Kıbrıs’ta bizler tecavüz nedir bilmezdik.
Bu ülkede 74’den önce tecavüz olayının yaşandığını pek hatırlamıyorum. Tek tük, beş on yılda bir, bir tane yaşanırdı galiba.
Doğaya aykırı cinsel ilişki nedir onu hiç bilmezdik.
Ne oldu ülkemize anlayamıyorum.
Sapık insanları vatandaş mı yaptık, yoksa bu adaya gelenler sapık düşüncelerini de beraberlerinde mi getirdiler anlaması zor.
İnsana tecavüz edenini mi istersin, zavallı bir eşşeği ağaca bağlayıp tecavüz edenini mi?
Gözü dönmüşler hızlarını alamayıp hayvanlara da tecavüz ediyorlar.
Gün geçmiyor ki haberlerin içine bir tecavüz olayı girmesin.
Üstelik bu adamlar iki kez sapık.
Hem tecavüz ediyorlar hem de, bu tecavüzlerini doğaya aykırı gerçekleştiriyorlar.
Son bir hafta içinde kendisinden ayrılmak isteyen eşinin evine hırsız gibi pencereden girdikten sonra sahil kenarına döve döve götüren ve
kendisini araba krikosu ile yüzünü dağıtmakla tehdit edip doğaya aykırı bir şekilde tecavüz eden kişiye ve ailesine verilecek cezayı gerçekten merak ediyorum.
Tecavüz eden kişinin ailesi ise yurt dışından telefonla tecavüz edilen kadını arıyor ve üstelik bir de tehdit ediyor.
Bu ne cüret, bu ne mantık, bu nasıl bir yaşam kültürü.
Kıbrıs’ta kadın el üstünde tutulurken anlaşılıyor ki tecavüz eden kişinin yaşadığı yörede kadın ayak altında tutuluyor.
Ben İçişleri Bakanımıza sesleniyorum, telefonla tecavüz edilen kadını tehdit eden bu aile hakkında kamu davası açın ve KKTC’ye girişlerini yasaklayın. Ülkemizde tehdit suçtur. İster sözle olsun ister telefonla. Tecavüze uğrayan kadının şahadeti polis kayıtlarındadır ve de dikkate alınmalıdır.
13 yaşındaki baldızına son iki yıldır tecavüz eden sapık ise bir baş yüz karası konu.
Bu sapığa en az elli yıl hapislik cezası verilmeli.
Minicik bir genç kıza daha doğrusu daha çocukluktan bile çıkmamış bir kız çocuğuna iki yıl boyunca tehditle tecavüz edip hayatını karartan, psikolojisini bozan ve ruhunda onarılamayacak yaralar açan bu sapığa mevcut yasaların da üstünde bir ceza verilmeli ve bir kez daha güneş yüzü gösterilmemeli.
Zaten böylesi bir cezanın örneği var.
Geçmiş yıllarda bir üniversite kampüsünde gencecik bir kıza döverek tecavüz eden sapığa, saygın bir hâkimimiz tarafından 25 yıl hapis verilmişti, buna daha da fazla verilmeli.
Tecavüzcünün cezalandırılmasından da öteye, daha ergen bile olmamış bu kızın ruhunda açılan bu yaranın onarılıp onarılamayacağı sorusunu da kendisine sormalı ilgililerimiz.
Artık önlem alınması ve tecavüzcülerin çok ağır bir şekilde cezalandırılmasının zamanı geldi.
Sayın İçişleri Bakanımız!
Bir Yasa tasarısı hazırlayın ve mevcut yasaları artık değiştirin.
Tecavüzcülere, ister insana olsun, ister bir hayvana, kimyasal Kastrasyon yani ilaçla hadım edilmesi cezasını getirin.
Tecavüzcülerin iki veya üç yıl yatıp çıkmalarını önleyin ve en az otuz yıl hapis cezası getirin bu yeni yasa ile.
Eğer bu sapıklar sonradan vatandaşımız olmuşlarsa derhal vatandaşlıktan atın ve bir daha geri gelmemek kaydı ile sınır dışı edin.
İnsanımız geçmişteki huzurlu günleri aramakta ve en çokta tecavüzcülere tahammül edememektedir, daha doğrusu ülkemizde böylesi sapık insanların yaşamasını istememektedir.
Buna ilaveten “Vatandaşlık Yasasını” da değiştirin.
Vatandaş olduktan sonraki on yıl içinde basit trafik suçu dışında suç işleyenlerin otomatikman vatandaşlıklarının iptal edileceği ve sınır dışı edilecekleri maddesini ilave edin mevcut yasaya.
Dünya güzeli adamızı vatan kabul edenlere kapımız açık, ama bu ülkenin, sapıklara, hırsızlara, katillere, dolandırıcılara, tecavüzcülere ve bir ayağı üzerinde kırk tane yalan söyleyen “Sonradan olma vatandaşlara” da hiç gereksinimi yok.
Anavatan Türkiye’nin 2023 vizyonunu, yani Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yılındaki vizyonunu Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin yaklaşık 180 büyükelçisini bir araya getiren Üçüncü Büyükelçiler Konferansı’nın açılışında dile getirdi.
Açıklanan bu yeni vizyondaki hedefler, Cumhuriyetin 80. Yılı olan 2003 yılında ortaya konan hedeften çok daha büyük ve iddialı.
Özellikle Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 100. yılında Türkiye’yi, dünyanın ilk 10 büyük ekonomisi arasına sokmak hedefi çok etkileyici.
Dolar bazında 2000 yılında 202 Milyar Dolar olan Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH), 2005 yılında 362 Milyar Dolar’a, 2010 yılında da 730 Milyar Dolar’a çıkarılmış.
GSMH’daki son on yıllık artış yüzde üçyüz altmış bir (% 361).
Davutoğlu’nun ortaya koyduğu 2023 hedefi ise 2 Trilyon Dolar. Zaten matematiksel grafik mevcut şekli ile yükselişe devam ederse, 2023 yılından çok daha evvel belirlenen hedefe ulaşılabilecek.
Bu hedefe ulaşabilmek için alt yapı çalışmaların da şimdiden başlatıldığı kesin. Zaten GAP projesinin bu atılıma katkısı olağan üstü büyük.
Gerek Elektrik enerjisi olarak, gerekse de pahada ağır, üretimde hafif tarımsal ürünler konusunda.
Türkiye şu anda tohum konusunda İsrail’in en büyük rakibi konumunda. Daha evvel İsrail’den tohum ithal ederken, şimdi tohum ihraç eder konumda.
2 trilyon dolara ulaşmak için ne kadar enerjiye ihtiyaç duyulacağı hesaplanmaya başlanmış bile.
Hedef büyük ve illaki de ulaşılacak.
Günümüzde Türkiye, Avrupa’nın enerji politikalarının en önemli aktörlerinden birisi durumunda.
Ekonomi ne kadar güçlü ise, küresel politikada aktör olmak da o denli öne çıkıyor.
IMF verilerine göre, Türkiye 2011 yılı içinde, Çin, ABD, Brezilya ve Japonya gibi dünya devleriyle birlikte Gayri Safi Yurtiçi Hasılası’nı (GSYH) en fazla artıran ülkeler arasında yer alacak. Avrupa Birliği’ne üye 27 ülkeden 22’sini geride bırakan Türkiye, yıl sonunda 114.6 milyar dolarlık artışla GSYH’ni en fazla yükselten 12’nci ülke konumuna yükselecek.
Türkiye şimdi dünyada, küresel olaylarda sözü dinlenen, olayları önceden gören, o olaylara tedbir oluşturan, o olaylar için alternatif çözüm üreten akil bir ülke konumunda.
Çevre bölgelerde daha kriz çıkmadan krizi hissedebilen, hassas ayarlı bir diplomasi ile çözüm getirebilen bir dış politika güdüyor.
Türkiye’nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Ertuğrul Apakan’ın, Mavi Marmara saldırısının hemen ardından sabah 05:00’te uyandırılması ve BM Güvenlik Konseyi’nin acil toplantıya çağrılması bunun en güzel bir örneği.
İkinci örnek ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliğine aday olduğu vakit, karşısındaki rakip AB üyesi bir devlet iken 153 oy alarak bu göreve seçilmesi.
BM tarihinde 153 oy alıp Güvenlik Konseyine seçilen Batılı ülke yok.
Türkiye belli ki artık büyük oynamaya karar vermiş.
Yüzünü hem Doğu’ya çevirmiş, hem de Batı’ya, biraz da Kuzey’e.
Siyasette ve ekonomide, durdurulamayan bir yükseliş trendine girdiği tartışılmaz bir doğru.
Yılların yalnız Türkiyesi, şimdi yanına birçok ülkeyi almış dolu dizgin ilerliyor ve uluslararası arenada oyununu kendi kurallarına göre oynuyor.
Sadece oynamıyor, oynatıyor da.
Bu bilgileri yazmanın nedeni, anavatandaki bu gelişmelerin, doğal olarak biz Kıbrıslı Türklerin ekonomik ve siyasi konumunu da olumlu yönden etkileyecek olması.
Türkiye ne denli güçlü olursa, Kıbrıslı Türklerin de ekonomik ve politik konumunda bu günlere kıyasla daha güçlü olacağı net bir gerçek.
Türkiye’nin bu durdurulması olanaksız gelişmesinden sonra Kıbrıs konusunda, eskiden beri süre gelmekte olan ve artık değişmez olduğu sanılan düşünceler ve kavramlar da yavaş yavaş değişime girecek.
Değişime girecek olan bir başka etken de Müzakereler.
Artık müzakerelerin gidişatı hiçbir zaman eskisi gibi Rumların ve Yunanlıların ve de onların dostlarının baskısı altında ve onların istediği gibi gitmeyecek.
Gerçekte yazı başlığımın doğru yazılımı “Tarih Tekerrürden İbarettir” olacaktı ama belli bir yaş grubunun altının bu başlığı anlamayacağını düşünerek, günümüz Türkçesine çevirmeye çalıştım.
Hata yapmış veya tam karşılığını da verememiş olabilirim ama bu deyim çok önemli ve ben bunu Kıbrıs’ta zaman zaman gerçekten de yaşadığımıza inanıyorum.
Tarih gene tekrarlanmaya başladı.
Yakın tarihimiz bunun örnekleri ile dolu.
Bunun örneklerinden bir tanesini de FIBA Eurochallenge Cup G Grubu’nu lider bitirmeyi garantileyen Pınar Karşıyaka basketbol takımının, Kıbrıs Rum Kesimi deplasmanında Apoel’e yaptığı maçtan sonra saldırıya uğramasıarkasından Rum liderlerin yaptıkları açıklamaların içinde gördüm.
Bu açıklamalar 55 yıl evvelsinin mantığını, kelimelerini ve tınılarını taşıyor aslında. Aradan geçen yıllar içinde detaylar değişmiş ama ana tema yerinde kalmış.
Yıllar Rumların hedeflerini ve ülkülerini hiç değiştirmemiş.Entrikaya ve takiyyeye yani düşündüğünü saklamaya dayalı politikalarını da.
Hristofyas’ın sık sık dile getirdiği “Siyasetim Türkiye’yi adadan çıkarmak ve Kıbrıs Türkleri ile Türkiye’nin arasındaki bağı koparmaktır” söylemini, ki buna Hristofyas Rum halkının genel isteğini dile getiriyor da diyebilirsiniz, diğer siyasi parti liderleri de her ortamda bu ülküyüdile getiriyorlar.
Gerek AKEL’in koalisyon ortağı DIKO Başkanı MariosKaroyan’ın gerekse de EDEK, Evro.Ko ve Ekologlar partilerinin başkanlarının masumane tavırlarla söyledikleri “Bizim Kıbrıslı Türklerle bir sorunumuz yok. Mücadelemiz Türkiye ile. Türkiye’yi adadan atana kadar her yolu deneyeceğiz” sözleri bana elli beş yıl evvel bunların babalarının dağıttıkları broşürlerde dile getirdikleri düşüncelerini çağrıştırdı.
EOKA’nın 1 Nisan 1955’de kurulduktan sonra sık sık dağıttığı broşürlerde,önemle üzerinde durduğu konulardanbir tanesi ve neredeyse de her broşürde yer alan “İki düşmanımız vardır. Birincisi İngilizler, ikincisi Türklerdir. İngilizleri adadan kovacağız sonra da Türkleri imha edeceğiz. Gayemiz Enosis’tir. Her ne pahasına olursa olsun vazifemiz bu gayenin gerçekleşmesidir.” hedefi idi.
Bu düşüncelerini eyleme dönüştürmek için çok beklemediler ve 1955 yılında İngilizlere karşı tamamen kalleşçe yöntemlerle başlattıkları silahlı saldırılarını kısa bir müddet sonra da Kıbrıslı Türklere yönelttiler.
Binden fazla Kıbrıslı Türkü kalleşçe yöntemlerle şehit edip, 32 bin Türkü de yüzyıllarca yaşadıkları 103 köyü arkalarında evlerini, tarlalarını, işyerlerini, hayvanlarını, atalarının mezarlarını ve acı tatlı tüm hatıralarını geride bırakarak terk etmeğe mecbur bıraktılar.
Hedefleri adayı Türklerden arındırmaktı.
Ya öldürerek ya da göçe zorlayarak.
Aradan geçen 55 yılda hiç akıl koymadıkları, hala aynı düşüncede oldukları ve geçmişten hiç ders almadıkları net bir şekilde görülüyor.
55 yıl önce söylediklerini günümüzde birazcık değiştirmişler ve cümle içindeki “İngilizler” kelimesini çıkarıp yerine “Türkiye” kelimesini koymuşlar.
Geri kalan kelimeler tamamen aynı, mantık aynı, hedef aynı, kafa da aynı.
Akıllarınca Avrupa Birliği’ni ve Hıristiyan dünyasını arkalarına alacaklar ve her tür politik entrika ile önce Türk askerinin adadan gitmesini sağlayacaklar, sonra 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’ndan kaynaklanan Türkiye’nin ada üzerindeki Garantörlüğünü ve Garanti Anlaşmalarını iptal ettirecekler, sonra da Türkiye’nin ada üzerinde ve Kıbrıslı Türkler üzerinde hiçbir etkin ve fiili müdahale hakkı kalmayınca da adayı Kıbrıslı Türklerden, 1963-74 yılları arasında yaptıkları gibi soykırım uygulayarak temizleyecekler.
Hedefleri, amaçları, gayeleri ve ülküleri bu.
Umarım “Dimyat’a giderken evdeki bulgurdan olmazlar”.