, eski yöntemlerini ve hatalı değerlendirmelerini tekrarlaması halinde affedilmez hata işlemiş olacak diyen Papadopulos, “Kıbrıs Rum toplumunun haklı endişelerini tatmin edecek görüşlerde direnmek hem hakkımız” ifadesini kullandı.
İkincisi ise Hükümet sözcüsü Kypros Chrysostomides’in Amerikalı yetkililerin KKTC’yi resmi olarak ziyaretleri ve Ercan Havaalanından KKTC’ye girmelerine tepki olarak Amerikan mallarının boykot edileceğini reddetmesi ve bunun sadece bir dedikodu olduğunu açıklaması.
Tüm bunların üstüne üstlük, Kıbrıs Rumlar’ının çok büyük bir bölümü, Kıbrıs sorununun çözümlenmemesinin Türkiye’nin yararına olduğuna inanıyor.
Rum kesiminde gerçekleştirilen bir kamuoyu yoklaması, Rumlar’ın çoğunun günlük yaşamları ve Kıbrıs sorununun çözümü konusunda pek iyimser olmadığını gösterdi. Ankete göre, Rumlar’ın yüzde 68 gibi yüksek orandaki bir bölümü, Kıbrıs sorununun çözümlenmemesinin Türkiye’nin yararına olduğuna inanıyor. Kıbrıs sorununun Rumlar’ın lehinde çözümleneceğini düşünenlerin oranı ise yüzde 8’de kaldı. Ankete katılanların yüzde 26’sı, Rumlar için durumun son altı ayda kötüleştiğini söylüyor.
Anketin en ilginç sonucu, Rum lideri Tasos Papadopulos’un popularitesinin iktidara geldikten bu yana ilk kez yüzde 50’nin altına düşmüş olduğunu ortaya koyması.
Bence birileri Papadopulos’un altını oyuyor, hem de fena halde..
Serdar Denktaş genç yaşına rağmen, ard arda yaptığı diplomatik ataklarla Kıbrıs konusundaki gündemi belirlemeye devam ediyor.
Papadopulos’un, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Londra ziyaretinde yaptığı basın toplantısında, son 5 numaralı planına ilişkin itirazlarını yazılı olarak kendisine bildirmesi çağrısını reddetmesi, Genel Sekreter’in ve Birleşmiş Milletlerin prestijini sarsan bir yaklaşım olmuştu.
İşler bu aşamaya gelince, KKTC Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın prestijini korumak ve Rum lider Tasos Papadopulos’a “dur” demek için girişim başlatacağını açıkladı.
Aslında Papadopulos dur durak bilmiyor. Dün de çeşitli Amerikan şirketi temsilcilerinin ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Ticaret Müsteşarı Amer Kayani ile perşembe günü Kuzey Kıbrıs’a gelecek olmasından çok rahatsız olan Papadoplus, ABD’nin Kıbrıs Büyükelçisi Michael Klosson’a protesto notası verdi. ABD’li yetkililerin işadamlarıyla Ercan havaalanından KKTC’ye giriş yapacak olmasının kabul edilemeyeceğini bildirerek Büyükelçiyi, Amerikan şirketlerinin kamu ihalelerinin dışında bırakılacağı, Rum tarafında satılan Amerikan ürünlerinin boykot edileceği ve ABD’nin bölgedeki düşmanlarıyla işbirliği yapılabileceği ile tehdit etti.
Papadopulos’un uykularını kaçıran gelişmeler sadece Amerika ile sınırlı değil. Annan planını kabul etmeyen Rumlara karşı harekete geçen bir çok AB üyesi ülke, KKTC’de yapılacak seçimler sonrası önemli açılımlarda bulunmaya hazırlanıyor ve bunu da Papadopulos’a hissettiriyor. Bu güne kadar KKTC’den bir memuru bile kabul etmeyen AB’nin, Annan planı sonrası Kuzey Kıbrıs ile ilişkileri derinleştirme isteğinin gözle görülür bir şekilde ortaya çıktığın gören Papadopulos gün geçtikçe hırçınlaşıyor.
Rumların, Kuzey Kıbrıs Türklerine yönelik uygulanan izolasyonları kaldırılması için AB Komisyonunun hazırladığı tüzükleri bloke etme çabaları ve KKTC’li politikacıların AB yetkilileri ile görüşmelerini engellemek için her türlü yola başvurmaları, demokrasiye, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne inanan Avrupa Birliği içinde bir çok üye ülkeyi şimdiden rahatsız etmeye başladı.
Tüm bu gelişmeleri çok iyi değerlendiren Serdar Denktaş, yerinde bir zamanlama ile yaptığı açıklamada “Papadopulos’un kimseyi dikkate almayan, uzlaşmaz tavrına son verilmesi gerektiğini” belirterek, “Bu böyle gidemez. Birileri artık buna DUR demeli” diyerek bu yönde girişim başlatacağını söyledi.
“Aslında sarsılan sadece Genel Sekreter’in prestiji değil Güvenlik Konseyi’nin de prestijidir. Tüm dünyanın destek verdiği bir çözüm planını reddeden Papadopulos’un artık bu tavrını sürdürmesine daha fazla izin verilmemelidir. Papadopulos’un bazı Güvenlik Konseyi daimi üyesi ülkelerden aldığı destek nedeniyle elinde tuttuğunu sandığı güç tersine çevrilmelidir. Bunu da Güvenlik Konseyi daimi üyesi ülkeler yapmalıdır. Sarsılan prestijlerini kurtarmalıdırlar. Bunun başka yolu yoktur” diyen Denktaş, “Bu gerçeği dikkate alarak Güvenlik Konseyi daimi üyesi ülkelerin büyükelçileriyle görüşme talep edeceğini” ifade etti.
Bence Serdar Denktaş, Büyükelçilere “Papadopulos’u yeniden müzakere sürecine çekebilmek için neler yapılması gerektiği yönünde kendisinin geliştirdiği stratejiyi aktarmalı ve bunun artık bu şekilde devam edemeyeceğini söylemesi gerekmektedir.”
Hadi Serdar… Doğru yoldasın… Girişimlerine devam et..
17 Aralık zirvesi, dönem başkanı Hollanda’nın, Türkiye’yi Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanıması anlamına gelen bir belgeyi imzalamaya zorlaması ile kopma noktasına gelmişti. Bunalım, Türkiye’nin, Ankara Antlaşması’nı yeni üyeleri kapsayacak şekilde genişleteceği sözü vermesi ile aşılmıştı.
Ancak 17 Aralık Zirvesi’nde Türkiye-AB ilişkilerini kopma noktasına getiren Ankara Anlaşması Ek protokolu’nun AB’nin yeni 10 üyesini de kapsayacak şekilde genişletilmesi konusu hala daha bir kriz olmaya devam ediyor.
17 Aralık Devlet Başkanları Konseyi toplantısından bu yana neredeyse 2 ay geçmesine rağmen Ankara Antlaşması Ek protokolunun, aralarında Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin de yer aldığı 10 yeni ülkeyi kapsayacak şekilde nasıl genişletilerek uygulamaya konulacağı ve prosedürü hâlâ netleşmedi.
Brüksel’in birbirini tutmayan ve usule uymayan çelişkili istekleri Türkiye’nin bu koşulu nasıl, hangi yöntemle ve AB’nin hangi birimi kanalı ile yerine getireceği konusundaki soru işaretlerini arttırıyor. Ne yapılması gerektiğini ve hangi prosedürün uygulanacağını, bu fikrin babaları da dahil olmak üzere pek çok üst düzey AB yetkilisi bilmiyor.
Brüksel, 3 Ekim’e hazırlanırken, ilgili AB Komisyonunun üçüncü ülkelerle yapılan anlaşmaları Avrupa Parlamentosu’nun tasdik etmesi gerekliliğini göz ardı ederek hazırladığı ilerleme programındaki yanlışlığa Türk diplomatlar dikkat çekince, komisyon, AP’nin onayının vakit alacağını belirterek Ankara’dan anlaşmayı Şubat sonuna kadar “parafe” etmesini istedi. Türkiye yasaların buna müsaade etmediğini ve bunun yapılabilmesi için Bakanlar Kurulu’nun onay vermesi gerektiğini bildirince, yaptığı hatayı farkeden Brüksel bu isteğini geri çekti.
Türkiye, antlaşmanın hem Bakanlar Kurulu hem de TBMM tarafından onaylanacağını; ancak metne, ek protokolun yeni üye on ülkeyi kapsayacak şekilde genişletmesinin direkt veya indirekt bir şekilde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni tanıması anlamına gelmemesi için, Roma Anlaşması örneği, bu imzayı atarken “işlemin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni resmen tanıdığı anlamına gelmediği”ni belirteceği bir çekince koyacağını açıklayınca Brüksel, böyle bir deklarasyonun anlaşmaya eklenemeyeceğini savunarak bu çekincenin eklenmesi isteğine karşı çıktı. Ancak Erdoğan hükümeti, AB’nin Makedonya ile yapılan anlaşmaya “Söz konusu ülkeyi Makedonya Cumhuriyeti olarak tanımıyoruz.” ibaresini masaya koyunca, Brüksel geri adım atmak zorunda kaldı ve iş gene çıkmaza girdi.
Öbür taraftan, Papadopulos, Ankara beni tanımaz ise ben 3 Ekim Türkiye-AB müzakerelerini “VETO” edeceğim diyerek “aba altından sopa gösteriyor” ama Avrupa Birliği Parlamentosunda çoğunluğun “EVET” diyeceği bir kararı da, tavsiye niteliğinde de olsa, nasıl ve neleri göze alarak “VETO” edecek o da tartışılması gereken ve Papadopulos’un kara kara düşündükten sonra vereceği bir karar…