Güney Kıbrıs ve Atina’ya resmi ziyaretlerde bulunan Belçika Dış işleri Bakanı Karel De Gucht’un, arabasına atlayıp KKTC’ye geçmesi Rumları çok telaşlandırdı ve düş kırıklığına uğrattı.
Önceleri bu ziyareti Cumhurbaşkanı Talat ile KKTC Cumhurbaşkanlığı sarayında görüşmek üzere yaptığını zanneden Rumlar neredeyse küçük bir diplomatik krize neden oluyorlardı.
Aslında Bakan Karel De Gucht, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile görüşmek istedi ama ancak bu görüşmenin gerçekleşmesi için gerekli koşullarda uzlaşma sağlanamadığı için görüşme gerçekleşmedi.
Bu tutumu ile ilgili olarak makamında görüşmek konusunda taviz vermediği için Cumhurbaşkanı Talat’ı kutlamak gerekir.
De Gucht’un adaya ziyaretinden önce Belçika Dış İşleri bakanlığı, KKTC yetkilileriyle temas kurdu ve Bakanın, Cumhurbaşkanı Talat ile görüşme yapmak isteğini iletti. KKTC Cumhurbaşkanlığı, görüşmenin Cumhurbaşkanlığı’nda gerçekleşmesini istedi. Rum Yönetimi, buna karşı tavır alarak, böyle bir durumun, Belçika’nın KKTC’yi ”de facto” olarak tanıması anlamına geleceğini ileri sürerek karşı çıktı ve hemen akabinde Belçika’ya baskı yaparak, KKTC Cumhurbaşkanlığında yapılması planlanan Talat-De Gucht görüşmesini engellediler.
Tabi bu engellemeler nereye kadar gidecek.
Ben bu gelişmeyi, ateş üstünde kaynayan ve ülüğünden buharlar çıkmaya başlamış çaydanlığa benzetiyorum. Rumlar buharın çıkmaması için ülüğün ağzını kapatmaya çalışıyorlar ama bu sefer içerde sıkışan buhar kapağı yerinden fırlatacak ve kendisine uygulanan kısıtlamayı tümden ve ebediyen ortadan kaldıracak.
Aynen böyle olacak.
İşte Belçikalı Bakan De Gucht’un şimdilik zorla mani olunabilmiş Cumhurbaşkanı Talat ile KKTC Cumhurbaşkanlığı makamında görüşmek isteği ve İngiliz dış İşleri bakanı Jacques Straw’ın bu konudaki ısrarlı davranışı.
Elbet bir gün aralarında gerçekleri görebilmiş cesur bir diplomat, Cumhurbaşkanı Talat ile KKTC Cumhurbaşkanlığı makamında görüşecek ve çaydanlığın kapağı yerinden fırlayacak.
Aslında kapak yerinden oynamaya da başladı.
Bakın dün neler oldu.
De Gucht, önce BM kontrolündeki tampon bölgede temaslarda bulundu ve bu bölgede BM taşıtlarıyla gezdi. Belçikalı Bakan, daha sonra Belçika’nın Güney Kıbrıs Büyük elçisi Taquet’nin konutuna gideceğini söyleyerek büyük elçinin makam arabasına bindi.
Bindi binmesine de, araç Büyük elçinin konutuna gideceğine ”Rumların şaşkın bakışları önünde” Yeşil Hat’tı geçerek KKTC’ye girdi. Rumlar, Belçikalı Bakanı engelleyemedikleri için çok kızdılar.
Üstüne üstelik birde Belçika’nın Güney Kıbrıs Büyük elçisi Colette Taquet, konuya ilişkin açıklamasında, ”De Gucht’un, adadaki taraflara, bir Belçika Dış işleri Bakanı’nın Kıbrıs’ta, kuzeyde ve güneyde, istediği yere gidebileceğini göstermek istediğini” söylemesi, Rumları iyice çılgına döndürdü.
Belçikalı Bakan’ın bu tavrı, kendisini engellemek isteyen ve Cumhurbaşkanı Talat ile görüşmesine karşı çıkan Rumlara açıkça bir tepki ve diplomatik bir protesto.
Artık kapak yerinden oynamaya ve sağından solundan küçük buhar kümecikleri dışarı kaçmaya başladı. Nasıl olsa bir gün içerdeki basınca dayanamayıp yerinden fırlayacak. Eğer İngiltere Dış İşleri Bakanı, Rumların protestosunu bir kenara itip, adada iki toplumun varlığını ve siyasi eşitliğini kanıtlamak için Cumhurbaşkanı Talat ile Cumhurbaşkanlığı makamında görüşürse, bence çaydanlığın kapağı bir daha yerine gelmemek kaydı ile yerinden fırlayıp gidecek.
Benim öngörüm bu. Yanılmadığımı zaman gösterecek ve ispatlayacak.
Bu zaman kesiti de 2006 olabilir.
Ne vakit İngiltere’den yüksek düzeyde bir devlet adamı adaya gelecek olsa, eğer işin içinde Rumların hoşlanmadığı bir durum varsa, hemen Rum basınında, İngiliz üsleri yer alır.
Protestolar başlar, 1959 Londra ve Zürih anlaşmalarına göre toprakları İngiliz üsleri arazisi içinde kalan Rumların konusu manşetlere taşınır, ses kirliliğinden, hava kirliliğinden, elektronik kirlilikten ve radyasyon kirliliğinden bahsedilir, ortam gerdirilmeye ve bulandırılmaya çalışılır. Yıllardır bu hep böyle olmuştur.
Buna biz alıştık artık. Herhalde İngilizler de alışmıştır.
Şimdi İngiliz Dış İşleri bakanı Kıbrıs’a geliyor ya, üstelik bir de Cumhurbaşkanı Talat’la KKTC Cumhurbaşkanlığı sarayında görüşeceğini açıkladı. Siz artık seyreyleyin gümbürtüyü.
İngiliz üslerini protestolar, AB’ye bir dizi yazılı ve sözlü şikayetler, Blair’e mektuplar. Eminim tekmili birden uygulamaya konacak. Rumların “Ne ararsanız var” misali bir seri olumsuz davranışlar gösterisi yapacaklarından hiç şüphem yok.
Rum Yönetimi son derece tedirgin bu ziyaretten. Kıbrıs’lı Türklerin adam yerine konulacağı fikri onları deli ediyor. Bir türlü hazmedemiyorlar bunu. Bu tür davranışları açıkça Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ne karşı saygısızlık addediyorlar ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığına ve egemenliğine ebediyen saygı gösterilmesini istiyorlar.
Rumlara göre Jacques Straw’ın, Kıbrıs’ta yapacağı görüşmeler için, Kıbrıs Rum Yönetiminden onay alması gerekmektedir. Garantör bir devletin yetkilisinin, KKTC’yi ziyaret etmesini ve Cumhurbaşkanı Talat ve KKTC hükümeti yetkilileri ile görüşmesini anlamsız, temelsiz ve Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin varlığını küçük düşürücü bir hareket olarak kabul ediyorlar ve öyle olduğuna da kendilerini iyice inandırmışlar.
İşin aslına bakarsanız zaten onlarca garantör ülke yok ya, topu topu üç tane garantör ülke var. Birisi Türkiye, diğeri İngiltere, sonuncusu da Yunanistan.
Türkiye zaten KKTC’yi ziyaret etmek ve KKTC yetkilileri ile görüşmek için bırakın Kıbrıs Rum Yönetiminden onay almayı, adada Rum yönetiminin varlığını bile kabul etmiyor.
Yunanistan ise bunun tam tersini yapıyor ve KKTC yetkilileri ile resmi temas kurmuyor ve adada KKTC’nin varlığını kabul etmiyor. İngiltere ise, dünyanın gelişmekte olan ve zaman zaman değişiklikler gösteren konjöktürüne göre bazen KKTC’ye resmi ziyaret yapıp resmi görüşmelerde bulunuyor, bazen de bundan kaçınıyor.
Fakat maalesef bu defa, İngiltere Kıbrıs Rum Yönetimi’nin koyduğu koşulları kabul etmediğini diplomatik bir dille ve nazikçe açıkladı. Bu da Rumların huzurunu iyice kaçırdı.
Üstelik ziyaret programına göre Jacques Straw, adadaki temaslarını bitirince dosdoğru Ankara’ya gidecek ve bu gidişi için de Larnaka havaalanını kullanmayacak. Bu da zaten Rumlar için ikinci bir düş kırıklığı yaratıyor. Neredeyse çılgına dönecekler ama elden bir şey gelmiyor. Bu defa rakipleri bayağı güçlü ve kendilerini de dinlemiyor.
En kötüsü ise, Cumhurbaşkanı Talat’ın, Jacques Straw’a iadei ziyarette bulunacağı ve bu düşünceye de İngiltere hükümetinin sempatik bakması. Yani ilk defa İngiliz Hükümeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti hükümetinin üst düzey bir yetkilisini resmen kabul edecek. Talat şimdi Başbakan Blair’den resmi bir davet bekliyor. Bu davetin resmen yapılacağı da şimdiden kulaklara fısıldandı.
Eğer o gün güneşli ise ve de uçağın kapısından VIP salonuna bir de kırımız halı döşenirse, seyreyleyin siz Rumların halini.
İngilizler gerçekten Rumların başını ağrıtıyor ve herhalde uzun bir zaman da ağrıtmaya devam edecekler. Sanırım Rumların düş kırıklığı çok uzakta değil.
Başbakan Gül’ün “Türkiye’nin üyeliğiyle ilgili en büyük engelin Kıbrıs sorunu olduğunu” açık açık ve net bir şekilde söylemesi ise bir başka diplomatik atağın habercisi.
Bence Rumların işi zor. 2006’yı hiç sevmeyecekler.
1955’lerden beridir Kıbrıs’ın politika sahnesinde yer alan Vasos Lissaridis, emekli olmasına rağmen dün gene kükredi ve refiği Papadopulos’u güya tehdit etti. Kendisine “Annan Planı kabul edilirse, hükümetten ayrılırız” yollu bir uyarı gönderdi. Bu uyarı Papadopulos için tam bir, “istemem ama yan cebime koy” tehdidi. Utanmasa ellerine sağlık gumbaro diyecek ama şimdi olmaz bu. Sırası değil.
Kıbrıs’ta bir tabir var bilirsiniz, çok samimi, ortak yanları çok fazla ve yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen iki arkadaşı tanımlamak için Kıbrıs Türk halk arasında “aynı deliğe işerler” lafı kullanılır. Rumlar bu tür dostlarını gumbaro diye de tanımlarlar, her ne kadar gerçek manası biraz daha farklı olsada. İşte bu laf şimdilerde tam Papadopulos ve Lissaridis’e uygun bir tanım.
Kıbrıs Rum kesiminde şu anda hükümette olan koalisyonun en küçük ortağı KISOS (EDEK) partisi, (Onursal) başkanı Vasos Lissaridis, orta boylu ortağı DİKO, başkanı Papadopulos ve büyük ortak da AKEL, başkanı (Genel sekreteri) Dimtiris Hristofyas.
Baryayı (ekibi) gördünüz değilmi. Bir tanesi sosyalist, birazda aşırı solda, bir tanesi komünist, nerede olduğunu söylemeye gerek yok, bir tanesi de sağcı hemde tipik faşo. Böyle bir koalisyon bizde olsa, 1 dakika bile sürmez ama Rumlarda yıllardır büyük bir uyum içinde gidiyor.
EDEK, Annan planına karşı ilk hareketi başlatan siyasi parti. Annan Planı’na karşı mücadeleye ilk başlattığında, iki büyük parti halihazırda evet demiş, diğer partiler ise henüz görüşlerini resmen açıklamamışlardı. EDEK temel de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin lağvedilecek olması nedeni ile hemen karşı çıkmıştı plana.
Şimdi Lissarides açıkça 2006 yılı içinde Türkiye, Kıbrıs’ı tanımazsa, müzakerelerin ilerleyemeyeceğini ve “VETO’muzu kullanacağımızı” söylememiz gereklidir diyor. 2006 yılı içinde Türkiye, Gümrük Birliği Protokolü’nü hayata geçirmezse, Türk ürünleri dolaylı yollardan olsa da içeri girerken gemilerimizin Türk limanlarına demirleyememesini kabul etmemeliyiz ve mücadelemizi başlatmalıyız çağrısı yapıyor.
Diğer ülkeler, balıkçılık hakları gibi bazı konularda veto kullandıysa, biz de gerektiği anda devlet olarak ve Kıbrıs Elenizmi olarak varoluşumuzla ilgili haklarımız için “VETO” kullanmalıyız. Şanlı tarihimiz bize, baskılara boyun eğerek tehlikelerden kaçamadığımızı öğretti diyen Lissarides, Papadopulos’u koalisyonu bozmakla tehdit ediyor ve mücadele etmeliyiz, çetin bir savaşa başlamalıyız aksi takdirde biz yokuz şeklinde de sesini yükseltmeye başladı.
Lissarides’i iyi tanıdığım için bu gelişmenin arkasının pek hayrın olmayacağını düşünmeye başladım. Kıbrıs konusu bu gelişme ile daha da çıkmaza girecek. Bu bence iki kere ikinin dört ettiği kadar kesin.
Peki kim bu Lissarides.
Rum tarafında, geçmiş yıllarda terörün tezgahını kurduğu, Türkiye’ye yönelik teröre yıllarca imzasını attığı, 17 Kasım terör örgütünün kurulmasına öncülük ettiği, AKRİTAS planı hazırlanırken Makarios’a danışmanlık yaptığı söylenen ve Marksist-Leninist fikirlerin aşığı ve uygulayıcısı olması nedeni ile 1955’lerde EOKA’nın komünist kanadını kuran, Larnaka’nın Lefkara köyünde 1920 yılında doğmuş Kıbrıs’lı bir Rum’dur.
Lissaridis, 1976’da Atina ve Paris’te düzenlenen toplantılarda yaptığı konuşmalarda, Türkleri adadan atmak için yeni bir Vietnam savaşı hazırladıklarını söyleyerek Güney Kıbrıs’ta kamplar kurularak terörist eğitimi başlatılması fikrini ortaya atan kişi.
Terörün tırmandığı yıllarda, Kıbrıs’ın Rum kesiminde Lissaridis’in fikir babalığı yaptığı bu 30’dan fazla terörist eğitim kampında Yunanlı, Rum, Ermeni ve Kürt terörist adayları Kübalı, Libyalı ve Yunanlı subaylar tarafından eğitildiler. Vasos Lissaridis’in iyi bir performansla bölgede terörizmin koordinasyonunu sağladığı ve Güney Kıbrıs’ı bir terör üssü haline getirdiği bir çok kereler iddia edilmiş, zaman zaman basında da yer almıştır.
Vasos Lissaridis’in Ermenistan ile de çok yakın ilişkileri bulunmaktadır. Kendisi, Türk diplomatlarını öldüren terör örgütü ASALA’nın yaratıcılarından biri olarak tanınıyor ve hatta bir dönem gerektiğinden fazla Ermenistan’a gidip gelmesinin nedeni de ASALA ile müşterek çalışmalar yaptığına bağlanıyor. Ulusal Ermeni Komitesi “Yılın Adamı” ünvanını 2001 yılında ERMENİ DAVASINA verdiği hizmet’lerden dolayı Lissarides’e verdi.
Sadece Türkiye’nin değil, Amerika ve İsrail’in de bir düşmanı olarak tanınan Lissarides’in, “Bayram değil, seyran değil eniştem beni niye öptü” misali şu günlerde gene sahneye çıkması bence çok dikkat edilmesi gereken bir konudur.
Ocak ayının 3.cü haftasında, İngiltere Dış İşleri Bakanı Jacques Straw’ın bölgeye bir ziyaret yapacağı kesinleşti. Bunu zaten birkaç gün evvelki yazımda detaylı olarak yazmıştım.
Rumların taktiği çok dahiyane. Gerçekten Rumların politik dehalarını kutlamak gerekir.
Bu ziyaret ile ilgili olarak tüm dikkatleri önce Straw’un Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la KKTC Cumhurbaşkanlığı makamında görüşmesine ve sonra da Kıbrıs konusunda bir girişim yapıp yapmayacağına çekiyorlar. Ortada hiç Jacques Straw’ın nereden gelip nereye gideceği ve nasıl gideceği konusu yok. Buna değinen de yok.
Rumların bütün istekleri Jacques Straw’ın Larnaka’dan kalkan bir uçakla direk Ankara’ya gitmesi veya en kötü ihtimal Larnaka’dan Atina’ya oradan da Ankara’ya gitmesi.
Bir kere Rumlar, Jacques Straw’ın Ercan’dan Ankara’ya gitmesini asla kabul edemezler ve kalp krizinden ölüp giderler. Bunun alternatifi Jacques Straw’ın adanın güneyindeki Gata Burnunu içine alan İngiliz Hükümran bölgesi olan “Ağrotur”daki (Akrotiri) uluslararası uçuş trafiğine açık Ağrotur İngiliz askeri havaalanından kalkan bir uçakla Ankara’ya gitmesi.
Açıklanacak olan programda İngiliz Dış İşleri Bakanının Ağrotur’dan kalkacak bir uçakla Ankara’ya gitmesi olasılığı çok fazla.
Halbuki Rumlar büyük bir ümitle, Türkiye’nin Rumlara uyguladığı ambargoyu kırabilecek ve Türklerinde politik nedenlerle asla karşı koyamayacakları bir girişim olarak İngiliz Dış İşleri Bakanı Straw’ı Larnaka’dan kalkacak bir uçağın direk bir uçuşla Ankara’ya götürmesini istiyorlardı. Bu şekilde belkide ambargoyu delebilecek bir kapı açabileceklerini düşünüyorlardı.
Ama ne İngiliz diplomatları ne de Jacques Straw bu oyuna gelmeyecekler ve en iyi çözüm olarak Ağrotur üssünü kullanarak Rumların ambargoyu delme hayallerinin içinde edecekler.
Eskiden bu tür ziyaretlerde, BM’nin 541 ve 550 no. kararlarına duyulan saygı nedeni ile görüşmeler, ya Ledra Palace’ta yapılırdı ya da ilgili ziyaretçinin diplomatik misyon binasında gerçekleştirilirdi.
Bir müddet evvel İngiliz Başbakan Yardımcısı adaya geldiğinde, Talat ile Cumhurbaşkanlığı makamında görüşmek istemiş fakat Rumların kopardığı yaygara nedeni ile bu toplantı, başka bir mekanda ama KKTC toprakları içinde yapılmıştı.
Şimdi gelen sinyallerden anlıyorum ki, İngiliz Dış İşleri Bakanı Jacques Straw, Cumhurbaşkanı Talat ile ne pahasına olursa olsun KKTC Cumhurbaşkanlığı makamında görüşecek.
Rum Dışişleri Bakanı Yorgo Yakovou dün, “Biz Rum Bakanlar Kurulu’nda, adaya resmi ziyaret yapacak olan yabancı devlet adamlarının Kıbrıs Türk toplumunun bazı liderleri ile yapacakları görüşmelere birtakım ön koşullar getirdik. Tüm yabancı ziyaretçiler buna uymak zorundadır. Bu kurallar Straw için de geçerlidir. Straw’ın bir ayrıcalığı yoktur ve buna uymak zorundadır” şeklinde sert bir açıklama yaptı ve bu tür ziyaretlerin BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarına da aykırı olduğunu iddia etti.
Hala daha tüm Kıbrıs’ı temsil ettikleri iddiasındalar ve Straw’ın CB Mehmet Ali Talat’la Cumhurbaşkanlığı makamında görüşmeyeceğinin garantisini şimdiden almak istiyorlar.
Tabi Kıbrıs Cumhuriyetinin üç garantöründen birisi olan İngiliz hükümeti, 24 Nisan 2004 Referandumundaki Rum “Hayır”ından sonra Rum Bakanlar kurulunun bu kriterlerini ve isteklerini artık dikkate alır mı?, çok da emin değilim.
Benim tanıdığım, yüzyıllardır dünya politikasında ve siyasi yapılanmasında önemli rol oynamış olan Büyük Britanya İmparatorluğunun mirasçısı olan İngiliz hükümeti, kendi çıkarları ve ABD’nin Orta Doğu politikası uyarınca artık Rumların, adada yegane devlet olmadıklarını, adayı tümü ile temsil etmediklerini ve Kuzeyde yaşayan Türklerin de adanın yönetimi üzerinde hakları olduğunu vurgulamak amacı ile Rumların bu görüş ve isteklerini dikkate almayacaklar ve İngiliz Dış İşleri Bakanı Jacques Straw hem Cumhurbaşkanı Talat’ı makamında ziyaret edecek hem de Ankara’ya Ağrotur’dan kalkacak bir uçakla gidecek.
Rumlara kibarca ve diplomatik yolla “Bizi yeterince kandırdınız. Canınız cehenneme” diyecek.
Kıbrıslı bir Türk’ün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne mülkiyetle ilgili ilk müracaatı yapması mükemmel bir gelişme.
Aslında bu bir ilk değil. Bence Ahmet Necati Özkan davası ilk davadır ve belki de mülkiyet davası olmasının yanında Rumlara karşı “Soykırım” davalarının açılmasına en gerçekçi zemini teşkil edecek ve temel olacak.
Hatıralarınızı tazelemek amacı ile size Girne’deki “Bosphorus” oteli olayını hatırlatırsam hemen “evet doğrudur” diyeceksiniz.
1963 olaylarından evvel Girne bölgesinde, deniz kıyısında yer alan en nezih otellerden bir tanesi idi Bosphorus Otel (Türkçesi ile Boğaz otel) idi. Zaten o dönemde Girne’de, şehir içinde, şehir dışında, deniz kıyısında, dağ eteğinde toplam olarak 4 tane otel bulunmaktaydı. Bunlar Dome Otel, Bosphorus Otel, ve adını hatırlamadığım 2 otel daha.
Akritas planı uyarınca 21 Aralık 1963 tarihinde Rumların Türklere karşı başlattıkları silahlı saldırıdan sonra Türkler canlarını güvence altına almak için Türklerin yoğun oldukları bölgelere göç edince, doğal olarak sahibi Türk, çalışanları Türk olan Bosphorus otel personeli de, vızıldayan Rum mermilerinin altında güvenli Türk bölgelerine zor bela kapağı atabildiler.
O günden sonra Bosphorus otele bir daha ne sahibi ne de personeli girebildi. Bırakın içeri girmeyi, yanından bile geçemediler. Uzaktan resimlerini bile çekemediler sahibi oldukları güzelim otelin, tapusunun has be has sahibi oldukları Türk malı mülklerinin. Çünkü bu güzelim Bosphorus otel, Rum Milli Muhafız ordusunun (Ethniki Frura) Girne, merkezi kışlası yapılmıştı.
Ahmet Necati Özkan ne dava açabildi ne de tazminat isteyebildi 1974 yılına kadar. Hiçbir Rum mahkemesi böyle bir davayı görmeyi kabul bile etmedi. Ahmet’in suçu sadece ve sadece Türk olmaktı. Neyseki 1974 Barış harekatı oldu ve malını yıkık dökük, tahrib edilmiş dahi olsa geri alabildi.
Louizidou, Türk askeri bana mani oldu, sınırı geçemedim, evimi göremedim derken AİHM’de haklı bulundu da, suçu sadece Türk olmak olan Ahmet Necati Özkan niye haklı değil. 11 yıl güzelim oteline giremedi, gelirini alamadı, malına mal diyemedi. Niye diyemedi. RMMO malını işgal ettiği ve her hangi bir hak aramasına mani olduğu için bir türlü malını sahiplenemedi.
Peki bu kadar insan haklarına düşkün olan Rum Yönetimi, niye tazmin etmedi bu Kıbrıs’lı Türk kardeşimizi. Tabiî ki işlerine gelmediği için. Nedense Kıbrıs Rum tarafında yasalar hep Rumlar için geçerlidir. Mustafa Arif Mutluson Türk olduğu için, elinde tapusu olmasına ve üstüne üstlük güneyde yaşamasına rağmen maalesef malını bir türlü alamıyor ve evine giremiyor.
Ben zaten 1974’den önce bir Rum ile bir Türk’ün taraf olduğu bir trafik kazasında hiçbir zaman haklı çıkan tarafın Türk olduğunu görmemiştim. Nedense hep haklı taraf eninde sonunda Rumlar oluyordu.
Ahmet Necati Özkan, önce iç hukuku sonuna kadar denemek için Lefkoşa Rum Mahkemesinde davasını açtı ve sanırım ilk duruşma günüde 16 Ocak 2006, pazartesi günü. Zaten M. Arif Mutluson davası da yüksek Mahkemede 12 Ocakta görüşülecek ve büyük bir olasılıkla da Yüksek Mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesinin kararını onaylayacak. O vakit M. A. Mutluson tüm mülkünü geri alabilecek ve bu dava sonucuna dayandırılarak Ahmet Necati Özkan ve benzeri, 1963 olaylarında 103 Türk köyünden göçe zorlanmış binlerce Türk mağdur hakkını arayabilecek. En azından artık hukuk literatüründe örnek bir dava bulunduğundan, Kıbrıs’lı Türkler nasıl olsa kaybedeceğim hezeyanından sıyrılıp mallarının, mülklerinin ve Rumlar tarafından heba edilmiş yıllarının hesabını sorabilecekler.
BM’nin insanlık suçu kavramları arasında Rumların 1963-1974 yılları arasında Türklere uyguladıkları insanlık dışı davranışa ne deniyor biliyormusunuz? “Soykırım, Genocide”.
Atak zamanı geldi. 2006 yılı Rumlar için çok zor bir yıl olacak.