Papadopulos anlaşılan çok sıkıntıda. ABD ve İngiltere yaptıkları girişimlerle ve attıkları adımlarla Papadopulos’a rahat uyku uyutmuyorlar.
Hele son günlerde ABD ile başlayan KKTC’ye kimlik kazandırma atağı arkasından İngiltere’nin, Ekim başında hemen hemen aynı anda ve aynı mealde yaptığı hareketler, KKTC’nin yükseltilmesine yönelik çabaların durmaksızın devam edeceğinin ön habercileri.
Buna birilerinin takoz koyması gerekli yoksa Rum Yöneticiler artık eskisi gibi uluslar arası arenada at oynatamıyorlar. Bir kere foyaları meydana çıktı. Daha evvel dedikleri dedik idi, söylediklerini ciddiye alıp dinleyenler vardı ama artık öyle değil.
Şimdi Rum Yöneticilerden habersiz bir yerlerde bir şeyler pişiriliyor ve Rum yöneticiler bu işten bayağı rahatsız.
BM’de perde arkasında, Kıbrıs’taki BM Barış gücünün geri çekilmesi konusunda bir takım elle tutulur çalışmalar var. Rum yöneticiler bu girişimi kokluyorlar ama işin kökenine inemedikleri için bir türlü müdahale edemiyorlar.
Arkasından, canlarını sıkan bir başka hazırlık daha yapılıyor. Kıbrıs konusunda 4’lü (Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum toplumu arasında) Konferans yapılması gerekliliği fikri bayağı yaygın ve taraftarı da çok.
Rumlar bu işe çok karşı. Kendilerinin muhatabının KKTC yerine Türkiye olması için elden geleni yaparlarken aniden toplum düzeyine indirgeniyorlar ve Türkiye’nin muhatabı şimdi Yunanistan ve diğer garantör İngiltere olması ön görülüyor. Zaten kambersiz düğün olmayacağı için, işin içine bir yerden İngiltere’de girecek.
Zora giren Papadopulos’un birilerine gidip ağlaması lazım.
Başını koyup ağlayabileceği tek duvar Rusya aslında ama şimdilik Rusya AB içinde olmadığından Fransa’ya ağlamak zorunda.
3 Ekim öncesi İngiltere ile Fransa arasında Kıbrıs konusunda varılan uzlaşıdan Papadopulos büyük bir rahatsızlık duyuyor. Bir taşla iki kuş vurabilmek için bu gün öğleden sonra AB Hükümet ve Devlet Başkanları gayrı resmi toplantısına katılmak üzere Londra’ya gidecek. Orada Blair ve Jack Straw ile bir gayrı resmi birer görüşme yapıp endişelerini dile getirecek. Belki de adadaki üsleri şantaj malzemesi olarak kullanıp İngiltere’nin KKTC’yi yükseltme çabalarına son vermesini ve Katılım Ortaklığı Belgesinin yeni şeklini alması için de desteğini isteyecek. Arkasında da ver elini Fransa.
Rumlar Fransa’yı yanlarına alabilmek için Paris’e Perşembe gününden başlamak üzere 3 gün sürecek bir politik-diplomatik çıkarma harekatı yapacaklar.
Papadopulos bu kritik Paris ziyareti sırasında Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Fransa Parlamento Başkanı Jean-Louis Debre ve Fransa Senato Başkanı Christian Poncelet ile biraraya gelecek.
Ana gündem Türkiye-AB süreci. AB Komisyonu’nda kapalı kapılar ardında müzakere edilen “Türkiye İlerleme Raporu” ve buna bağlı olarak yayınlanacak olan “Katılım Ortaklığı Belgesi” (KOB), konusunda Rum yönetiminin, Limanların açılması ile Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin Türkiye tarafından tanımasının bir takvime bağlanması ve bu iki koşulun KOB’un içine konması istekleri var.
Bu isteklerine bazı AB üyesi ülkeler karşı çıkıyor.
İşte Papadopulos gerek İngiltere’de gerekse de Fransa’da yapacağı üst düzey görüşmelerde Türkiye konusunda İngiltere’nin ve Fransa’nın desteğini almaya çalışacak.
Bence destek yerine nasihat alacak.
Zaten İngiltere’nin bu konudaki tutumu açık. Fransa ise Türkiye ile olan ekonomik ilişkilerini ve kaybedeceği pazarı göz önüne alarak, arenaya hep kerizleri sürüyor ve kendisi ortaya çıkmıyor. Gene aynı taktiği uygulayacak.
Rum Yönetimi Başkanı Tasos Papadopulos’a kulak verirseniz kendisini barış havarisi zannedersiniz.
Papadopulos yıl sonuna kadar Kıbrıs konusunda gelişmeler olacağı görüşünde ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan’nın da harekete geçmesini bekliyor havasında.
Görünümü ve kendisini pazarlaması aynen böyle.
Papadopulos’un, Atina’da yayımlanan “TO VİMA” gazetesine verdiği demecini okursanız şimdi talep ettiğinin Genel Sekreter’in hakem olarak yeni bir plan getirmesini değil, Annan Planı’nda istediği değişiklikleri Genel Sekreterin araştırması ve iki taraf arasında ortak bir zemin oluşturup oluşturamayacağına bakması olduğunu görürsünüz.
Üstelik Papadopulos, ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın Cumhurbaşkanı M. Ali Talat’a ABD’ye ziyaret davetini hoş olmayan bir gelişme olarak algılıyor. ABD’nin politikasının KKTC yönetiminin düzeyini yükseltmek olduğunu ve CB Talat’la yapılacak görüşmeyi de tahrik edici olarak tanımlıyor. ABD’nin bu hareketinin adada birleştirmeden ziyade ayırımcı bir sonuç vereceği düşüncesinde.
Ve buradan başlayarak adada çözümü istiyor havalarında çözümsüzlüğü nasıl sürdüreceğinin ve Türkiye’yi adadan nasıl koparacağının planlarını yapıyor.
Öncelikle Cumhurbaşkanı, M. Ali Talat’la görüşme yapmak istemediğini açıkça ortaya koyuyor. Gerekçesi de CB Talat’ın adadaki Türk ordusunun varlığı konusunda, Türkiye’nin garanti hakları ve Türkiye’den gelerek adaya yerleşen ve şimdilerde Rumlardan daha fazla bu topraklar üzerinde hak sahibi olan kardeşlerimizin geleceği hakkında söz söylemek hakkına sahip olmadığı düşüncesinde. Bu nedenle de adada olası çözüm senaryolarını tartışmak için bir araya gelemeyeceklerini, BM gözetimi dışında kendisi ile Talat arasında her hangi bir görüşme olmayacağını söylüyor.
Oyun bozanlığa da buradan başlıyor.
Arkasından ulusa sesleniş konuşmasında, “Yeni, özlü ve verimli diyaloğun dikkatli ön hazırlığı için, gürültüsüz bir şekilde işbirliği yapıyor ve çalışıyoruz, aynı zamanda Türk tarafının alışılmış uzlaşmaz ve retçi tutumunu ortaya koymasıyla, böyle bir diyalogtan vazgeçilmemesini umut ediyoruz” palavrasını atıyor ve gerçekte de kafasındaki asıl amacını ortaya koyuyor.
Bu “ön hazırlığın işbirliğini” kiminle yaptığını çok merak ediyorum.
İşbirliği yaptığı kişiler veya makamlar kesinlikle ABD değil, İngiltere değil, BM yetkilileri veya Genel Sekreter Kofi Annan değil, Türkiye değil, biz ise hiç değiliz. Peki bu kişiler kimler acaba?.
Bence olumlu yönde yaptıkları bir çalışma yok. İşbirliği yaptıkları bu kişiler veya makam, Yunanistan CB’si Papulyasın son konuşmalarına bakarsak olsa olsa Yunanistan olabilir düşüncesindeyim.
Zaten al birini çal diğerine. Sanki aralarında çok fark varmış gibi.
Bana göre sürekli olarak ön hazırlıktan bahsetmek ve çözümsüzlüğün kaynağı olarak da Kıbrıs’lı Türkleri göstermek yeni bir diyalogtan veya müzakerelerden kaçmak için ustaca kamufle edilmiş bir bahanedir.
Gerçekte ne Cumhurbaşkanı Papadopulos ve ne de çalışma arkadaşları böyle bir ön çalışma veya gayret içindeler.
Tüm çalışmaları, AB Katılım Ortaklık Belgesi içine, Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni belli bir tarihe kadar tanıması koşulunu koydurtmak ve bu tarihe kadar BM gözetiminde müzakerelerin başlamaması için elden geleni yapmak. Türkiye’nin Katılım Ortaklık Belgesi koşulu olarak zorunlu bir şekilde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanımasından sonra da asla BM gözetiminde görüşmelere başlamamak ve AB’ye sırtını dayayarak Türkiye’den önce askerlerini adadan çekmesini talep etmek, sonra da Türkiye’den gelen kardeşlerimizi tümü ile geri göndermek.
En sonunda da adanın kuzeyini, bir tek kurşun sıkmadan elini kolunu sallayarak Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti idaresi altına almak.
İşte Papadopulos’un çalışma dediği bu.
Katılım Ortaklığı Belgesi, 3 Ekim’de tasarlandığı ve üzerinde mutabakata varıldığı gibi değil artık.
Birileri Türkiye’nin havaalanlarını ve limanlarını Rum gemi ve uçaklarının kullanımına açması için habire ortalığı karıştırıyor ve bunu Katılım Ortaklığı Belgesi içine koymak için de elden geleni yapıyor.
Bu birilerinin Rum kesimi olduğunu sanıyor insan ilk başta ama kazın ayağı hiçte öyle değil.
Öncelikle işin başını Avrupa Halk Partisi çekiyor. Ben Avrupa Parlamentosu içinde en büyük çoğunluğa sahip Hristiyan Demokratların bu işi hiç bıkmadan usanmadan dürteceklerini sanırken, Avrupa Halk Partisi Türkiye’nin limanlarını Kıbrıs Rum bandıralı uçak ve gemilere açma işini kendine görev edindi.
Taktiğe göre konunun devamlı olarak, her fırsat ve koşulda değişik kişiler ve gruplar tarafından dile getirilmesi gerekiyor. Bunun arkasından önce Türkiye’ye iğnelemeler, manevi baskılar ve işittirmeler başlayacak sonra da işin ciddiyeti anlaşılsın diye bazı AB üyesi ülkeler tarafından “VETO” sözleri yüksek sesle mırıldanacak.
Operasyonun ilk adımı yürürlüğe kondu. Aynen söylediğim gibi uygulama başladı.
Siftahı Güney Kıbrıs’a ziyaret gerçekleştiren Avrupa Halk Partisi Başkanı Wilfried Martens yaptı. Dört gün evvel Güney Kıbrıs’a yaptığı ziyarette daha ayağının tozunu silkelemeden Türkiye’nin gümrük birliği protokolünü onaylanması ve uygulamaya koyması gerektiğini söyledi.
Arkasından evvelki gün Avrupa Halk Partisi Parlamento Grubu Başkanı Hans Gert Pettering’de benzeri sözler söyledi ve Türkiye’nin hoş olmayan ve zor bir durumdan kaçınmak için Kıbrıs Rum bandıralı gemilere limanlarını açmasının gerekeceğini iddia etti.
Pettering, Türkiye’nin gümrük birliği protokolünü imzaladığını ve gümrük birliğini tüm üye ülkelerle, hiçbir koşul öne süremeden genişletmesi gerektiğine inanıyor.
Zaten Avrupa Parlamentosu da ekprotokol TBMM’de onaylanmadan, ekprotokolü onaylamamak ve yürürlüğe koymamak kararı aldı. Türkiye’nin ekprotokolü, yayınladığı deklarasyonla birlikte onaylayıp onaylamayacağını açıkça görmek istiyorlar. TBMM’nin ekprotokolü deklarasyonla birlikte onaylayıp Rum gemi ve uçaklarına liman ve hava sahasını açmayı reddetmesi durumunda da bir dizi tedbirler almak ve yaptırımlar uygulamak niyetindeler.
Şimdi de AB Komisyonu, 9 Kasım’da ilerleme raporuyla birlikte yayımlayacağı Türkiye’nin müzakere sürecindeki yol haritası olan “Katılım Ortaklığı Belgesi”ne, Türk limanlarının Rum gemilerine açılmasını ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile olan ilişkilerini normalleştirmesi koşulunu koymak kararında.
Genelde Katılım ortaklığı belgesinde genellikle hem kısa vadeli hem de orta vadeli hedefler yer alır. Bu seferkinde sadece kısa vadeli hedefler olacak.
Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti yönetimi, komisyonun bir adım daha ileri giderek, limanların açılmasının belgede kısa vadeli hedefler arasında yer almasını istiyor. Buna ilaveten de belgeye, “Tanıma” ifadesini sokmakta da bayağı kararlılar. Bunun için sonuçları AB’den dışlanmaya kadar gidebilecek olan “VETO” haklarını bile kullanmak niyetindeler.
Kısa vade hedefleri içinde yer almasını istedikleri üç madde var.
1- Ek protokolün TBMM’den onaylanması,
2- Limanların öncelikle açılması,
3- Türkiye’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanıması.
Avrupa komisyonu ilk iki öneriye yeşil ışık yakıyor. İş Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin kısa vadeli tanınmasına gelince, AB bunu, hem müzakere çerçeve belgesinde, hem de diğer Avrupa Birliği’nin yayınlamış olduğu deklarasyonlarda her zaman orta vadede -3, 4, 5 sene içerisinde göstermiş olmasından dolayı bu isteğe soğuk bakıyor.
Önümüzdeki 9 aylık dönemde, Ek protokolün TBMM’den onaylanması ve Limanların öncelikle açılması bir şekilde gerçekleşecek gibi.
İngiltere ve ABD, Rumların hoşuna gitmeyen işler yapmaya başladılar. Buna Rumların canı çok sıkkın.
Artık istedikleri gibi uluslar arası arenada at oynatamıyorlar. Daha evvel dedikleri dedik idi ama artık öyle değil.
KKTC’ye kimlik kazandırma atağı ABD ile başladı. ABD Dış İşleri bakanı Condoleeza Rice’ın, CB Talat’ı Amerika’ya daveti, dünya devletlerinin Kıbrıs konusuna ve KKTC’ye bakış açılarına yeni boyutlar getirdi.
ABD’nin KKTC Cumhurbaşkanını, “Toplum Lideri” olarak dahi olsa daveti, bir yerde diplomatik dil ile “De Facto Tanıma”ya yol açacak bir olay. Aslında “De Facto Tanımanın” ta kendisi.
Açık olarak KKTC’nin yükseltilmesi çabaları var ve hızla devam ediyor. Rice ve Straw, hem Annan Planının tekrar masaya konması hem de KKTC’nin bu günkü konumundan daha iyi bir seviyeye yükseltilmesi konusunda başı çekiyorlar.
ABD’nin ve İngiltere’nin, Ekim başında hemen hemen aynı anda yaptıkları hareketler, Annan planının bir müzakere prosedüründe yeniden gündeme getirileceğinin ve KKTC’nin yükseltilmesine yönelik çabaların durmaksızın devam edeceğinin ön habercileri.
İngiliz Dışişleri Bakanı Jacques Straw’ın 3 Ekim günü resmen Rumlara şantaj yapması ve Avam Kamarası’nda yaptığı son konuşma Rumların morallerini bozdu ve canlarını sıktı. Üstüne üstlük, Jack Straw’ın CB Talat’ı İngiltere’ye resmen daveti ise üstüne tuz biber ekti.
Şimdi de İngiltere Başbakan Vekili John Prescott’un Pazartesi günü Kıbrıs’a yapacağı ziyaret, gene KKTC lehine bir takım işaretler taşıyor.
Prescott’un ziyaret programı taslağında, Papadopulos’tan sadece “Sayın Papadopulus” diye bahsedilirken, Mehmet Ali Talat’tan Cumhurbaşkanı, Ferdi Sabit Soyer’den de “Başbakan” olarak bahsediliyor.
Tabi bu bildiğimiz bir taktik ve işin sonunda istenilen sonucu verecek. İngiltere program taslağına kasten koymadığı “Cumhurbaşkanı Papadopulos” hitabını son gün değiştirecek ve bu değişiklik konusunda verdiği bu tavize karşılık da Rumlardan, Mehmet Ali Talat’a Cumhurbaşkanı, Ferdi Sabit Soyer’ede “Başbakan” olarak hitap etmelerine itiraz etmemelerini isteyecek.
Oynanan oyunun tutmasının olasılığı biraz düşük ama gene de başarılı olunabilir.
Prescott’un adaya ziyareti Pazartesi günü başlıyor ve Çarşamba günü sona erecek. Ziyaret programının taslağında, Prescott’un Papadopulos ile Rum Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde yapacağı görüşme ve yemek detayında Papadopulos’tan “Cumhurbaşkanı” olarak bahsedilmiyor.
Buna karşın ziyaret programını aynı taslağına göre Prescott, Cumhurbaşkanı Talat ve Başbakan Soyer ile KKTC’de bulunan İngiliz Büyükelçiliği binasında birlikte çay içecek.
Bana göre son gün bu programda aniden bir değişiklik yapılacak ve Prescott bu çayı KKTC Cumhurbaşkanlığı köşkünde içecek.
Ve dananın kuyruğu da orada kopacak.
Zaten 24 Nisan 2004 günü yapılan referandum ile testi kırılmıştı. Bu testiyi Rumlar her ne kadar elden geldiğince yapıştırmaya ve eski haline döndürmeye çalışsalar da artık testi hiçbir zaman “eskisi gibi olmayacak”.
Bunun arakasından Cumhurbaşkanı Talat’ın İngiltere ziyareti kesinleşecek ve Heatrow hava alanında İngiliz hükümeti CB Talat’ı resmen karşılayacak ve VIP muamelesi uygulayacak.
Ben bunları şimdiden kokluyorum…
Rum tarafındaki seçimler yaklaşıyor. Kala kala 7 ay kaldı. Zaman daraldıkça, atışlar ve sataşmalar da çoğalmaya başladı.
Evvelki gün Avrupa Halk Partisi Başkanı Wilfried Martens’in Rum tarafını yaptığı ziyaretteki basın toplantısında söylediklerine Rum siyasiler can kurtaran gibi yapıştılar.
Söylediklerine bir baksanız, zannedersiniz ki, AB’de ve BM’de her şey kendi istedikleri gibi gidiyor.
Martens basın toplantısında, Kıbrıs sorununun çözümünün BM kararları ve AB ilkelerine dayanması gerektiğini ve Avrupa Halk Partisi’nin, Güney Kıbrıs’ın AB üyeliği ve Annan planının Rumlar tarafından reddedilmesiyle oluşan yeni koşulları göz önünde bulundurarak, gerek AB organlarını gerek üye ülkeleri Kıbrıs sorununda üstlenmeleri gereken rol karşısında cesaretlendirme niyetinde olduğunu ifade etti.
Annan planının Avrupa ilkelerinin etkilerini de içermesi gerektiğini vurgulayarak, BM’nin yeni bir inisiyatif üstlenmesinin gerekli olduğunu, ayrıca Güney Kıbrıs’ın AB üyesi olması nedeniyle AB’ın bu konuda tarafsız kalmasının mümkün olmadığını söyledi sonra da İstanbul’a gitmek üzere adadan ayrıldı.
Bu sözler, kibarlık içeren, ziyaret ettiği ülkenin aleyhine olmayan ama leyhinde de olmayan sözler. Nereye çekseniz oraya gider.
Rum siyasiler, özellikle de hükümet kanadı bu sözleri bir zafer olarak niteliyor. Halka verdikleri mesajlar tamamen aldatıcı. 24 Nisan Referandumunda “HAYIR” demelerini herkesin unuttuğunu ve bunun kendilerine karşı olumsuz unsur olmaktan çıktığından bahsediyorlar.
Sonra da ABD Dış İşleri bakanı Condoleeza Rice’ın, CB Talat’ı Amerika’ya davetini ise “Türkleri De Facto Tanıma”ya yol açacağı için de protesto ediyorlar. İngiltere’nin neredeyse resimleşmeye başlayan davetini ise durdurabilmek için her yolu deniyorlar.
Olli Rehn Türkiye’yle ilgili ilerleme raporunu hazırladı. Metinde Kıbrıs’a ilişkin ifadeler çok sınırlı. Hatta neredeyse yok gibi. Bence AB üyesi olan Rumların güvendikleri dağlara bu raporla, bayağı kar yağdı.
Rum siyasilerin söylediklerinin tam tersine, AB üyesi ülkelerin büyük çoğunluğu, Kıbrıs sorununun çözümü ve geçen yıl boyunca Kıbrıslı Türk’lerin izolasyonlarına son verilmesine yönelik tüzüklerin (Mali Yardım ve Direkt Ticaret) yürürlüğe girmemesi konusunda Rumların takındıkları olumsuz tavırdan hiçte hoşnut değil.
Olli Rehn tarafından hazırlanan Türkiye’yle ilgili ilerleme raporunda, Rum siyasi partilerinin Kıbrıs sorununun çözümü prosedüründeki tavırlarına ilişkin yer alan yorumlar, raporun olduğu şekliyle kalıp Bizans entrikaları ile değişmemesi halinde, Rum yönetiminin başını iyice ağrıtacak.
Rumların düşündüklerinin tam tersine, 24 Mayıs 2004 Referandumunda açıkça “takke düştü ve kel göründü”. BM’nin ileri gelen ülkeleri, ABD, Kıbrıs’ta birkaç asırdır baş rol oynayan İngilizler ve AB üyesi ülkeler artık adada kimin ne olduğunu, kimin yalan söylediğini, barışı kimin engellediğini ve hangi toplumun neyin peşinde olduğunu, aradan geçen bu 19 ay gibi kısacık bir dönemde çok iyi gördü ve anladı.
Artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve eskisi gibi olmayacak.
Ama seçimlere sadece 7 ay kaldı ve geleneksel “Türk düşmanlığı” dahil bakalım daha nelere şahit olup neler duyacağız. Seçimler bitince de, büyük bir pişkinlikle olur böyle şeyler siz aldırmayın deyip gene hem bizi hem de dünyayı aldatmaya başlayacaklar.