Garantiler Ve Papadopulos
ASAM kısa adı ile bilinen AVRASYA STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ’nin 9-13 Ekim 2006 tarihleri arasında Ankara’da, Büyükhanlı Park Otel’de organize ettiği “Cumhuriyetin 100. Yılında Dünya ve Türkiye” STRATEJİK ÖNGÖRÜ: 2023 adlı konferansta 2023 yılına kadar uzanan yıllara dönük bir öngörü yapmıştım.
2008 yılı ile ilgili öngörüm, Papadopulos’un 2008 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılamayacak kadar hasta olacağı ve öleceği idi. Bu öngörüm, Konferansın bilahare basılan kitabında da benim yaptığım sunu içinde yer aldı. (İsteyen okuruma kitabın ISBN kodunu ve sayfa numarasını verebilirim.)
Sunum esnasında bu öngörümü dile getirdiğimde, salonda büyük bir kahkaha kopmuş, oturumu yöneten Başkan da, “Ata Atun hocamız iyi niyetli bir öngörü yaptı” demişti.
Bir an kendi kendimden şüphe duymuştum, doğruyu söylemek gerekirse. Öngörülerimde ve kendime olan güvenimde biraz ileriye mi gittim diye.
Genelde politik öngörülerim hep doğru çıkmaktadır. Rum Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Papadopulos’un kaybedeceği ve Hristofyas’ın kazanacağını daha seçimlere 7 ay kala ön görmem, aynı şekilde Dr. Derviş Eroğlu’nun da UBP Kurultayında seçimi hangi yüzdelikle kazanacağını Eylül ayında, kıymetli dostum Erkan Eğmez’in Ada TV’deki programında dile getirmem ve alacağı oyların da %70 civarında olacağı gibi bir tahminde bulunmam öngörülerimin doğruluğunu ortaya koymaktadır.
2006 yılındaki öngörüm Papadopulos’un 2008 de Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giremeyecek kadar hasta olacağı ve vefat edeceği idi. Öngörümde belli ki 9 aylık bir yanılgı olmuş. En azından öleceği seneyi olsun doğru öngörebilmişim.
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nın Ek I’i olan “Treaty of Guarantees” yani “Garanti Anlaşmaları”nın tamamen iptal edilmesi ve yürürlükten kaldırılması isteği Papadopulos’un düşüncesiydi. Türkiye’nin hiçbir koşulda adaya fiziki bir müdahalede bulunmasını ve böyle bir olasılığın dahi var olmasını istemiyordu.
Korktuğu 20 Temmuz 1974 tarihinde Mutlu barış Harekatı ile başına geldiğinden, Cumhurbaşkanlığı döneminde hep bu Ek I “Garanti Anlaşmaları”nın kaldırılması için uğraştı durdu. Başaramadı ama bu düşünceyi de Elen ırkının bir ilkesi haline getirmeyi başardı.
Şimdi değişik ülkelerde ikamet eden aynı koronun elemanları gibi bir taraftan Yunanistan Dış İşleri bakanı bayan Dora Bakoyanni her fırsatta bunu dile getirirken, Hristofyas ve baryaları da düzenli aralıklarla bu konuyu dile getirmektedirler.
1974 yılında adaya barışı getirenin ve özellikle de yaklaşık 25-30,000 AKEL taraftarını katliamdan kurtaranın Garantör Türkiye ve onun Türk Silahlı Kuvvetleri olduğunu hep unutuyorlar. İşin garibi, Türk askeri adaya ayak bastığı gün Papadopulos, şu anda adı “Gülseren Kışlası” (Gülseren Eğitim Taburu) olan dönemin RMMO kampında hücre hapsindeydi. Sıkı bir Makarios taraftarı olan Papadopulos’u Yunanlı darbeciler ve taraftarları daha darbenin ilk gününde yakalamış ve diğer tüm arkadaşları yakalanana kadar da, yoğun direniş ve çarpışmalar Lefkoşa olduğu için, elden kaçırmamak amacı ile Mağusa’daki RMMO kampına getirmişler ve hücreye koymuşlardı. Türk askeri adaya 20 Temmuz’da ayak basmasaydı, bizlerle birlikte Papadopulos’u da öldürecekti darbeciler.
Hristofyas ve Bakoyanni veya Rum hükümeti ve Yunanistan, niye Garantilerin kalkmasını istiyorlar?.
Ek I “Garanti Anlaşmaları Madde 4 çok açık ve net. Anlaşılır bir dille yazılmış. Özetle ve kısa olarak “Bu anlaşmanın hükümlerine riayetsizlik halinde, Garantör devletler birlikte veya her biri tek başına nizamı geri getirmek için harekete geçmek hakkına sahiptir” demektedir ilgili madde.
Rumların ve Yunanlıların açıklamaları dikkatle analiz edildiğinde, bu iddialarının ve isteklerinin arkasında hiçbir inandırıcı gerekçe olmadığı görülmektedir.
Eğer Rumların ve Yunanlıların 15 Temmuz 1974’de olduğu gibi adayı tümü ile Yunanistan’a ilhak etmek veya ele geçirmek gibi bir niyet ve istekleri olmayacaksa niye garantilerden ve Türkiye’nin garantör olmasından korksunlar veya endişe duysunlar.
Belli ki, Sırpların Bosna’da oynadıkları oyunu ve bir BM gücü olarak Bosna’da bulunan Hollanda Birliğinin gözleri önünde Serebrenika’da yaptıkları katliamın aynısını ilk fırsatta Kıbrıs’ta da yapmaya niyetliler ki hem Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılmasını talep ediyorlar, hem Türk askerinin geri gitmesini istiyorlar, hem de üstüne üstlük adanın BM veya NATO veya AB garantisi altında olmasını talep ediyorlar. Utanmasalar Serebrenika’da katliama seyirci kalan Hollanda Birliğinin adaya gelmesini isteyecekler.
Rumların hayallerinde olan “Garanti Sistemi” öyle bir sistem ki, hem rahat rahat canımıza okusunlar hem de aynen 1963’de olduğu gibi hiç kimse kendilerine müdahale etmesin. Sonra da adayı da Türklerden temizlesinler, aynen yüz sene evvel Girit’te yaptıkları gibi. Bu nedenle de adada, etrafta kimseler olmadan “bizimle yalnız” kalmak istiyorlar.
Sanki bizim onlara güvenimiz varmış ve de mevcut Garantiler sistemi değişecekmiş gibi.
Aç horoz rüyasında kendini arpa ambarında sanırmış.
Rumlar da hep rüya gördüler bu güne kadar, Enosis rüyası. Şimdi de rüyalarında kendilerini Garantilerin ve Garantörlüğün kalkacağı bir ambarda sanıyorlar.
Çocukluğumda gazete ve mecmuaları takip edebilecek kadar iyi olan İngilizcem ile komşumuz olan İngiliz askerlerinden bulabildiğim gazete ve mecmuaları okur, dünyadan haberler almaya, ne olup bittiğini öğrenmeye çalışırdım.
O dönemde Richard Nixon ve John F. Kennedy ABD Başkanlık seçimleri için yarışıyorlardı ve seçimi de 118.550 oy farkla Kennedy kazanmıştı. 69 milyon seçmen içinde minnacık bir farktı bu. 1960 yılında gerçekleşen bu seçimden benim kazanımım, hayatım boyunca ilke edindiğim bir cümlenin kafama çivi ile çakılması ve bir daha çıkmamak üzere yer etmesiydi.
Beni çok etkileyen bu cümleyi Teksas’da bir suikast sonucunda hayatını kaybeden Başkan John F. Kennedy, 20 Ocak 1961 günü yaptığı yemin töreninde söylemişti.
Cümlenin İngilizcesi “Ask not what your country can do for you—ask what you can do for your country” yani, “Ülkem benim için ne yapabiliri değil, ben ülkem için ne yapabilirimi sorgulayın”dı bu cümle ve hala daha ilk günkü gibi kafamdaki yerinde duruyor. Çoğu zaman da beni yönlendiriyor.
Ülkemiz için bir şeyler yapmaya çalışan üç kişi var.
Birisi heykeltraş Prof. Dr. Tankut Öktem. Maalesef geçen sene 2 Aralıkta bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Bu kişi, yetenekleri ve ünü Türkiye dışına taşmış ünlü bir heykeltıraş. Ülkemizdeki bir çok yapıtta imzası var. En önemlilerinden bir tanesi de Gazimağusa girişinde “Anıt Çemberi” olarak anılan yerdeki “Atatürk, Milli Mücadele ve 1974 Barış Harekatını” temsil eden görkemli heykel. Mağusa’da ki Anma törenleri hep orada yapılır. Ve ben her seferinde Prof. Dr. Tankut Öktem’i hatırlar ve anarım. O görkemli heykeli hayal gücünde nasıl canlandırdı ve realiyete çevirdi diye de düşünürüm.
Be yaptık biz rahmetli Tankut Öktem için.
Böylesi kıymetli bir sanatkarı, bırakın vatandaş yapıp, “KKTC vatandaşıdır. Onunla iftihar ediyoruz” diyerek gurur duymayı, ailesine başsağlığı bile göndermedik.
Bizim vefamız yok ama onun eserleri yüzyıllarca bu topraklarda kalacak. Biz gideceğiz ama o hep yaşayacak.
Diğer iki kişi ise, Ingiliz boksör David Haye ve onun aslen Kıbrıslı bir Türk olan menajeri Adam Booth.
“Tek Yumrukla yere seren” (Haymaker) lakabı ile bilinen genç ve başarılı boksör David Haye, başarısının sırrını 9 ay boyunca Kuzey Kıbrıs’ta organik ürünler yiyerek müsabakalara hazırlanmasına bağlıyor. Haye, geçtigimiz yıl Kasım ayından beri Kuzey Kıbrıs’ta Ozankoy Jimnastik Salonunda maçlarına hazırlanıyor.
Menajeri Adam Booth’un tavsiyesiyle yılın belirli zamanlarını Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bir şehri olan Girne’de geçiren ve maçlara hazırlanan Haye, tam bir KKTC aşığı.
Bir özelliği de maçlara şortunun bir tarafında KKTC bayrağı ile çıkması. Medya çekimlerini ve söylemlerini ise her zaman üzerinde İngilizce olarak Kuzey Kıbrıs yazan bir panonun önünde yapması.
WBC (Dünya Boks Konseyi) ile WBA (Dünya Boks Birliği) Cruiserweight (Yarı Ağır Sıklet) Dünya şampiyonlukları olan Haye, Yarı Ağır Sıkletteki son ünvan maçında Maccarinelli’yi yenerek WBO şampiyonluk kemerine de sahip oldu.
David Haye’in KKTC bayrağı ile çıktığı müsabaka, Londra’daki O2 Arena’dan yapılan canlı televizyon yayını ile tüm dünyada milyonlarca insan tarafından izlendi. Boks maçı sonrası, internetteki birçok sayfada Haye’in KKTC’li şortu ile ilgili forumlar açıldı
Haye, şortunda KKTC Bayrağı olması nedeni ile kendisini eleştirenlere daha önce yaptığı açıklamalarda, “Kimse beni yaşadığım yerin tanıtımını yapmaktan alıkoyamaz” diyerek KKTC sevgisini ortaya koymuştu.
Yarı Ağır Sıklet’te tüm kemerleri toplayan boksör David Haye geçtiğimiz yaz içinde WBC Başkanı Jose Sulaiman’a bir mektup yazmış ve ağır sıklet’e geçme kararını açıklamıştı.
Ve boks dünyasının “Premier Ligi” yani 1.ci Ligi olarak da addedilen ağır sıkletteki ilk maçına Haye yine KKTC bayrağı ile çıktı ve rakibi ABD’li Monte Barrett’i devirdi. ABD’li rakibini beş raundda tam dört kez yere sererek karşılaşmayı kazandı.
David Haye, maç sonrası KKTC’li sporculara uygulanan uluslararası yarışmalara çıkma yasağına ilişkin görüşlerinin sorulması üzerine de, “Bu son derece acı ve utanç verici bir olay. Herkes sporunu her platformda yapabilmeli. Spor zaten insanları birleştirmeye yönelik bir olay. Bu durumu değiştirmek için elimden gelen bir şey yok ama ben de KKTC ismini ve bayrağını formamla şortumla ringler aracılığıyla dünya arenasına taşıyorum” diyerek protestosunu da dile getirdi.
Naklen yayında Türkçe öğrenmek istediğini de belirten Haye, en sevdiği Türk yemeğinin kuru fasulye olduğunu ve bu yemeğin özellikle ağır idman dönemlerine çok uygun bir besin olduğunu ifade etti. Haye, KKTC’de daha ne kadar yaşayacağı sorusu üzerine de ”Beni kabul ettikleri müddetçe orada yaşayacağım” yanıtını verdi.
KKTC devleti milyonlar harcasa böylesi bir tanıtımı yapamaz.
David Haye ve Adam Booth KKTC’ye çok şeyler veriyorlar.
Peki biz onlara ne yaptık.
Paraguay Hükümeti, bir dönemin çok popüler olan “Los Paraguayos” müzik grubuna Kırmızı renkli Diplomatik pasaport vermiş ve dünyadaki çeşitli ülkeleri gezerek verdikleri konserlerle Paraguay’ın (gizli) reklamını yapmalarını sağlamıştı.
Bence David Haye ve Adam Booth’a da, çoğu ülke kabul etmese de Kırmızı Pasaport verilmeli ve vatandaşlarımız yapılmalı. Ülkem de onlar için bir şeyler yapmalı.
NOT: Bokstan hiç anlamam ve seyretmem. Beni olayın vefa ve siyasi kazanım yönü ilgilendirmektedir.