IS IT A PETROL CRISIS OR A TRICK FOR SOVEREIGNTY

IS IT A PETROL CRISIS OR A TRICK FOR SOVEREIGNTY

The Greek Cypriot Administration (GCA), finally managed to con-vey the artificially created petrol crisis based on the hydrocarbon ex-ploration in her so called “Exclusive Economic Zone” in to the EU and European Parliament.

Actually this was the target of the GCA, to create a dispute with Turkey and push Europe as a whole to deal with political issues pro-voked artificially by her self, with Turkey.

Turkey is not a party to the UN Convention on the Law of the Sea, UNCLOS, due to the continental shelf demands of Greece for her Dodecanese islands in Aegean sea. Turkey duly did not accept the 12 nautical miles width of the territorial waters of the Dodecanese islands as declared by Greece on the bases of UNCLOS and noted this act as “Casus Belli”, a “Cause of war”.

All the European countries recognized UNCLOS and are part of this Convention. According to UNCLOS, declaration of an Exclusive Economic Zone by an independent state strictly requires mutual agreement’s of the neighbor states around.
Since Turkey is not a part of this convention, she already pos-sesses her previously declared southern Continental Shelf stretching 200 nautical miles southwards starting from the baseline joining Gazi-pasha, the eastern tip of Antalya bay, with Kash, the western tip of Antalya Bay, according to the 1958 Geneva Convention.

GCA had signed an Economic Cooperation agreement with Greece years before. Now she signed and agreement with Egypt delimiting their respective economic zones and providing for detailed offshore cooperation, while she also has agreed with Lebanon on a similar delimitation and cooperation.

The Economic Cooperation agreement with Greece, covers and delimits the seas between Rhodes island and Western tip of Cyprus, extending 200 nautical miles southwards, shuts away to Turkey the western waters of Eastern Mediterranean sea.
The Exclusive Economic Zone agreement with Egypt, covers all the waters with in Cyprus and Egypt and gives underwater sovereignty to Greece, Cyprus and Egypt.
The Exclusive Economic Zone agreement with Lebanon, covers all the waters in between Cyprus and Lebanon as well.

The target of these agreements is, to occupy Turkey’s southern Continental Shelf zone, to build a solid wall around Turkey’s southern shores and to isolate her from the seas of the Eastern Mediterranean Sea, with all the underwater and sea bed wealth underneath.

Based on the 1960 Treaty of the Establishment of the Republic of Cyprus, the March 4, 1964 dated UN resolution No. 186, passed to stop the fierce inter-communal clashes on the island, contributed to the GCA the sovereignty and the role of Governing Government of the island of Cyprus.

The protocol 10 of the Republic of “Cyprus’ Accession Agreement” to the EU, took into consideration the island of Cyprus as a single so-vereign state and the GCA as the sole and only accredited “Government of Cyprus”, as well.
Article 1(1) of Protocol 10 disregards the existence of Turkish Re-public of Northern Cyprus (TRNC) and partnership rights of Turkish Cypriots in the so called Greek Cyprus Government, and defines the territories under the sovereignty of TRNC as “the areas of the Republic of Cyprus in which the Government of the Republic of Cyprus does not exercise effective control”.

The trick of the artificial petrol crisis lies on extending and spreading the sovereignty of the GCA to the territorial seas of “the areas of the Republic of Cyprus in which the Government of the Republic of Cyprus does not exercise effective control”, namely the waters of TRNC, facing to Turkey, along the northern cost of the island and grasp the whole island, relying on to the 26 EU member states behind.

19 Şubat 2007
IS IT A PETROL CRISIS OR A TRICK FOR SOVEREIGNTY için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Timeo Danaos et donna ferentes

Timeo Danaos et donna ferentes

Bu cümleyi pek anlamadığınızı biliyorum. Belki de hiç duymadınız bile. Bu çok ünlü bir cümle. Yaşı da birkaç bin senelik.

Meriam Webster Dictionary ve  Readers Digest Dictionary kitaplarının “Foreign Proverbs” bölümlerine bakarsanız veya internette bu cümleyi yazıp arama yaparsanız, hem cümlenin kendisini hem de karşılığını çabucak bulursunuz.

Cümlenin Türkçeye tam çevirisi “Bana hediye verse bile Rumlardan korkarım”dır.

 

Birkaç bin sene evvel söylenmiş ve doğruluğundan dolayı bir çok değişik milletin diline de yerleşmiş bu söz, Helen ırkının yani günümüz Rumlarının ve Yunanlılarının genel karakterini çok iyi yansıtıyor.

 

Rumların dünya felsefeleri, yalan-dolan üzerine kurulu. Boşuna “Bizans entrikası” diye bir cümle asırlardır hem Türkçemizde hem de diğer batı dillerinin içinde yer etmemiş. Kesinlikle birden çok deneyime ve doğru bulguya dayalı çıkmıştır bu söz.

 

Rum Meclisi’nin davetlisi olarak dört günlük bir ziyaret için Güney Kıbrıs’ta bulunan Commonwealth (Ortak refah) Parlamenterler Birliği’nin (CPA) İngiltere Kolu milletvekilleri Andrew Dismore, Lord Anderson, Lord Jilcooney, Lord Morris, Peter Vingers, Pierra Hambra kendi yaptıkları araştırmalardan sonra Kıbrıs ile ilgili ve doğru olan gerçekleri Rum meslektaşlarına söyleyince toplantıda kıyametler koptu, düş kırıklıkları yaşandı.

 

Toplantıda İngiliz Milletvekillerinin, KKTC topraklarındaki malların büyük bir bölümünün Kıbrıslı Türkler ait olduğunu söylemesi, 15 Temmuz 1974’de Yunanistan’daki Albay Yorgo Papadopulos başkanlığındaki Cuntanın organize ettiği darbeden sonra Kıbrıs’ta 1960 Kuruluş Anlaşmasına aykırı olarak “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin kurulduğunu ve bu yeni ilan edilen devletin Cumhurbaşkanı Nikos Sampson’un da hemen Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak ettiğini açıkladığını, bu nedenle de Türkiye’nin 1960 Kuruluş Anlaşması EK: 1, bölüm B, Garanti Antlaşması, Madde 3’deki Garantörlük haklarını kullanarak adaya müdahale ettiğini ve bu nedenle de adada bulunduğunu söylemesi, Rumları şaşkına çevirdi ve bayağı üzdü.

 

CPA Milletvekili Lord Jilcooney, KKTC’deki inşaatların çoğunun, Kıbrıs Türk malları üzerine inşa edildiğini belirtmesi, Ozanköy’ü (Kazafana) örnek olarak göstermesi ve ayrıca, Kıbrıslı Türklerin, kendilerini “işgal altında yaşadıklarını” hissetmediklerini, bunun tam tersi olarak geçmişte yaşadıklarını unutmadıklarından Türk askerinin Kuzey’de bulunmasından memnun olduklarını söylemesi, Rumları bayağı düş kırıklığına uğrattı ve bozdu. Böylesine gerçekçi yanıtları, hediye misali yemeğe-içmeğe davet ettikleri bu insanlardan hiç beklemiyorlardı.

 

İngiliz Milletvekillerinin üstüne üstlük bir de Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonunun kaldırılmasını talep ettiklerini söylemeleri ve bu izolasyonların kaldırılması için de her tür girişimi yapacaklarını açıklamaları, Rumları iyice bozdu. Bunlar gerçekte hiç beklemedikleri ve duymak bile istemedikleri yanıtlardı.

 

Aslında İngiliz Parlamenterleri, beyinlerini yıkamak ve Kıbrıs sorununu çarpıtarak aktarmak için davet ettiklerinden bu şekilde bilinçli olmalarından pek hoşnut kalmadılar. Kendilerine Rum tezleri doğrultusunda Kıbrıs sorununda bugüne kadar ne olduğu konusunda tarihi bir hatırlatma yapılmasına rağmen İngilizlerin bildiklerini okumaya devam etmeleri, Rum milletvekillerini, İngiliz milletvekillerinin tüm bu konularda yanlış bilgilendirildiğini açıklamaya mecbur etti. Arkasından da aynen başlıktaki cümle gibi karşı saldırıya geçerek, yalana-dolana dayalı suçlamalarda bulunmaya başladılar.

 

İlk etapta İngiliz Milletvekillerini önyargılı olmakla suçladılar, arkasından da, KKTC topraklarında bu milletvekillerinin mülkleri olduklarını iddia ettiler. Sonra da bizim adımıza da konuşarak, Kıbrıslı Türklerin de Türk işgal kurbanı olduklarını  ileri sürdüler.

 

Aynen başlıktaki birkaç bin yıllık cümle gibi, İngilizlere hediye verirken bile kendilerini bir yılan gibi sokmak ve zehirleyerek yok etmek istediler.

Belli ki  binlerce yıl evvel söylenen ve Helen ırkının karakterini çok iyi tanımlayan “Timeo Danaos et donna ferentes” cümlesi boşuna söylenmemiş.

15 Şubat 2007
Timeo Danaos et donna ferentes için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Petrol Arama-Çıkarma’da geri adım

Petrol Arama-Çıkarma’da geri adım

Lillikas’ın horozlanması, Atina duvarına çarpıncaya kadar sürdü. Çarpmadan  sonra da matçez (yamyassı) oldu ve yere düştü.

Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) boyundan büyük işleri girmesinden ve doğu Akdeniz’deki havayı bozmasından pek hoşnut kalmadı. Yunanistan, Türkiye ile hasmane ilişkiler değil, dostane ilişkiler kurmak istiyor.

 

Evvelki gün Rum Yönetimi Başkanı Tasos Papadopulos alelacele Yunanistan’a çağrıldı. Gündem açıklanmasa da, kulaklara fısıldanan, Papadopulos’un kulaklarının petrol konusunda yarattıkları fırtınadan dolayı çekileceği oldu.

Her ne kadar Papadopulos’un sözcüsü, daha evvel resmi olarak tespit edilip açıklanmamış olan ve aniden kararı verilen Atina’ya yapılacak bu ziyaretin, son gelişmeler nedeniyle alınmadığını söylese de, gerçek hiçte böyle değil.

Petrol konusu, kesin olarak Yunanistan Başbakanlığı’nda gerçekleştirilecek görüşmenin ana gündem konularından birini oluşturuyor.

 

Petrol konusunda, Papadopulos elinin çok sağlam olduğunu iddia ediyor. Söylediğine göre Türkiye ile Kıbrıs arasındaki denizde 1974 Barış Harekatından hemen önce petrol arama ve çıkarma çalışmaları yapılmış, sismik haritalar çıkarılmış ve Kıbrıs hükümeti de, 1974 Barış Harekatı öncesinde çokuluslu büyük şirketlere petrol arama izinleri vermiş. Dönemin meclisi de Barış Harekâtından birkaç gün önce petrol bulunması halinde “Kıbrıs”ın çıkarlarını güvence altına alan bir takım yasalar geçirmiş.

Bunlar sırası ile;

22 Mart 1974: 5/74 sayılı, Kıbrıs karasal kıta sahanlığına ilişkin sözleşmeyi onaylayan yasa;

5 Nisan 1974; 8/74 sayılı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin karasal kıta sahanlığına arama ve istifadeyi öngören yasa;

28 Haziran 1974: 25/74 sayılı, petrol arama ve çıkarma konusunda yeni direktifleri belirleyen yasa.

Özellikle 25/74 sayılı yasa, karasal kıta sahanlığı da dâhil olmak üzere Kıbrıs’ın her neresinde olursa olsun, bulunacak petrolün Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait olduğunu içerdiğinden, Papadopulos, yaptıklarının hukuki temellere oturduğu ve Kıbrıs’ın kuzeyindeki sularda da hak sahibi olduğu iddiasında.

 

Ama her şeye ve Papadopulos’un tüm iddialarına rağmen Atina’ya 20 Şubat’ta gidecek olan GKRY Başkanı Papadopulos’u Karamanlis’in uyarısı bekliyor. Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis, Tasos Papadopulos’tan sözde “Münhasır Ekonomik Bölge” içerisinde yapmayı planladığı ve resmi programını da açıkladığı petrol arama prosedürlerini dondurmasını isteyecek. Bunu zaten şimdiden kendisine duyurdu.

 

Yunan hükümeti, ihaleye çıkış tarihinin ilan edilmiş olmasından dolayı  iptal edilmesinin yanlış olacağını bilmesine rağmen, Türkiye ile ilişkilerini bozmak istemiyor. Türkiye ile Yunanistan arasındaki ticaret hacmi, Yunanistan’ın özellikle enerji konusunda Türkiye’ye bağımlılığı, artık eski dengelerin ve hasmane düşüncelerin değişmesine yol açıyor.

Kostas Karamanlis, Başkan Papadopulos’tan, denizde petrol aramaları prosedürünün başlamasının havada kalması için prosedürün ikinci aşamasını dondurmasını istemekte kararlı ve bunu sağlamak için elden geleni de yapmaya hazır gözüküyor.

Gerçekte de Mısır ile Kıbrıs arasındaki denizde petrol arama ve çıkarma konusunda çok fazla adımlar atılmış da değil.  GKRY tarafından konuyu oldu bittiye getirmek için yapılmış olan, gerekli tüm işlemlerin takviminin ilan edilmesi değil, sadece ihale başvurularında bulunulmasına ilişkin ilk aşamanın açıklanması idi. Bunu dikkate alan Yunanistan geri adım atılmasını istiyor.

 

İkinci tartışılacak konu ise, 8 Temmuz Talat-Gambari-Papadopulos görüşmesinde karara varılan Teknik Komitelerin kurulmasına ve çalıştırılmasına felik (takoz) koyan Papadopulos’un bu tavrından vazgeçmesi üzerine kurulu.

 

Tartışılacak diğer bir konu da,  AB Dönem Başkanı Almanya’nın yoluna koyduğu araştırmalar ışığı altında KKTC’yle doğrudan ticaret konusu. Avrupa Birliği dönem başkanı Almanya’nın AB’nin Kıbrıs Türk toplumuyla doğrudan ticaretiyle ilgili tüzük konusundaki inisiyatifi ele alması, Yunanlıların ve Kıbrıs’lı Rumların pek de hoşuna gitmedi. Bu konu da, ortak girişim ve eşgüdümlü çalışma içine girmek ve “Doğrudan Ticaret’e, KKTC’ye yasallık kazandırmayacak ve Kıbrıs’lı Türklerin AB ile doğrudan ticaret yapmasına mani olacak takozları koymak doğrultusunda program yapıp strateji belirleyecekler.

 

KKTC hükümetinin referandum yaparak halkına bağımsızlık isteyip istemediğini, Rumlar tarafından 1963 yılında silah zoru ile yıkılmış olan Kıbrıs Cumhuriyetinden ayrı olarak kurduğu devletinin tanınmasını isteyip istemediğini sorması ve alacağı yanıta göre adım atmasının zamanı geldi.

12 Şubat 2007
Petrol Arama-Çıkarma’da geri adım için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

THE OLD HORSE OF THE UN: THE CYPRUS PROBLEM

THE OLD HORSE OF THE UN: THE CYPRUS PROBLEM

The old horse of the UN Security Council and the secretaries-general of the UN –from U Thant to Annan — is definitely the Cyprus problem. The partnership of the Republic of Cyprus was established with two communities: the Greeks and Turks of the island, by way of the 1960 Treaty of Establishment of the Republic of Cyprus.

However, it would later be destroyed in 1963-64 by Archbishop Makarios III and his criminal crew — one of which was the present pretender to the post of “President of Cyprus,” Mr. Papadopulos.

This is a glaring fact known to all concerned parties but they choose to ignore it for their self-interests.

The political decision of the big Western powers of that era was to recognize Makarios III and his government as if it was composed of 100 percent Greek Cypriots (in lieu of a partnership government of 70 percent Greek Cypriots and 30 percent Turkish Cypriots), right after the ethnic cleansing of the Turkish Cypriots by the Greek Cypriots and the government of Cyprus, which was then composed solely of Greek Cypriots after the Turkish Cypriots were forced out of their government offices.

Greek Cypriot leaders defied the compromising 1960 agreement and resorted to armed force in order to destroy the “partnership Re-public,” thus getting rid of the “sui generis” provisions which did not allow the Cyprus Republic to destroy itself and unite with Greece or Turkey.

Despite this, the Greek Cypriot leadership was treated as if it had successfully achieved its objectives while Turkish Cypriots were, at great human cost, resisting this unorthodox, illegal attempt in order to protect the bi-national partnership quality of Cyprus.

The Soviets, leaders of the eastern block of that era, joined in on this fallacy hoping that Makarios III would invite the Soviets to Cyprus, committing a grave injustice against the Turkish Cypriot partner whose constitutional rights were violated while as individuals, Turkish Cypriots lived under fear of genocide until Turkey’s arrival in 1974.

Archbishop Makarios III, “The president of Cyprus” who had en-gineered the whole tragedy back in 1963, had welcomed UN Resolution 186 as a victory.

He stated: (Cyprus Mail, March 5, 1964) “We have received a res-olution in the first phase of our struggle in the international field. Tur-key cannot, in the future, threaten intervention in Cyprus invoking the Treaty of Guarantee.” He then fortified this statement in Athens — on the anniversary of 1950 illegal Enosis [annexation to Greece plebiscite in Cyprus — saying that, “Today the Zurich and London Agreements (which established the republic of which he was still treated as its president) stand abrogated and buried. Neither Turkey nor any other power can breathe life into them again.”

It is a pity and a shame that even following 1974, the big powers refused to have a second look at Cyprus and at the secretary-general’s mandate in order to pave the way for a fair and permanent solution.

This would necessitate putting a proper diagnosis on “the Cyprus problem.” Suggested remedies by all concerned parties and previously submitted plans by the Secretary-Generals were obviously not helping to reach a settlement and yet, as if blindfolded to the realities of Cyprus and to the policies of the two parties on the island, they all insisted in treating one of the parties — the one which had created the problem in order to achieve Enosis, which the 1960 International Agreements had outlawed — as “the legitimate government of Cyprus.”

This attitude of not treating both sides equally; this deliberate er-ror of treating the Greek Cypriot side as the legitimate government in contravention of the rule of law, is an undeniable fact that has so far prevented a settlement in the “old horse”: the Cyprus problem.

12 Şubat 2007
THE OLD HORSE OF THE UN: THE CYPRUS PROBLEM için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Lillikas ateşle oynuyor

Lillikas ateşle oynuyor

Çok değil daha 4 yıl öncesinin hızlı solcusu ve Kıbrıs’ta Federasyon isteyenlerin bayraktarı olan Yorgos Lillikas, 2003 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra aniden hızlı bir dönüş yaparak sağcı oldu ve Papadopulos’un koltuğu altına girdi.

Bu başarısından sonra önce Ticaret, Sanayi ve Turizm Bakanlığı sonra da Dış İşleri bakanlığı ile ödüllendirildi Lillikas.

 

Bu hafta içinde Lillikas’ın üç tane altın yumurta yumurtladı.

Birincisi, sözde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti içinde Türklerin hiçbir ortaklık hakları olmadığı ve sadece Ermeniler ve Maronitler gibi azınlık olduklarını söylemesi,

İkincisi de petrol konusunda GKR Yönetimini yalnızca uluslar arası anlaşmaların bağladığını ve başka hiç koşulun bağlayıcı olamayacağını söylemesi idi.

Üçüncüsü de, GKRY’nin bölgede Türkiye’nin alternatifi olduğu balonu idi.

 

Türkçemizde insanoğlunun bu tür ruhsal bozukluk içindeki durumunu  dile getiren ve açıklayan çok güzel bir deyim var; “Aç tavuk kendini arpa ambarında zanneder” cümlesi.

Bu cümle tamı tamına Lillikas’ın nasıl bir düşünce yapısı içinde olduğunu gözler önüne seriyor.

 

AB’nin 3.cü genişleme sürecinde Almanya etrafında yer alan dokuz küçük Avrupa ülkesinin AB’ye katılması için uğraşırken aniden Yunanistan’ın, Kıbrıs’lı Rumların AB’ye alınması aksi takdirde Veto kullanacağı şantajı ile karşı karşıya kaldı. AB ister istemez bu şantaja boyun eğdi ve dokuz küçük Avrupa ülkesi ile birlikte Kıbrıs’lı Rumlar da AB’ye girdiler. Aslında AB’ye girecek denli gelişmiş ve uyumlu olmamalarına ve adada kronik bir sınır ve toplumlararası sorunu olmasına rağmen bu şantaj ve baskı sonucunda AB’ye girmeyi başardılar.

Amaç aslında üzüm yemek değildi, Rumların amacı bağcıyı dövmekti.

 

Rumların AB’ye ne pahasına olursa olsun girmek istemelerindeki bir tek amaç, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, EK I, Garanti Anlaşmasını önce sulandırmak sonra da yok derecesine indirgemektir.

Garanti Anlaşması Madde 4’e göre Türkiye, İngiltere ve Yunanistan  “Garantör” devletlerdir ve bunlar adadaki düzen bozulduğu vakit tek taraflı olarak müdahale etmek hakkına sahiptirler. Türkiye, 15 Temmuz 1974 darbesinden sonra Kıbrıs’ta Nikos Sampson Cumhurbaşkanlığında “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti” kurulunca ve adadaki 1960 Anlaşmaları ile kurulmuş düzen bozulunca, diğer iki garantöre birlikte hareket ederek düzeni tekrar kurmak çağrısı yapmış, olumsuz yanıt alınca da tek başına müdahalede bulunmuştur.

 

İşte Kıbrıs’lı Rumlar, özellikle Türkiye’nin bu “Garantörlük” ve “Müdahale hakkı”nı yok etmek ve sıfırla çarpmak için AB’ye girdiler.

Aslında bütün horozlanmalarının nedeni şimdi AB üyesi bir devlet olmakla yanlarında 26 AB üyesi devletin olduğunu ve onların garantisi altında bulunduklarını varsayıyorlar.

Fransa’ya Baf’daki Andreas Papaandreu havaalanında üs vermelerinin asıl gerekçesi de herhangi bir Türk müdahalesine karşı, Fransız’lardan askeri destek almak.

 

Benim tanıdığım Rumlar, gerçekte Türk askeri müdahalesine karşı AB ülkeleri ile birlikte savunmayı değil,  yakın tarihimizde görüp yaşadığımız gibi, sırtlarını Avrupa’ya dayayıp garanti altında olduklarını hissettikleri anda aynen 15 Mayıs 1919 ve 15 Temmuz 1974’de yaptıkları gibi Kıbrıs’ın kuzeyini ele geçirmek için Kıbrıs’lı Türklere saldırmayı planlamaktadırlar ve aynen de bu mantalite içindedirler.

 

Petrol konusunda şimdilik sınırları zorluyorlar ve Türkiye’nin nereye kadar gidebileceğinin denemesini yapıyorlar.

Lillikas sırtını garanti bir yere, sağlam bir duvara dayadığı düşüncesi ile Rumların geleneksel megalomanik düşüncelerine kapılıp horozlanmaya, kafa tutmaya ve Türkiye’ye meydan okumaya başladı, aynen geçmişte atalarının yaptığı gibi. Gene hüsrana uğramaları çok yakındır.

8 Şubat 2007
Lillikas ateşle oynuyor için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar