Uzaktaki Kıbrıs Sevdalıları

Uzaktaki Kıbrıs Sevdalıları

Sayın Ebru Doğan’ın TurkishNY.com sitesindeki 21 Mayıs tarihli yazısını okumanızı tavsiye ederim.
Bu yazı beni çok etkiledi.
Bizim bu küçücük adamızdan binlerce kilometre uzakta yaşayan Kıbrıs Sevdalıları, New York’taki Türk Evi’nde, benim “olağanüstü güzel ve takdir edilesi” şeklinde tanımlayabileceğim bir etkinlik düzenlemişler.
Kıbrıs Türk Yardımlaşma Derneği New York, Türk Amerikan Dernekleri Federasyonu ve Türk Amerikan Dernekleri Kurulu ortaklaşa bir çalışmayla Avustralya’daki Kıbrıs Derneği ATCA tarafından hazırlanan “Homeland The Turkish Cypriots” (Vatan Kıbrıslı Türkler) isimli, Kıbrıs hakkında gerçek tarihi belgesel bir film gösteriminde bulunmuşlar ve tabii hasret de gidermişler.
Bu etkinlikte çekilen resimleri de iyiden iyiye inceledim.
Özellikle konuşmaların yapıldığı kürsünün önündeki amblem ve katılımcıların kimlikleri beni çok etkiledi.
Bir dönem T.C. Lefkoşa Büyükelçisi olarak ülkemizde görev yapan, kalplerimizde taht kuran, Annan Planı görüşmeleri döneminde, komisyonları, müzakereleri ve görüşmeleri başarı ile yöneten, bana göre kendini bizden daha çok Kıbrıslı hisseden Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Büyükelçi Sayın Ertuğrul Apakan’ı da resim karelerinin içinde görmek beni çok mutlu etti. Bu dünya güzeli ülkemize ve küçücük devletimize çok büyük katkıları oldu Büyükelçi Apakan’ın KKTC’deki görev süresi içinde ve hala da devam ediyor.
Görevini New York’ta sürdürmekte olan Sayın BE Apakan’ın Kıbrısla ilgili böylesi bir etkinlikte faal olmayacağını ve hamilik yapmayacağını düşünmek gerçekten büyük bir safdillik olurdu.
Sayın BE Apakan’ın BM Güvenlik Konseyinde yaptığı konuşmalarını, öne sürdüğü savlarını, Türkiye ve Kıbrıs konusundaki savunmalarını ve Kıbrıs konusunda verdiği mücadelenin tutanaklarını elden geldiğince aksamasız olarak okumaya çalışıyorum.
Gerçek bir Kıbrıs sevdalısı diyebilirim. Kendisini bizden daha çok Kıbrıslı hisseden bir kişi de diyebilirim.
Geçen sene Haziran ve Aralık aylarında BM Güvenlik Konseyinde yapılan Kıbrıs Adasındaki BM Barış Gücünün görev süresinin uzatılması ve BM Misyon şefliğinin görevine devam etmesi oylamalarında, KKTC’nin görüşü alınmadığı için Güvenlik Konseyi üyesi Türkiye adına “Red Oyu” kullanmıştı, hem de gerekçelerini net bir şekilde açıklayarak.
Etkinlikte yaptığı konuşmada Apakan’ın, Kıbrıslı Türklerin yıllar boyu geri adım atmadan Rumların uyguladığı soykırıma karşı koymalarını dile getirmesi ve sözlerini de “Kıbrıs Türkü kahramandır” kelimeleri ile tanımlaması bence eşi bulunmaz ve bizleri çok onurlandırıcı bir tanıtım.
Resimlere bakarak Kıbrıs Türk Yardımlaşma Derneği Başkanı Ali Sencer’i, İbrahim Kurtuluş’u ve Cahit Oktay’ı tanımaya çalıştım. ATAA Doğu Yakası Başkan Yardımcısı ve YYVDK üyesi Ali Çınar’ı ise tanımadığım kesin.
Belli ki hepsi de el ele gönül gönüle çalışmışlar KKTC’yi tanıtmak ve haklı tezlerimizi dile getirmek için.
ATAA Doğu Yakası Başkan Yardımcısı ve YYVDK üyesi Ali Çınar’ın, film gösterimi hakkında kısa bir bilgi verdikten sonra gelecek aylarda başka eyaletlerde filmi göstermeyi düşündüklerini ve bu tür filmlerin gösterilmesi ve insanların eğitilmesinin çok önemli olduğunu belirtmesi gerçekten beni, KKTC’mizin tanıtılması ve haklı tezlerimizin diğer kardeşlerimiz tarafından bilinecek olması yönünden çok mutlu etti.
Kıbrıs sorununa çözüm bulmak çalışmaları içinde haklı tezimize sağlam bir zemin yaratabilmek için tanıtıma, bilgilendirmeye ve lobi faaliyetlerine çok gereksinimiz olduğu kesin.
Rumlar ve Yunanlılar bu konuda çok başarılılar. 21 Aralık 1963’de Papadopulos’un telgrafında belirttiği üzere adadan Kıbrıslı Türkleri 45 dakika içinde silmek amacı ile başlattıkları saldırılarını dünyaya “Kıbrıslı Türkler İsyan Etti” şeklinde duyurmuşlar ve propagandaları ile dünyayı buna ikna etmeye çalışmışlardı. Hala daha Rumların neredeyse yüzde yüzüne yakın tamamı, 1963 yılında Türklerin hükümetten ayrılmak için isyan ettiği inancında.
İşte tanıtım, propaganda ve lobicilik böyle bir şey. Bizim de çok gereksinimiz olduğu kesin.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
18 Temmuz 2011

18 Temmuz 2011
Uzaktaki Kıbrıs Sevdalıları için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Müzakereden Kaçmak

Müzakereden Kaçmak

Kıbrıs Rum tarafından gelen bilgiler adeta şok edici.
Rum lider Hristofyas zaten uzun bir müddettir muhalefet partilerinin ve Başpiskopos Hrisostomos’un baskı ve eleştirilerinden bunalmıştı.
Salı sabahı Terazi köyündeki Türk toprakları üzerinde kurulu Evangelos Florakis Deniz Üssü’nde yaşanan şiddetli patlama, iddialara göre uzun müddettir müzakere masasından kaçmak için bahaneler arayan Hristofyas’ın ekmeğine bal sürmüş.
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, uzun çabalar sonucunda takvim kelimesini kullanmadan Kıbrıslı liderleri belirli aralıklarla ve daha evvelden belirlenmiş programlarla masaya oturtmayı başarabilmiş ve Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile Rum Yönetimi Başkanı Dimitris Hristofyas’ın katılımı ile 7 Temmuz’da Cenevre’de yapılan üçüncü üçlü Kıbrıs zirvesinde de nihayet, müzakereler için bir takvim belirleyebilmişti.
Hakemliği, Takvimi ve Uluslararası Konferansı kabul etmem diyerek cebinde üç adet “Hayır” ile Cenevreye giden Hristofyas, bütün çırpınmalarına rağmen önüne konan çalışma sürecini kabul etmek zorunda kalmıştı.
Bu sürecin mimarı zaten “Hakem”lik görevi yapan Ban Ki Moon’du ve de masaya da dört aşamalı bir takvim ile içinde Uluslararası Konferans da bulunan bir çözüm prosedürü koymuştu.
Cenevre’de kabul edilen bu prosedüre göre Ekim ayına kadar yoğunlaştırılmış görüşmeler yapılacak ve Ekim ayında da New York’da dördüncü üçlü görüşme gerçekleştirilecek.
Bundan sonra da görüşmeler tatmin edici bir sonuca ulaşırsa ve de başlıkların tümünde anlaşılırsa Aralık sonuna kadar bir “Al-Ver” süreci yaşanacak, Aralık 2011’de Uluslararası bir Konferans yapılacak ve son aşama olarak da Mart 2012’de adada çözüme yönelik bir Referandum yapılacaktı.
Geçmiş Rum liderlerin tümü ve bundan sonra gelecek olanlar da, 21 Aralık 1963 tarihinde silah zoru ile gasp ettikleri ve 4 Mart 1964 tarihinde de ayak oyunları ile BM’ye tescil ettirdikleri Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ne Kıbrıslı Türkleri “Egemen ve Eşit Ortak olarak” kabul eden lanetlenmiş bir lider olarak Helen tarihine geçmek istemediklerinden, her seferinde çözüme yaklaşılmışken müzakerelerden kaçmayı başarı addetmişlerdi.
Bana göre Cenevre’de gelinen bu aşamada, ortaya konan prosedür, takvim, hakemlik, Uluslararası Konferans ve Referandum sürecinden kaçmak için Hristofyas da elden gelen olası her olanağı kullanmanın yollarını arıyordu ki, Evangelos Florakis Deniz Üssü’nde Salı günü sabahı yaşanan şiddetli patlama Hristofyas’ın imdadına yetişti.
Büyük bir olasılıkla müzakerelerde takvim belirlenmesine sürekli olarak karşı çıkan Kıbrıs Rum tarafı, patlama sonucu güney Kıbrıs’ta oluşan olumsuz havayı ve ağır ekonomik kaybı, yoğunlaştırılmış müzakere takvimine uymamak için bahane olarak kullanacak.
Üç gün Ulusal Matem İlan etmek de bunun ilk aşamasını oluşturuyor.
Zaten ekonomik olarak batmaya hızla yol almakta olan Kıbrıs Rum Kesiminin bahanelerinden bir tanesi de, “Biz ekonomiyi kurtarmıştık ama patlama ekonomimizi çok olumsuz etkiledi. Hem AB bize ekonomik yönden yardım etsin hem de kendimizi toparlayana kadar müzakerelere ara verelim” iddiası olacak.
Demokraside çarelerin tükenmediği sözü, yıllardır “Bizans Diplomasi”sini büyük bir başarı ile uygulayan Kıbrıs Rum tarafı için de geçerli ve olmazsa olmaz bir uygulama.
Zaman bu varsayımın doğru olup olmadığını ispatlayacak.
Bekleyip göreceğiz.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
11 Haziran 2011

18 Temmuz 2011
Müzakereden Kaçmak için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

İzolasyonlar Masada

İzolasyonlar Masada

Rumlar kabul etse de etmese de artık bir insanlık suçu olarak tanımlanan Kıbrıslı Türklere dünyadan soyutlama kararının yani izolasyonların kaldırılması gerekliliği BM’de ve AB’de tartışılmaya başlandı.
Rumlara sorulduğunda Kıbrıslı Türklere uygulanan herhangi bir izolasyon veya dünyadan soyutlama yok, biz böyle bir şey yapmadık diyerek soru soran kişinin gözünüzün içine baka baka yalan söylemekteler.
Ebedi alışkanlıkları. Yapacak bir şey yok.
Füle’nin Ankara ziyareti, Davutoğlu’nun Lefkoşa ziyareti ve Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun Brüksel ziyareti içinde konuşulan ve konuşulacak konulardan bir tanesi de bu izolasyonların kaldırılması.
Asıl resim gerçekte çok daha farklı boyutlarda. İzolasyonların kaldırılması bu resmin içinde küçük bir aracı rolden öteye değil.
Resmin önemli kısmı Türkiye’nin 21. Yüzyılın bu ilk on yılı içindeki ekonomik ve politik konumu ile bölgesel güç haline gelmiş olması.
Türkiye’ye yıllardır biçilen figüranlık rolünün artık bittiği, dünyanın ekonomik ve politik gücünü yıllardır ellerinde tutanlar tarafından bile dile getirilmekte.
Türkiye’nin, 31 Temmuz 1959 tarihinde AET’ye yaptığı üyelik başvurusu kendisine biçilen bu rol ve dini farklılığı nedeni ile yıllarca kasten sürüncemede bırakılmıştı.
Günümüzde bu roller değişti artık. Yılların figüranları senarist, senaristler de aktör ve figüran oldular.
Özellikle Avrupa Birliği, ekonomik ve siyasi birlikten öteye sadece bir Hristiyan Kulübü olduğunu ispatlarcasına son genişleme sürecinde Bulgaristan ve Romanya’yı içine alması ve onları geçen yıllar içinde bir türlü AB’ye adapte edememesi yaptıkları hatayı anlamalarına yetti, arttı bile.
AB’deki bir çok ülkenin, Rum tarafı dahil olmak üzere doğurganlık oranlarının ikinin altında olması, ekonominin iyi gitmemesi ve Yunanistan’ın başını çektiği beş ülkenin hızla batışa doğru gitmesi Brüksel’in gözünü açmasına neden oldu.
AB’nin başkenti artık kalbi ile değil beyni ile düşünmeye başladı ve Türkiye’siz hiçbir yere gidemeyeceğinin farkına vardı.
Şimdi artık Türkiye’yi nasıl dışlarızı değil, nasıl içimize alırızı düşünmeye ve konuşmaya başladılar.
Gelinen son nokta Brüksel’in Türkiye’nin AB’ye katılımını olmazsa olmaz olarak görmesi ve bu katılımın önündeki engelleri kaldırmak girişimleri.
Füle’nin Ankara ziyareti boşuna değil.
Ana tema engelleri nasıl kaldırabilir, katılımı nasıl hızlandırır ve başlıkları da nasıl açarızdı.
Brüksel’deki diplomat ve AB merkezinde görevli arkadaşlardan gelen bilgiler, önce Brüksel’in bu düşünceyi Ankara’ya işittirme olarak ilettiği, Ankara’dan da sıcak bir yaklaşım görünce, bunu fiiliyata dönüştürmek için karşılıklı olarak girişimleri başlattıkları şeklinde.
Şimdilik her şey yolunda gidiyormuş.
Türkiye, bu sefer 17 Aralık 2004’de yapılan AB Devlet Başkanları Konseyinde AB tarafından kendisine sözlü olarak verilen ve sonradan da tutulmayan vaatleri unutmamış ki, bu sefer her tür vaadi ve sözü, yazılı olarak taahhüt şeklinde, eski tabirle “Pullu ve Mühürlü” olarak istiyor.
Şimdi masada AB’nin, 2006’nın Aralık ayında, “Ankara Protokolü” olarak adlandırılan ve Kıbrıs Rum Kesimi dahil tüm AB ülkelerine limanların açılımını öngören anlaşmanın Türkiye tarafından yerine getirilmediği gerekçesiyle askıya aldığı 8 başlığın nasıl açılabileceği konusu var.
Türkiye gerçekte, AB’nin 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan Annan Planı Referandumundan hemen sonra Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların kaldırılması amacı ile kabul ettiği Yeşil Hat Tüzüğü, Doğrudan Ticaret Tüzüğü, ve Mali Yardım Tüzüğü’nü söz verildiği üzere uygulamaya koymadığı ve benimki söz, seninki imzalı taahhüt dediği için söz konusu Protokole işlerlik kazandırmamıştı.
Türkiye ve AB şimdi katılım sürecinin tıkanma aşamasına geldiği bu dönemde, ikinci kez “liman açılımı” ile Kıbrıs düğümünü çözmeye ve başlıkların tümünü açabilmenin çalışmasını başlattı.
Liderlerin Ekim ayında yapacakları 4. Müzakere bu nedenle çok önemli. AB’nin gelecekteki ekonomik yapısı ve dünya siyaseti, bir ucundan bu müzakerenin sonucuna da endirekt olsa da bağlı artık.

Prof. Dr. Ata ATUN
http://www.ataatun.com
11 Haziran 2011

12 Temmuz 2011
İzolasyonlar Masada için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Buğday Ambarındaki Aç Tavuk

Buğday Ambarındaki Aç Tavuk

Kıbrıslı Rum siyasetçilerden bazılarının, kendi kendilerine güven dopingi yapmaya çalışmaları gerçekten de çok gülünç oluyor.

Zaman zaman kendilerini dev aynasında görmeleri nedeniyle akıl almaz davranışlarda bulunup, aklın alamayacağı sözler söylüyorlar.

1915’de Yunanistan’ın nüfusu yaklaşık 3 milyon ve Anadolu’da yaşayan Türk’lerinki de 10 milyon iken 18 Ocak 1919 tarihinde yapılan Paris Barış Konferansı’nda gaza gelip, batı Anadolu da yaşayan 1 milyon Ortodoks’u da kendilerinden sayıp, geçici bir işgal için değil, daimî bir ilhak için Batı Anadolu’yu Ege’nin her iki yakasında kurulacak Büyük Yunanistan’a katmak amacı ile İzmir’e çıktılar.

Sonu 30 Ağustos 1922’de hüsranla bitti. 1919’da İzmir’e ayak basan 20 bin kişilik ordudan çok azı geri dönebildi.

15 Temmuz 1974 tarihinde koskoca Türkiye Cumhuriyet’ini yok sayıp zaten fiilen yönetmekte oldukları Kıbrıs adasını Yunanistan’a ilhak etmek için darbe yaptılar. “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”ni kurdular, yeni cumhurbaşkanı atadılar ve Enosis ilan ettiler.

Sonunda 20 Temmuz 1974 tarihinde yok saydıkları Türkiye Cumhuriyeti adaya ayakbastı ve adanın üçte biri ile kamçıyla yönettikleri Kıbrıslı Türklerin tümünü kaybettiler.

19 Şubat 2010 tarihinde de Rum temsilciler Meclisinde “AB’ye üye bir devlet olan ‘Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nde garantiler ve garantörler düşünülemez” kararını aldılar. Böyle bir karar ne denli geçerli, Uluslararası bir Anlaşma olan Garanti anlaşmasını bozabilmek veya geçersiz ilan edebilmek gibi bir yetkileri var mı, düşünenleri yok, veya da mantıklı düşünmek işlerine gelmiyor.

1 Ocak 1964 sabahı dönemin Rum Cumhurbaşkanı Makarios, herhalde yeni yıl kutlamalarında içkiyi fazla kaçırmış olmalı ki, altında Türkiye’nin, Yunanistan’ın, İngiltere’nin, Kıbrıs Türk tarafının ve kendisinin imzası olduğu 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşmalarını tek taraflı olarak fesih ettiğini açıklamıştı.

Garantör Devletlerin kendisini muhatap almayıp ültimatom düzeyinde dalga geçmeleri üzerine, yanlış anlaşıldım diyerek tükürdüğünü yalamak zorunda kalmıştı.

Şimdi de Rum Dışişleri Bakanı Markos Kiprianu çıktı ve bir web haber sitesine verdiği demeçte, İsrail ve Mısır’ın, Türkiye’nin Ortadoğu’da bölgesel güç rolünü üstlenmesini kabul etmeyeceklerini dile getirdi.

Anlaşılan İsrail ve Mısır, Kiprianu’ya kendileri adına konuşma yetkisi vermiş.

Kiprianu’ya göre zaten Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan, Türkiye’nin bölgesel güç olmasını hiç kabul etmiyorlarmış.
Yunanistan’daki “Panteion” Üniversitesi Öğretim Üyesi Marios Evriviadis ise doğruları yazmış son makalesinde.

Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın, küçük menzilli ve değersiz rol üstleniciler olarak görüldüğünü ve bu nedenle de iki ülkenin menfaatleri doğrultusunda Türk diplomasisinin Suriye, Lübnan ve İsrail – Filistin cephelerinde dolaşmasına izin verilmemesi gerektiğini dile getirmiş.

Yani Evriviadis Türkiye’nin bölgesel gücünün farkında ve gerek Yunanistan gerekse de Kıbrıs Rum Yöneticilerini uyarıyor.

Şimdilerde Türkiye’nin bu durdurulamaz yükselişini önlemek için bir şeyler yapamazsanız gelecekte figüranlığa razı olmak zorunda kalacaksınız demeye getiriyor özetle.

Markos Kiprianu kendisini buğday ambarında zannediyor ama tabii rüyasında.

Avrupa Birliği’nin “Batık Ülkeler Ligi”nde dördüncülüğe oturmuş bir devletin Dış İşleri Bakanı olan Kiprianu, gerçek hayatta buğday ambarında değil batak bir yerde yaşadığının farkında değil.

Kafasını kaldırdığında Türkiye’nin Ortadoğu’da bölgesel güç rolünü üstlendiğini ve artık figüran değil aktör olduğunu görmemek için hayali senaryolar kurmayı ve kurduğu senaryoya da inanmayı tercih etmiş.

Bir müddet sonra da ABD’nin ve Rusya’nın bölgesel güç olduklarını kabul etmediğini ve bölgedeki yegane gücün ve aktörün Yunanistan olduğunu iddia etmeye başlarsa hiç şaşmamak gerekir.

Bazı Rumlar ve Yunanlılar, okullarda ve kiliselerde beyin yıkamak amaçlı yaşam boyu kendilerine enjekte edilen megalomanik düşüncelerin etkisinde kalarak bazen sapkınlığa varan hareketlerde bulunuyorlar.

Kiprianu’nun bu iddiası da onlardan biri.

İsrail’in Türkiye ile tekrar yakın ilişkiler içine girebilmek için ABD’yi arabuluculuğa zorladığının hala farkında değil anlaşılan.

11 Temmuz 2011
Buğday Ambarındaki Aç Tavuk için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Cenevre gerçeği

Cenevre gerçeği

Kıbrıs Müzakereleri yavaş yavaş somut bir mecraya girmenin başlangıcına doğru yol alıyor.

1.ci ve 2.ci üçlü görüşmelerde inisiyatif alarak olumlu ve yapıcı önerilerde bulunan Kıbrıs Türk tarafı, Cenevre’de görüşme sürecinin önünü açacak bir neticeyle sonuçlanması için üzerine düşeni yapmakta kararlı.

Bu nedenle de Cumhurbaşkanı Eroğlu ve ekibi tüm hazırlıklarını tamamlamış ve Kıbrıs sorununa çözüm getirmek amacı ile Cenevre’ye, Garantörlük ve Garantiler konusu dışında tüm başlıkları görüşmek için hazır gidiyor.

Hedefleri Çözüm.

Kıbrıs Türk Heyeti yapıcı ve çözüme yönelik her öneriyi değerlendirmeye ve tartışmaya açık.

Zaten geçen yıllar içinde gerek Gali Fikirler Dizisi olsun, gerek Annan Planı olsun Kıbrıs Türk tarafı, adil ve kalıcı bir çözüme her zaman hazır olduğunu birçok kez kanıtladı.

Çözüme ulaşabilmek için Kıbrıs Rum tarafının da adada yerleşmiş BM parametreleri temelinde Kıbrıslı Türklerle yeni bir ortaklık kurma konusunda samimi olduğunu göstermesi gerekmekte.

Kıbrıs Türk tarafı müzakere masasında yapıcı ve samimi bir tutum göstermesine rağmen, Rumların isteksizliği nedeni ile süreçte istenilen ilerleme henüz maalesef elde edilebilmiş değil.

Rum tarafı 1968 yılından beridir devamlı olarak masaya, adaya tek başına hakim olabilmesini sağlayacak görüşler koymaktadır. Rumların bu davranış ve tutumları iki taraf arasında yakınlaşma sağlanmasını engellemektedir

Rumların herhangi bir takvimi ve BM’nin sürece aktif katılımını reddetmeleri, çözüm sürecini sonu belirsiz bir yola sokmakta.
Kıbrıs Türk tarafının sonu gelmeyen müzakerelerin tutsağı olmaya devam etmesini ve sonsuza dek dünyadan soyutlanmasını kimsenin beklememesi gerekmektedir.

Müzakereler 43 yıldır devam etmektedir ve artık daha fazla devam etmesinin de kabul edilemez bir olgu olduğu gerek BM’de, gerekse de AB’de yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştır.

Cenevre’de yapılacak üçlü görüşmede müzakerelerin önünü açacak kararların alınamaması durumunda, sürecin geleceği ciddi bir belirsizlik içerisine girecektir. 2012 yılının ilk çeyreğine kadar Kıbrıs konusunda bir çözüme ulaşılamazsa, BM’nin görevi bunu açıklamak olmalıdır.

Zaten BM, gerek 4 Mart 1964 tarihinde aldığı 186 No.lu kararla gerekse de 18 Kasım 1983 tarihindeki 541 sayılı ve 13 Mayıs 1984 tarihindeki 550 sayılı kararlarla da adada politik, sosyal, kültürel, dinsel ve ekonomik karmaşa yaratmakla sabıkalıdır.

Bu yanlış kararlar nedeni ile Kıbrıs konusu bu günlere değin içinden çıkılamaz bir halde süregelmiştir.

BM, özellikle de 541 ve 550 sayılı Güvenlik Konseyi kararları ile Kıbrıslı Türkleri dünyadan izole edilmesine araç olmakla tarihte benzeri olmayan bir insanlık suçu işlemiştir. Bu kararlar tavsiye nitelikli olmasına rağmen, maalesef bağlayıcı olmak şekline dönüşerek, Kıbrıslı Türkler ile dünya arasındaki bağların kopmasına yol açmıştır.

Açıkçası BM kuruluş misyonunun aksine Kıbrıs Türk halkını dünyadan izole etmek gibi büyük bir yanlış yapmıştır.

BM Güvenlik Konseyi’nin bu davranış BM’nin 1948 kuruluş amacına da aykırıdır.

Müzakere sürecinin 2012 Mart ayına kadar bir sonuca ulaşamaması durumunda BM Genel Sekreterinin Kıbrıslı Türklere dünyadan soyutlayan, 18 Kasım 1983 tarihli 541 sayılı ve 13 Mayıs 1984 tarihli 550 sayılı kararlara alternatif olarak Kıbrıs Türk halkının dünya ile bütünleşmesini sağlayacak bir karar üretmesi ve Kıbrıs Türk halkı üzerindeki izolasyonların kaldırılması için inisiyatif yaratması gerekmektedir.

Uygulamaya, bir evvelki BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 24 Nisan 2004 referandumundan sonra yazdığı ama Güvenlik Konseyine sunulursa Rusya tarafından Veto edileceği söylenen Kıbrıs Raporunun, Güvenlik Konseyine tekrar sorunsuz olarak sunularak kabul edilmesini sağlamakla başlayabilir.

BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın söz konusu raporu, adaya çözümün ve kalıcı barışın gelmesinin ilk adımlarını oluşturabilir.

6 Temmuz 2011
Cenevre gerçeği için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar