Türkiye’de bir grup insan, dıştan aldıkları maddi, psikolojik, stratejik ve çete savaşı eğitimi desteği ile Türkiye’mizde iç huzursuzluk yaratmak için elden geleni yapıyor.
Bu desteği veren ülkeler sadece Suriye ile sınırlı değil. Iran ve Kıbrıs Rum Yönetimi de “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” felsefesi ile her türlü silah ve askeri eğitim yardımını yapıyorlar. Buna ilaveten Avrupa Birliği içindeki çeşitli ülkeler de bu kişilerin Türkiye’de iç huzursuzluk yaratmalarına destek olabilmek için kendi sınırları içinde faaliyet göstermelerine göz yumup yardım adı altında para toplamalarına da izin veriyorlar.
Bu gün gerek Suriye, gerekse de İran Batı dünyasının uyguladığı siyasi, maddi ve elektronik yaptırımlar altında. Arkalarında Rusya var ama Rusya artık eski SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) değil. Kendi içindeki huzursuzluk ve iç çatışmalar Türkiye’de yaşananlardan kat kat fazla. Yerel basını ne kadar kısıtlasalar da, yaşanan olaylar dışarı bir şekilde sızıyor bu teknoloji çağında, üstelik hem yazılı hem de görüntülü olarak.
Bu gün Rusya Federasyonu içinde yer alan Kabardey-Balkar, Dağıstan, İnguşetya ve Çeçenistan Özerk Cumhuriyetlerde hemen hemen hergün yeni bir saldırı, çatışma ya da intihar saldırısı yaşanmakta.
Çeçenlerin “Kara Dulları” yani çatışmalarda şehit olmuş Çeçen direnişçilerin dul eşleri mükemmel bir örgütlenme ile canları pahasına müthiş mücadele veriyorlar.
Kafkas Emir’i Doku Umarov’un 2007 yılının Ekim ayında, Moskova yönetimine karşı savaşan Kuzey Kafkasya’da yer alan 4 Cumhuriyetin silahlı gruplarını “Kafkas Emirliği” adı altında toplayarak kendisini de “Emir” ilan etmesi, verdikleri mücadelede çok etkili oldu.
Rusya Federasyonu, olayların önünü alabilmek için bölgedeki 4 Cumhuriyet ile masaya oturmak ve ateş kes anlaşması imzalamak zorunda kaldı. Ama bu ateş kesin sonunda Rusya sözünü tutup bekleneni vermediği için Kuzey Kafkasya’daki iç huzur, her geçen gün daha da kötüye gitmeye başladı.
Rusya Federasyonu Ulusal Antiterör Komitesi’nin Eylül ayının ilk haftasında 2012 yılı ile ilgili açıkladığı rapor Rusya Federasyonu’na bağlı 4 Cumhuriyetin geleceğine dair alarm zillerinin çaldığını adeta ilan ediyor.
Kafkas Emirliği birimlerinin geçen ay Tataristan, Dağıstan ve Gürcistan tarafından çevrelenen bölge içinde giriştikleri eylemler, bir yandan Rusya yanlısı yerel yöneticilere gözdağı vermeyi hedeflerken diğer taraftan da yeni bir stratejiyi uygulamaya koyduklarını gösteriyor. Artık hedeflerinin içinde Rusya’nın ekonomisine katkı koyan tesisler de yer almaya başladı.
Azerbaycan ile Ermenistan arasında her an sıcak bir çatışmasının çıkması büyük bir olasılık. Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’ını işgal eden, burada soykırım uygulayan, doğayı ve tarihi imha eden, işgal ettiği toprakları terk etmemekte direten Ermenistan, şimdi de Dağlık Karabağ’a uluslararası tanınma sağlamak yönünde girişimler yapmaya, para ile BM’ye üye küçücük devletlerden diplomatik tanınma satın almaya başladı.
İran ise Batı dünyasının yaptırım uygulamaları altında. Petrolünü satamıyor, elektronik hiçbir aygıt satın alamıyor ve bankaları da dünyanın finans işlemleri dışına itildi. Hiçbir şekilde para transferi yapamıyor. En önemlisi de İsrail’in ABD destekli saldırı tehdidi gün geçtikçe artıyor.
Irak, ikiye bölünmüş vaziyette. Bağdat merkezli Irak hükümeti ile Erbil merkezli Kürt Yönetimi birbirlerini takmıyorlar. İç huzursuzluk tepe yapmış vaziyette ve artık her gün canını yitiren onlarca sivilin haberi basında bile yer almıyor, olağan karşılandığı için.
Suriye’de Beşşar Esad’ın, iktidarını sürdürebilmek için kendi halkını katletmekten çekinmemesi nedeni ile kan gölüne dönmüş durumda ve tam bir felaket yaşanmakta.
Suriye’deki iç huzursuzluğun, Lübnan’da da belli bir düzeyde huzursuzluk yaratacağı kesin. Zaten iç çatışmalar boyutları şimdilik küçük de olsa başladı.
İsrail, İran’ın arkasına bölgesel Arap devletlerini alıp saldırması olasılığının gün geçtikçe artması nedeni ile diken üstünde. Ekonomik sıkıntılar nedeni ile Yahudiler her gün İsrail hükümetini protesto ediyor, miting üstüne miting düzenliyorlar.
Ürdün’de Suriye’li mültecilerin yarattıkları huzursuzluk gün geçtikçe artarken, Mısır ise hala daha demokratik bir düzen kurabilmiş değil. Her an askeri bir darbe dahi yaşanabilir Mısır’da.
Etrafımıza bakıp çatışmaların ve huzursuzluğun sadece Türkiye’de olduğunu zannetmek büyük bir hata. Dünyadaki nüfus artışına paralel olarak iç huzursuzluklar da aynı oranda artış göstermekte. Doğanın bir gün bunu kendi gücü ve tedbirleri ile durduracağı kesin. Buna hazırlıklı olmalıyız.
Ata ATUN
ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.com
10 Eylül 2012
Kıbrıs Rum Muhalefet lideri DISI Genel başkanı Nikos Anastasiadis’in Türkiye’deki bir gazetede çıkan “Gevşek Federasyon” ve “Kıbrıs’ta Garantiler, Garantörler” içerikli haberi Kıbrıs Rum kesiminde fırtınalar yarattı.
Bu fırtına günlerdir de devam ediyor.
Fırtınanın odağında “Anastasiadis bu sözleri, Türkiye-AB Karma Parlamento Komitesi Başkanı Helene Flautre’ye söyledi mi söylemedi mi” bulunuyor.
Bu konuda açıklama yapmak zorunda kalan Flautre, söz konusu gazetenin, Anastasiadis’le geçen hafta Güney Kıbrıs’ta yaptıkları görüşmeyi doğru yansıtmadığını, Anastasiadis tarafından ifade edilmeyen “bazı eklemelerin de yapıldığını” söyledi.
Helene Flautre’ın yaptığı açıklamaya rağmen söz konusu yayının Rum iç cephesinde kopardığı gürültü 6’ncı gününü de doldurmasına karşın, Rum hükümet kanadı, muhalefet ve Rum başkan adaylarının gerek yazılı açıklamalarıyla gerek katıldıkları televizyon programlarındaki açıklamalarıyla hala daha aynı dozda devam ediyor. Taraflar adeta birbirlerini yiyorlar.
Bu konuda bağımsız başkan adayı Yorgos Lillikas, sağında olmasına rağmen “Söz konusu gazetedeki yayın ister propaganda olsun ister gerçek, yeni bir şey değildir. Sayın Anastasiadis’in gevşek federasyonla, genişletilmiş müzakereler, vb. ile ilgili tezleri herkesin malumudur. Anastasiadis’in tutum değiştirdiğine inanmak istedikleri için bazıları, bunları şimdi öğrenmiş ve şaşırmış gibi davranıyorsa, bu kendi sorunlarıdır” diyerek en doğrusunu söyledi.
Lillikas’tan bunu beklemiyordum doğrusu…
Anastasiadis Lillikas’ın en dişli rakibi olmasına rağmen çamur atmak yerine doğruyu söylemeyi tercih etti.
Tabii bu çekişme gerçekte Şubat 2013’de yapılacak Rum Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik.
Maksat şu anda en güçlü Rum Cumhurbaşkanı adayı olan DISI liderine çatmak ve onu zayıf duruma düşürmek.
Rum tarafında neredeyse son altı gündür süregelen bu siyasi çekişme bana göre çok komik.
Bütün parti başkanları, Meclis Başkanı, Rum Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanının sözcüsü, Rum milletvekilleri ve diğer siyasiler hep bu konuyu tartışıyor. Tartışmanın odağında ise Anastasiadis’in yeni fikirleri olan “gevşek federasyon” ve “Garantiler ile Garantörlük” konusunu söyledi mi yoksa söylemedi mi yer alıyor.
“Gevşek Federasyon” BM’nin Kıbrıs parametrelerinin dışındaymış ve yeni bir fikirmiş!
DISI Genel Başkanı Nikos Anastasiadis’in “Gevşek Federasyon” konusunu Türkiye-AB Karma Parlamento Komitesi Başkanı Helene Flautre’ye söyleyip söylemediğini bilmiyorum. Orada değildim ama yıllar önce bana şahsen söylemişti.
Kıbrıs Türk ve Rum Siyasi partilerinin ayda bir kez ara bölgede yer alan Ledra Palas’ta yaptıkları toplantılarda gerek Nikos Anstasiadis’in kendisi, gerekse de DISI Lefkoşa Milletvekili Kathy Kleridis bu düşüncelerini bana defalarca dile getirmişlerdi.
Gerekçe olarak da Kıbrıs Türk tarafında memur ve emekli sayısının çok fazla olduğunu, bu kişileri ödeyecek paralarının olmadığını, bu nedenle de “Gevşek federasyon” çözümünde “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”ni oluşturacak Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum devletlerinin, merkezi devletteki Savunma, Bakanlar Kurulu ve Devlet Başkanlığı dışında hiçbir bağlarının olmamasının daha doğru olacağını, her devletin kendi giderlerini kendisinin karşılamasının gerektiğini savunmuşlardı.
Garantörlük konusunda da, Türkiye’nin Kıbrıs Türk devletinin, Yunanistan’ın Kıbrıs Rum devletinin, İngiltere’nin de İngiliz üslerinin garantörü olacağını söylemişlerdi.
Rum siyasiler, isterlerse buyursunlar gelsinler, “Gevşek federasyon” konusunu dile getirip getirmediklerini bana sorsunlar. Yanında garantörlük konusu da hediyesi olarak anlatırım kendilerine, bu fikrin yeni olmadığını ve çok rahat çocukluk yaşını doldurmak üzere olduğunu…
Ata ATUN
ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.com
7 Eylül 2012
Kıbrıs’ımın Temmuz 1974 öncesi var olan her sokağında, her yolunda, her köyünde bir hatıram var. Adanın en Doğusunda, Karpaz yarımadasının ucunda yer alan Zafer Burnundan en batısındaki Baf’a kadar heryerini karış karış dolaşmıştım mücahitken.
1955-1974 arasında yer alan ve Kıbrıslı Türklerin özellikle bilinçli bir şekilde soykırıma uğratıldığı “Karanlık Yıllarda” her bölge ayakta kalabilmek ve var olabilmek için gerçek bir kahramanlık gösterdi.
Ben bu yılları anavatanımız Türkiye’nin “Kurtuluş Savaşı” yıllarına ve mücadelesine benzetirim.
Tüm Türk bölgeleri, o dönemde kendilerinin bazen 5 katı bazen de 10 katı sayıdaki en modern silahlarla donatılmış Rum milislerin saldırılarında kahramanca korumuş, destanlar yazmışlardı.
Bunların arasında beni en çok etkileyen ve sıralamaya koyduğumda en üst sırada yer alan Baf’ın kahraman Erdoğan, Mustafa ve Mehmet Çakır kardeşleridir. Bölgelerini savunmak, ailelerini, eşlerini, annelerini, babalarını ve çocuklarını korumak için, kanlarının son damlasına kadar kahramanca savaşan ve kalleşçe öldürülen “Üç Çakırlar”, aklıma geldikçe gözlerim nemlenir.
Onları hiç tanımadım. Sadece resimlerini gördüm, arkada bıraktıkları çocukları ve eşleri ile görüşebildim. Keşke tanıyabilip, ellerini öpüp, sarılabilseydim onlara. Kısmet değilmiş…
Ama yüreklikleri yüreğimde, kahramanlıkları kalbimde, hatıraları da hafızamda. Herhalde giderken beraber götüreceğim bunları da.
Listemin ikinci sırasında ise Yeşilırmak var.
Köyün kurucusunun Yusuf Mustafa olduğu rivayet edilir. 1913 yılında Yusuf Mustafa Lefkoşa-Baf yolu üzerindeki tarlasına küçük evi ile birlikte birkaç odalı bir de han yaptırınca, Yeşilırmak hayat bulmaya başlar ve bu tarihten sonra da Yeşilırmak’a göçler başlar.
Bölgede CMC’nin kurulması ile merkezi kasaba haline gelen Yeşilırmak, 1950’den sonra bayağı gelişme gösterir. İşçilerin haftalıklarının ödeme günü olan Cumaları bu köyün en canlı olduğu gündür. Pazar yeri kurulur, işçilerden çarşıya akan para, köye müthiş bir canlılık getirir. Köy artık kasaba olmak yolundadır.
Yeşilırmak’ın Milli Mücadelemize katkısı 1955’lerde başlar.
1 Nisan 1955’de EOKA’nın faaliyete geçmesi ile Yeşilırmak içindeki Rumları göç verir ve Türk köyü haline dönüşür.
1957 yılında kurulan ve 1958 yılında faaliyete geçen TMT’ye Yeşilırmak’ta neredeyse herkes, diğer bölgelerde olduğu gibi coşkulu bir şekilde gönüllü olarak katılır. 1963-1974 döneminde ise Yeşilırmak gerçek bir destan yazar. Köyün dışındaki stratejik tepelerin üstüne Cenk Komutanın (Tüm Gn. Ali Fikret Atun) dahiyane bir şekilde, çok stratejik mevkilere inşa ettirdiği mevziler, Rumlara hiçbir zaman Yeşilırmak köyüne girmek şansını vermez.
16 Ağustos 1974 akşamüstü BM’nin ilan ettiği “Ateşkes” çağrısı ile 2. Barış Harekatına son verildiği zaman, Batı bölgesinde harekatın ileri hattında çarpışan Komando Tugayı Lefke’yi ele geçirmişti ve daha ileriye gidebilmek zamanı olmadığından Gemikonağı kasabasının batısında konuşlanmak zorunda kalmıştı.
Komando Tugayı ile Yeşilırmak arasında yaklaşık 9 km’lik bir mesafe bulunmaktaydı.
Arada kalan bölgede Rum Milli Muhafız Ordusu olabileceği için ilk bir hafta Lefke ile bağ kuramamış olan Yeşilırmaklı’lar, ortamın yatışmasını bekledikten sonra Gemikonağı civarında konuşlanmış olan Komando Tugayına giderek, Tugay’ı Yeşilırmak’a çağırmışlardı.
Bu çağrı üzerine, ateşkes ilanından özellikle neredeyse 20 gün sonra herhangi siyasi bir sorun çıkmaması için Yeşilırmak’a önce Mücahitler gitmişler ve Rumlar tarafından herhangi bir karşı koyma ile karşılaşmadıklarından dolayı 5 Eylül 1974 günü yani bundan tam 38 yıl evvel, bölgeyi olduğu gibi Kıbrıslı Türklerin kontrolü altındaki topraklara katmışlardı.
Yeşilırmak gerçekte bugünkü KKTC topraklarına kendi isteği ile “İlhak” olmuştur, yani katılmıştır. Bu nedenle Yeşilırmak benim kafamda ikinci sıradadır. Bu gün yaşamlarına devam eden kahraman Yeşilırmaklı Mücahitleri ve Mücahideleri kutlarken, şehitlerimizi de rahmetle anarım. Çok büyük bir iş başardılar.
Ata ATUN
ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.com
5 Eylül 2012
II. Dünya Savaşının ardından Amerika Birleşik Devletlerinin “Ya birleşir, savaşmaktan vazgeçersiniz ya da ben size savaş yaralarınızı sarmanız ve kalkınmanız için yardım yapmayacağım” zorlaması ile 1951 yılında Fransa, Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg bir araya gelip, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’na adı altında şimdiki Avrupa Birliği’nin temellerini attı.
1957 Roma Antlaşması ile de iki yeni topluluk daha oluşturarak birlikteliklerini pekiştirdiler ve adını da Avrupa Ekonomik Topluluğu olarak değiştirdiler. 1967 yılında da imzalanan Brüksel Antlaşması ile Avrupa Topluluğu (AT) adı altında ayrı ayrı kurdukları toplulukları birleştirdiler. 7 Şubat 1992 tarihinde Maastricht Antlaşması yürürlüğe sokulunca Avrupa Birliği terimi kullanılmaya başlandı.
Avrupa Birliği ilerleyen yıllarda sürekli gelişme gösterdi ve yeni katılımlarla aşama aşama büyüyerek tüm Avrupa’yı kapladı.
İmparatorlukların yaşam süreçleri grafik olarak “Çan Eğrisi” ile gösterilir genelde. Kuruluşu, yükselişi, tepe noktasına doğru ilerleme, doruk noktasına ulaşım ve eğrinin aşağıya doğru yönünü değiştirerek düşüşe geçiş.
Yıkılma veya da dağılma bu süreçten sonra yavaş yavaş başlıyor.
Bana göre Avrupa Birliği’nin yaşam süreci grafiği doruk noktasını geçti ve aşağıya doğru dönüş yaptı.
Birliğin durağanlık ve iniş süreci 3 yıl önce Macaristan’la başladı. Kredi derecelendirme kuruluşları Fitch, Moody’s ve Standard & Poor’s sanki ağız birliği etmişçesine ekonomisi gayet kötü gitmeye başlayan Macaristan’ın kredi notunu bir gecede “Çöp” seviyesine indiriverdi.
Çok geçmeden Macaristan’ı İrlanda, Portekiz, Yunanistan, İspanya, Kıbrıs Rum Yönetimi ve İtalya izledi. Şimdi de sıraya Fransa girdi.
Fransız ekonomisi son dönemlerde iyice durağanlaştı. Devletin borçları Gayrı Safi Milli hasılasının neredeyse iki katı. Analistler bu borcun, kritik eşiği geçtiği ve ödenemez konuma dönüştüğü görüşünde.
Ekonomik sıkıntıya ilaveten şimdi de Avrupa’da, Avrupa Birliğine karşı muhalefet ve hoşnutsuzluk başladı.
Bu akımın başını da Yunanistan, Macaristan, Romanya ve Sırbistan çekiyor.
Yunanistan’da 6 yıl önce yapılan kamuoyu yoklamasında Almanya’ya karşı duyulan sempati yüzde 80’lerle ifade edilirken günümüzde bu oranın ters döndüğü ve Almanya’yı istemeyenlerin oranının yüzde 76’ya çıktığı görülüyor.
Macaristan’da ise durum farklı değil. Ekonomi o denli berbat ki, başkent Budapeşte’de 10 binden fazla evsiz sürünüyor sokaklarda. Macar hükümeti de bu kişilere yardım edeceğine sokakta yaşamayı suç olarak niteleyen bir yasa geçirdi. Ülkedeki işsizlik oranı ise yüzde 11’lerin üstünde, rakamsal olarak 550 bin kişi.
“AB bizi idare edemez” diyen Macaristan Başbakanı Orban, siyasi yapılaşma tek adamlığa doğru yöneldi. Dolayısıyla yakında Macaristan’da toplumsal bir kargaşanın çıkacağı öngörüsünde bulunmak yanlış olmayacak.
Romanya’da da aynı rüzgarlar esiyor. Romanya Başbakanı Ponta, Romanya’yı AB’nin sömürgesi olarak dillendirmeye başladı. Aynen Macaristan’da olduğu gibi işe Anayasa Mahkemesini ele geçirmekle başlayan Ponta da siyasi yapılaşmayı kendi tek adamlığı doğrultusunda hızlı ve emin adımlarla sürdürüyor. Romanya da iç huzursuzluk kapıda.
AB’nin aday ülkesi Sırbistan ise işi bitirdi. İflasın eşiğinde.
Bütçesinde yüksek oranda açıklar bulunan Sırbistan taze para bulamazsa memur ve emekli maaşlarını ödeyemeyecek. Bu ay, demir yolları inşası için Rusya’dan alınan 800 milyon dolarlık kredinin tümü maaşlara gitti. Gelecek ay maaşların ödenmesi Allah’a kaldı.
Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da yaşanan Arap Baharı’nın farklı bir versiyonu, “Avrupa Baharı” adı altında yakında Avrupa’da başlarsa hiç şaşmayacağız.
Özetle AB çözülme sürecine girdi ve bu çözülme de Doğu Avrupa’dan başlayacak gibi.
Ata ATUN
ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.com
3 Eylül 2012