Müzakerelerin gidişatı, Mari Deniz Üssündeki patlama, Kilisenin “Türklere Taviz veriliyor” diye sesini yükseltmesi ve DIKO-EDEK-EVROKO-EKOLOGLAR’ın Hristofyas’a karşı birleşip bir cephe oluşturması, Hristofyas’ın ve AKEL iktidarının ömrünün Şubat 2013’de sonlanacağı görüntüsünü (daha şimdiden) vermeye başladı.
Rum Komünist Partisi AKEL, 1926’da kurulmasına ve 14 Nisan 1941’de tekrar siyasi hayata girmesine rağmen 2008 yılına kadar hiç Cumhurbaşkanlığına oynamadı. Mecliste de Papadopulos dönemine kadar hep “Ana Muhalefet” partisi görünümünde siyasi hayatını sürdürdü.
2008 yılında ilk kez hem Mecliste en büyük parti olarak kurduğu koalisyon ile hem de Genel Sekreter Hristofyas’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi ile mutlak iktidarı yakaladı ancak geçen yıllar içinde, Rumların yerel deyimi ile “Diplo Porti” yani “İki kapılı” sözleri ile tanımladıkları bu “Salt iktidar” fırsatını yüzüne gözüne bulaştırdı Rum Komünist Partisi AKEL.
Hristofyas’ın 2013 Şubatında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tekrar Cumhurbaşkanı seçilmesi tam bir hayal. Hayalden de öte Kaf Dağının arkasında.
Hristofyas şimdi bu Kaf Dağını aşarak öbür tarafa geçmek için elden geleni yapmaya başladı.
İlk işi Kabineyi değiştirmek oldu, sanki ecele bir faydası olacakmış gibi.
Mecliste Siyasi temsiliyeti olmayan EDİ’nin (Birleşik Demokratlar) başkanı Praksula Antoniadu’yu Bakanlar Kuruluna atayarak DIKO’nu Koalisyonu terk etmesi ile boşalan yerleri göstermelik olarak doldurmaya çalıştı, “Siz ayrılırsanız benim başka ortaklarım var” havası ile.
EDİ’nin oy oranı yüzde 1’in bile altında olduğundan Bayan Praksula’nın -çok dürüst ve çalışkan biri olmasına rağmen- koalisyona rakamsal olarak siyasi katkısı hiç olamadı.
Hristofyas, Şubat 2013 seçimlerine yönelik olarak Rum Bakanlar Kurulunda yaptığı değişiklikle, Güney Lefkoşa Belediye Başkanlığı seçimini kaybeden Eleni Mavru’yu kabineye aldı. Vefa mı galebe çaldı yoksa Güney Lefkoşa’daki sol ve kararsız oyları Mavru’yu kullanarak kendisine yöneltmek için mi yaptı, zaman bunu gösterecek.
Her ne kadar Ana Muhalefet partisi Şubat 2013’de yapılacak Rum Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Parti genel Başkanı Nikos Anastasiades’i Genel Kurulda yüzde 86.7 gibi büyük bir oy oranı ile seçmişse de, görünüşte Avrupa Parlamentosundan telefonla aday olan ve arkasına Rum Ortodoks Kilisesinin desteğini alan Bayan Eleni Theocharous’un aldığı oylar artık DISY’nin değil. Yüzde 13.3’lük bir oyun kaybı, ikinci turda Anastasiades’in çok canını yakabilir.
Hristofyas’ın bana göre ki en büyük rakibi, Ana Muhalefet partisi DISI’nin Genel Başkanı Nikos Anastasiades yerine Rum Ortodoks Kilisesi ile DIKO-EDEK-EVROKO-EKOLOGLAR cephesinin desteklediği aday olacak.
Avrupa Parlamentosu üyesi Kıbrıs Rum Milletvekili Bayan Eleni Theocharus’un yaptığı bir deneme idi ve bunda da başarılı oldu.
Şimdi Rum Ortodoks Kilisesi ve Helen Milliyetçiliğini bayrak yapmış olan DIKO-EDEK-EVROKO-EKOLOGLAR bir dayanışma içine girerek, birlikte hareket etme kararı alacaklar. Siyasi grubun oy oranı yüzde 31 civarında.
Buna Kilisenin özellikle DISI’den ve kararsızlardan alacağı oyları da eklerseniz bu oranın yüzde 40’lara çıkması büyük bir olasılık.
2013 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak bir aday çıkarabilirlerse bu adayın 2. tura kalacağı bana göre daha şimdiden kesin.
Ortak adayları da Rum Dış İşleri Bakanı Bayan E. K. Markulli benzeri biri olacak. Hristofyas’a ve Anastasiades’e karşı aday olması için, Kıbrıslı Türklerin elini dahi sıkmayan, milliyetçi, Türkiye’yi düşman gören ve yatıp kalkıp ‘Türklere nasıl kazık atarım’ı düşünen birisini bulacaklar.
Bulamazlarsa da bir şey değil zaten hazırda zaten Bayan Markulli var.
Ata ATUN
ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.com
21 Mart 2012
KKTC’de kamu hizmeti veren memurlarımızın artık “Kamu Hizmeti Eğitimi” alması şart oldu. Devlet dairelerinde vatandaşa verilen hizmet tam tabirle dökülüyor. Eğitimsiz memurlar, kendilerini vatandaşın amiri zannedip kendileri rahat edip yerlerinden kalkmasınlar veya herhangi bir sorumluluk yüklenmesinler diye her tür zorluğu çıkarıp sırtına da bütün angarya işleri yüklüyorlar.
Güya Türkiye gibi biz de “E-Devlet”e geçtik ama bu lafta kaldı.
Bu güne değin vatandaşa hizmet verilirken “E-Devlet” olanaklarından yararlanan hiçbir daire görmedim daha.
İçişleri Bakanlığında kimlik, doğum, ölüm, pasaport veya ikamet belgeleri için başvurduğunuzda, sizi hemen önce “yan odaya” gönderirler ve doğum belgesi almanızı isterler. Zaten üzerlerinde “Otonom Kıbrıs Yönetimi” veya “Kıbrıs Türk Federe Devleti” yazan kimlikler, doğum belgeleri, ölüm belgeleri ve benzeri belgeler geçersizdir, sanki bir başka ülkeden alınmış gibi.
“E-Devlet”e hakkı ile geçmiş olsaydık ve de devlet dairelerimizde de vatandaşa hizmet mantığı olan eğitimli memurlar bulunsaydı anında bilgisayardan başvuran kişi ile ilgili tüm bilgiler çıkartılır, yan odaya da doğum belgesi alması için gönderilmezdi.
Hiç oturma izni için ülkemizde yaşamayı tercih etmiş kişilerden nelerin istendiğine şahit oldunuz mu?
“Git polise giriş çıkış tarihlerini getir…”
“Git temiz kağıdı getir…”
“Git Vergi dairesinden borcun olmadığına dair belge getir…”
“Git Sigortalardan yatırım belgeni getir…”
Ve sonra da biz, “E-Devlet”e geçtik diye övünmek için bir harman yer isteriz.
Ya “E-Devlet”iz ve bir tuşa basılarak- ki genelde bu vatandaşlık numarasıdır- bu bilgiler alınır, ya da “E-Devlet” değiliz ve İngiliz sisteminde olduğu gibi ilgili memur beş dakika içinde bu bilgileri kendisi hemen ilgili dairelerden alır ve vatandaşın başvurusunu sonlandırır.
“Git kira kontratını getir” ise bir başka saçmalıktır ikamet izni başvurularında. Niye “Kira Kontratı” istenir hiç anlamış değilim. İkamet isteyen kişi veya ikamet iznini uzatmak isteyen kişi parkta ağacın altında mı yatıyor ki, bizim bürokrasiyi seven memurlarımız onca belgeye ilaveten bir de “Kira Kontratı” istiyorlar.
Memurları eğitmek ve bürokrasiyi oluşturmak kavramı yeni bir olay değil.
Memur eğitiminin kökeni Osmanlı Devletine gidiyor.
400 sene evvel Fatih Sultan Mehmet’in oğlu Beyazıt, ki eğitime verdiği önemden dolayı lakabı “Sofu Beyazıt” imiş, “Devlet Adamı” yetiştirmek için “Galatasaray Eğitim Merkezi”ni hayata geçirmiş.
Fransa, II. Dünya savaşından sonra ülkesini hızlı bir şekilde kalkındırabilmek için “Kamu Yönetimi Ulusal Enstitüsü”nü kurmuş ve hemen başkent Paris’te iki tane birden enstitü açarak devlete alacağı memurları burada eğitmeye başlamış. Sonra da memurlarını birkaç senede bir “Bilgi tazeleme ve yenilikleri öğrenme” eğitimine tabi tutmuş. Başarısızları da kapının önüne koymuş, “senden adam olmaz” diye.
İngiltere ise hem kendi bünyesinde “Kamu Yönetimi Ulusal Enstitüsü”nü kurmuş hem de birçok “Ortak Refah” ülkesinde aynı sistemin kurulmasına yardımcı olmuş.
Bizim de acilen böylesi bir “Kamu Yönetimi Ulusal Enstitüsü”ne veya memurlara Eğitim verecek benzeri bir kuruma gereksinimiz olduğu açık.
Ülkemizde veya Türkiye’de bu işi bilen ve yıllarını vermiş kişilerin/ kurumlar var. Bu kurumların bilgi birikiminden veya deneyimlerden faydalanmanın bence tam da zamanı.
Bu hantallık ve bu bürokrasi ile KKTC Devleti, dibi gözükmeyen bir batağa doğru hızla yol almakta. Zamanında önlemler alınmazsa verimsiz hizmet, yüksek maaşlar ve aşırı sayıdaki personel sayısının KTHY’yi batırdığı gibi KKTC Devletini de batırması zayıf bir olasılık değil.
Alınacak önlemlerden bir tanesi de dünyanın önde gelen devletlerinin yıllarca önce yaptıkları gibi bu “Kamu Yönetimi Ulusal Enstitüsü”nü veya benzeri bir “Memurlara Eğitim Verecek Kurum”u kurmak.
Ata ATUN
ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.com
19 Mart 2012
24 Nisan 2004 referandumunda her iki taraftan da “EVET” oyları çıkmış olsaydı şimdiye kadar neler gerçekleşmiş olurdu… devam-3/3
Yukarda yazdıklarım Annan Planının yazılı kuralları içeriğince gerçekleşecek olaylardı.
Birde Rum politikacıların entrikaları ve diasporadaki Rumların propagandaları ve kulis çalışmaları ile kaybetmeye mahkûm edileceğimiz haklarımız olacaktı ki, düşünmek bile istemiyorum.
1963 yılında, çiçeği burnunda Kıbrıs Cumhuriyetini yıkmak için Türklerin anayasa ile belirlenmiş haklarını fütursuzca çiğnemiş olan Rumların gene bunu yapmak için her yolu deneyeceklerinden hiçbir kuşkum yok.
Rumlar iyi ki Referandumda “Evet” demediler diye seviniyorum. Yoksa şimdiye kadar çoktan canımıza okuyup, haklarımızı bin bir dalavere ile elimizden almış, Türkiye’nin garantörlük haklarının karşısında da AB’yi dikerek, bizi adadan atmak için elden geleni yapıyor olacaklardı.
İspatı Başpiskopos Hrisostomos’un son açıklamaları ve adada “Üniter Devlet” istemi.
Veya da müzakereler sürecinde Kıbrıslı Türklere hiçbir hak veya kazanım vermemiş ve Rum Ulusal Konseyi’nin “Kıbrıs’ta Üniter Rum Devleti’nden başka hiçbir ortaklığa evet demeyiz” kararından bir tek adım dahi gerilememiş olan Hristofyas’ı “Kıbrıslı Türklere çok haklar verdin” diyerek neredeyse siyasi aforoz etmek isteyen Rum Siyasi Parti Liderlerinin ve bu partilerin ileri gelenlerinin tavırları ve söylemleri.
Artık hayal kurmaktan vazgeçmenin ve hayal dünyasından çıkmanın zamanı geldi.
Rumların uzlaşmaz tutumu ve içinde Kıbrıslı Türklerin azınlık olarak yer alacakları “Üniter Rum Devleti” istemleri nedeni ile müzakerelerin gideceği hiçbir yer, ulaşacağı hiçbir mutlu son yoktur.
Üstelik şimdi Rumlar, yukarıda 33 madde ile değindiğim tüm kazanımlarına rağmen 24 Nisan 2004 tarihinde yapılan Annan Planı Referandumuna “HAYIR” dediler ve günümüzde süren müzakerelerde de “Daha da Fazla”sını istiyorlar.
Bunları bilerek, geleceğimiz hakkında başımızı iki elimizin arasına alarak iyice düşünmemiz ve ona göre hep birlikte yeni bir strateji belirlememiz gerekmektedir.
Rumlarla siyaseten eşit iki devlet temelinde ortak bir “Federal Devlet” kurmak, eskilerin deyimi ile aynen “Kaf Dağı’nın Arkasında.”
Ata ATUN
ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.com
Twitter: @ataatun
16 Mart 2011
24 Nisan 2004 referandumunda her iki taraftan da “EVET” oyları çıkmış olsaydı şimdiye kadar neler gerçekleşmiş olurdu… devam-2/3
Devam edecek…. 3/3
Ata ATUN
ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.com
Twitter: @ataatun
14 Mart 2011
Kıbrıs Türk, Kıbrıs Rum, AB ve BM’deki gelişmeleri yakından takip eden ve öngörüleri doğru çıkan Köşe yazarı Ata Atun’un 5 Mart 2012 Pazartesi günü yayınlanan “Mülkiyet Paketi Masada” adlı köşe yazısında bahsettiği “Mülkiyet Paketinin taraflara verildiği” öngörüsü Rum basınında yer alan haberlere göre doğru çıktı.
Ata Atun söz konusu yazısında 27 Şubat-4 Mart haftası içindeki gelişmeleri ve yaşananları dikkate alarak bir öngörü de bulunmuş ve yazısında;
“Bu haftaki sessizlik ve Özel Danışman Downer’ın ortadan kaybolması pek hayra alamet değil. Fırtınadan önceki sessizliğe benziyor bu kayboluş.
Bence Downer adayı terk etmeden önce taraflara mülkiyet ile ilgili bir paket verdi ve gitti.
Yanında hediyesi bir de sopa var.
Konuşmak yok, açıklama yapmak yok.”
Diyerek Türk ve Rum Liderlere “Mülkiyet” ile ilgili bir paketin verilmiş olması gerektiğini iddia etmişti.
Rum Basınında çıkan “BM’NİN TARAFLARA VERDİĞİ GÖRÜŞLER RUM BASININDA” başlıklı haber, Ata Atun’un bu öngörüsünü doğrulamaktadır.
Yazısında devamla;
“Rumlar 1974 öncesi mülk sahibinin “mülkün sahibi ve geleceği konusunda tek yetkili olması”nda ısrar ederken, Türk tarafı “Rumların Kuzeye geri gelmesine gerek yok. Kuzeyde bırakılan taşınmazını takas edelim veya da tazminat verelim, kendisi Güney de kalsın” demekte özetle.
Bu nedenle de tarafların çözüm düşünceleri arasında dağlar kadar fark var.
Konu ne “Çapraz Oylama”ya benziyor ne de “Vatandaşlık” konusuna.
Orta yolu bulmak olanaksız olduğundan geriye bir tek yöntem kalıyor;
2004’ün Annan Planına benzer, BM mülkiyet uzmanlarınca hazırlanmış bir “Mülkiyet Paketi”nin masaya konması ve ufak tefek rötuşlarla bu paketin taraflarca aynen kabul edilmesinin sağlanması. Gerek siyasi baskılarla, gerek tehditle, gerekse de sopayla. Hangisi daha geçerli ise.”
cümleleri ile algılamasını açıklayan Ata Atun’u, 12 Mart Pazartesi günü Rum basınında çıkan aşağıdaki haber doğrulamaktadır ;
“BM’nin mülkiyet ve yönetim başlıklarında çalıştığı iki öneri veya fikir demeti yaklaşık iki haftadır Derviş Eroğlu ve Dimitris Hristofyas’ın elinde bulunuyor. Bu BM’nin, iki taraf arasındaki bahse konu başlıklarda gözlemlenen uçurumun üzerine köprü kurmaya yönelik son çabasıdır. Bu çaba, Aleksander Downer’ın Kıbrıs sorununda çok taraflı konferans çağrılıp çağrılamayacağına ilişkin değerlendirme raporundan hemen önce tamamlanacak.”