3 Ekim müzakere belgesi içinde yer alan Türk hava ve deniz limanlarının Rum bandıralı uçak ve gemilere açılması ile 27 Nisan 2004 tarihli Mali Yardım ve Direk Ticaret Tüzükleri konusu, Başbakan Gül’ün Mayıs 2005 tarihli, liman kısıtlamalarını karşılıklı kaldıralım önerisi altında birleştirilmeye çalışılıyor.
Ankara bu konuda AB içinde dayanılmaz ve karşı konulamaz ataklar başlattı. Ticaret, Ordu, Ekonomi, sanayi, hammaddeler, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, genç nüfus ve elde ne varsa masa altından koz olarak kullanıyor.
Şu anda AB içinde, Kıbrıs Rum Yönetiminin pek bir saygınlığı ve de pek bir ağırlığı yok. Zaten konumları da zurnanın “zırt” deliği. AB’li diplomatlar kendi aralarında konuşurken AB’ye üye ülke sayısını 24.5 olarak tanımlıyorlar. İlk duyduğumda jetonum galiba köşeliydi ve pek de anlamamıştım ne demek istediklerini. Söylediklerini başımı sallayarak anlamışım gibi geçiştirmiştim.
İkinci defa bu tanımı duyunca, utanmayı bir kenara bırakıp ne demek istediklerini sormuştum. Yanıtları çok ilginçti ve doğru bir teşhise dayanıyordu. Diyorlar ki, biz 1 Mayıs 2004 tarihinde, geri kalan 9 aday üye ile birlikte Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini de AB’ye üye olarak kabul ettik. O gün Kıbrıs adasının tümü AB sınırları içine dahil oldu. Ama AB’ye üye olarak kabul edilen kısım sadece güneyde egemenliği olan Kıbrıs Rumlarıydı. Yani adanın arazi olarak tümü AB içinde, ama siyasi olarak şimdilik ancak yarısı temsil ediliyor. Bu nedenle sayımızı hep 24.5 olarak kabul ediyoruz ve öyle söylüyoruz dediler.
Bence çok mantıklı ve çok doğru. AB’nin şimdilik 24.5 üyesi var. Buçuğun bir tanesi biz Kıbrıs’lı Türkler, diğeri de Kıbrıs’lı Rumlar. Ta ki biz de girene ve AB müktesebatı tümüyle kuzeyde geçerli olana kadar sayı 24.5 olarak kalacak. Biz de günün birinde girersek(?), o vakit buçuklu sayı tam sayı olacak, yani 25.
Türkiye bunun farkında ve şimdi bu buçuğu koz olarak kullanmak çabasında.
AB’nin Kıbrıslı Türklere yönelik Mali Yardım ve Direkt Ticaret Tüzükleri Şubat 2006’da Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi’nde görüşmeye açılacak.
Türkiye taktik olarak, İngiltere ve ABD’nin, Kıbrıs’lı Türklerin statülerinin yükseltilmesi ve ekonomilerinin iyileştirilmesi stratejilerini benimseyerek Avrupa Parlamentosu’nda, yoğun bir çalışmaya ve perde gerisi kulis faaliyetlerine başladı. Şimdilik alınan destek çok iyi.
Çalışmaların ama temasını, protokole göre Türk hava ve deniz limanlarını Rum bandıralı uçak ve gemilere açılması, buna karşın Mali yardım Tüzüğü ile direk Ticarete Tüzüğünün bir birinden ayrılmadan AB Parlamentosu tarafından onaylanması ve hayata geçirilmesi oluşturuyor.
Aslında buradaki ana amaç, Direk Ticaret Tüzüğünün onaylanması ile yıllardır Kıbrıs’lı Türklere uygulanan insaf dışı ve insanlık dışı ambargoların kaldırılmasıdır.
Gül’ün önerisinde olduğu gibi Rum bandıralı uçak ve gemilere Türk hava ve deniz limanlarını açmanın karşılığında Rumların Kıbrıs’lı Türklere uyguladıkları ambargoların kaldırılması ile Avrupa Parlamentosunda Direk Ticaret Tüzüğünün onaylanması arasında pek bir fark yok ve her iki işlemde teknik olarak aynı sonucu vermektedir.
Türkiye bu konuda, arkasına ABD’yi ve AB içinde İngiltere’nin başını çektiği grubu alarak kesin tavrını ortaya koymuş ve Şubat ayında toplanacak Avrupa Parlamentosu Dışişleri Komitesi’nde, Kıbrıslı Türklerin izolasyonunun kaldırılmasıyla ilgili tüzüklerin onaylanmaması durumunda protokolü uygulamayacağını ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin gemi ve uçaklarına koyduğu yasaklamaları kaldırmayacağını kesin ve resmi bir dille bildirmiştir.
Türkiye’nin elindeki bir diğer kozda, TBMM’nin protokolle birlikte, “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni” tanımadığını belirten deklarasyonu da onaylamamak seçeneğidir. Bunu da AB’ye ima eden Türkiye, bu yeni stratejisi ile kısaca Kıbrıs halkı arasında “Koptuğu yerde kalsın” tavrı içine girmiştir.
AB’den gelen bilgiler, Türkiye’nin bu konuda çok ciddi olduğunun anlaşıldığı ve Türkiye’nin protokolü uygulaması karşılığı söz konusu Mali Yardım ve Direk Ticaret Tüzüklerinin ayrılmadan beraberce uygulanması talebinin makul bulunarak, uzlaşı sağlanması için girişimler yapılmasının benimsendiğidir.
Bence, Türkiye’nin bu talebi ve ısrarları sonucunda, eninde sonunda AB’nin Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini bir kenara iterek Türkiye ile karşılıklı bir uzlaşıya varacağının ve liman ambargolarının karşılıklı olarak 2006 yılı içinde bir şekil ve yöntemle kaldırılacağının sinyalleri şimdiden verilmeye başlandı.
Ben bunun kokusunu inceden inceye almaya başladım.
Zaman en iyi ilaçtır sözü boşuna söylenmedi.
Yıllardır dünyayı kandırmayı başarmış olan Rumlar, ellerindeki sihirli değneği aniden 24 Nisan 2003 Referandumunda kaybettiler. Referandumda “Hayır” derken her şeyin eskisi gibi gideceğini, arkalarında ebediyen tüm Avrupa devletlerini kayıtsız koşulsuz bulacaklarını sanarlarken aniden her şey tepe taklak olmaya başladı.
En güvendikleri Belçika’nın Dış İşleri Bakanı bile Kıbrıs’a yaptığı ziyarette aniden “Bir Belçika Dış İşleri Bakanına, Kıbrıs’lı Rumlar ne yapmaması gerektiğini söyleyemez” deyip, Arabasına atladığı gibi soluğu KKTC’de aldı ve davranışı ile Rumların bu tavırlarını protesto etti.
Kıbrıs’ta son bir haftadır, İngiltere – Kıbrıs Rum diplomatik krizi sürüyor ve kriz de gittikçe yukarılara tırmanıyor. İngiltere Dış İşleri Bakanı Jacques Straw, Kıbrıs’a yapacağım resmi ziyaret programı içinde KKTC’ye geçmek ve KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile KKTC Cumhurbaşkanlığında görüşmek var derken, Rumlar “Nayır Nolamaz” çığlıkları atıyor ve politik restleşmeyi dahi göze alarak Straw’ı durdurmaya çalışıyorlar.
Straw bu isteğinde hala daha herhangi bir taviz vermiş değil. Tam tersine diplomat arkadaşlarımızdan gelen bilgilere göre Rumlar kendisini sıkıştıracağına, Straw, Rumlara şantaj yapıyor ve “sıkmayın canımı, atlarım uçağıma inerim Ercan’a” deyip Rumları frenliyor.
Güneyden son gelen haberlere göre Rumlar çarnaçar, Straw’ın Talat ile KKTC Cumhurbaşkanlığı makamında görüşmesini kabul etmişe benziyorlar.
Tabi durup dururken bir şey almadan taviz vermek olmayacağına göre de, şimdiki ısrarları Talat’ın Cumhurbaşkanlığı makamında görüşme yapılırken bayrak gibi KKTC’yi tanımlayacak sembollerin olmamasını ve İngiltere’nin KKTC’yi tanımadığının açıklanmasını istiyorlar.
İngiltere’den KKTC’yi tanımadığına dair açıklama istemek bana çok garip geliyor aslında. Bir de olaya ters taraftan bakın. Kıbrıs’ın kuzeyinde bir KKTC devleti var ve İngiltere’nin Dış İşleri Bakanı bu devletin Cumhurbaşkanı ile görüşüyor ama böyle bir devletin olmadığını söylemesi de kendisinden isteniyor. Yani Straw kuzeye geçince ruh çağırıp hayaletlerle mi görüşecek yoksa var olmayan bir boyuta mı geçecek.
Aslında İngilizler artık tavırlarını açıkça ortaya koymaya başladılar.
Öncelikle Türkiye-AB ve Rum Kesimi arasında, ikinci olarak da Kıbrıs Rum ve Türk kesimleri arasında tüm tarafları memnun edecek bir Altın Kesit (Ortak Uzlaşı düzeyi) arıyorlar.
Anlaşılan bu arayışa ABD ve AB içindeki bazı üyeler de destek veriyor.
Kıbrıs’lı Türklere siyasi eşitlik ve ekonomik özgürlük kazandırılmadan Kıbrıs sorunun çözülemeyeceğini anlamış olan bu ekibin başını çeken İngiltere, kollarını iyice sıvandı ve bu işe soyundu.
Öncelikle tercihlerinin KKTC’nin siyasi ve ekonomik açıdan güçlendirilmesi olduğunu vurgulamaya başladılar.
Arkasından Cumhurbaşkanı Talat’ı makamında ziyaret ederek ona saygınlık ve kabul kazandırabilmek için Rumlarla çatışmayı göze aldılar. Bunun devamı da hiç şüphesiz Cumhurbaşkanı Talat’ın Londra’ya resmen davet edilmesi olacak. Görüşme Downing Sokak 10 numarada dahi olabilir.
Ve son olarak da, Türkiye’nin Gümrük Birliği Ek Protokolü’nü hayata geçirme yükümlülüğünü, Kıbrıslı Türklere yönelik ambargoların eş zamanlı olarak kaldırılmasına bağlamak istediklerini açıkça dile getirmeye başladılar.
İngiliz Dışişleri Bakanı Jacques Straw, Ankara’nın, KKTC hava ve deniz limanlarının giriş-çıkış noktası olarak tanınması halinde, limanlarını ve hava alanlarını Rum uçak ve gemilerine açacağı şeklindeki Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün önerisini desteklediğini resmen, Avam Kamarası’nda Kıbrıs sorununun görüşüldüğü sırada dile getirdi. Bu aslında İngiltere’nin resmi görüşü demektir.
Tüzükler konusundaki gelişme ise çok daha ilginç. İngiltere, Dönem Başkanlığını Avusturya’ya devretmeden önce yaptığı bir çalışma ile, Kıbrıs’lı Rumların olumsuz davranışları nedeni ile Türklere ilk dilimi ödenemeyen Mali Yardım Tüzüğündeki 2005 yılına tahsis edilmiş 120 milyon Avro’yu 2006 yılına aktardı. Yani Mali Yardımın toplamı hala 259 milyon Avro ve Türklere ödenmek üzere paşa paşa sırasını ve gününü bekliyor.
Genelde yazılarımda bazen 1974 öncesinde yaşadığımız kötü günlerden bahsederim. Rumların Türkleri insandan saymadığı ve gettolara sıkıştırdığı ve insanca yaşam için hiçbir hak tanımadığı o kötü günlerden.
Birleşmiş Milletler “Soykırım”ı, sadece toplu katliam olarak tanımlamamaktadır. Eğer bir çoğunluk bir başka ırktan azınlığa, insanca yaşam hakkı tanımıyorsa ve onları her koşulda eziyorsa buna da “Soykırım” tanımı içinde yer vermektedir.
Rumların Akritas Planı uyarınca 1964 yılından 1970 yılına kadar Türklere uyguladıkları serbestçe dolaşım kısıtlamasına ilaveten yiyecek, yakacak ve her tür insanca yaşam malzemesi ambargosu da bir “Soykırım”dır ve BM’nin soykırım tanımı içine girmektedir.
Zamanı gelince, ki sanırım bu çok yakındır, bu konu ile ilgili sağlam zemine dayalı davalar AİHM’de açılacak ve BM’ye resmen soykırım şikayetleri de yapılacaktır.
Hatırlarsanız zaman zaman 1974 öncesi Rum mahkemelerinin kararlarından da bahsederim ve hiçbir zaman bir Rum ile bir Türk’ün yaptığı trafik kazasında, Türk sürücünün Rum Mahkemelerinde dava sonunda haklı bulunduğuna rastlamadığımı söylerim.
Gerçektende bu hep yıllar boyu hep böyle olmuştur ve davanın sonunda, hiçbir zaman Türk olan taraf haklı bulunmamıştır. Türk sürücünün haklılığı ortaya çıkacağı artık üç aşağı beş yukarı belli olunca, ya şahadet veren polis başka bir göreve atanır, ya savcı fikir değiştirir ya da aniden ortaya yalancı Rum şahitler çıkar ve davanın seyri değişir. Ceza alanda hep Türk olur.
Alışmış kudurmuştan beterdir derler ya, işte aynı oyun şimdi gene Rum mahkemelerinde oynanmaktadır.
Limasol’un Yalova (Piskopu) köyündeki, tapulu koçanlı evini talep eden Kıbrıslı Türk Arif Mustafa Mutluson, mahkemede haklı bulunacağına ve 31 yıldır anacak uzaktan baktığı malı kendisine kayıtsız şartsız iade edileceğine, davası 13 Şubat 2006’ya ertelendi.
Arif Mustafa Mutluson yana yana malını istemekte, Rum Mahkemesi evimi ve malımı bana vermezse AİHM’ye gideceğim biye bar bar bağırmakta, davalar açmakta buna karşın Başsavcı Petros Kliridis, Arif Mustafa’nın hiçbir zaman Yalova’daki taşınmaz mülkünü talep etmediğini iddia ederek erteleme talep etmekte hiçbir sakınca görmemektedir.
Mustafa’nın sesini neredeyse ta dünyanın öbür ucundaki Japon Başbakan Kouzomi duymuş ve Ankara’yı ziyaretinde Erdoğan’a “N’oldu bizim Arif’in durumu” diye sormadığı kalmış, adamlar Rum Mahkemesinde hak arayan Türk’e hakkını vermemek için binbir dereden su getiriyorlar.
Evvelki gün Yüksek Mahkemede başlaması beklenen duruşmada söz alan Rum Başsavcı Petros Kliridis’in mahkemenin Arif Mustafa Mutluson’a mülkünün iade edilmesi kararını hatalı olarak bulduğunu söyleyerek, duruşmanın 13 Şubat’a ertelenmesinin talep etti. Gerekçesi de kabahatinden daha büyük. Konuyu takip eden ve kendisinden yardım isteyen savcıdan ilgili dosyayı üç gün önce almış ve dosyayı incelemek için zamana gereksinimi varmış.
Aslında niyeti 1974 öncesi olduğu gibi ipe nasıl un sereriz diye düşünmek ve bu baş belası durumdan bir çıkış yolu bulmak. Aksi takdirde binlerce Türk bu davayı emsal alıp güneydeki mallarını talep edecekler.
Haklıdırlar da.
Eğer Rumlar 1976 Klerides-Denktaş anlaşmasını yok sayıp AİHM’ye gitmişlerse, Türklerinde artık malları konusunda her yolu denemeye hakları vardır demektir.
Ve işin gülünç ve ironik tarafı, Baş Savcı ilgili dosyaya kısa bir göz geçirdikten sonra “Mustafa Arif’in hiçbir zaman Piskopu’daki mülkünün kendisine geri verilmesini talep etmediğini, başvurusundan kendi mülkünün kendine iade edilmesini talep ettiği anlamının çıkmadığını, mülkünün kendisine iade edilmeyeceği yanıtının yanlış olduğunu ve bunun (yanıtı) İçişleri Bakanlığı değil Kaza İdare Mahkemesi’nin bir memurunun verdiğini, ne var ki Arif Mustafa’nın da mülkünü değil herhangi bir konut talep ettiğini” iddia ederek “Mustafa Arif, Yalova’daki mülkünü yanlışlıkla talep etti” demesidir.
Bu adamlarda gerçekten hiç utanma ve sıkılma yok. Mustafa Arif’e malını vermemek için onlarca yıl denedikleri her yolu tekrar deniyorlar ve deneyecekler de. Ama işlin ucundaki AİHM’nin bunu yutacağını sanmıyorum.
24 Nisan 2003 tarihinde sınır kapılarının açılması çok iyi oldu hem de pek çooook. Sanırım artık Kıbrıs’lı Türklerin tümü Rumların gerçek yüzünü görmüştür ve bir daha asla ve kata kardeş kardeş, kucak kucağa Rumlarla yaşamayı akıllarının ucundan bile geçirmezler. Son iki buçuk yılda köprülerin altından bırakın çok suların aktığını, seller, Tsunamiler geçti.
İlk yarısı bu gün biten Jacques Straw hakemliğindeki İngiltere – Kıbrıs Rum Kesimi diplomatik maçının ilk yarı skoru İngiltere =2 , Kıbrıs Rum Kesimi = 0.
İngiltere Dışişleri Bakanı Jacques Straw’un Kıbrıs’a yapacağı ziyaret kapsamında Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la Cumhurbaşkanlığı’nda görüşmesi konusunda Güney Kıbrıs ve İngiltere arasında çıkan anlaşmazlık dün de aşılamadı ama konu da çıkmaza girmedi.
Her iki taraf da ziyareti iptal etmeyi seslendiriyor ama bunu isteyen de yok.
Birinci gol İngiltere’den geldi.
İngiltere, Straw-Talat görüşmesinin KKTC Cumhurbaşkanlığı makamında yapılması taleplerinden taviz vermeyeceklerini açıklayarak ilk golü attı. Buna karşın Talat ile Straw’ın düzenleyecekleri basın toplantısı sırasında KKTC simgelerinin bulunmamasını güvence altına alınabileceğini vurgulayarak, konuyu açık tuttu.
Rumlar, tükürdüklerini yalamış olmamak için bu açığa sarılabilirler. Zaten İngiltere’nin de maksadı bu. Güzel bir diplomatik manevra veya diğer bir tanımla dahiyane bir ökse.
İngilizlerin bu kesin tavrına karşılık Rum Dışişleri Bakanı Yorgos Yakovu bir deneme yaptı ve Rum Yönetimi’nin, Straw’un diğer bakanların izlediği tutumu izlemesi gerektiği tezinde ısrarlı olduğunu söyleyerek, Talat-Straw görüşmesinin “KKTC’nin sembollerinin bulunduğu bir yerde” yapılmamasını ve Rum Yönetimi’nin KKTC sembollerinin bulunmadığı bir yerde yapılacak Talat-Straw görüşmesine de engel koymayacağını resmi bir dille açıkladı.
Açıkladı açıklamasına da her hangi bir şeyi değiştirmedi bu gayreti. Zaten daha evvel ikili görüşmede dile getirilen bu talebi İngiliz Yüksek Komiseri Peter Millet anında reddetmişti. İngilizler dikkate bile almadılar bu sözleri.
İkinci golü ise Rumlar kendi kalelerine attılar.
Durumu kurtarmak isterken ve topu kalelerinde uzaklaştırmaya çalışırlarken yanlış bir geri pasla bir gol daha yediler.
Rum hükümeti ortamı yumuşatmak ve İngiltere ile gerilen ipleri gevşetmek için yarı resmi ve dolaylı bir açıklama yaptı. Bu açıklamaya göre artık yabancı diplomatların Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile KKTC Cumhurbaşkanlığı’nda görüşmesine itiraz etmeyeceklerini ve şimdilik itirazlarının sadece yabancı devlet Bakanları ve Devlet Başkanlarının, Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile KKTC Cumhurbaşkanlığı’nda görüşme isteklerine karşı olduğunu söylediler.
Yani BM Genel Sekreter Yardımcısı Gambari’nin, ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matthew Bryza’nın ve diğer tüm diplomatların ve misyon şeflerinin, Cumhurbaşkanı Talat ile Cumhurbaşkanlığı’nda görüşmelerine artık herhangi bir şekilde itiraz etmeyecekler.
Çok ilginç bir geri adım.
Anlaşılan Rum Yönetimi üzerindeki baskılar çok fazla.
İngiltere’nin Rumlara rest çektiği ve kapalı kapılar ardında bir İngiliz Dış İşleri Bakanlığı yetkilisinin Rum diplomata “ister kabul edin, ister kabul etmeyin bizim politik görüşümüz doğrultusunda Jack Straw Cumhurbaşkanı Talat ile Cumhurbaşkanlığı’nda görüşecek. İngiliz hükümeti bunda kararlı. Bunu kafamıza koyduk. Çok diretirseniz, zaten İngiltere’den Ercan direk uçuş için bahane arıyoruz, ilk resmi uçağı biz kaldırırız ve uçar gideriz” dediği ayyuka çıktı.
Kıbrıs konusunda İngiliz ve Amerikan baskısı gittikçe artıyor ve ilk hedefleri Rumlarla Türkleri siyaseten eşit düzeye getirmek. ABD ve İngiltere’nin bu siyaseti nedeniyle Kıbrıs sorununda artık bu tür sıkıntılar yaşanacak. Buna ilaveten bu rüzgarı arkaların alan Güvenlik Konseyi üyesi bazı ülkeler de KKTC’yi bulunduğu seviyeden daha da yukarı çıkartmak ve yükseltmek çabası içine girdiler. Anlaşılan yıllardır yapılan yanlışı anlamaya başladılar.
2006 yılı Rumlar için sorun dolu, sıkıntı dolu ve düş kırıklığını kalplerinin derinliklerinde hissedecekleri bir yıl olacak. Tsunami benzeri bir diplomatik atak Rumların üstüne doğru yol almaya başladı. Kurtuluş yok.
Rumlar İngiltere Dış İşleri Bakanı Jacques Straw’un Kıbrıs’a gelmesini diplomatik yoldan ve ikili temas ile talep ettiler ve sonrada iş ciddiye binice önüne bir de program koydular. Ne vakit İngiliz Dış İşleri bakanlığı, Dış İşleri bakanı Jack Straw’ın programa uymasının politik etiğe uymadığını söyleyerek Rumların yaptığı programa itiraz edince bu defa da kendisini davet etmediklerini ve Jacques Straw’ın kendi keyfi ile gelmek istediğini söylemeye başladılar.
Rum Hükümeti Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Hrisosotomidis, hükümetin Straw’dan, KKTC’ye yönelik temaslara ilişkin hassasiyete saygı duymasını beklediğini söyleyerek, Straw’un adaya resmen davet edilmediğini ve Straw’un kendisinin, Kıbrıs’ı ziyaret etmeyi arzuladığını resmi bir dille açıklayarak bir yerde Straw’ı yalancı durumuna soktu.
Halbuki ziyaret konusu Noel’den birkaç gün önce özellikle Rum Başkanlık Diplomatik Büro Müdürü Tasos Conis’in, İngiliz Yüksek Komiser Vekili Robert Fenn’den talep ettiği görüşme önerisinin kabulü sonrası yapılan ikili görüşmede ele alındı. Ve özellikle bu görüşmede Straw’ın, Kıbrıs’a ziyaret gerçekleştireceği esnada, Başkan Papadopulos’un adada olup olmayacağı konusuna da dikkat edilmesi mutabakatına varıldı.
İngiltere’nin, Dışişleri Bakanı Jacques Straw, Ocak ayı sonunda Kıbrıs’a yapacağı ziyaretle ilgili olarak kendi koşullarını ortaya koydu ve Rumların yaptığı programa uymayacağını açıkladı. Bu nedenle Rumların canı bayağı sıkkın ve sinirleri de iyice gergin.
Sadece Rumların canı sıkkın olsa “fare dağa küsmüş, dağın haberi yok” misali neyse de, İngiltere ile Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti arasındaki ipler de iyice gerilmiş durumda.
Şimdi iki ülke arasında tam bir bilek güreşi var. Hakem de KKTC hükümeti.
Rumlar, kendi politik çıkarları doğrultusundaki siyasi görüşlerine saygı gösterilmesi gerektiğini belirterek, İngiltere Dışişleri Bakanlığının, Straw-Talat görüşmesinin, KKTC Cumhurbaşkanlığı’nda gerçekleştirilmesinde ısrar etmesi durumunda, Straw’un ziyeretinin iptal edilebileceğini veya Rum Yönetiminin tüm itirazlarına rağmen ziyaretin gerçekleştirilmesi durumunda da Rum tarafında kendisine muhatap olarak sadece Rum Dışişleri Bakanı Yorgos Yakovu’yu bulacağını söylüyorlar.
Straw’ın Kıbrıs ziyareti açıkça İngiliz inisiyatifini ortaya koyuyor.
İngilizlerin buradaki hedefi, geçmişe göre biraz farklı. Fark aslında temelden Kıbrıs’taki durumu sarsacak ve dramatik değişikliklere neden olabilecek nitelikte.
AB içindeki ekonomik birliğin lideri ve adadaki üç garantör devletten birisi olan İngiltere, referandumdan 20 ay sonra, Kıbrıs’lı Türk ve Rumlar arasındaki siyasi açığın kapatılmasıyla ilgili olarak Dış İşleri bakanı düzeyinde yapacağı bu girişimini, Rum Yönetimi’nin reddetmek gibi bir lükse ve hakka sahip olmadığını düşünüyor.
Ayrıca İngiltere Dış İşleri Bakanlığı, Rum Yönetimi’nin tezlerinde ısrar etmesinin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin görüntüsünü ve ikili ilişkileri, olumsuz etkileyeceğini de belirtiyor.
Aslında İngiliz Dış İşleri bakanının bu ziyareti, son on yıl içinde bu düzeyde ilk ziyaret olacak. Bu nedenle çok önemli.
İngilizler, Rum Yönetimi’nin, Straw’ın, Cumhurbaşkanı Talat ile KKTC Cumhurbaşkanlığı makamında görüşme arzusuyla ilgili endişelerini dikkate aldıklarını, ama söz konusu görüşmenin KKTC Cumhurbaşkanlığı makamında yapılmasının, uluslararası toplum tarafından yüksek düzeyde gerçekleştirilen diğer temaslarda izlenen taktikten ibaret olduğunun vurgulayarak bir yerde artık eski günlerin geride kaldığını ve bu gerçeği kabul ederek bir an evvel hazmetmeye başlamaları gerektiğini, diplomatik dille kendilerine bildirdiler.
Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. 24 Nisan 2004 referandumu bir çok kavramı kökünden değiştirdi.
Üstelik bir de dün Japon Başbakanı Koizumi’nin KKTC’ye uygulanan ambargolar ile ilgili yaptığı açıklama var ki, Rumları eminim uzun zaman rahat uyutmayacak.
Dün yazmıştım. Çaydanlığın kapağı oynamaya başladı. Bu kesin.