Dün toplanan Avrupa Komisyonu, Finlandiya önerileri sonrasında tüm gelişmeleri değerlendirdi ve 6 Aralık’ta yapılacak toplantıyı beklemeden bir tavsiye kararı aldı.
Bu tavsiye kararı geçerli bir karar mı?
Bu tavsiye kararı son, yani nihai karar mı?
Şimdilik “Hayır”, geçerli bir karar değil.
Böyle bir tavsiyenin AB kararına dönüşebilmesi için oy birliği gerekiyor. Bu nedenle de 15 Aralık zirvesinin beklenmesi gerekli. Tavsiye kararına eklemeler olabilir, çıkarımlar yapılabilir veya hiçbir karar da alınmayabilir ve karar almak, muhtemelen 2007 ortasında (Haziran) yapılacak Konsey toplantısına da ertelenebilir.
Komisyonun aldığı tavsiye kararı neydi.
Tavsiye kararı 6 maddelik ve özet olarak aşağıdaki gibi sıralanabilir.
1- Komisyon, Türkiye’nin Ankara Anlaşması Ek Protokolünü tam olarak uygulamaya koymadığını ve Malların serbest dolaşımı ve taşıma yöntemlerine getirilen kısıtlamaları halen geçerli olduğunu not eder. (Burada Türkiye limanlarının, Kıbrıs Rum bandıralı gemilere halen açılmadığı vurgulanmaktadır)
2- Bu koşullar altında AB’nin 21 Eylül 2005 deklarasyonuna atıf yapılarak, Komisyon Türkiye ile yapılan müzakerelerde, Avrupa Komisyonu’nun teyit etmesine dek Türkiye’nin Kıbrıs Rum Yönetimine uyguladığı kısıtlamalarla ilgili başlıkların açılmamasını tavsiye eder.
Bu başlıklar sırası ile ;
Başlık 1 : Malların serbest dolaşımı
Başlık 3 : Hizmet sağlamak ve sunmak özgürlüğü
Başlık 9 : Mali hizmetler
Başlık 11: Tarım ve kırsal kalkınma
Başlık 13: Balıkçılık
Başlık 14: Taşıma politikası
Başlık 29: Gümrük birliği
Başlık 30: Dış ilişkiler
3- Bunlara ilaveten Avrupa Komisyonu’nun Türkiye’nin Ankara Anlaşması Ek Protokolünü tam olarak uygulamaya koyduğunu teyit etmesine kadar hiçbir başlık tam olarak kapatılmayacaktır.
4- Komisyon yıllık gelişme raporlarında AB Konseyini, 21 Eylül 2005 deklarasyonunda belirtilen konulardaki gelişmeler hakkında bilgilendirecektir.
5- Elde edilen gelişmelere göre çalışmalar, tarama işleminin tamamlanmasına yoğunlaştırılmalıdır. Müzakere Çerçeve Belgesine uygun olarak , Teknik çalışmaları bitmiş Başlıkların açılması işlemleri devam ettirilmelidir.
6- Komisyon, Kıbrıs konusunda kapsamlı bir çözüme ulaşılabilmesi için 2007 yılı içinde BM gözetiminde görüşmelerin başlatılmasının öneminin altını çizer.
Bu tavsiye kararındaki en önemli nokta, AB’nin Kıbrıs sorununun BM zemininde ve gözetiminde yapılması kararında olduğunun vurgulanmasıdır.
Bu gelişmeler ışığında artık Güney Kıbrıs Rum Yönetimin hiçbir koşul altında müzakereler süreci içinde açılacak olan başlıklara, ”VETO” koyma hakkı olmayacaktır. Rumların çok güvendiği VETO hakları ortadan kalkmıştır.
Başlıkların kapanması çok da önemli bir konu değildir ve tamamen BM gözetimindeki Kıbrıs görüşmelerinin sonucuna bağlı kalacaktır.
Bu tavsiye kararından sonra müzakerelerde bırakın TREN KAZASINI, yavaşlama bile olmayacaktır.
Bütün hırçınlığına ve çabasına rağmen kaybeden taraf Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olmuştur.
Rumların bütün engellemelerine ve çabalarına rağmen AB-Türkiye müzakerelerinin devam edeceği yavaş yavaş netleşiyor.
Türkiye’nin AB karşısındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi konusunda kolaylıklar sağlanması amacıyla Finlandiya dönem başkanlığının başlattığı girişimin başarıya ulaşması çabalarının devam etmesi sonucunda AB-Akdeniz toplantısı sebebiyle Finlandiya’nın Tabere kentine gidecek olan Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün ardından GKRY Dışişleri Bakanı Yorgos Lillikas da kendisine yapılan davetin ardından Tabere’ye gitme kararı aldı.
Son aşama ve son karar Tabere’de alınacak gibi gözüküyor. Büyük bir olasılıkla Tabere’de Rumlar köşeye iyice sıkışacak.
Fin önerileri içinde bu sefer Ercan Havalanın olduğu ima ediliyor. Her ne kadar Rumlar bu öneriyi peşin olarak reddetmişlerse de, masadan kalkan taraf olmamak, reddeden taraf olmamak için başak bir konuda sorun çıkararak kriz yaratmak oyununu oynayacaklar gibi gözüküyor.
Annan’ın İstanbul’a gerçekleştirdiği ziyaret sonrasında Kofi Annan’ın Finlandiya Başkanlığı’ndan Tabere’de sunulması beklenen pakete Ercan Havaalanını da dahil etmesini istemesi, olayların seyrini iyice değiştirmişe benziyor.
KKTC temsilcilerinin varlığının Tabere’deki görüşmede öngörülmemesi nedeni ile KKTC temsilcisi bu görüşmelerde yer almayacak. Kıbrıs’la ilgili görüşmelerde KKTC temsilcisine yer verilmemesi durumu Kıbrıs konusu ve Kıbrıs’ta çözüm amaçlı görüşmeler konusunda çok tehlikeli yeni bir kapı açacak. Yıllardır kendisinin muhatabının KKTC değil Türkiye olduğunu söyleyen Papadopulos’un siyaseten yükselme isteği yerine gelmiş olacak ve Türkiye’nin diplomatik olarak tanımadığı ve muhatap kabul etmediği GKRY bir yerde yasallık kazanarak eşit statüde bir devlet haline gelecek.
Tabere’deki görüşmelerde kilitlenmelerin, son dakika sürprizlerinin ve manevralarının gerçekleşmesi olasılığı var. Finlandiya formülünün başarısızlığa uğraması, Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirmemesi ve yaptırımlar uygulanmasının gerekmesi durumunda, AB Komisyonu gümrük birliği ile ilişkili 3 müzakere başlığının “dondurulmasını” önerecek.
Söz konusu bu 3 müzakere başlığının dondurulması müzakerelerin akışını pek etkilemeyecek. Bu 3 müzakere başlığının dışındaki müzakere başlıkları açılabilecek ve itiraz eden olmazsa kapanabilecek ve tamamlanacak. İtiraz eden varsa veya Türkiye’nin Limanlar veya benzeri konulardaki yükümlülüklerini yerine getirmesi istenirse, yükümlülükler yerine getirilene kadar açılan başlıklar kapanamayacaklar.
AB’den gelen haberler, AB üyesi yarıdan çok fazla sayıda ülkenin bu formüle onay vermeye hazır olduğu yönünde.
Bu önlemlerin ve engellemelerin pratikte Türkiye’ye hiçbir zararı olmayacak. Zararı gören Kıbrıs’lı Türkler ve kan pahasına kurdukları KKTC olacak. Kıbrıs Türklerinin kurdukları devlet olan KKTC ise görüşmelerde artık muhatap alınmadığı ve taraf olamadığı için, gelecekte kendisine verilecek yer, GKRY içindeki Ermeniler, Maronitler ve Latinler gibi bir azınlık statüsü olacak. Bu da Kıbrıs’lı Türklerin var oluş mücadelesinin açıkça sonunu getirecek.
Türkiye’de Mayıs 2007 de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve Ekim Ayında yapılacak Milletvekilliği seçimleri nedeni ile görev başındaki hükümet, AB-Türkiye müzakereleri ve Kıbrıs konusunda yumuşak bir davranış içine giremeyecekken aynı şekilde 21 Şubat 2008’de yapılacak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeni ile de Kıbrıs’lı Rum siyasiler de iç tribünlere yönelik sert tavırlar içinde olacaklar.
Dış politika, Türkiye-AB müzakereleri ve Türkiye-Kıbrıs Rum ilişkileri önümüzdeki 30 ay içinde bayağı hareketli ve sert geçecek. Kötü olan taraf, oynanan bu oyunda KKTC’nin artık yerinin bulunmaması. KKTC artık saha dışında.
Rum Adalet ve Kamu Düzeni Bakanı Sofoklis Sofokleus’un; “KKTC’de Rum malı gaspçıları tutuklanacak” şeklindeki sözleri ilk anda KKTC’de panik yaratmasına rağmen, işin detayına inilince bu açıklamanın Rum malı kullanan Kıbrıs’lı Türklerin tutuklanması konusunda doğru olmadığı, en azından Kıbrıs’lı Türkleri kapsamadığı görülüyor.
Adalet Bakanı Sofoklis Sofokleus yeni bir yasadan değil, mevcut olan “Ceza Yasası”nın başkalarına ait malların hileli işlem görmesini izah eden 303 A maddesinden söz ediyor.
Söz konusu 303 A maddesi şu kişiler hakkında 7 yıl hapis cezası öngörüyor:
“Başka bir kişiye ait malı hile yapmak kastıyla alıp satan kişi, Gayrı menkulü;
a) Başka birine satan veya kiralayan veya ipotek eden veya herhangi bir şekilde borçlandıran veya başka bir taşınmaz malı kullanmak maksadıyla sunan veya;
b) Başkasına satmak veya kiralamak veya ipotek etmek için reklâmını yapan veya…
c) Başka birine satmak veya kiralamak için anlaşma yapan veya…
d) Böyle bir alışverişe konu olan gayrimenkulü kabul eden”
Tabi burada “Gaspçı” kelimesinin be anlama geldiği de çok önemli.
Her ne kadar Ceza Yasası’nda Kıbrıs Rum malı bulundurmayı ve kullanmayı yasaklayan bir öngörü varsa da, konu açık olarak sadece tasarrufunda Kıbrıs Rum malı bulunduran veya Rum evi bulunduran Kıbrıslı Türklerle ilgili değil.
Burada sözü edilen “Ceza Yasası”nın başkalarına ait malların hileli işlem görmesini izah eden 303 A maddesi. Kıbrıs Rum mallarının yasadışı olarak bulundurulması ve kullanılmasının Ceza Yasası’nın başka bir maddesi tarafından da yasaklanıyor ama her ikisi de Kıbrıs’ın kuzeyinde bulunan ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti denetimi dışında olan bölgelerde yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarında bulunan eski Rum mallarında oturan veya elinde tutan Kıbrıs’lı Türkleri kapsamıyor. Yasada zaten Kıbrıs’lı Rum veya Kıbrıs’lı Türk diye bir ayırım da yok. Eğer Kıbrıslılara da uygulanacaksa hem Türkleri hem de Rumları kapsıyor bu 303A maddesi. Açıkçası 303A’daki bıçak iki taraflı kesiyor.
Rum Adalet Bakanı Sofoklis Sofokleus açıklamasında açıkça Kıbrıs uyruğunda olmayan kişileri kastediyor. Zaten aksi bir uygulama adanın her iki kesiminde hemen büyük bir kaos yaratır.
2.ci Harekat sonrasında Klerides ve Denktaş arasında imzalanan “31 Temmuz – 2 Ağustos 1975 – 3.cü Viyana Anlaşması” isteklerine bağlı olarak Kuzeydeki Rumların güneye, Güneydeki Türklerin de kuzeye UNFICYP gözetiminde göç edebileceğini içermektedir. Ve bu anlaşma doğrultusunda da Kuzeydeki Rumlar güneye, Güneydeki Türkler de kuzeye geçmişlerdir.
Kuzeye geçen Türkler Rum evlerine oturmuşlar, güneye geçen Rumlar da, ki güneyden gelen Türklerin iki misli nüfusa sahiptiler, güneydeki tüm Türk evlerini ve arsalarını, Rum Adalet Bakanı Sofoklis Sofokleus’un kullandığı kelime ile “işgal ve gasp” etmişlerdir.
Söz konusu “Ceza Yasa”sı Kıbrıs’lı Türklere karşı çalıştırılacaksa, aynı maddeler, aynı tanımlar ve aynı “7 yıl cezası” Güneydeki Türk malları içinde oturan veya Türk arsası içine inşaat yapan her Rum için de geçerlidir.
Rum mahkemelerine yapılacak başvuru, Türk arazisi içinde, Türk Mal sahibinin izni olmadan oturan her Rum’u mahkum etmeye yetecektir.
Burada önemli olan, “Ceza Yasa”sının 303A maddesi değil, KKTC Cumhurbaşkanı M. A. Talat’ın Annan ile yaptığı görüşmenin önemini kaybetmesi ve gündemdeki yerini almaması için, aynı gün içinde Rum Adalet Bakanı Sofoklis Sofokleus’un saçma ama saçma olduğu kadar da gündemi sarsmaya yetecek açıklaması ve fanatik Rum milliyetçi “Hrisi avgi” örgütünden 15 kişinin, Rum tarafındaki İngiliz Okulunda okuyan 5 Türk öğrenciye saldırmasıdır.
Gözler ve dikkatler bir anda “Mal canın yongasıdır” sözüne uygun olarak Rum Adalet Bakanı Sofoklis Sofokleus’un “Türkler Cezalandırılacaktır” açıklamasına ve kalleşçe saldırıya uğrayan korumasız evlatlarımıza çevrilmiştir.
Papadopulos’un kurmayları gündem değiştirmek için hemen düğmeye basmışlar ve Kıbrıs konusunun BM zeminine kaymaması, Talat’ın Annan ile görüşmesi önem kazanmaması için elden gelen ne olabilirse yapmışlardır.
Son günlerde AKEL ile Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti Başkanı Papadopulos’un arası hiçte iyi değil.
Her ikisi de pek renk vermiyorlar ama araları pek parlak değil.
Zaten AKEL ilişkileri gerginleştirmek için ipleri biraz çekti.
Önce Hristofyas, Başkanı olduğu Mecliste ısınma amaçlı yakıtın vergilendirilmesine itiraz etti ve Rum Maliye Bakanı Mihalis Sarris’den bu itirazının dikkate alınmasını istedi, sonra RMMO içerisindeki adam kayırma konuları nedeniyle bayağı bir gürültünün çıkmasına neden oldu, en sonunda da Ekim’in son haftası içinde CTP ile yemeli içmeli bir toplantı yaparak Papadopulos’un zıvanadan çıkmasına neden oldu.
Papadopulos’un seçimlerine çok yok. Kala kala 14 ay kaldı. Zaten Papadopulos’un sağlığı da bu seçimlere girmesine pek müsait değil. Meydan açıkça Dimitris Hristofyas’ın. “Gör beni göreyim seni”nin diyetini istemeye hazırlanıyor sanki.
Şimdilerde Tassos Papadopulos, seçimlere kadar Koalisyonu nasıl idame ettirebilirim çabası içinde ve nasıl bir “Uzlaşı Formülü” bulabilirim arayışında.
AKEL Polit Bürosu’ndan bir grup, ilişkileri normalleştirmek ve tonları düşürmek gayretiyle önceki akşam, Genel Sekreter Dimitris Hristofyas başkanlığında Rum Başkanlık Köşkü’ne giderek Papadopulos’la gizli bir görüşme gerçekleştirdiler. Tam bir “Al gülüm ver gülüm içerikli hesaplaşma” toplantısı oldu bu.
AKEL’in ve de DIKO’cuların gizli kalmasına gayret göstermesine rağmen bu görüşmenin kokuları etrafa yayıldı. Özellikle Dimitris Hristofyas’ın Papadopulos’a diklenmesi pek alışıldık bir tavır değil. AKEL dışarı sızan haber yüzünden bir açıklama yapmak zorunda kaldı. AKEL tarafından yapılan açıklamada görüşmenin parti liderliğinin Papadopulos’la rutin görüş alış verişleri çerçevesinde yapıldığı, önemli bir dizi konu ve sosyal önlemler paketi konusunun da ele alındığı ve Papadopulos’un Kıbrıs sorunundaki son gelişmeler hakkında bilgi verdiği iddia edildi ama pek de inandırıcı olmadı bu açıklama.
Gerçekte söz konusu görüşme, mevcut gerginliğin azaltılması arzusuyla Başkan Papadopulos’un isteği üzerine gerçekleştirildi ve Kıbrıs Rum Meclisindeki en büyük parti olan AKEL ile Papadopulos’un müstafi başkanı olduğu DIKO’nun köşe başlarını tuttuğu koalisyonun seçimlere kadar devam ettirilmesi amacını taşıyordu.
Rum Cumhurbaşkanlığı köşkünden sızan bilgiler, önceki günkü görüşmenin gergin bir ortamda gerçekleştiği ve AKEL’in görüş ayrılıkları bulunan çeşitli konularda ve özellikle de ısınma amaçlı petrol vergilerinin azaltılması konusunda Rum Maliye Bakanı Mihalis Sarris’in reddettiği taleplerini, emredici bir üslupla Başkan Tasos Papadopulos’un bilgisine getirdiği yönünde.
Papadopulos bu tavırlardan hiç hoşlanmadı ve AKEL’in bu konuda izlediği yönteme itiraz etti.
İşte Papadopulos’un ara bulmak yerine AKEL heyetine AKEL’in bu davranışını hoş görmediğini beyan etmesi ve AKEL’e arka çıkmayacağını söylemesi AKEL liderliğinin hiçte hoşuna gitmedi. Şimdi AKEL konunun yeniden gözden geçirilmesini ve sosyal önlemler paketi konusundaki görüşlerinin kabul edilmesini talep ediyor. Açıkçası Rum halkı için çok önemli olan “Sosyal Önlemler Paketi” konusunda AKEL’in Memorandumu söz konusu.
2008 Şubatında yer alacak Kıbrıs (Rum) Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKEL’in desteği olmazsa, ki bu destek kemikleşmiş %27-28 oy demektir, seçimlere kadar yaşayabilip aday olursa Papadopulos’un veya halefi Karoyan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi tehlikeye girecek demektir.
Üstelik Hristofyas, Papadopulos’un üniter bir Rum Devleti kurmak isteğine de karşı. AKEL’in Annan Planı Referandumunda seçimlere 24 saat kala “EVET” oylarını “HAYIR”a çevirmesine rağmen, geçen süre içinde Papadopulos’un vaad ettiklerini yapamaması ve öngörülerinin gerçekleşmemesi nedeni ile AKEL taraftarlarının gösterdiği olumsuz tavırlar, Hristofyas’ı, Papadopulos’ destek veren Koalisyonu devam ettirip ettirmemeyi iki kere düşünmeye zorluyor.
İpler halen gergin.
AB Dönem Başkanı Finlandiya’nın Başbakanı Matti Vanhanen’in, “Türkiye’nin 6 Aralık tarihine kadar Kıbrıs’a liman ve havaalanlarını açmaması halinde, yaptırımlar uygulanacağı” şeklindeki açıklaması, kendi klasmanında bir ilk değil.
Bu tanımlama, kulağımızın çok alıştığı ve spor alanında bir rekor kırıldığı iddiası olduğu zaman bir evvelki rekor sahibinden yükselen uyarı mesajına benziyor.
Finli Başbakan tam bir işgüzarlık yapıyor.
Daha evvelki “Fin teklifleri son şanstır, reddedilirse bir daha böyle fırsat ele geçirilemez” uyarısı fos çıktığı ve iyice prestij kaybetmesine neden olduğu için bu sefer işgüzarlık ve AB Dönem Başkanlığına yakışır bir efelik yapmayı tercih etti.
Türk deniz ve hava limanlarının, Kıbrıs Rum bayraklı gemi ve uçaklara, 2006 yılı içinde ve AB Devlet Başkanları Konseyinin yılın son Toplantısından evvel açılması kararı, AB tarafından 21 Eylül 2005 tarihinde alınmış bir karardı zaten. Söylemeye ve de sanki bir uyarıymış havasını vermeye de hiç gerek yoktu
Kıbrıs Rum tarafı, Finlandiya’nın girişimine, başarıya ulaşacağı düşüncesiyle çok umut bağlamıştı ve Türkiye’ye bir baskı şeklinde yansıyacak hiç bir girişimini ve desteğini de esirgememişti. Ama buna karşın Türkiye’nin limanlar konusundaki karşı iddiaları ve olmazsa olmaz tavırları AB içinde gittikçe yer etti ve taraftar buldu. Şimdi AB’deki kafalar eskisi gibi değil ve biraz karışık, hatta bayağı karışık. Körü körüne Kıbrıs’lı Rumlara inanmanın çok yanlış olduğunu fark etmeye başladılar.
T.C. Başbakanı Erdoğan’ın ve Başbakan Yardımcısı, Dış İşleri Bakanı Gül’ün ısrarla Kıbrıs konusunun BM’de görüşülmesi gerektiği söylemleri, T.C. Genel Kurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın da aynı yönde Türk siyasilere destek vermesi, işin ciddiyetini iyice ortaya koydu.
Bu gelişmelerden sonra bu ısrarlı talebe kulak veren AB Komisyon Başkanı J. M. Barosso’nun yaptığı “Kıbrıs konusu BM zemininde çözülmelidir” önerisine bir müddet sonra yardımcısı Verheugen’in de katılmasından sonra, AB Komiseri Olli Rehn’in AP Genel Kurulunda AB’nin BM’nin Kıbrıs’ta kapsamlı ve kalıcı çözüm yolundaki çabalarına destek verdiğini söylemesi, ABD Dışişleri sözcüsü Bryza’nın ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın da aynı yönde desteklerini beyan etmeleri, Kıbrıs konusunun istikametini ciddi ciddi tekrar BM zeminine yöneltti.
Kıbrıs sorununun BM’de görüşülmesi artık AB’nin her kademesinde ele alınıyor. Papadopulos’un Kıbrıs sorununu AB içine çekme planı pek başarılı olamadı.
AB üyesi ülkelerin parlamentolarının, Avrupa İşlerinden Sorumlu Komiteleri’nin (COSAC) Helsinki’de gerçekleştirilen 36. toplantısında Kıbrıs sorunu da gündemde olmamasına rağmen sırf bu nedenle ele alındı.
Türkiye’nin AB üyelik sürecinin görüşülmesi, bu toplantıyı da etkiledi. Toplantıda Finlandiya Meclis Başkanı Pavo Liponen’in “Kıbrıs sorunu AB’ın değil, BM’nin sorunudur” şeklindeki açıklaması ise dün Rumlara komitede beklemedikleri bir uyarı oldu.
Finlandiya Meclis Başkanı Pavo Liponen’in bu sözleri, AB Dönem Başkanı Finlandiya’nın Başbakanı Matti Vanhanen’in, daha dün söylediği “Türkiye’nin 6 Aralık tarihine kadar Kıbrıs’a liman ve havaalanlarını açmaması halinde, yaptırımlar uygulanacağı” şeklindeki açıklamasının sadece bir sünnetçi korkusu vermek amaçlı olduğu, hiçbir hava kesmeyeceği ve gerek Türkiye gerekse de AB’nin diğer üye devletleri üzerinde hiçte etkili olamayacağı mesajını veriyor.
COSAC’ın Helsinki’de gerçekleştirilen 36. toplantısında Rum delegesi Hrisostomidis’in Pavo Liponen’in yukarıdaki sözleri üzerine yaptığı konuşmada, Kıbrıs sorununun çözülme yerinin BM olduğu ancak Türkiye’nin Avrupa’ya yönelik davranışı ile yükümlülüklerini yerine getirmesinin de AB’ın sorunu olduğunu belirtmesi ve Avrupa ilkelerinin hem büyük hem de küçük ülkeler için geçerli olması gerektiğini de dile getirmesi perde arkasında çok ilginç gelişmelerin olduğunun bir habercisi.
Bu konuşmadaki satır arası mesaj da çok önemli.
Anlaşılan artık Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni AB içinde pek takan yok. Zaten AB’li diplomatlarda Kıbrıs’lı Rumları, “ikide birde kurt geldi koyunlarımı yiyecek çığlıkları ile köylüyü telaşa verip arkasından kıs kıs gülen çobana” benzetiyorlar ve bir gün gerçek kurt geldiğinde artık Rumların yanında olmayacağız diyorlar.