Petrol krizi çıktı çıkalı olaya politik açıdan bakmak bana hep daha mantıklı geldi. Olayı derinlemesine hem Mühendis olarak hem de politikacı olarak incelediğimde bana petrol krizinin politik yüzü daha ilginç gelmeye başladı.
Aklıma hemen III.cü Makarios geldi. Makarios bir dönem “Bağlantısız devletlerin” liderliğine oynuyordu.
“Nonaligned Nations” olarak tanımlanan “Bağlantısız Devletler” ilk defa 1955 yılının Nisan ayında Endonezya’nın Bandung eyaletinde toplandılar. 1955’deki bu konferans dünya nüfusunun %52’sini barındıran 29 yoksul ülkeyi bir araya getirmişti. Sonra 1961 yılında dönemin Yugoslavya’sının Belgrad kentinde 25 tam üyenin ve 3 gözlemcinin katılımıyla ilk resmi toplantılarını gerçekleştirdiler.
1961’deki Belgrad Konferansı “Bağlantısız Devletler Hareketi”nin üyesi olabilmemin 10 koşulunu belirledi. Bu 10 koşulun arasında “Milliyetçi Akımları Desteklemek”, “İki Süper Gücün de Etkisinde Olmamak” gibi kurallar vardı.
Kimlerdi bu “Bağlantısızlar”.
Soğuk savaş döneminde, ABD ve SSCB’ye (Eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) eşit uzaklıkta kalmayı amaç edinmiş, çoğunlukla Asya’nın ve Afrika’nın fakir ve gelişmekte olan ülkeleriydi. Bağlantısız ülkelerin başını Yugoslavya, Hindistan ve Endonezya çekiyordu.
Genç Kıbrıs Cumhuriyeti’nin açık göz papazı Makarios, hem ABD’ye hem de SSCB’ye şantaj yapabilmek için bu fırsatı hiç kaçırmadı. Ne de olsa bizim papaz Bizans’ın torunu. Makarios hem Uluslararası platformlarda hem de BM’de her ikisinin de desteğini alabilmek için hemen ve derhal bu “Bağlantısız Devletler Hareketi”nin içinde yer aldı ve cübbesine güvenerek liderliğe oynamaya başladı.
Amerika kendisine baskı yaptığında, adada Ruslara üs vermekle Amerikalıları tehdit ediyordu, Ruslar baskı yaptığında da, Batı blokuna geçmekle Rusları tehdit ediyordu.
Amerikalıların korkusu Rusların adaya adım atması idi ve bu nedenle de, dönemin Kıbrıs Cumhuriyetine “Komünizmle Mücadele etmesi” için milyonlarca doları hibe olarak verdi.
Rusların korkusu ise, Kıbrıs Cumhuriyetinin Batı Bloku içinde yer alıp, karşı safha geçmesiydi. Bu nedenle de, ılımlı demir perde ülkeleri kanalı ile Kıbrıs’ta yatırımlara girdi.
Makarios, “Bağlantısız Devletler Hareketi”nin dağılmasına kadar her ikisini de parmağında oynatıp, istediğini yaptırdı ve istediği kararı aldırdı. Aynen tüm hukuk kurallarına aykırı olarak Kıbrıs’lı Türkleri Kıbrıs Cumhuriyetinden dışlayacak şekilde mevcut Kıbrıs Anayasasının 13 maddesini Rumların lehine değiştirerek kurduğu şimdiki Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini BM’de tescil ettirdiği 4 Mart 1964 tarihli, 186 No.lu karar gibi.
Sıra şimdi Makarios’un çömezi Papadopulos’da. Aynen hocası gibi davranıyor.
Ortada fol yok yumurta yok, petrol yok, doğal gaz yok. Daha arama bile başlamadı.
Petrol arama-çıkarma konusunda uluslar arası ihaleye çıkılacağı Ocak 2007’de ilan edildi. Başvurular Haziranda bitecek. Bazı şirket veya şirketler ile sözleşmeler, 2008 Şubatında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesinde, yani 2008 Ocağı’nda da imzalanacak. Papadopulos yaşarsa seçimi kazanması böylece garanti olacak.
GKRY’nin Norveç şirketine yaptırdığı araştırmalarda petrol ve doğalgaz yataklarının varlığına ilişkin elde edilen bulgular daha tam olarak doğrulanmadı. Şimdilik bütün bu spekülasyonlar bir varsayım üzerine kurulu.
ABD’den, Avrupa’dan, Asya kaplanlarından, Çinden ve Rusya’dan dev şirketler, bu oyundaki yerlerini alarak, “Siyasi Karşılıklar” vermek yemi ile GKRY ile flört etmeye başladılar.
Görünen o ki, Rum Yönetimi BM Güvenlik Konseyi’nde Kıbrıs sorununda çıkar sağlamak amacı ile tüm büyük devletleri avuçlarının içine almak için uzun vadeli bir oyun oynuyor.
Nasıl da benziyor ama çömez Papadopulos’un taktiği hocası Makarios’unkine.
Burada unutulan küçücük bir detay var.
Adadaki siyasi sorun çözülmeden, bölgedeki sıcak hava ılımadan denizdeki petrole hiçbir şirket yatırım yapmaz.
Bu nedenle de ABD, bölgede bir daha oyuna gelmek istemiyor ve Kıbrıslı Türklerin petrol karının dışında bırakılmaması gerektiğine işaret ederek, bölgedeki siyasi sorunun bir an evvel çözülmesini istiyor.
Birkaç gün evvel yerel basında, KKTC’de faaliyet gösteren bir Kamuoyu araştırma şirketinin yaptığı kamuoyu yoklamasının sonuçları açıklandı. Açıklanan sonuçların içinde yer alan “Çözüm” ile ilgili veriler, benim aylar önce yazdığım gerçekleri tamı tamına teyit etti.
Yazılarımda “2004 yılında yapılan Annan Planına, insanımız kandırılarak ve gaza getirilerek %65 oranında evet demişti. Şimdi herkes Hanya’yı Konya’yı anladı, o köprülerin altından çok sular aktı. AB rüyasının sadece boyalı bir hayal olduğunu insanımız anladı ve bu oran günümüzde %20’lerin altına düştü” diye yazmış, TV programlarında da bunu dile getirmiştim aylar önce. Son anket sonuçları, bu bulgularımı %100 doğruladı.
Açıklanan anket sonuçlarına göre Kıbrıslı Türkler, 2004 yapılan referandumdan günümüze, Rumların gerçek yüzünü iyice görünce fikrini süreç içinde değiştirmiş ve artık ortalarda %65 Federasyon isteyen çoğunluk kalmamış. Halkın % 65’’i artık 2 ayrı devlet istiyor ve iktidara rağmen KKTC’yi benimsemiş.
Rumlarla birlikte “Federal Birleşik Kıbrıs Devleti” çatısı altında yaşamak isteyenlerin sayısı ise sadece %20. İlerleyen zaman içinde bunun daha da aşağılara ineceği kesin. KKTC halkının kararsız olan % 20’lik kesimi ise, bu soruya “fikrim yok” yanıtını vermiş.
Mevcut iktidar KKTC’yi benimsemiyor ve yaşatmak istemiyor ama Kıbrıs Türk halkı, bunun tam tersini istiyor ve güvencesini KKTC’nin varlığında görüyor. Ankete de bunu iyice yansıtmış.
Anketten çıkan ikinci bir gerçek daha var ki hem çok çarpıcı, hem de anlayana çok şeyler söylüyor.
KKTC’deki sayıları az ama yaygaraları çok fazla olan ve her fırsatta Askerin, Türkiye’nin aleyhine konuşan, Rumlarla kucak kucağa yaşamayı hayal eden, Cumhurbaşkanı Talat’a “Çizmelerini Giy” diye çağrılar yapan ve “Ateş kes döneminde Ordumuza yetki veren Anayasa’daki geçici 10.cu madde” değişsin diye sokaklar dökülüp imzalar toplayanların sayılarının gerçekte %5 bile olmadığını söylüyor bu anketin sonuçları.
KKTC halkının veya AB’nin tanımı ile “Kıbrıs’ın kuzeyinde mahsur kalmış Kıbrıs’lıların” veya AB’nin çıkardığı Direk Ticaret Tüzüğünde belirtildiği gibi “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’nin etkili kontrolü altında olmayan bölgelerde yaşayan Kıbrıs’lıların” yani bizlerin en güvendiği kurumun “Ordu” olduğu tartışmasız bir şekilde çıktı ortaya.
15 Kasım 1983’de kurulan KKTC’mizin Anayasasında, ateş kes döneminde, bizlerin hayatını kurtaran ve AKRİTAS planına göre bu adadan silinmemizi önleyen Ordu’muza, yetkiler veren Geçici 10.cu maddenin kaldırılmasını isteyenlerin sayıca ne kadar az oldukları, bu görüşü dile getiren siyasilere olan güvenin de ne kadar az olduğu, bu kamu oyu yoklaması ile berrak bir şekilde belli oldu.
Halkımız artık bu siyasilere güvenmemektedir. Ordumuza olan güvenini %95 oranında ortaya koyan insanımız, Polisimize duyduğu %76.9 oranındaki güven ve Yargımıza duyduğu %75.7 oranındaki güven ile birbirine çok yaklaşık oranları ortaya koyarken, iş siyasilere gelince bu oran %19’lara kadar düşmüş.
Siyasilere olan güvendeki bu olağan dışı düşüş, geçmişte Rumlarla bu işi üç ayda çözeceğini vaat ederek seçilenlerin, süslenmiş hayali evlerle, bahçeli villalarla, AB üyeliği, serbest dolaşım, dünya ile birleşme vaatleri ile iktidar olanların, süreç içinde seçim döneminde söylediklerinin doğru olmadığının ortaya çıkması ve yıllarca kardeşlerimiz diye tanıttıkları Rumların gerçek yüzünün tanıtıldığı gibi olmadığının net bir şekilde belli olmasından dolayıdır.
Halkımızın, Türkiye’yi, Türkiye’den gelen kardeşlerimizi ve Ordu’muzu istemediklerini her fırsatta ortaya koyan siyasilere ve etraflarındaki kişilere hiçbir güveni kalmamıştır. Anket sonuçları böyle söylemektedir.
Bu kamu oyu yoklamasından sonra herhalde, toplumu iyi tanıyamamış siyasilerin ortaya attığı “Anayasamızın geçici 10.cu maddesinin değiştirilmesi” çağrıları son bulur ve yöneticilerimiz kendi istediklerini değil, halkın %95 güven duyduğu “Ordu’muza bakış açısını benimseyerek, Kıbrıs Türk halkının isteği yönünde icraat yapıp fikir üretirler.