Rumlar, 1974 Barış Harekatından sonra Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a gelen ve yerleşen kardeşlerimizi, soydaşlarımızı, İngilizce “Settlers” yani “Yerleşikler” olarak tanımlamaktadırlar.
Her önemli görüşmede, konuşmada veya iki halk arasında yapılacak olası müzakerelerden evvel Rumlar, bu yerleşikler konusunu ortaya atarlar ve Türkiye’den gelmiş olan bu soydaşlarımızın geri gitmelerinin, adaya sürdürülebilir bir barışın gelebilmesi için koşul olduğunu söylerler.
Fakat kendi taraflarında yaşayan ve sayıları neredeyse 230 bin kişiyi aşmış kendi “Rum yerleşiklerinden” hiç bahsetmezler.
Bu gün Rum tarafında, büyük bir kısmı vatandaş yapılmış ve 1963 yılından beridir peyder pey adaya getirilmiş yaklaşık 70 bin Pontus kökenli Rum, 30 bin eski SSCB vatandaşı, 100 binden fazla Yunan vatandaşı Rum, 3 bine yakın iltica etmiş Kürt, 15 bine yakın Lübnan iç savaşından kaçarak adaya gelip yerleşmiş Hristiyan Arap ve on bine yakın da 3.cü ülkelerden gelerek adada yaşayan “Yerleşik kişiler” mevcuttur.
Onların geri gitmesi koşul değildir.
Ne Gürcistan’dan gelmiş ve Pontus’lu Rum olduklarını iddia eden yerleşiklerin geri gitmesi, ne 1982 Glasnostundan (yeniden yapılanma) sonra Rusya’dan gelip adanın güneyine yerleşmiş Rus kökenli yerleşiklerin, ne de sayıları yüz bini geçen ve askerliklerini Kıbrıs’ta yaptıkları için otomatikman Kıbrıs Rum vatandaşlığını kazanmış Yunanlı yerleşiklerin geri gitmeleri söz konusudur.
Hiç kimse bu göçmenlerden söz etmez ve bunların geri gitmeleri masaya koşul olarak konmaz.
Hep suçlu olan ve suç işleyen Kıbrıslı Türklerdir. Bizim yaptığımız gerek masada, gerekse de AB, BM görüşmelerinde, Rumların isteklerine veya saldırılarına göre sadece savunmaya geçmek ve gelen salvoları geçiştirmektir.
Niçin biz de bu güne kadar “Adada kalıcı ve sürdürülebilir bir barış için yerleşik Rumların geri gönderilmelerini” istemedik veya masaya koymadık, bunu anlamak mümkün değildir.
Hristofyas’ın başa geçmesinden sonra gelinen son aşama, iki tarafın cumhurbaşkanlığı temsilcilerinin yaptıkları görüşmeler sonrasında, 8 Temmuz 2006 Gambari sürecine uygun olarak Teknik Komitelerin ve Çalışma Gruplarının oluşturulmasıdır.
Komiteler daha çalışmaya başlamadan, Gerek Rum lider Hristofyas, gerekse de Rum Dış İşleri bakanı Kyprianou, kırmızı çizgilerini şimdiden işittirmeye başladılar bile.
İlk söyledikleri “Adada sürdürülebilir bir çözüm için yeni oluşturulacak “Partenojenez” devlet kabul edilemez. Mevcut Kıbrıs Cumhuriyetinin anayasası iyileştirilsin ve KKTC lav edilerek Kıbrıslı Türkler Kıbrıs Cumhuriyetine katılsın”dır.
Yasal olarak halen geçerli olması gereken 1960 Anayasası’nı, 1 Ocak 1964 tarihinde tek taraflı değiştirip, binlerce Türk’ün öldürülmesine ve onbinlerce Türk’ün de göç etmesine neden olduktan sonra tekrar eski haline dönüştürmeyi teklif etmenin ne kimseye bir faydası olacaktır, ne de adaya barışın gelmesine yol açacaktır.
Madem bu anayasa 1963’de çalışmıyordu ve iki halkın arasında silahlı ve kanlı çatışmaya neden olmuştu, şimdi mi çalışacak ve adaya barışı getirecek.
“Türkler, Kıbrıs Cumhuriyetine katılsın” teklifinin saçma ve geçersiz bir öneri olduğunu, liderlerimizin ve görüşmecilerimizin Rumlara ve ilgili kurumlar olan AB ve BM yetkililerine kesin bir dille söylemeleri ve bu teklifin veya söylemin Cumhurbaşkanımız tarafından da yüksek sesle kesin olarak reddedilmesi gerekmektedir.
Geçmiş yıllarda Rumlar Türkiye’nin garantörlüğü sulandırmak çabaları içindeydiler. Şimdi taktik değiştirdiler ve Türkiye’nin Garantörlüğünün tümden kaldırılması ve iptal edilmesi için bir yol çizdiler ve bu doğrultuda büyük bir çaba harcıyorlar. Yunanistan Dışişleri Bakanı Bayan Bakoyanni “Türkiye’nin garantörlüğüne gerek yoktur. AB’nin garantörlüğü yeterlidir” diye laflar söylemeye ve resmi açıklamalar yapmaya boşuna başlamadı. Yunanistan’ın ve Kıbrıs Rumlarının senkronik çalışması, “Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması senaryosunun” bir parçasıdır.
Rumlar ve de özellikle Hristofyas daha başa geçer geçmez, Adaya barışın gelmesi için Türk askerinin geri gitmesi gerektiğini söylemeye başladılar. Tabii korosu da arkasından aynı nağmeyi terennüm etmeye başladı. Hristofyas Türk askerinin adada niye bulunduğunu ve niye geldiğini bilmiyor mu? Elbette biliyor. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Garantiler Antlaşması Madde 4’e göre hangi koşullarda geri gideceğini de bilmiyor mu? Elbette onu da biliyor. O koşul adaya barışın gelmesi ve 1960 Anayasası ile kurulmuş düzenin 16 Ağustos 1960’da olduğu gibi çalışıyor olması gerekmektedir.
Ve son koşulu da Türkiye’den gelen kardeşlerimizin tümden geri gitmesi. Tabii, kendi yerleşiklerinin geri gitmesini ağzına almıyor, bundan bahseden bile yok. Ağızlarına bile almıyorlar, ne de bizim Rumcular böyle bir yanlışlığa değinip bunun tek taraflı bir istek olduğunu dile getiriyorlar.
Hristofyas’a göre bu koşullar yerine gelmezse adaya barış gelmeyecekmiş. Nalıncı keseri gibi hep kendilerine yontuyorlar.
Adaya barış gelecek ama Rumların istediği bu şartlarda değil.
Rum lider Hristofyas gerçek yüzünü yavaş yavaş göstermeye başladı.
Seçimi 2.ci turda kazanmak için DIKO’ya verdiği niyet mektubu ve içindeki taahhütleri de yavaş yavaş devreye girmeye başladı.
Hristofyas İngiltere’de iken Cumhurbaşkanlığına vekalet eden Marios Karoyian, ara bölgedeki egemenliği kaptırmanın hırsı ile hayali bir bahane icat ederek kapıyı kapattırdı. Karoyan’a göre Hristofyas hata yaptı ve 21 Mart’ta CB Talat ile yaptığı görüşmede Papadopulos’un “Ara Bölgenin kontrolünün UNFICYP’e devredilmesi, askerin çekilmesi ve KKTC amblemlerinin kaldırılması” tezlerini ezdirerek, Ledra Kapısının (Lokmacı Barikatı) açılması için Türklere taviz verdi.
Sonrada suçluyu koro halinde ilan ettiler. Suçlu ne Karoyan, ne Hristofyas ve ne de Talat. Fatura KKTC Polisine çıkarılıverdi hemen.
Ledra Palas’ta Slovak Elçiliğinin organizasyonu ile aylık olarak yapılan Türk ve Rum Siyasi Partilerin ortak toplantılarında barıştan ve iki halkın eşitliğinden bahseden Stefanou, Rum Hükümet sözcüsü olunca gerçekleri aniden unutuverdi. Stefanou için ne barış kaldı ne de halkların eşitliği.
Stefanou şimdi Ledra Kapısındaki ara bölge konusunda BM’nin haritasının geçerli olduğunu savunuyor. Yıllarca BM’nin haritasını kabul etmediler, şimdi de işlerine gelince haritayı kabul ettiklerini iddia ediyorlar.
Ara bölgenin, yani Ermu Sokağı ile Çikkos (Kykkos) sokağı arasındaki yaklaşık 70 m. uzunluğundaki bölgenin, kontrolü 1974’den beridir KKTC Hükümetindedir. Rumların bütün istekleri ara bölge UNFICYP’e, yani Birleşmiş Milletlerin Kıbrıs’a Özel Barış Gücüne devredilsin ve Mücahitlerimiz Ermu sokağındaki 1963 sınırlarına kadar, yani 1963 yılında Ermeni Lokmacının bulunduğu yere kadar geri çekilsin.
Bütün çıngar ve kapı kapatma bahaneleri, biz Rumların bu isteklerine “Hayır” dediğimiz için çıkıyor. Gerisine hiç inanmayın. Hangi bahaneyi duyarsanız bilin ki Rumların uydurmasıdır.
Zaten KS EDEK Başkanı Yannakis Omiru Cumartesi günü gerçek nedeni ağzından kaçırıverdi. Omiru, Ledra Kapısı’nın geçici olarak kapalı kalmasına değinerek, “KKTC makamlarının personelinin ara bölgeye girmesinin amacının bölgenin UNFICYP’in değil, KKTC hükümetinin yetkisi altında bulunduğunu göstermek” olduğunu söyleyiverdi.
“Ledra Kapısı” adlı politik oyunun birinci perdesi, her ne kadar oyunun bir kısmı senaryoya uymamış olsa da, kapıların karşılıklı açılması ile tamamlandı. Kısa bir “Kapıların kapatılması” molasından sonra ikinci perdenin sahneye konması için de düğmeye basıldı.
İkinci perde de iki bölüm var. Rum ve AB senaristleri oyunu iyi yazmışlar. Tezgâh mühim.
İkinci perdenin birinci bölümünde, ilk perdede istenilenler tam olarak gerçekleşmemiş olsa da “Dekonfrontasyon” var, yani “Askersizleştirme”.
Eğer birinci perdede, Papadopulos’un 4.5 yıldır ısrarla üzerinde durduğu gibi mücahitlerin Türk kontrol kapılarından, yani Ermu sokağının Ledra Sokağı (Uzun Yol) ile kesiştiği yerdeki her iki köşeden, 50’er metre sağa sola geri çekilmeleri ve gözle görülmeyecek yerlere konuşlanmaları AB, BM ve bilumum (ilgili tüm) dış güçlerin, ki bunlara hariçten gazel okuyanlar da diyebilirsiniz, baskıları ile sağlanabilseydi, zaten “Dekonfrontasyon”, yani askersizleştirme kendiliğinden başlamış olacaktı.
Bu işlem birinci perde de gerçekleşemediğinden, İkinci perdenin birinci bölümüne zoraki olarak aktarılmış oldu.
Şimdi Hristofyas hükümetinin ilk işi, “Güven artırıcı önlemler” çerçevesinde müzakere masasına, Lefkoşa surlar içerisindeki tüm bölgedeki askerlerin bulundukları yerlerden geri çekilmesi yani dekonfrantasyon önerisini koymak olacaktır.
Dedik ya ilk başta seçimi kazanmak için DIKO’ya verilen niyet mektubu devreye girdi diye. İşte bunlar hep o niyet mektubunda yazanlar. Hristofyas sözünü tutmak zorunda. Yoksa hükümet altından şıp diye kayacak.
Tabii, Rumların bu “önerisinin, adaya sürdürülebilir ve Kıbrıslı Türkler ile Türkiye tarafından kabul edilebilir bir çözümün ve barışın gelmesinden evvel kabul edilmesi olanaksız. Rumlar hep atı arabanın arkasına bağlamak peşinde. İşlerine öyle geliyor.
İkinci perdenin ikinci bölümü ise Hristofyas’ın “Ben Ledra kapısında taviz verdim, karşılığında Türkiye de hava ve deniz limanlarını Kıbrıs Rum uçak ve gemilerine açsın” çağrısı ile başlayacaktır.
Rumlar, politik düzenbazlıklarını “Kazı yolarken tüyleri tek tek koparıp kazı bağırtmamak gerekir” prensibine uygun olarak tezgâhlarlar. Bu nedenle de şimdilik oyunun bu bölümünün başlamasına biraz daha zaman var.
Aklından üçüncü ve dördüncü perdede neler var diye geçirenlere biraz ipucu verebilirim.
Üçüncü perdede, Türk Silahlı Kuvvetlerinin geri çekilmesi, Türkiye’den gelen kardeşlerimizin geri gönderilmesi ve Türkiye’nin garantörlüğünün sulandırılması istekleri ve çabaları var.
Dördüncü perde ise diğerlerine kıyasla biraz daha kısa.
Dördüncü perdede, BM’nin ve AB’nin büyük uğraşılarına rağmen senaryoda yazılanların aksine olaylar gelişiyor. Bu perdenin sonunda Rumlar “Hava” alıyorlar ve ellerindekini de kaybediyorlar, aynen 1974’de olduğu gibi.
Rumlar yavaş yavaş yıllardır kendilerinden gizlenen gerçeklerle yüzleşmeye başladılar.
Ledra Yolu yani yılların Uzun Yolu’nun sonundaki Lokmacı Barikatı bu gün açılıyor.
Türk egemen bölgesi, Çikkos Sokağı (Odos Kykkos)köşesinden başlıyor ve bir zamanlar Ermeni olan bir vatandaşımızın çalıştırdığı Lokmacı dükkanının köşesine kadar uzanıyor.
Yılların Lokmacı Barikatı, Lokmacı dükkanın yanında olması ve tanımının da Lokmacı dükkanına göre yapılması nedeni ile adını bu dükkandan almıştı.
Rumların bastıkları haritalara bakarsanız, söz konusu barikatın bulunduğu yerde “Ara bölge” yoktur.
Rumlara göre sınır 30 Aralık 1963 tarihinde çizilen Yeşil hattır ve Lokmacı Barikatının olduğu yerden geçer.
Yeşil hattın çizimi, 21 Aralık 1963 günü Kıbrıslı Türklere yönelik Rum saldırılarının sürmesi üzerine 24 Aralık 1963’te toplanan Türkiye hükümetinin, ateşkes anlaşmasına uyulmaması durumunda garantörlük hakkını kullanarak müdahale edeceğini açıklaması ile başlar.
Bu açıklamaya rağmen Rum saldırılarının durmaması, hatta, Yunan Alayı’nın da saldırılara katılması ve Lefkoşa’ya yönelik saldırıların yoğunlaşması üzerine Türk savaş uçakları Lefkoşa üzerinde alçak uçuşlar yapar.
Bir müdahaleden çekinen Rumlar, İngiltere’nin arabuluculuğuyla ateşkesi kabul ederler ve 27 Aralık günü bir İngiliz generali olan Tümgeneral Peter Young komutasında üç garantör ülkenin askerleri, “Barışı Koruma Kuvveti” adı altında göreve başlar.
30 Aralık günü de, General Young, Lefkoşa şehrini ikiye ayıran “Yeşil Hat”tı harita üzerine yeşil yağlı bir kalemle çizer. Bu hat, Lefkoşa’nın Türk ve Rum kesimini ayıran ve Rum saldırılarının durdurulduğu hattır.
Bu hat, harita üzerinde Yeşil renkli yağlı bir kalem ile çizildiği için de o günden itibaren “Yeşil Hat” olarak anılmaya başlanmıştır.
24 Aralık 1963 tarihinden, Makarios hükümetinin Türklere uyguladığı insanlık dışı ambargoların ve dolaşım özgürlüğü kısıtlamasının kaldırıldığı 1967 yılına kadar bu barikat kapalı kaldı. 1967 yılında geçişlere açılan Lokmacı barikatı, 1974 Barış harekâtından sonra önüne duvar çekilerek tekrar kapatıldı.
Ama küçük bir farkla.
Artık Yeşil hat 1963’de General Young’un çizdiği yerden yani Ermu Sokağının kuzey kenarından değil, kahraman Türk askerinin ve Mücahitlerin Rumları 70 metre geriye püskürttükleri Çikko sokağının kuzeyinden geçmektedir.
Rumlar fiilen içine adım atamadıkları bu yeni sınır çizgisini bir türlü kabul edememişler ve adını da “Ara Bölge” koyarak, adada görev yapan BM Barış Gücünün (UNFICYP) bu bölgeyi devir alabilmesi için de yıllardır her türlü düzenbazlığı yapmışlar ve politik oyunu oynamışlardır.
Tasos Papadopulos’un yıllardır sürdürdüğü bütün hırçınlık ve söz konusu barikatın açılması için ileriye sürdüğü tek taraflı koşullar, hep ara bölgenin UNFICYP’e devredilmesini hedeflemekteydi.
Bu sabaha kadar Rumların çıkardıkları sorunlar ve Rum Basını kanalı ile yapmak istedikleri manipülasyonlar da bir sonuç vermedi.
Özellikle 21 Mart Antlaşmasında Türk Askerlerinin gözle görülmeyecek bir yere çekilmesi mutabakatına varıldığını söylemeleri, kurdukları yalanlar zincirinin son halkası, “Asker çekilmezse kapı açılmaz” tehditleri de zurnanın son deliği oldu.
Antlaşmada varılan mutabakat, “Türk Askerinin, geçidi kullanacak sivilleri rahatsız etmeyecek konumda olmaları” şeklindedir. Askerin bölgeden çekilmesi veya uzaklaşması gibi bir mutabakat yoktur ve hiç olmamıştır.
Bayrakların kalkması, KKTC’yi tanımlayan işaretlerin olmaması ve Bölgenin UNFICYP’e devri gibi veya bunları ima eden bir mutabakat da yoktur 21 Mart Antlaşmasında.
Rum basınında yazanlar, tamamen Rumların kendi hayal ürünleridir ve Lokmacı barikatının geçişlere açılmasına mani olmak amaçlıdır.
24 Şubat’taki seçimleri kazanarak Cumhurbaşkanı seçilen Hristofyas’ın Papadopulos’tan farkı Lokmacı Barikatında ortaya çıkmak zorundaydı. Aksi takdirde Papadopulos’un yıllarca üzerinde taşıdığı “Mr. No” ceketini giymekten ve “Uzlaşmaz” tanımı bütün çırpınışlarına rağmen alnında taşımaktan asla kurtulamayacaktı.
Hristofyas’ın bu barikatın geçişlere açılmasından sonraki sorunu, yıllardır Kıbrıs’lı Rumlardan sakladıkları gerçekleri Rum halkına anlatmak ve onlarla yüzleşmek olacaktır. Kıbrıs’lı Türklerin “Azınlık” değil “Ortak” oldukları kavramını sindirebildikleri zaman da adada barışa doğru gerçek adımlar atılmaya başlanacaktır. Şimdi barışa doğru attıkları adımları hala daha yapay, sahte ve zoraki gözükmektedir.