Dünkü yazımı hatırlarsanız, başlığı “Kıbrıs, çözüme veya iki devlete doğru gidiyor” idi ve bunu da benim uydurmadığımdan ama Kıbrıs konusunda başlatılacak yeni süreci planlayan ve programlayan diplomatlar ve BM uzmanları tarafından kulaklara fısıldandığından bahsetmiştim.
Dünkü fısıltı bu gün, birazcık yüksek sese dönüştü ve arkası da geldi.
ABD’nin ve BM’nin, Kıbrıs sorununa ilişkin yeni inisiyatif düzenlemelerini uygulamaya koyacakları artık iyice kendini belli etti. Konu ile ilgili üst düzey bürokratlar, Kıbrıs’ta iki toplumun beraber yaşayamayacağını en nihayet anlamışlar ve tek çatı altındaki “Birleşik Kıbrıs devleti”ni oluşturmak yerine biri “Kıbrıs Rum Cumhuriyeti”, diğeri de “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” şeklinde iki ayrı devletin kurulmasının daha mantıklı ve doğru olacağını düşünüyorlar.
Şimdi artık “Kıbrıs’ta barış ve çözüme” yönelik planlar bu kavram üzerine yapılmakta ve adada uzun vadeli ve kalıcı bir barışı tesis etmek için biri “Kıbrıs Rum Cumhuriyeti”, diğeri de “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” şeklinde iki ayrı ve tanınmış devletin oluşturacağı bir Konfederasyon yoluna gidiliyor.
Bu tezi olgunlaştırmak ve her iki tarafa kabul ettirebilmek için, hem Rum tarafına mevcuttan daha iyi bir kazanım, hem de Türk tarafına, şimdiki durumdan daha iyi bir ortam yaratmak gerekiyor.
Bu iki kesimlilik tezinin birinci aşamasında, Rum tarafına verilecek kazanımların ne olabileceği var.
Bu planın fikir babası ve gerçekleştirmek için her katkıyı koyacak olan ABD’nin de bir kazanımı olması gerekiyor. Fısıltılara göre ABD, aynen adadaki İngiliz Üsleri gibi KKTC topraklarında bir Amerikan üssü edinmeyi arzuluyor. 9.3 kilometre kare olmasa da 5-6 kilometre karelik deniz kenarı bir alan böylesi bir üs için yeter de artar bile. Belki de biri Geçitkale yakınındaki havaalanı olmak üzere, diğeri de deniz kenarında, 2 tane üs daha da iyi olabilir. Birde dinleme istasyonu için yer verilebilirse, bu daha da iyi olur. Beşparmakların tepesi bence bir dinleme istasyonu kurmak içi çok ideal bir konuma sahip. Hem adanın kuzeyindeki ülkeleri, hem doğu taraftaki orta doğu ülkelerini hem de güney taraftaki Kuzey Afrika ülkelerini dinleyebilmek için önü tam olarak açık bir konumda.
Bu yep yeni müzakere prosedürünün başlama tarihi sonbahar olarak görülüyor. Diplomasi odasında, halen Annan planında önemli değişiklikler yapılması gerektiği düşüncesi hakim. Bu sefer gözle görünür haksızlık olmayacağı inancının bütün taraflarda yerleşmesini sağlayacak çalışmalar yapılıyor.
Çalışma merkezinde çözümün ekonomik yönü, mülkiyet konusu, TC kökenli KKTC vatandaşlarının ne olacağı ve ne kadarının kalabileceği, yetki yapıları, güvenlik ve garantiler üzerindeki düzenlemeler yorulmak bilmeksizin tartışılıyor.
Kıbrıslı Rumlar’ın elde edeceği kazanımların Türk tarafına net iki kesimlilik verilmesiyle dengeleneceğinin netleşmekte olduğu söyleniyor. Tabi bu kesin çizgilerle ayrılmış iki kesimlilik fikri, 5.ci Annan Planına göre geri dönecek olan Rum göçmen sayısının planda belirtilenden daha da az olmasını gerektiriyor.
Çalışma merkezinden dışarı sızdırılan bilgilere göre Türkiye, bu konuda “ben yeteri kadar verdim” sıra Rumlarda diye ısrarını sürdürmekte. Türkiye’nin değişmez taleplerinden biri olan ve Kuzeydeki Türk oluşturucu devletçiğinin, güneydeki Rum oluşturucu devletçiğinden olabildiğince “ayrı” olmasını arzu ettiği iki kesimlilik mantığının güçlendirilmesi gerekliliğini, şimdilik herkes kabul etmiş gözüküyor.
Bu nedenle tek taraflı olarak “hep veren taraf olmak” niyetinde olmadığını söyleyen Türkiye’nin yeni plana sıcak bakması için, “Güçlü Konfederasyon” nitelikli, çok gevşek bir “merkezi hükümete” sahip, kesin çizgilerle ayrıştırılmış iki kesimli bir çözüm planlanıyor veya diğer bir tabirle tezgahlanıyor.
Artık Kıbrıs’ta çözümün yeni şekli yavaş yavaş şekilleniyor. Güçlü Konfederasyon, zayıf merkezi hükümet…..
Mayıs ayının başından beri yaşanan gelişmeler, Laura Kennedy’nin Papadopulos’a ziyareti ve kendisine ABD’nin Kıbrıs konusundaki “A” ve “B” planlarını anlatması ve Papadopulos’un kaçacak bir delik bulamadığı için ister istemez Annan ile endirek temaslarda bulunabilmek için BM’ye bir temsilci göndermesi, işin ciddiyetini ortaya koyuyor.
Gerek BM gerekse de ABD, Kıbrıs’ta iki tarafı müzakere masasına oturtmada bayağı kararlı. Israrla uğraşıyorlar ve Papadopulos’a da açıkça hem baskı hem de şantaj yapıyorlar.
Zaten ABD, adada barışı engellediği için Papadopulos’a kızgın ve kırgın. Referandumdan beridir Papadopulos ABD’nin kara listesinde. Türklerin olumsuz davranıp referandumda “HAYIR” diyecekleri peşin yargısına kapılıp, Kıbrıs’lı Türkler üzerinde maddi ve manevi büyük baskılar oluşturuldu, yapay sivil toplum örgütleri kuruldu, adı AB’li siyasi partiler hayata geçirildi, Kıbrıs’lı Türkler için çok hayati olan AB ile birleşme, barış, çözüm, direk uçuşlar, direk ticaret, AB ile ekonomik, sportif ve kültürel bağların kurulacağı gibi havuçlar Türklerin önüne kondu ve sonunda Kıbrıs’lı Türklerin %65’i “EVET” dedi ama bu defa da hiç beklenmedik ve planda olamayan bir şekilde Rumlar “HAYIR” dediler ve Kıbrıs üzerindeki tüm “Barış ve Çözüm” çabalarını boşa çıkardılar.
BM’nin ABD’nin hala bozuk çalması bundan kaynaklanıyor.
Çonis’in New York temasları, Prendergast ile yaptığı 5 görüşme ve bu görüşmeler ile ilgili dışarıya sızdırılan bilgiler, BM, ABD ve AB’nin öncelikli amacının müzakerelerin başlaması olduğunu iyice ve açıkça ortaya koydu.
Kıbrıs konusunda arabuluculuk yapanlar ve bu konu üzerinde derinlemesine çalışan diplomatlar, müzakerelerin yeniden başlaması sağlandığı anda bu müzakerelerin ya Kıbrıs sorununun nihai çözümüne ya da ebedi taksime götüreceğinin belli olacağı görüşündeler.
Bu nedenle, bu seferki görüşmelerde Serdar Denktaş’ın ısrarla vurguladığı gibi “çözüm olmaz ise, masadan nasıl kalkacağımızı peşinen bilmemiz gerekir” tezine uygun olarak, görüşmelerin sonucu olarak masada, “Çözüm veya Taksim” şeklinde iki olasılık olduğunu BM, ABD ve AB dahil herkes artık biliyor. Bu defaki taksim, bildiğimiz ve son 31 yıldır yaşadığımız taksimden, yani dünyadan soyutlanmış Kıbrıs Türk Toplumu şeklinde değil, adada tanınmış ve kabul edilen 2 devlet şeklinde bir taksim olacak. Biri “Kıbrıs Rum Cumhuriyeti”, diğeri de “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” şeklinde iki ayrı ve tanınmış devletin oluşturacağı bir taksim.
Bunları ben söylemiyorum. Bunları Kıbrıs konusunda başlatılacak yeni süreci planlayan ve programlayan diplomatlar ve BM uzmanları kulaklara fısıldıyor. Ben de size bu fısıltıyı aktarıyorum.
Her ne kadar Rumlar “boğucu takvimler olmasın” diyorsalar da Annan’a göre “müzakereler mantıki bir takvim içerisinde tamamlanmalı”. Bu görüşü Rumlar hariç konu ile ilgili herkes onaylıyor. Gerçekte Prendergast’ın bölgeye ziyaretinin asıl konusunu da bu “mantıki takvim” konusu. Perde gerisinde, müzakerelerin bir yıllık süreyi aşmaması gerektiğinden söz ediliyor.
New York’taki görüşmeler ile başlatılan bu yeni hareketlilik ve BM Genel Sekreteri Annan’ın üstlendiği iyi niyet misyonu, BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde, sonuç getirecek ve adada uzun süreli bir çözüme ve barışa kapı açacak müzakerelerin başlaması için uygun bir zemini oluşturacak.
Uzun süreli çözüm ve barış, Kıbrıs’taki iki halkın tümünün çıkarını gözetecek, taleplerini tatmin edecek ve haysiyetine saygılı olacak, kalıcı, fonksiyonel ve daimi bir çözüm olmalıdır.
Çoğunluğun azınlığı yöneteceği bir sistemin, kalıcı olmayacağı ve Türkler tarafından da kabul edilmeyeceğini artık herkes bilmektedir…
23 Nisan 2004 günü televizyona çıkan ve göz yaşları içinde ertesi gün yapılacak referandumda Rum halkından “HAYIR” demelerini isteyen ve bunda da başarılı olan Papadopulos, adada barışa ve çözüme engel olduğu için o gün bu gündür ABD’nin kara listesinde.
Araya giren aracılar ne havayı yumuşatabildiler ne de Papadopulos’u kara listeden çıkarmayı başarabildiler.
Son olarak Mart ayından beri Papadopulos’u söz konusu kara listeden çıkarmak için yoğun bir çaba gösteren Yunanistan Dışişleri Bakanı Petros Molivaitis’de bu uğraşılarından bir sonuç alamadı.
ABD’nin Kıbrıs sorununun çözümü çabalarında yer alan üst düzey bürokratlar hala Papadopulos’a kızgınlar ve onlara göre bu durum pek de değişmedi.
Bu nedenle ABD, Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin yeni girişimlerinde Yunanistan Başbakanı Karamanlis’ten önemli oranda destek ve yardım bekliyor.
Papadopulos’un inadını kırmak ve olumsuz tavırlarını değiştirmek için “KKTC ile ilişki kurmak” kozunu ortaya koyan ABD, son çare olarak ABD Dış İşleri Bakanlığı müsteşarı Laura Kennedy’i Papadopulos ile konuşmak üzere Kıbrıs’a gönderdi. Kapalı kapılar ardında neler konuşuldu açıklanmadı ama, Bayan Kennedy’in Papadopulos’a yaptığı telkinlerden veya bir diğer tabirle aba altından gösterdiği sopadan sonra Papadopulos, başlatılmasına felik koyduğu müzakerelerin tekrar başlatılabilmesi amacı ile BM Genel Sekreteriyle ön görüşmeler yapmak üzere BM merkezine bir temsilci gönderdi.
New York’a özel görev ve yetkilerle giden Papadopulos’un temsilcisi Tasos Çonis, BM Genel Sekreteri Yardımcısı Kieran Prendergast ile yaptığı beş görüşmeden sonra gerçeği tüm berraklığı ile gördü.
Yunanistan’ın New York’taki tüm diplomatik personelinin çabaları ve kendisinin de tüm girişimlerine rağmen Tasos Conis, Prendergast ile yaptığı temaslarda Papadopulos’un taleplerinden sadece 3 tanesinin dikkate alınmasını başarabildi. Bunlar da Kıbrıs sorununun özüne ilişkin konular değil, değil sürece ilişkin konular oldu.
Bunlar sırası ile :
1- Önleyici hakemliğin olmaması,
2- Rum tezlerinin yazılı olarak sunulmaması,
3- Boğucu takvimlerin olmaması,
Bu taleplere karşılık BM’nin alternatif önerileri ise şöyle;
1- Süreç boyunca hakemlik olacak.
2- Sözlü sunulan Rum tezleri, BM tarafından, Kıbrıs Rum tarafının da onayıyla yazıya geçirilecek.
3- Takvim boğucu olmayacak ama çalışma programına uyulacak.
Bence bu alternatiflerle Rum tarafı bayağı bir köşeye sıkıştı ve tam tabirle iki cami arasında kaldı.
P rendergast’ın bölgeye gerçekleştireceği ziyaret ve ardından 10 Mayıs tarihinde BM Genel Sekreteri Annan’ı bilgilendirmesi, diplomatik kaynaklarca “ilk basamak” olarak değerlendiriliyor.
Papadopulos’un dışındaki herkes artık yeni bir sürecin başladığını vurguluyor.
Kıbrıs konusunu hızla çıkmaza sürükleyen ve adadaki bölünmeyi pekiştirecek olan “mülk davaları” konusunda, DISY başkanı Anastasiades’ten sonra AKEL Genel Sekreteri Hristofyas’da konunun ciddiyetini ve adadaki çözümü dinamitlemek üzere olduğunu fark ederek söylemlerini değiştirmeye ve Rum halkını uyarmaya başladı.
AKEL Genel Sekreteri ve Meclis Başkanı Dimitris Hristofyas, dün yaptığı çağrıda, mülk davları konusunda, Rum göçmenlere soğukkanlı olmalarını ve mahkemeye başvuruların Kıbrıs sorununun çözümünü zorlaştıracağını, aynı zamanda KKTC yönetimine de “dayanak” sağlayacağını da savundu.
Hristofiyas, Rumlar’ın mülkler konusunda mahkemelere yaptıkları başvuruların sonucu koparılan gürültünün ve çıkarılan Avrupa Tutuklama Emirlerinin, uzun vadede Rumların aleyhine olacağını ve mülkler konusunun da Kıbrıs sorununun en ciddi yönlerinden biri olduğunu belirtti.
Hristofyas bu çağrısında, mahkemeler yapılan başvuruları ve Avrupa Tutuklama Emirlerini, müzakereleri daha da zorlaştıracak yeni oldu bittiler şeklinde tanımlıyor.
Buna karşın Annan’ın çağrısı ile “Kıbrıs’ta Barış ve Çözüm” görüşmeleri başlatıldığı vakit Kıbrıs Rum tarafının “mülklerin gaspı ve yabancılara satışı konularını” çok ciddi şekilde masaya getireceklerini söylüyor.
1974’de Yunan Cuntasının planladığı ve fiiliyata geçirdiği darbeyi ve arkasından gelen Barış Harekatını uluslar arası hukuku ihlal şeklinde tanımlayan Hristofyas, 1963’de anayasayı değiştirmek için kasten çıkardıkları silahlı çatışmaları ve dönemin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yöneticisi olan “EOKA Hükümetinin” silah zoru ile göçe zorladığı 103 Türk köyünü, 1970 yılına kadar yürürlükte kalan ve Türklere acımasızca uyguladıkları “Türklere satılması yasaklanmış Stratejik Malzemeler” emirnamesini unutarak, darbenin ve Barış harekatının sonucunda Kıbrıslı Türk’lerin, ve de Kıbrıslı Rum’ların göçmen durumuna düştüklerini dile getirdi.
Gene de bir gelişme var bu sözlerde. En azından Türklerinde göçmen olduklarını hatırladı. Rumlar 1 kere göçmen oldu ama bizler en azından üçer kere göçmenliğin, ata topraklarını arkada bırakıp gitmenin acısını yaşadık.
1974 sonrası, Denktaş ve Klerides tarafından imzalanan Viyana anlaşmasına değinen Hristofyas, “Örneğin benim köyüm Dikomo’ya (Dikmen), Baf ilçesinden, Kıbrıs Türkleri yerleşti ve mülklerimizi kullanıyorlar. Ancak bizler de Baflı Kıbrıslı Türkler’in mülklerini kullanıyoruz” sözleri ile Rumlar tarafından açılan mülk davalarının ne kadar mesnetsiz olduğunu gözler önüne serdi.
Durumun düzelip, Kıbrıs sorunu çözüldüğü vakit, yeni kurulacak “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Kıbrıslı Türklere mülklerini geri vermeye hazır olma politikasını desteklediğinden bahsederek, daha görüşülmesine başlanmamış yeni Annan planındaki “Mülkler” bölümüne atıf yapıp, plandaki mülk konusu hakkında neler düşündüklerini ve ne yapmak istediklerini ortaya koydu.
Kafalarındaki yeni planın ana hatları şimdiden belli.
Çoğunluk olan Rumların idaresinde, Kıbrıs’lı Türklere sadece azınlık haklarının tanındığı, hükümet yapısında ve memur sayısında Rumların etkin olduğu ve tüm ada üzerinde kayıtsız şartsız hakimiyeti olan bir “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” veya diğer bir tanımlama ile adı “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti” olan ama kendisi fiiliyatta “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti” olan yeni bir devlet.
Yabancı bir devletin Başbakanının ABD’yi bir yılda (şimdilik) 2 kez ziyaret etmesi ve ABD Devlet Başkanı tarafından devlet töreni ile karşılanması pek de olağan bir durum değil. Olağan dışı bir durum var ki, böylesi bir ziyaret veya davet yapılıyor.
Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis, bir yıl içindeki ikinci kez ABD’yi ziyaret etti ve ABD Başkanı George Bush ile bir araya geldi. Başkan Bush, Yunanistan Başbakanı Karamanlis’i Washington şehrinin ve de aynı zamanda dünyanın da merkezi olan Beyaz Sarayın Oval Ofis’inde kabul etti.
Bu ziyareti ben çok önemli olarak değerlendiriyorum. T.C. Başbakanı Erdoğan, ABD Başkanı Bush ile görüşmek için aylardır davet beklemesine rağmen bu daveti alamayıp, yapılan tüm girişimlerden sonra davet koşullu olarak İsrail ziyaretine bağlanınca, Karamanlis’in bir yılda iki kez Bush ile görüşmesinin manası ve önemi daha kolay anlaşılıyor ve değerlendirilebiliyor.
Resmi olarak Bush-Karamanlis görüşmenin ana konularının Kıbrıs, Makedonya, Yunanistan’ın ABD’den silah satın alımı ve Türk-Yunan ilişkileri olduğu açıklanmasına rağmen ben bu görüşmenin odak noktasının “Kıbrıs’ta barış görüşmelerin bir an evvel başlatılması ve Yunanistan’ın Papadopulos’a Baskı yapması” olduğu inancındayım.
Daha düne güne kadar Papadopulos, Annan planında yapılmasını istediği değişiklikleri yazılı olarak sunmasını isteyen BM Genel Sekreterini, bu sunumun elindeki kozları peşinen masaya koymak olacağını belirterek reddetmişti ve bu denenle de Kıbrıs konusu gene bir duraklama sürecine ve çıkmaza girmişti.
Bu duraklamadan hoşlanmayan ABD Yunanistan’a taraf olması ve Kıbrıs Rumlarına baskı yapması telkininde bulundu. Yeni yeni Yunanistanın devreye girmesi ile “Kıbrıs’ta Barış ve çözüm” çalışmalarında yeni bir hareketlilik başladı ve şimdilik bunun anahtarı Atina’nın elinde görünüyor. Dışişleri Bakanı Petros Moliviatis, ABD’ye gerçekleştirdiği son ziyaretinde, Annan ile Papadopulos arasında, temsilciler aracılığıyla iletişim koridorları açılması önerisini ortaya koydu. Bu öneri Genel Sekreter ile Papadopulos tarafından benimsendi ve aralarında kopan iletişime bir ara çözüm getirdi.
Genel Sekreter ile Papadopulos arasında endirekt iletişim sağlamak için New York’a giden Rum temsilci Tasos Çionis ile Prendergast arasında New York’ta geçen hafta başı başlatılan görüşmelerin ilk turu, 5. görüşmede Papadopulos’un sözlü olarak ilettiği 13+3 itiraz maddesi ile son buldu. Bu görüşmelerde Çionis 16 başlık halindeki Rum tezlerini anlatmasının ötesinde, BM yetkililerinin sondaj nitelikli pek çok sorusuna da yanıt verdi.
Annan’ın bu görüşmeleri takiben Kieran Prendergast’tan bölgeyi ziyaret ederek Genel Sekreter’in Kıbrıs konusundaki iyi niyet misyonunun geleceği konusunda tarafların görüşlerini dinlemesini istedi.
Prendergast 30 Mayıs Pazartesi günü Kıbrıs’a gelecek ve hem Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Başkanı Tassos Papadopulos ile, hem de KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile görüşecek, sonra da her iki taraftaki bazı etkin siyasi liderlerle de bir araya gelecek. 2 Haziran Perşembe gününe kadar Kıbrıs’ta kalacak olan Prendergast, ada’daki görüşmelerinden sonra Atina ve Ankara’ya da uğrayarak Başbakanlarla görüşecek ve sonra da New York’a dönerek 7 Haziran’da BM Genel Sekreteri Annan’a bir rapor sunacak
B.M. Genel sekreteri Kofi Annan, Kıbrıs sorununun çözümü için iyi niyet misyonu çerçevesinde yeni bir süreç başlatma isteğinde olduğunu, sözlü olmasa da, davranışları ile ortaya koymaya başladı.
Bir taraftan Rumlar, oyun bozanlık yaparak adada Türkleri azınlık yapmaya yönelik tezlerini, sanki de taviz veriyorlarmış havasında Annan’a kabul ettirmek çabasındalar, diğer taraftan da Yunanistan, sanki ABD’nin baskısı ile lütfen devreye girmiş gibi Rum tezlerini hiç eksiltmeden ve yumuşatmadan ABD’ye kabul ettirmeye uğraşıyor.
Maalesef bize “Siz ne diyorsunuz, neleri değiştirmek istiyorsunuz” diyen yok…. Nasıl olsa, %65 oyla “EVET” diyen bizler çantada kekliğiz ve gene EVET diyeceğimizden hiç kimsenin kuşkusu yok…. Ama benim var…