Dünkü yazımda “Kıbrıs konusu gelişmelere gebe” demiştim. İngiltere Dışişleri Bakanı Jacques Straw yazımı okuyunca fırsat bu fırsat deyip hemen Kıbrıs’a gelmeye karar vermiş.
İşin şaka tarafı bu.
Ama hareketlilik başladı bile.
Dün akşam İngiltere Dışişleri Bakanı Jacques Straw yaptığı açıklamada Ocak ayı sonlarında muhtemelen 25-26 ocak’ta, Kıbrıs’ı ziyaret etmek niyetinde olduğunu, ziyaret takviminin ise henüz tam olarak detaylandırılmadığını açıkladı.
Tabi Kıbrıs’lı Türklerin nefes almasına bile karşı olan Papadopulos yönetimi, Jack Straw’ın adaya gelince kuzeye de geçeceğini bildiklerinden, Straw’un Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’la görüşmek üzere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne geçmek niyeti varsa buna karşı olduklarını hemen kendisine işittirdiler.
Bu defa resmi bir protesto yayınlamaya cesaret edemediler, açıkçası yiyemediler.
Londra açıkça Kıbrıs sorununda aktif rol almaya hazırlanıyor ve bunu Ocak ayının sonlarına doğru fiiliyata dökecek. Straw’un bu ziyareti, Başbakan Vekili John Prescott’un geçen Ekim ayında Lefkoşa’yı ziyaret etmiş olmasına rağmen, İngiltere’nin, Kıbrıs’ta yapılan 24 Nisan 2004 referandumundan sonra Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik gerçekleştireceği ilk esaslı müdahale ve bir yerde de girişim olacak.
Başbakan Gül’ün evvelki günkü beyanatı ile Straw’ın dün bölgeye 23 ve 24 Ocak’ta ziyaret yapacağının açıklanması, iyi niyetle yapılmış tesadüfi beyanlar değil. Bence bir programın parçası.
Ocak ayı sonunda Jack Straw’ın, dosyasında Kıbrıs sorunu ile Ankara’ya gitmesi de var. Hazır gelmişken bir de Kıbrıs’a uğrayayım. Bakalım Papadopulos ile Talat neler yapıyor demesi ise çokta inandırıcı değil.
Straw’ın Ankara ziyaretindeki gündemi ben hazırladığım için size madde madde Kıbrıs’la ilgili olanların neler olduğunu ve nelerin konuşulacağını sayabilirim.
1- Kıbrıs sorununun nasıl hareketlendirileceği
2- Türkiye-AB ilişkilerinin Kıbrıs’la ilgili kısmı
3- Gümrük Birliği’ni Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de kapsayacak şekilde genişleten Ek Protokolün tarafları üzmeden nasıl ve hangi yöntemle uygulamaya konabileceği. (Limanların açılması konusu)
Bir olasılıkla İngiltere Dışişleri Bakanlığı, BM Genel sekreteri Kofi Annan’ın 2006’ın ilk çeyreğinde bölgeye temsilci göndermeye karar vereceğini varsayarak, Türkiye’de dahil olmak üzere hem Kıbrıs Rum yönetimi hem de KKTC nezdinde BM temsilcisi için zemin yoklaması da yapabilir. Bence bunu yapacak ve ortamı bu ziyarete hazırlayacak veya Annan’a boşuna adam gönderme bunlar gününde değil diyecek.
Kıbrıs’lı Türklerin Mali Yardım Tüzüğü’nün Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nden tamamen ayrılmasını reddetmesinden sonra dondurulan Kıbrıslı Türklere yönelik tüzükler konusunu dış İşleri bakanı Straw, hem Başbakan Gül, hem de Cumhurbaşkanı Talat ile tartışacak. Bu kesin.
Türkiye’nin ve KKTC’nin Annan planına ilişkin bilinen tezlerinde ısrar etmeleri şimdilik siyasi bir avantaj görünümünde. Referandumda “Hayır” diyen Rumlar bu konular açıldığında ve bu tezler masaya konduğunda pek konuşamıyorlar ve gündemi değiştiremiyorlar.
Tabi bu kez gene Annan Planı aynen ve hiç değişmeden masaya konursa, Kıbrıs’lı Türkler 2004 referandumunda olduğu gibi %65.8 oy oranı ile “Evet” derler mi, gerçekten çok şüpheliyim.
Aralık ayında başlaması gereken Kıbrıs trafiği Ocak ayına sarktı.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs Özel Temsilciliğine atanan Michael Moller dün görevine başladı.
Michael Moller aynı zamanda görevi gereği Kıbrıs’taki BM Barış Gücü Misyon şefliğini de yapacak. Mevkisi Kıbrıs’taki BM askerlerinin en yüksek rütbeli sivil komutanı veya bürokratı konumunda.
Danimarkalı bir diplomat olan Moller, Kıbrıs’taki görev süresi dolan ve evvelki gün ada’dan ayrılan Zbigniew Wlosowicz’in yerine geldi.
Buraya kadar olan gelişme biraz rutin. Herhangi bir olağandışılık yok.
Ama Başbakan Gül’ün Kıbrıs’la ilgili dünkü açıklaması ve içeriğindeki sözcükler yeni bir atağın, yeni bir Türk atağının habercisi niteliğinde.
Gül önümüzdeki günlerde, büyük bir olasılıkla Ocak ayı çıkmadan masaya bazı yeni yakası açılmadık öneriler koyacak.
Türkiye, Kıbrıs sorununun çözümü yolunda Mayıs ayında ve Temmuz ayının sonunda iki kez yapıcı önerilerde bulunmuştu ve bütün kısıtlamaların karşılıklı kaldırılmasını masaya koymuştu.
Türkiye bu sefer, Kıbrıs (Rum) bayraklı gemileri ile uçaklarına ve Kıbrıs (Rum) limanlarından kalkan bayrak ayırımı olmaksızın tüm gemilere uyguladığı ambargoyu şartlı olarak kaldırmayı tekrar masaya koyacak. Bilindiği gibi Kıbrıs (Rum) hükümeti, BM üyesi tanınmış bir devlet olmak avantajını kullanarak 1974 Barış harekatından hemen sonra Eylül 1974 tarihinde, Mağusa limanını kapattığını ilan etmişti ve BM Genel Kurulunda kabul ettirdiği 541 ve 550 no.lu kararlara ilave olarak AB ile ilişkilerini kullanarak çıkarttırdığı ABET kararı ile de KKTC’ye sıkı bir ambargo uygulanmasını başlattırmıştı.
3 Ekim müzakere çerçeve belgesi içinde açıkça yer almayan ama kelimelerin arasında var olduğu hissedilen Türkiye’nin deniz limanlarını Rum bayraklı gemilere en geç 31 Mart’da açması koşulundan kurtulmak için Türkiyei ambargoların karşılıklı kaldırılması önerisini bu ay içinde tekrar yineleyecek. Ama gözüken şu ki, bu defa Papadopulos’un elinde “Hayır” diyebilecek güç hemen hemen yok gibi.
Türkiye açıkça, Kıbrıs’taki referandumdan sonra vaat edilenlerin ve beklentilerin hiçbirinin karşılanmadığını yüksek sesle söylüyor. Bu, Türkiye ne zaman masaya otursa, elini kuvvetlendiren bir koz.
Buna karşın, sınırların açılması, dolaşım serbestiyesi, AP’de KKTC’li parlamenterlerin olması, AİHM’nin KKTC iç hukukuna değinmesi, KKTC üniversitelerinin “Kuzey Kıbrıs” ülke adı ile Uluslar arası Üniversiteler Birliğine üye olması, “Diğer” ülke başlığı altında Avrupa Üniversiteler Birliğine üye olması ve denklik alması gibi benzeri olumlu gelişmeler, Kıbrıs’lı Türkler açısından bir takım yeni kazanımlar oldu.
Türkiye bu aşamada artık AB’ye biraz da yüklenmeyi ve haklarını istemeyi hedefliyor. 2006 yılı ve sonrası için pasif adaylıktan, aktif adaylığa geçmeyi strateji olarak benimsemiş gözüküyor.
Türkiye, Avrupa Birliğinin çözümsüzlüğün değil, çözümün bir parçası olmasını ve Kıbrıs konusunda verdikleri sözleri yerine getirmelerini istiyor.
Türkiye’nin 2006 yılında Kıbrıs’ta atak yapmayı seçmesini, müzakere çerçeve belgesinin içeriğine, Orta Doğu’da çok hızlı değişmiş olan konjöktüre, ABD’nin Irak’taki ağırlığını ve harcamalarını azaltarak gözünü İran’a çevirmesine bağlıyorum. Türkiye’nin stratejik desteğine olmazsa olmaz bir biçimde gereksinim duyan ABD, ilk etapta baskısını Kıbrıs (Rum) hükümeti üzerinde yoğunlaştıracak ve Papadopulos’u Türk önerilerini kabule zorlayacak.
Ambargoların karşılıklı kaldırılması ve Türk deniz ve hava limanlarının Rum bayraklı gemi ve uçaklara açılması konusu hiç bu kadar çözüme yaklaşmadı. 2006’nın ilk çeyreğinde Kıbrıs konusunda beklenmedik gelişmeler olacak ve Türkiye-AB müzakerelerinde gözle görünen sıkıntılar, Kıbrıs konusundaki gelişmeye paralele olarak kolayca aşılacak gibi gözüküyor.
KKTC’de askeri yasak bölgeyi ihlal etmek ve Türk askerine ait nöbet kulübesinden Türk bayrağını çalmak suçlamasıyla KKTC’ye giriş yapmak isterken tutuklanan AB Rum Milletvekili Marios Matsakis, bir taraftan show yaparken ve 28 Mayıs 2006 seçimlerinde milliyetçi Rumlardan oy almak peşinde koşarken aslında bize büyük bir iyilik yaptı.
Cumhurbaşkanı M. A. Talat’a yılbaşı çöreği vermek için sınıra gelen Matsakis tutuklanacağını bile bile ama dokunulmazlığına da güvenerek siyasi bir kumar oynadı.
Nasreddin Hoca’nın göle maya çalarsa “Ya tutarsa” düşüncesine benzer girişim yaptı.
İlk sürprizi askeri mahkeme yaptı. Ben askeri mahkemenin siyaseti ve siyasi koşulları dikkate alacağını hiç sanmıyordum ve kararını salt olarak sınır ihlali yönünde vereceğini düşünüyordum. Yargıç Kalkan’ın Kıbrıs’ın AB üyeliğini ve bu nedenle de KKTC topraklarının AB nazarındaki özel statüsünü dikkate alması ve Matsakis’in AP Milletvekili olarak edindiği dokunulmazlığının kuzeyi de kapsadığını vurgulayarak yargılamayı Matsakis’in AP milletvekilliği döneminin sonuna kadar ertelemesi olağan üstü ve çok dahice bir karardı.
Matsakis’in KKTC’deki mahkemelerin yasadışlılığına değinmekten kaçınarak savunmasında AB milletvekili olmasından ötürü dokunulmazlığının bulunduğu tezine yoğunlaşması ve askeri mahkemede yargılandığı sırada savcıya “saygıdeğer savcı” olarak hitap etmiş olması son derece önemli ve kayda değer bir gelişme.
Arkasından Bayrak çalmak suçu ile Lefkoşa Kaza Mahkemesine çıkarılması ve 5 Ocak’ta hazır olması koşulu ile 50,000 YTL kefalete şahsi imza atması koşulu ile serbest bırakılması ise bence tam bir siyasi zaferdir. Matsakis’in Lefkoşa Kaza Mahkemesinde Perşembe günü yapılacak mahkemeye gelmemesi durumunda kefalet ödeyeceğine dair imzaladığı belge, “KKTC’nin bir yerel mahkemesi’ni açıkça tanıdığını ve yeniden çıkmayı reddetmediği göstermektedir.
Louizidou davasını da, Aresti davasını da, Kakoulli davasını da, Orams davasını da ve benzeri tüm davaları da kökünden etkileyecek bir imzadır bu Matsakis’in attığı imza.
Türkleri muhatap dahi kabul etmek istemeyen Papadopulos ile Kıbrıs’ta bir sınır olduğunu, sınırın ötesinde bir varlık bulunduğunu ve sınırı geçerse başının derde gireceğini bilen AP milletvekili Matsakis’i kıyasladığımda, Matsakis’in bu girişiminin bize zararından çok faydası olacağını düşünüyorum.
Türkleri yok sayan Rum Yönetimi başkanının aksine Rum Meclis Başkanı Hristofyas’ın, Avrupa Parlamentosu Başkanı Joseph Borrell’den Matsakis’in serbest bırakılması için tüm nüfuzunu kullanmasını talep etmesi ise bizim lehimize bir diğer önemli gelişme.
Başlayalım gelişmeleri sıralamaya.
Matsakis, Perşembe günü gelmezse ve avukatını da göndermezse ne olabilir. Benim aklıma ilk gelen Lefkoşa Kaza Mahkemesinin, üstünde Matsakis’in imzası olan kefalet belgesine tuta kefaleti talep edeceği ve ödenmediği takdirde, Rumların bize karşı silah olarak kullanmak istediği “European Arrest Warrant”ı yani Avrupa Tutuklama Emrini devreye sokacağıdır. Elbet bir gün Matsakis’in Milletvekilliği bitecek ve dokunulmazlığı son bulacaktır. İşte o vakit AİHM’nin Kakoulli davasında “Kuzeyde bir varlık var. İç hukuklarında düzenleme yaparlarsa dikkate alırız” sözüne tuta, Lefkoşa Kaza Mahkemesinin bu kararı yasallık kazanacak ve imzaladığı kefalet belgesi Matsakis’in boynuna yapışacak. AB’nin kuruluş felsefesinde “Hukuk” temel taş ise Matsakisi’in bu karardan kurtulması olanaksız. Fare deliğine girse Lefkoşa Kaza Mahkemesinin bu kararı onu bulacak ve bu parayı ödeyecek. Bundan kurtulma şansı hiç yok.
Anayasanın değiştirilen 159.cu maddesinin, 1.ci fıkrasının b) bendine göre kurulacak tazmin komisyonunun, özellikle Myra Aresti davası ve benzeri davalardaki Maraş mülkleri konusunda alacağı kararlara karşı Lefkoşa Kaza Mahkemesinin ikizi olan Mağusa Kaza Mahkemesinin daha geçenlerde karara bağladığı 271/2000 sayılı Abdullah Paşa Vakfı ve 272/2000 sayılı Lâlâ Mustafa Paşa Vakfı davalarının sonuçları, yasal statüdeki bir mahkemenin kararı şeklinde kabul edilecek ve Rumların mülk davalarını temelinden sarsacak.
Niye mi?
AP’ın Kıbrıs bürosu başkanı Tasos Georgiu, konu ve dava ile ilgili olarak Avrupa Parlamentosu’na rapor gönderdi. Bu rapora göre Lefkoşa Kaza mahkemesi, Kakoulli Davasında atıfta bulunulan “Kuzeydeki varlığın” hukuksal karar alabilecek ve bir AP Milletvekilini yargılayabilecek yasal bir yargı makamı olarak kayda geçti.
Matsakis bence show yapayım derken, biz Kıbrıs Türklerine büyük bir iyilik etti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) işi zor.
Rumların Kıbrıs’ta Türk işgalini bahane edip, AİHM’de açtıkları davalar Avrupa’nın başına bela olacak bir kapı açıyor.
1955’lerde, 1958’lerde yaptıklarını unutan, Makarios’un emri ile hazırlanan Akritas Planı uyarınca 1963’de 1967’de ve 1968’de öldürdükleri masum Türkleri ve silah zoru ile işgal ettikleri Türk topraklarını tarihlerinin sayfalarından dahi silen Rumlar, adada kalmayı başarabilmiş az sayıdaki Türkleri yok etmek için giriştikleri 15 Temmuz 1974 darbesi sonucu adaya garantör olarak, Türklerin hayatlarını kurtarmak için çıkan Türk askerini işgalci ilan edip AİHM’de davalar açmaya başladılar.
Kendilerinin neler yaptıklarını çok çabuk unuttular.
Hedefleri, önce AB üyesi olmak, sonra Kıbrıs sorununu BM şemsiyesi altından çıkarmak AB içine çekmek. Sonra da BM kayıtlarına geçmiş ve bu nedenle de bir türlü iptal ettiremedikleri iki kesimliliği, AİHM’de açtıkları mülk davaları ile delmek ve gasp edildiğini iddia ettikleri topraklarını geri almak.
Tabi Rumlara göre gasp edilen sadece Rum topraklarıdır ve Kıbrıs’ta olaylar 1974’de başlamıştır. Kıbrıs’ta daha evvel yaşanmış olaylar, düğünlerde atılan maytaplardan öteye bir şey değildi. Atılan silahlarla, sıkılan kurşunlarla gelinle damadın kutlamaları yapılmaktaydı.
Rumlara kucak açan AİHM’nin araladığı tazminat davaları kapısından dün Hatay’lılar da bir giriş yaptı.
İskenderun’da oturan tarih öğretmeni Osman Özay ile edebiyat öğretmeni Yavuz Menderes Canbolat, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Hatay ve İskenderun’un işgali sırasında yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürdüğü iddiasıyla Fransa aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 2 milyar Avroluk maddi ve manevi tazminat talebiyle başvurdular ve dava dilekçeleri usulen kabul edildi.
Buna benzer bir şekilde de Çanakkale’li bir iş adamı da, Çanakkale Savaşları’nda “insanlık değerlerini hiçe saydıkları ve Türkiye’nin gelişmesini engelledikleri” gerekçesiyle İngiltere ile Fransa aşeyhine AİHM’de 2 milyar dolarlık bir maddi ve manevi tazminat talebiyle başvurmuştu.
AİHM bu başvuruları hangi kıstasa göre değerlendirecek ve kaç yıl gerideki olayları tazmin edilmek üzere ele almayı kabul edecek şimdiden bunu kestirmek çok zor.
Ama bu şekilde geriye dönük olarak davaların açılması sürerse AİHM’nin inanılırlığına ve yaptırım gücüne leke düşmesi olasılığı çok yüksek olacak.
18.ci, 19.cu ve 20.ci yüzyılda kara kıta Afrika’da kaç tane, her hangi bir Avrupa ülkesi sömürgesi olmuş devlet varsa AİHM’de dava açmak için sıraya girecek.
Bence de tümü sıraya girmeli ve Avrupa ile Amerika’dan, köle yapılmanın tazminatından tutunda, sömürülen topraklarının, çıkarılan yer altı zenginliklerinin tazminatını sonuna kadar istemelidirler.
Tabi bizler de, 1958 ve 1963 olaylarında, Türk olmaktan başka hiçbir suçu olmayan ve kalleşçe öldürülen kardeşlerimizin tazminatını istemek için başvurmalıyız AİHM’ye.
Sayıca fazla olmanın ve ellerinde hükümetin gücü bulunmasının avantajından faydalanarak, işlerine giderlerken yollardan topladıkları masum Türkleri öldüren Rum hükümetini dava etmeliyiz ve döktükleri kanların hesabını sormalıyız.
Durup dururken kış kıyamet günü göçe zorladıkları 103 Türk köyünün sakinlerinin yaşadıkları ezgi dolu 42 yılın tazminatını, o gün bu gündür kullanamadıkları topraklarının tazminatını istemeliyiz Rumlardan AİHM kanalı ile.
Bu adada sadece haklı olan, mağdur olan Louizidou, Aresti, Kakoulli veya sadece Rumlar değildir. Onların çektiklerini iddia ettikleri mağduriyet 1974 yılında başlamış ise bizimki 1910’lu yıllarda başlamıştır. Abdullah Paşa Vakfı ile Lala Mustafa Paşa Vakfına ait taşınmaz mallar açıkça Rumlar tarafından yağma edilmiştir.
Louizidou gibi ben de tazmin edilmeyi istiyorum.
Bu gün 2006’nın ilk iş günü. Yeni bir yıla bir günlük kutlama tatili ile başladık ve bu çok iyi oluyor. Geri kalan 364 gün için bu tatil gününde herkes enerji depoluyor.
Siyaset de bu tatil gününde enerji depoluyor ama bence 2006’nın siyasi yaşamı çok hareketli geçecek. Özellikle “Kıbrıs’ın siyasi hayatı ve siyasi geleceği” bence depremlerle dolu.
Kıbrıs’ın Türk kesimindeki politik hareketlilik Rum kesimine kıyasla biraz daha durgun geçecek.
Türk tarafındaki siyasi partilerde pek bir deprem olmayacak ama UBP’deki kazan iyice ısınıp kaynayacak. 2006’da UBP güç ve etkinlik kaybına uğrayacak.
BM’nin Genel Sekreteri Kofi Annan 2006 rüyasında Kıbrıs’ta kendi adı ile anılan bir çözüm görüyor ve Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümü için yeni bir girişim yapmak istiyor ama Kıbrıs hızla ayrılığa ve Konfederasyon bir yapıya doğru dört nala gidiyor.
24 Nisan 2004 referandumundan sonra Kıbrıs’ta, Kıbrıs tabiri ile bir daha aynı şekilde yapışamayacak şekilde “Testi Kırıldı”. Nafile artık. Geriye dönüş olmayacak.
Federasyon öngören Annan Planı her ne kadar masada deniyorsa da tarih mezarlığına gömüldü. Ben bir daha asla ve kat’a, Kıbrıs’lı Türklerin Rum çoğunluk idaresi altında, rahmetlik Fatin Rüştü Zorlu’nun tabiri ile “Egemen Ortak”lık bile teklif edilse, bir daha Rumlarla ortak bir devlet kurmayı kabul edeceklerinden şüpheliyim ve bu artık bir daha gerçekleşmeyecek. Kıbrıs’lı Türkleri bir daha hiçbir şekilde ve koşulda, tatlı vaatlere kanmayacaklar. Zaten artık Rumları da beraber yaşanacak kişiler olarak görmüyorlar.
Tasos Papadopulos, “2006’da iyi niyet ruhu içinde yapılacak yapıcı yeni bir diyaloğun başlaması için uygun koşulların oluşması” ümidini dile getirmiş olsa da, Rum Milliyetçiliği yapmaya devam edecek ve adadaki ayrılığı daha da körükleyecek. Başkan Papadopulos 2006 yılında “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olacak” ve elindeki Türkiye’ye ve Kıbrıs’lı Türklerine karşı kullanabileceği bir çok kozu çöpü atmak zorundan kalacak. Bundan kurtulması olanaksız.
2006 yılı Papadopulos’un başkanı olduğu DİKO’ya yarayacak. DİKO Başkan Vekili Nikos Kleanthus, 2004 yılı referandumunda ve 2005 yılı içinde siyasi kartlarını ve iktidar olmanın nimetlerini çok iyi kullandı. Başkan Papadopulos partisini iyi sürüklüyor ve Rumların yaklaşık %38’inin da Papadopulos’a güvenleri tam. Bence 28 Mayıs seçimlerinde büyüyecekler ve AKEL’den sonra 2.ci parti olacaklar.
AKEL’in Genel Sekreteri ve Meclis Balkanı Hristofyas ise 2006 yılında iktidarın büyük ortağı olmanın avantajını kullanacak ve hedef büyültecek. 2004 referandumunda son dakika Rumlara “Hayır” çağrısı yaparak Annan Planının red edilmesini sağlamakla büyük bir avantaj elde etti. Kökten Milliyetçi ve şövenist olan Kıbrıs’lı Rumların gönlünde açıkça taht kurdu. 12 Şubat 2008 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKEL, kurulduğu 14 nisan 1941’den beridir ilk defa olarak başkanlığa oynayacak gibi gözüküyor. Bu nedenle hedefi kısa vadede Tasos Papadopulos koalisyonu’nu büyük ortak olarak sürdürmek, uzun vadede cumhurbaşkanlığını ipoteği altına almak. AKEL 2006 yılında adanın yeniden birleşmesi mücadelesindeki öncülük rolünü iyice kaybedecek. Yıllardır kan kardeş gibi yakın oldukları CTP ile 2006 yılında kanlı bıçaklı olacaklar.
Muhalefet partisi olan DISY ise, 28 Mayıs 2006 Milletvekilliği seçimlerinde aradığını bulamayacak ve kayba uğrayacak. Bence DİSİ Başkanı Nikos Anastasiadis her ne kadar da yeni yıl mesajında “2006 yılında Kıbrıs’ın sınırlarının kesin ve nihai şekilde Girne’de olması ve Elenizm’in KKTC topraklarında yeniden kök salması” temennisinde bulunduysa da çok geç kaldı ve 2004 yılındaki referandumda “Evet”cilere göz kırpmanın bedelini bu seçimde ödeyecek. DISY için benim öngörüm seçimdeki çıtasının üst sınırı sadece ve sadece 16 milletvekili. Sesi, soluğu kesilecek DISY’nin 2006 seçimlerinden sonra.
İşte “Kıbrıs kazanı”nın 2006 siyasi falı böyle… Dışta ise, eline kepçeyi alan karıştıracak bu kazanı. Zaten son elli yıldır, bu kazan hiç durmadan kaynıyor….