5 Eylül zirvesinin ardından koca bir beş gün geçti.
Cumhurbaşkanı Talat’a Rumlar tarafından yapılan saldırıların ve suçlamaların gün be gün çoğalıp dozunu arttırdığı koca bir beş gün.
Tabi, Rum Propaganda Makinesi bu saldırıları hemen AB’ye, BM’ye ve ABD’deki çeşitli Helen lobileri kanalı ile de Amerikan Senatosuna kanalize edip yaygınlaştıracak. Talat bir anda çarmıha gerilip, adaya barışın gelmesine mani olan suçlu sandalyesine oturtulacak.
Bu çarpıtılmış Rum propagandasını duyan AB, BM ve ABD yetkilileri sanacak ki, Papadopulos Kıbrıs’a barışın gelmesi için söz konusu toplantıda her yolu denedi, ortaya çeşitli alternatifler koydu ama Ankara’nın güdümünden çıkamayan Talat, hepsini reddederek adaya barışın gelmesine mani oldu.
Zaten Rumlar aylar öncesinden “Talat Denktaş’laştı” propagandası yaparak bu suçlamaların zeminini hazırlamaya başlamışlardı.
CTP’nin otuz yedi yıllık yoldaşı AKEL’in Genel Sekreteri Hristofyas, Şubat 2008’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri için adaylığını açıklamazdan evvel sanırdınız ki Kıbrıs’lı Türklerin haklarını Kıbrıs’lı Rumlarınki ile eşit tutan ve her koşulda bunu dile getiren bir Rum politikacı idi.
Konuşmalarında, Kıbrıs’lı Türkler kardeşlerimizdir sözünü hiç eksik etmeyen, ortak faaliyetlerde bir takım Rum sempatizanı Türkler ve Türk sendika ileri gelenleri tarafından omuzlara alınan Hristofyas’ın başına, adaylığını ilan ettiği gün saksı düşmüş olmalı ki, söylemleri ve Kıbrıs’lı Türklere bakış açısı o günden itibaren aniden değişime uğrayıverdi.
Daha 5 Eylül günü takvimsel olarak dolmadan, Talat’ı görüşmede yaptığı öneri nedeni eleştirenlerin başında Hristofyas yer aldı.
Hristofyas eleştirir de, diğer aday Yannakis Kasulidis hiç boş durur mu?
Vur abalıya misali o da Talat’ı barışı engellemekle ve Gambari sürecinin akış yolunu değiştirmeye çabalamakla suçladı.
Kasulidis “Türk tarafı, uluslar arası anlaşmalardan yani iki taraf arasında BM huzurunda yapılan ve Güvenlik Konseyi kararıyla kutlanan anlaşmalardan kaçamaz” çamurunu atıverdi Talat’a.
Duyanda, toplantıda Talat’ın gündemin ve prosedürün tamamen dışına çıktığını sanacak.
Kimdir bu Yannakis Kasulides?
Rum tarafındaki Ana Muhalefet Partisi DISY’nin AP Kıbrıs Milletvekili ve 2008 seçimlerinde Papadopulos’un diğer dişli rakibi.
DISY her seçimde, aynen bizim bazı siyasiler ve partiler gibi “İktidara gelirsek Kıbrıs sorununu çözeriz” hikâyesini dile getiren, diğer partilere nazaran Kıbrıs’lı Türklere daha sıcak bakan ve geçmişte Kıbrıs’lı Türklere yapılanlardan en azından pişmanlık duyduğunu zaman zaman dile getiren Ana Muhalefet Partisi.
Cumhurbaşkanı adayı Kasulidis Talat’ı suçlarken, DISY Genel Başkanı Anastasiades de Papadopulos’a çullandı.
“Vur abalıya” misali Talat’a vurmak için hepsi sıraya girmişken, Papadopulos’un partisi DİKO da hiç geri kalır mı?
Önce Başkan Mariyos Karoyan, arkasından da Asbaşkan Yorgos Kolokasidis ağızbirliği içinde, 5 Eylül görüşmesi ile ilgili olarak “Türk retçiliği önceden açıktı” suçlamasını yaptılar.
Peki, ne yaptı bizim Cumhurbaşkanı bu 5 Eylül görüşmesinde de Rumlar tarafından bu kadar acımasızca saldırı ve eleştiriye uğradı. Helen Propaganda makinesinin yapacağı saldırıları ve yayacağı gerçek dışı suçlamaları şimdilik bunlardan hariç tutuyorum.
Talat, 5 Eylül toplantısında basit Türkçe ile açık ve net olarak Rumlara “Adada barış istiyorsanız, kapsamlı ve sürdürülebilir bir çözüme ulaşmak için, gelin bir takvim yapalım, komiteler kuralım ve bu işi 2008 sonuna kadar bitirelim” önerisini yaptı.
Hepsi, azı ile, fazlası ile bu kadar. Son derece açık ve net, yapıcı ve bitirici, iyi niyetli barışçıl bir öneri.
İşte Rumların kopardığı bütün yaygaralar ve Talat’a yaptıkları bütün suçlamalar bu öneriden çıktı.
Neydi Talat’ın hatası.
Cumhurbaşkanı olduktan sonraki iki buçuk yılda, Rumların gerçek yüzünü görmesi ve Kıbrıs’ın geleceği ile ilgili perde arkası düşüncelerini anlaması oldu.
Daha evvelden Rumları gerçek yüzleri ile tanıması gerekirdi.
Politik hayata ufak ufak adım attığı 1970’li yılların sonundan itibaren dağarcığını Rumların Kıbrıs’ta nasıl bir çözüm istedikleri ile ilgili bilgilerle doldurmaya başlamalıydı.
Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ise Rumları 1950’li yıllardan beri tanımaktaydı. Bu nedenle de önüne, Makarios’un yaptığı gibi, ayaklar altına alınıp çiğnenemeyecek, sadece kâğıt üstünde yazmakla yetinilmeyen ve buna ilaveten fiilen Kıbrıs’lı Türklerin haklarının sonuna kadar korunabileceği, içinde Türkiye’nin etkin garantisinin ve garantörlüğünün de olacağı her hangi bir çözüm önerisi konmadığı için, geçmişin acı dolu deneyimlerine de dayanarak, bu tür önerilere olumlu yaklaşmadı.
İşte Talat’ın hatası, Rum propagandasına kapılıp, Denktaş’ı adada çözüm istemeyen kişi olarak tanıması ve tanıtması oldu. Hatta hayallere kapılıp, “Ben Cumhurbaşkanı seçilirsem Kıbrıs meselesini üç ayda çözerim” gibi pembe düşler görmesi ve bunu defalarca dile getirmesi oldu.
Ama gerçek, kendisinin de 5 Eylül de tekrar yaşadığı gibi hiçte öyle değildi. Zaten bu nedenle de son aylardaki söylemleri, iktidara geldiği günlerdeki sözleri ve görüşleri ile farklılıklar göstermeye başladı.
Şimdi, Rum Propaganda makinesi, 5 Eylül’de yapılan Talat-Papadopulos görüşmesinde Kıbrıs’ın geleceği ile ilgili gerçekten yapıcı ve her iki halkın menfaatine olacak bir öneri sunan Talat’ı, daha evvelden oluşturduğu “Talat Denktaş’laştı” temeli üzerine, hemen ve derhal, “Talat uzlaşmaz ve adada barış istemediği için görüşmeleri torpilleyen kişidir” olgusunu inşa etmeye başlayacak ve yayacaktır.
Gözlerimizi ve enerjimizi “Deli” lakaplı AP Kıbrıs Milletvekili, eski DIKO’lu Marios Matsakis’in de desteklediği, AP Liberaller Grubunun dile getirdiği “Adada en iyi çözüm iki ayrı devlet şeklinde olmalıdır” önerisine yoğunlaştırmak en doğrusu olacaktır.
President of the Turkish Republic of Northern Cyprus (KKTC) M. A. Talat and the general secretary of the Progressive Party of the Work-ing People of Greek Cyprus (AKEL), Greek Cyprus’s largest political party, D. Hristofias, were once “comrades” when they were both part of the opposition. Politically, they were on the extreme left and were flying white pigeons representing peace on the island. “Turkish Cypriots are our brothers. Our arms are wide open to them. We can live together like bosom friends,” were the cant phrases of Mr. Hristofias, who is also president of the Greek Cypriot Assembly.
AKEL and the KKTC’s Republican Turks’ Party (CTP) — once President Talat became the chairman — were in deep collaboration from the establishment of the CTP in 1970.
In the Turkish Cypriot press, a local newspaper once published an article about the financing by AKEL of printing machines used for publishing the CTP’s political newspaper titled “Yeni Düzen,” or “New Order.”
Still, the youngsters of both political parties get together from time to time and engage in bi-communal activities.
Suddenly, a magic wand touched Hristofias after he declared his candidacy in the coming presidential elections and his good feelings and wishes toward Turkish Cypriots vanished.
The same probably happened to President Talat, and his vision toward Greek Cypriots and the idea of living together has changed a lot since he was elected president of the KKTC in April 2005.
The opposition days are over now and both deeply feel for the concerns of their people ahead of their own ideas and feelings. During the opposition days, it was quite easy to talk through one’s hat with no responsibility.
A couple of days ago, the presidents of Cyprus finally met at the residence of the UN secretary-general’s special representative to Cy-prus, Michael Moller, situated in the UN-controlled buffer zone in Lef-kosa (Nicosia), the capital of both sides of the island, after 14 months of stagnation.
At the end of a three-hour-long meeting, the two leaders agreed only on the need for a start of a new process toward bringing about a solution to the Cyprus problem.
In this meeting, Turkish Cypriot proposals aimed for a sustaina-ble, comprehensive solution on the island. Mr. Talat proposed an acce-lerated preparatory process for a solution in the shortest time possible, but not later than the end of 2008. Starting substantive negotiations after two to two-and-a-half months of preparatory work, with a deadline for a comprehensive settlement goal being the end of 2008, constituted the core of his constructive proposal.
The Turkish Cypriot proposals were turned down by Mr. Tassos Papadopoulos right away. He only agreed to continue contact through the UN and if progress was reached, to meet with the Turkish Cypriot president, subject to no time limit.
It has been 39 years since the first meeting took place in Beirut in 1968 and with this mentality of Mr. Papadopoulos it will likely take another 40 years to come close to a possibility of a sustainable com-prehensive solution on the island.
This attitude of Mr. Papadopoulos clearly indicated the unwil-lingness of Greek Cypriots to attain a sustainable, peaceful solution to the Cyprus problem. Otherwise they would have accepted the accele-rated negotiations proposal of Mr. Talat, to bring peace to the island for good before the beginning of year 2009.
Mr. Hristofias, the vernal candidate, irrespective of his sayings for a sustainable and peaceful solution in the island for the past thirty years, unexpectedly backed up Papadopoulos, his rival in the presi-dential election, and condemned Talat for his constructive proposal.
Mr. Hristofias was quite afraid of being accused of being a Turco-phile and denied all his past comments.
A solution in the form of a federal government, constituted by the two people of the island, seems quite far from Cyprus. Two separate states living side-by-side would be a better and peaceful solution on the island, as proposed by the Liberals of the EU.
Both presidents of Cyprus finally met at the residence of the UN secretary general’s special representative to Cyprus, Michael Moller, situated in the UN-controlled buffer zone in Lefkosa (Nicosia), the capi-tal town of both Cypruses, after 14 months of stagnation.
The UN has had a presence on the island since March 1964 and has posts in critical locations, most of which are in buffer zones.
“No agenda” was set for this meeting, the first since the July 8, 2006, when the two leaders were brought together by the former UN Undersecretary General for Political Affairs Ibrahim Gambari during a visit to the island. At the end of a three-hour-long meeting, the two leaders agreed only on the need for a start of a new process toward bringing about a solution to the Cyprus problem.
The negotiations on the Cyprus problem finally started, after fierce clashes between the two peoples of the island, in March 1968 in Beirut, Lebanon. Rauf Denktaş and Glafkos Klerides, participated in the discussions held under the auspices of the UN.
Since then, due to the international recognition of the Greek Cy-priot administration by the West, no progress has been achieved. Greek Cypriots have enjoyed the benefits of international recognition and never wished to share it with Turkish Cypriots, who were the actual and active partners of the Republic of Cyprus, declared in August 1960 and kicked out from the partnership by the brute force of Greek Cypri-ots in Dec. 21, 1963 — the beginning of the conflict in Cyprus.
In this meeting Turkish Cypriot proposals aimed for a sustainable comprehensive solution on the island. Participants of this meeting hoped for an accelerated preparatory process for a solution in the shortest time possible, but not later than the end of 2008. The Turkish Cypriot proposal included adjustments and speeding up of the Gambari process — a set of proposals by the UN’s Gambari that hope to resolve the Cyprus issue. Starting substantive negotiations after two to two-and-a-half months of preparatory work, with a deadline for a com-prehensive settlement goal being the end of 2008, constituted the core of this constructive proposal.
All of these Turkish Cypriot proposals were turned down by Mr. Tassos Papadopoulos. He only accepted to continue contact through the UN, and if progress was reached to meet with Turkish Cypriot President Mehmet Ali Talat, subject to no time limit. The same time restriction was also implemented for Papadopoulos’ formation of several committees, to which the Cyprus issue was to be referred. However, it is still ambiguous how long this time period will be.
It has been 39 years since the first meeting took place in Beirut and according to this mentality of Mr. Papadopoulos, it will likely take another 40 years to come close to a possibility of a sustainable com-prehensive solution on the island.
In fact, during the past 14 months since the first meeting of the Gambari process, even one of the committees envisaged by the July 8 process has not been formed yet. Actually, the core of the Gambari implications was to set up “technical committees” to handle “humani-tarian cases” between the two peoples on the island.
The idea originated from the bird flu case, which initially ap-peared in the Turkish Republic of Northern Cyprus (KKTC), in which the Greek Cypriots refused to cooperate. When there was a homicide in Greek Cyprus, this lack of cooperation continued. While all the evi-dence was in the hands of the Greek Cypriot Police, the suspects were in the hands of the Turkish Cypriot Police.
In both cases, the Greek Cypriot bureaucrats and police officers refused to cooperate with their counterparts on the Turkish Cypriot side. Bird flu crossed the border, carried by migrating birds; the murder suspects were released due to a shortage of evidence.
So far the humanitarian technical committee hasn’t been formed because of the unwillingness of the Greek Cypriot side. It is quite ob-vious that the Greek Cypriot side is not seeking to resume substantive negotiations as much as the Turkish Cypriot side is as they wish to enjoy the EU membership and international recognition alone.
To bring a sustainable solution to the island, recognition of the KKTC would be the best next step, as proposed by Greek Cypriot Member of the European Parliament Marios Matsakis.
Dün Möller’in evinde Kıbrıs Türk ve Rum halklarının liderleri arasında, 8 Temmuz Gambari sürecinin devamı şeklinde bir toplantı yapıldı.
Aslında süreç daha doğmadan, Papadopulos’un komitelerin çalışmaması ve adaya bir barışın veya çözümün gelmemesi için sabotesi nedeni ile ölü doğmuştu. Karşı tarafta Papadopulos olduğu müddetçe bu müzakerelerden hiçbir şey çıkmaz. Ne de çözüme doğru bir adım atılabilir.
Papadopulos’un yerine yeni birisi gelse dahi, o da aynı kafada olacak ve aynı politikaları sürdürecek.
Toplantı sürerken aklıma aniden Lefkoşa’nın Rum kesiminin Belediye Başkanı Eleni Mavru’nun 30 Mart tarihinde İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a gönderdiği protesto mektubu geldi.
Kıbrıs Rum tarafında geçen yıl yapılan yerel seçimlerde Annan planına “Evet” propagandası yapan ve Türklerle kardeş gibi yaşayabiliriz diyen Rum tarafının en büyük siyasi partisi Komünist AKEL’in adayı Eleni Mavru, oyların yüzde 34.93’ünü alarak başkent Güney Lefkoşa’nın ilk kadın belediye başkanı seçilmiş ve yılların Zambelas’ını koltuğundan etmişti.
Eleni seçilir seçilmez şov yapmak için kuzeye geçmiş, duvarların yıkılması için çaba göstereceğini ekran önünde birkaç yüz kere tekrarlamıştı. Lefkoşa’nın Türk belediye Başkanı Cemal Bulutoğulları ile basına birlikte resimler vermiş, Türkçe konuşarak gülücükler dağıtmış ve Lefkoşa’nın birleşmesi için her şeyi yapacağını dile getirmişti. Üstelik Papadopulos olmasa hemen ve derhal Lokmacı kapısını açacağı yalanını yüzü kızarmadan ekranlarda söylemiş ve hiç durmadan da halkların kardeşliğinden bahsetmişti.
Tabi Rum’un sahteliği bir yere kadar devam ediyor ve işin içine milliyetçilik ve de kiliselerde yüzyıllardır telkin edilen Türk düşmanlığı devreye girince aniden duruveriyor.
İşte bu sahte yüzlü Eleni, Lefkoşa’nın Rum ve Türk belediye Başkanları olarak tokalaştığı, yan yana durduğu, toplantılar yaptığı ve ortak basın bildirileri yayınladığı Lefkoşa Türk Belediye (LTB) Başkanı Cemal Bulutoğulları’nın İstanbul’da düzenlenecek olan “IV. Dünya Belediye Başkanları Zirvesi”ne “Lefkoşa Kıbrıs Türk Belediye Başkanı” sıfatıyla davet edilmesine karşı çıktı ve LTB Başkanı’nın Kıbrıs Türk Toplumu’nun “Lefkoşa Yerel Temsilcisi” olduğunu ortaya attı.
Yemedi içmedi ve 30 Mart tarihinde İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’a bir de resmi bir protesto yazısı gönderdi.
Gönderdiği yazıda Lefkoşa Türk Belediye Başkanı Cemal Bulutoğulları’nın İstanbul’da düzenlenen “IV. Dünya Belediye Başkanları Zirvesi”ne “Lefkoşa Kıbrıs Türk Belediye Başkanı-LTB” sıfatıyla davet edilmesine karşı çıkarak, Lefkoşa Rum Belediyesi’nin uluslararası topluluk tarafından tanınan Lefkoşa’daki tek belediye olduğunu, “Lefkoşa Kıbrıs Türk Belediye Başkanı” tabirinin uluslararası hukuk kuralları, BM ve AB kararlarına uygun olmadığını belirtti ve Lefkoşa şehrinin Belediye Başkanının kendisi olduğunu, LTB Başkanı’nın ise Kıbrıs Türk Toplumu’nun “Lefkoşa Yerel Temsilcisi” olduğunu iddia etti.
Mavru’ya göre, Bulutoğulları’nın bir muhtar kadar bile yetkisi yoktu.
AKEL temsilcisi olan Eleni Mavrou’nun bu ibret verici mektubu Rum yöneticilerinin ve siyasilerinin Kıbrıs sorununa bakış açılarının bir ürünüdür. Bu yaklaşım, Kıbrıs Türk halkının, siyasi eşitliği de dahil olmak üzere, her haktan mahrum etmeye ve yıllarca uygulanmakta olan izolasyonları daha da ağırlaştırmaya çalışmakta olan Rum Yönetiminin politikası ile bire bir örtüşmektedir
AB’nin çıkardığı tüzüklerin hayata geçmemesinde ve acımasızca uygulanan ambargoların altında işte bu düşünce yatmaktadır.
Bu politikanın mimarı kim?
Yılların Defkalion’u olan Papadopulos.
Cumhurbaşkanımız işte bu Mavron’nun patronunun hocası Papadopulos ile görüştü. Ne beklenir ki?
Talat ile Papadopulos, 5 Eylül Çarşamba günü, öğleden sonra saat 16:00 da, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Michael Möller’in ikametgâhında bir araya gelecekler.
Aslında çok masum gibi gözüken bu görüşme ve iyi niyetle hazırlandığı söylenen bu toplantının perde arkası bana hiçte öyle gelmiyor.
Çok değil, sadece yirmi gün geriye gidersek, Kıbrıs Rum Yönetimi Sözcüsü Vasilis Palmas’ın, “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü” misali durup dururken yaptığı açıklamada, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Tasos Papadopulos’un, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’a görüşmeye hazır olduğunu içeren bir mektup gönderdiğini resmen dile getirmesi, hiçte sıradan bir “politik olay” değil.
Üstelik içeriği açıklanmasa da, sözcü Palmas’ın, dört buçuk yıldır “ben Talat’la görüşmem, Talat benim muhatabım değildir, benim muhatabım Erdoğan’dır” diyen Papadopulos’un, Cumhurbaşkanı Talat’a bir mektup gönderdiğini, yani arşiv kayıtlarına geçecek olan yazılı bir belge gönderdiğini, söylemesi hiçte hayra alamet değil.
Yılların “Defkalion”u, yani Türkleri yok etmek için hazırlanmış Akritas Planının Mimarı olan Papadopulos, hem Talat’ı muhatap kabul ediyor, hem de görüşmek için yazılı bir davet yapıyor. Başına saksı düşmüş olmalı.
Bu davetin tarihini de aslında Papadopulos’un kurmayları çok iyi planlanmış.
İhalenin sonuçlanmasından sadece üç gün evvel, tam da dev petrol şirketlerinin 16 Ağustos’ta kapanacak Petrol ihalesine katıldığı ve dosya aldığı dedikodularının ayyuka çıktığı günlerde yapıldı bu davet.
Papadopulos aklınca, bir taşla bir kuş birden vuracaktı ve toplantıda Talat’ı psikolojik baskı altına alacaktı.
İhaleye katıldığı söylenen Exxon, BP, Mobil, Q8, Lukoil gibi dev ABD, Rus, Fransız, İngiliz, Hollanda ve Çin şirketlerini masaya koyacak, Talat’ın karşısına zafer kazanmış mağrur bir kumandan edası ile oturacaktı ve arkamda dev petrol şirketleri ile onların ülkeleri var diyecekti.
Papadopulos her zaman yaptığı hatayı tekrarlayarak Türkiye’nin ağırlığı olabileceğini hesaba katmadı ve çok ümit bağladığı bu ihalede havasını aldı. Üstelik ihalenin fiyasko ile sonuçlanmaması için Nobel Ent., DNO, Larssen ve Increase Oil gibi isimleri duyulmamış şirketlere rüşvetler verip, menfaatler vaat ederek, dört şirketin olsun ihaleye katılması için elden geleni yaptırdığının dillerde dolaşması ise hepsinin üstüne tuz biber ekti.
Annan Planı döneminde “en iyi ikinci yol mevcut durumdur” açıklamasını yapmış olan ve adada sürekli olarak barışa ve çözüme mani olan Papadopulos’un bu sıra dışı davetinin, 17 Şubat 2008’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dönük olduğu ve Rum toplumunda yıpranan imajını tazelemek amacını güttüğü çok net.
Kendisini en çok telaşlandıran olaylardan biri, bir önceki seçimlerde kendisini iktidara taşıyan 3’lü ittifakın en büyük partisi AKEL’in kendi adayını çıkarma kararını almış olması, ikincisi de Yunanistan’daki Karamanlis hükümetinin, kendisine “Adada barışa mani olan kişi” gözü ile bakıyor olması.
Bu görüşmeden karşılıklı kahve içmenin ötesinde hiçbir şey çıkmayacak. Her ne kadar Papadopulos ve sözcüsü, Teknik Komiteler laflarını ediyorlarsa da, daha başında Papadopulos’un, güya açıkgözlük yaparak, Mülk Konusunu teknik Komitelerin gündemi içine sokması, komiteleri daha doğmadan öldürmüştü.
Ne bu görüşmeden, ne de komitelerden hiçbir şey çıkmayacak. Kısmet yeni Kıbrıs Rum Cumhurbaşkanına……