Davutoğlu’nun KKTC Ziyareti Değerlendirme yazısı

Davutoğlu’nun KKTC Ziyareti Değerlendirme yazısı

Aşağıdaki yazı, 16 Aralık 2013 tarihinde KKTC STAR Gazetesinde 1, 8, 9 sayfalarda yayınlanmıştır.

Rumları paniğe sokan durumun Davutoğlu’nun “Kurucu Devlet” tanımını kullanması olduğunu belirten Atun “İngilizce ‘Constituent  State’ olarak tanımlanan bu terimin, hayata geçecek yeni ve bağımsız bir devleti oluşturan kurucu devlet manasını taşıdığını açıkladı:

Can evlerinden vuruldular

Yurdagül BEYOĞLU

Cumhurbaşkanlığı Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ata Atun, Davutoğlu’nun Yunanistan ziyaretinde Venizelos ve Samaras ile görüştükten sonra KKTC’ye gelip Eroğlu ve Downer ile görüşmesi sonrasında “Kurucu Devlet” terimini kullanarak açıklama yapmasının Rumları can evinden vurduğunu söyledi.

Rum lider Nikos Anastasiadis’in, Konseyi toplantıya çağırma hazırlığını yapmasının nedeninin, Davutoğlu’nun, Cumhurbaşkanı Eroğlu’na baskı yapmak yerine tam destek çıkması olduğunu belirten Ata Atun, “Destekten de öteye Türkiye’nin Kıbrıs sorununun, müzakereler sonucunda halen geçerliliğini korumakta olan ‘BM Kıbrıs Müktesabatı’na uygun olarak ‘Yeni Federal bir devletin’ kurucu Türk ve Kurucu Rum devletleri tarafından yeniden yaratılması şeklinde olduğunu kesin bir dille vurgulamış olması” dedi.

Rumları asıl paniğe sokan durumun Davutoğlu’nun “Kurucu Devlet” tanımını kullanması olduğunu belirten Atun “İngilizce ‘Constituent  State’ olarak tanımlanan bu terim, hayata geçecek yeni ve bağımsız bir devleti oluşturan kurucu devlet manasında. Kurucu devletler anayasasının parçası olmakta, yasa yapabilmekte ve kendi bölgesi içinde kesin egemenliği bulunmakta.  Anastasiadis ve yanındaki mesai arkadaşları ise müzakerelerin sonucunda  “Yeni bir devletin oluşmasını” asla istememekte ve mevcut, Rumlar tarafından işgal edilmiş Kıbrıs Cumhuriyeti yasalarında bazı değişikler yapılarak Kıbrıslı Türklerin azınlık statüsünden biraz daha fazla haklar ile mevcut (korsan) devlete katılımını hedeflemekte” şeklinde konuştu.

Cumhurbaşkanlığı Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Ata Atun Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun KKTC ziyaretini ve bu ziyaretin Rum kesiminde tedirginlikle karşılanmasının sebeplerini Star Kıbrıs’a değerlendirdi.

Soru: Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun KKTC ziyareti ve Elçilik binasında Downer’le görüşmesi müzakerelerde bir dönemece gelindiği izlenimini doğurdu. Yarım asırdır süren müzakerelerde sona mı gelindi?

Bu soruyu yanıtlamadan önce bir hatırlatma yapalım; Tam 5 gün sonra Kıbrıs adasında yaşayan iki halkın kesin çizgilerle bölünmesine yol açan çatışmaların başlamasının 50. yılı olacak.  1 Ocak 2014 günü ise 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini yıkmayı ve adayı Yunanistan’a bağlamayı kendine ülkü edinmiş Makarios’un 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’nı feshettiğini açıklamasının 50. yılı… Birçok yabancı gazeteci ve politikacı, Makarios Yılbaşı gecesi şarabı fazla kaçırdı, masa arkadaşlarının gazına geldi ve boyundan büyük laf etti diye yazmıştı ertesi gün. Türkiye ve İngiltere’nin sert çıkması sonucunda, daha doğrusu “söylediklerini geri almazsan biz adaya gelir 1960 Anayasasını tekrar yürürlüğe koyarız” uyarısından sonra istemeye istemeye basına bir açıklama yapmış ve sözlerinin yanlış anlaşıldığını belirterek, anayasayı lav etmekten de vazgeçmişti. 7 Ocak 2104 ise, Kıbrıslı Türklerle Rumların yaptıkları ilk müzakerenin 50. yıl dönümü. Birçok kişi müzakerelerin 1968 yılında Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta başladığını söyler. Doğrudur gerçekte.

“İLK GÖRÜŞME BEYRUT’TA OLMUŞTU”

BM gözetiminde ve uluslararası camianın bilgisi ve onayı ile yapılan ilk görüşme 1968 yılında gerçekleşmiştir, Phonecia Otel’de… O yıllarda Ortadoğu’nun Paris’i diye anılan Beyrut’un ilk ve tek 5 yıldızlı oteliydi Phonecia. Burada başlayan Kıbrıs müzakereleri adaya barışı getirmek amacını taşıyordu.

“KALLEŞÇE ATILAN KAZIK…”

Bu tarihten evvel Rumlarla Türkler arasında birçok görüşme yapıldı. 7 Ocak 1964 günü yapılan ilk görüşme karşılıklı olarak yollara kurulan barikatların kaldırılması ile ilgiliydi ve rahmetli Dr. Fazıl Küçük ile Makarios arasında gerçekleştirilmişti. Türk tarafı anlaşmaya sadık kalmış ve barikatları kaldırmış, buna karşın Rumlar her zaman yaptıkları gibi anlaşmanın altına attıkları imzayı inkar etmişler ve barikatları havadan bir bahane yaratıp kaldırmamışlardı. 4 Mart 2014 ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde bizler Kıbrıslı Türklere acımadan ve kalleşçe atılan kazığın 50. yıl dönümü olacak. O gün bu gündür, son 50 yıldır hep ambargolara ve insanlık dışı davranışlara muhatap olduk. 1963-1974 arasında ise tam bir soykırıma uğratıldık Rumlar tarafından.

***

“KAYIP ŞAHISLAR KOMİTESİ’NİN KAYITLARI HALKA AÇILMALI”

Soykırımdan neyi kastettiğimin anlaşılabilmesi için “Kayıp Şahıslar Komitesi”nin kayıtlarının ve tutanaklarının halka açılmasını isterim. Halka açılmazsa da yazı yazın, başvurun ve size her iki tarafa ait araştırılmakta olan kayıpların listesi ile mesleklerinin gönderilmesini talep edin. Kayıp Şahıslar Komitesinde, kayıp şahısların kim oldukları ile ilgili tam bir komedi oynanmaktadır. 1963-1974 yılları arasında kayıp olan Rumların yüzde sekseni askerdir ve Barış Harekatında hayatlarını kaybetmişlerdir. Günümüzde Karaoğlanoğlu şehitliğinde sergilenen tankları, zırhlı taşıyıcıları, topları, havanları ve diğer askeri malzemeyi biz Türkleri öldürmek ve bu adadan silip atmak için kullanırken hayatlarını kaybetti bu Rum kayıplar. Bir savaş esnasında bundan daha doğru bir gelişme olamaz. Onlar hayatlarını kaybetmeseydi, bizler kaybetmiş olacaktık.

“YAPTIKLARI KATLİAMLARI UNUTTULAR”

Bu silahların da hangi parayla alındığı da bir başka araştırılması gereken konu. 1960-1974 yılları arasında Kıbrıs Cumhuriyetine Dünya Kalkınma Bankası tarafından verilen düşük faizli kredi ve hibelerin yüzde otuz’unun Türk Cemaat Meclisine verilerek Kıbrıslı Türklerin kalkınma yatırımlarına harcanması gerekirken, bu para Kıbrıslı Türklere verilmemiş ve Maraş’ta otel yapmak isteyen, Lordos gibi Rum yatırımcılara sıfır faiz ve 20 yıl vade ile verilmiş, bir kısmı ile de Türkleri yok etmek için Mısır’dan ve Arjantin’den zırhlı taşıyıcılar, tanklar ve Çekoslovakya’dan da otomatik tüfekler alınarak Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) saldırı ve imha silahları ile donatılmıştı. Açıkçası Rumlar, bizim paramızla bizi öldürmek ve yok etmek için çeşitli silahlar satın almışlardı.  Buna karşın 1963-1974 yılları arasında kayıp olan Türklerin yüzde sekseni çocuk, kadın, sivil erkek ve yaşlılar. 1963-15 Temmuz 1974 arasında birçok masum sivil Türk, sırf Türk oldukları için yollardan, tarlalardan, işyerlerinden, otobüslerden, arabalarından alındı ve acımasızca öldürüldü. Şimdi Rumlar bu gerçeği ters çevirmeye ve Türkiye ile Türk Silahlı Kuvvetlerini suçlamaya çalışmakta, kendi yaptıkları insanlık dışı davranış ve katliamları unutarak.

“DENKTAŞ’I TÜRKİYE’YE ŞİKAYET ETTİLER”

4 Mart 1964 tarihine BM Güvenlik Konseyinde yaşananlar ise tam bir insanlık yüz karası aynen 18 kasım 1983 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 541 numaralı karar gibi. 4 Mart 1964 tarihinde Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türkleri katletmesini önlemek ve Türklere yapılan saldırıları kontrol altına almak amacı ile Türkiye’nin başvurusu ile toplanan BM Güvenlik Konseyi, rahmetli liderimiz Rauf R. Denktaş’ın, karar taslağı içinde adaya BM Barış gücünün gönderilmesi ile ilgili olarak “Kıbrıs Hükümeti ile istişare edilerek” cümlesi yerine içinde Kıbrıslı Türklerin yüzde otuz kurucu ve yönetici haklarının bulunduğu “Anayasal Kıbrıs Hükümeti ile istişare edilerek” cümlesinin konulmasını ısrarla talep etmesi sonrasında ABD yetkilileri, rahmetlik liderimizi Türkiye’ye şikayet etmişler ve inadının kırılmasını talep etmişlerdi. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, rahmetlik liderimizin endişelerini dikkate alıp Amerikalı diplomatları ikna edeceğine, ABD’nin isteğini yerine getirmiş ve Denktaş’ı ısrarından vaz geçirmişti. Sonrasını herkes bilmekte.

“TÜRK MİLLETVEKİLLERİNİ TEMSİLCİLER MECLİSİ’NDEN ATTI”

Makarios hükümeti, BM’nin bu kararından sonra kendini adanın tek hükümranı olarak kabul etmiş,  ilk iş Türk Milletvekillerini silah zoru ile Temsilciler Meclisinden atmış, Kıbrıslı Türklere korkunç bir baskı uygulamaya başlamış, ellerinden dolaşım, serbest ticaret ve her tür insanca yaşam haklarını almış sonra da katliama başlamıştı. 20 Temmuz 1974 tarihinde anavatan Türkiye’miz 1960 Anayasasında kağıt üstünde yer alan garantörlüğü, fiiliyata çevirememiş olsaydı, bu gün adada hiçbir Kıbrıslı Türk yaşıyor olmayacaktı. Türkiye’nin müdahale edememesinden daha da cesaretlenecek olan Rumlar, Yunanistan’a bağlandıktan çok kısa biz zaman sonra adada yaşamakta olan Kıbrıslı Türklerin sayısını silahlı ve de ekonomik baskılarla sıfıra kadar indirgeyeceklerdi.

“DAVUTOĞLU’NUN BASKI YAPMASINI İSTEDİLER…”

Geçen haftalarda da Mart 1964 tarihinde yaşananlara benzer bir olayı yaşadık.  ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile İngiltere Dışişleri Bakanı William Hauge, Anastasiadis’in başvurusu üzerine Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Profesör Dr. Ahmet Davutoğlu ile temas kurarak Kıbrıs’ta tıkanmış gözüken Ortak Metin çalışmalarının sona erdirilmesi ve Müzakerelerin başlayabilmesi için Eroğlu’nun “Tek egemenliği” kabul etmesi için kendisine baskı yapmasını istediler. “Tek Egemenlik” konusunun tek başına bir madde olmadığını, bu maddeye ilaveten Türklerin karşı öneri olarak sunduklarının da var olduğunu çok iyi bilen Davutoğlu, 1964’de oynanan oyuna gelmemiş ve kibarca ABD’nin bu talebini, Yunanistan ile görüşerek değerlendireceği şeklinde yanıtlayarak, Erivan toplantısı sonrasında Ankara’ya uğramadan Atina’ya gitmiş ve mevkidaşı Evangelos Venizelos ile görüşmüştür.

“DAVUTOĞLU VENİZELOS’U İKNA ETMİŞ”

Eski Rum lider Hristofyas ile eski KKTC Cumhurbaşkanı M. A. Talat arasında yapılan görüşmelerde yer alan ve BM tarafından açıklanan birçok mutabakat maddesini yok sayan Anastasiadis’in sadece kendi çıkarlarına yarayan “Tek Egemenlik, Tek Vatandaşlık, Tek Uluslararası Temsiliyet” maddesini “Ortak Açıklamaya” sokmak istemesinin getireceği sıkıntıları Venizelos ile paylaşan Davutoğlu, dost politikacı ve diplomatlardan aldığım bilgiye göre Venizelos’u Türkiye ile işbirliği içinde,  Kıbrıs sorununu çözmeye ve sonlandırmaya ikna etmiş. Bu ikna sürecine Başbakan Recep T. Erdoğan’ın, mevkidaşı Andonis Samaras ile yaptığı görüşme de çok etkili olmuş. (Duyum olduğu için -mış- ekini kullanıyorum.)

“YENİ TALEPLERİN FAYDA SAĞLAMAYACAĞINI DÜŞÜNÜYORLAR”

Türkiye ve Yunanistan liderlerinin ortak görüşü, Kıbrıs konusunun 50 yıllık bir mesele olduğu ve yeni taleplerin artık hiç bir tarafa fayda sağlayamayacağı şeklinde. ABD, AB, İngiltere ve BM’nin Güney Doğu Akdeniz’de varlığı tespit edilen doğalgazın, uluslararası kurallara uygun olarak çıkarılması ve batı dünyasının kullanımına sunulabilmesi için Kıbrıs konusunu sonlandırmak istedikleri artık iyice açığa çıktı. Yunanistan’ın bu yaklaşımının Rumların paniğe kapılmasına neden olduğu kesin.

Soru: Rum basınını takip ettiğimizde bir tedirginlik görüyoruz. Rumları rahatsız eden ne oldu?

Anastasiadis’in geçtiğimiz gün alelacele Rum siyasi parti başkanlarını toplaması ve hafta içinde de Ulusal Konseyi toplantıya çağırma hazırlığını yapmasının nedeni, Yunanistan’ın bu yaklaşımı ve Davutoğlu’nun da KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu’na baskı yapmak yerine tam destek çıkması. Destekten de öteye Türkiye’nin Kıbrıs sorununun, müzakereler sonucunda halen geçerliliğini korumakta olan “BM Kıbrıs Müktesabatı”na uygun olarak “Yeni Federal bir devletin” kurucu Türk ve Kurucu Rum devletleri tarafından yeniden yaratılması şeklinde olduğunu kesin bir dille vurgulamış olması.

“RUMLAR YENİ BİR OLUŞUM İSTEMİYOR”

Rumları asıl paniğe sokan Davutoğlu’nun “Kurucu Devlet” tanımını kullanması. İngilizce de “Constituent State” olarak tanımlanan bu terim, hayata geçecek yeni ve bağımsız bir devleti oluşturan kurucu devlet manasında. Kurucu devletler anayasasının parçası olmakta, yasa yapabilmekte ve kendi bölgesi içinde kesin egemenliği bulunmakta.  Anastasiadis ve yanındaki mesai arkadaşları ise müzakerelerin sonucunda  “Yeni bir devletin oluşmasını” asla istememekte ve mevcut, Rumlar tarafından işgal edilmiş Kıbrıs Cumhuriyeti yasalarında bazı değişikler yapılarak Kıbrıslı Türklerin azınlık statüsünden biraz daha fazla haklar ile mevcut (korsan) devlete katılımını hedeflemekte.

“CAN EVLERİNDEN VURULDULAR”

Davutoğlu’nun Yunanistan ziyaretinde Venizelos ve Samaras ile görüştükten sonra KKTC’ye gelip Eroğlu ve Downer ile görüşmesi sonrasında “Kurucu Devlet” terimini kullanarak açıklama yapması, Rumları can evinden vurdu. Bu gelişme arkasından neyi getirecek. Büyük bir olasılıkla, BM Kıbrıs müktesebatı uyarınca yeniden doğması planlanarak hazırlanmış olan “Kıbrıs Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”ni tanımlayan Annan Planı benzeri bir planın gündeme getirilmesini.

17 Aralık 2013
Davutoğlu’nun KKTC Ziyareti Değerlendirme yazısı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Müzakereler Plana Doğrumu Gidiyor (3/3)

Müzakereler Plana Doğrumu Gidiyor (3/3)

Annan Planı kabul edilseydi, bizim için kötü günler gene geri gelmiş, 2. sınıf vatandaş olarak Rumlar tarafından aşağılanmaya ve ezgi çekmeye başlamış olacaktık. Şehitlerimiz de herhalde mezarlarında huzursuz olacaklardı…. (2. bölümde kalınan yerin devamı)

Her iki tarafın “Evet” oyları ile kabul edilmiş Annan Planı uyarınca;

10-    Geçmiş 9 yıl içinde, 20 Temmuz 1974 Barış Harekatında ve sonrasında adada konuşlanmış olan Türk Barış Kuvvetlerinin tamamı Türkiye’ye dönmüş olacaktı. Plandaki koşullara göre adada sadece 650 Türk askeri kalacaktı ve en küçük bir birim bile kışladan dışarı çıkmak için 15 gün evvelsinden Federal Hükümetin yetkili mercilerinden izin istemek zorunda olacaktı.

11-    Gayrimenkul sahibi Kıbrıslı Rumlar iade edilen topraklardaki taşınmaz mallarını tümüyle geriye almış olacaklardı. Kıbrıs Türk Devletinde taşınmaz mülk sahibi olan Rumlar ise Nisan 2009 tarihine kadar mülklerinin üçte birini tüm olarak geri almış, geriye kalan miktar için de tazminat almış olacaklardı.

12-    Karpaz bölgesindeki dört köye, Kıbrıslı Rumlar, hiçbir kısıtlama olmadan yerleşmiş ve geniş siyasi özerkliğe sahip olarak “Özerk Otonom Rum Bölgesi”ni hayata geçirmiş olacaklardı.

13-    Karpaz’da oluşan “Özerk Otonom Rum Bölgesi”, Münhasır Ekonomik Bölge talebi ile AİHM’ye başvurmuş ve TPAO’nun kiralamış olduğu sondaj bölgeleri üzerinde hak iddia ediyor olacaktı.

14-    Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında turizm sektöründe olduğu gibi bütün sahalarda işbirliği olanakları başlamış ve Kıbrıs Türk Devletinin ekonomik yapısı, Kıbrıs Rum Devletinin ve her üç müdürden ikisinin Rum olduğu Federal Hükümetin baskıları altında yıllar önce çökmüş ve Kıbrıs Rum ekonomisine bağımlı hale gelmiş olacaktı.

15-    Adanın askersizleştirilmesi programı uyarınca, RMMO ve GKK lav edilmiş olacaktı ama Rumlar yasal bir kılıfı uydurarak başka bir isim altında tekrar silahlanmış ve Kıbrıslı Türkleri tehdit ediyor olacaklardı.

16-    4.cü kez göçmen durumuna düşmüş olan Türkler, güneydeki mallarının istimlak edilmiş veya harabe haline gelmiş olması nedeni ile geri dönemediklerinden, kendileri için inşa edilmiş sosyal konutlara taşınmış ve işsizlik nedeni ile de ya Kıbrıs Türk Devleti’ni terk etmiş ya da, Kıbrıs Türk Devleti topraklarına Annan Planı uyarınca gelip yerleşmiş Rumlarla sorun yaşıyor olacaklardı.

17-    Rumlar tarafından 1974’e geri dönük olarak Rum evleri içinde oturan tüm Türklere evleri tahliye etmeleri için dava açmanın yolu Rum yargıçlar tarafından yaratılmış olduğundan, iki halkın arasında iyice açılmış ve yeniden gettolar oluşmuş olacaktı.

18-    Rum yerel Mahkemelerinde Türkler aleyhine, Türk yerel mahkemelerinde de Rumlar aleyhine yüzlerce tazminat davası açılmış olduğundan, tüm ada halkı bir kaos ve sürtüşme içine girmiş olacaktı.

19-    Türkiye Cumhuriyeti, BM ve AB’nin baskıları ile kamu görevlisi Kıbrıs’lı Türklerin maaşlarını göndermekten zorla vazgeçirildiği için, federal devlette iş bulamamış olan eski (KKTC) kamu görevlisi Kıbrıs’lı Türkler, işsizlik ve parasızlıktan bunalmış ve eski günleri hayal ediyor olacaklardı.

20-    “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nin tüm stratejik mevkilerinde, müdür ve daha üst düzey görevlerinde,  AB normlarına uygun ve gerekli uyum kurslarını almış Kıbrıslı Türkler “güya” bulunamadığından, Kıbrıslı Rumlar görev yapıyor olacaktı ve bu nedenle de federal yapı, ilk beş yıl içinde çoktan “Üniter Rum Devleti”ne dönüşmüş olacaktı.

21-    Annan Planına göre Sivil havacılık, Hava limanları, Merkez Bankası, Eski Eserler Dairesi, Tapu Dairesi, Telekomünikasyon Dairesi, Sahil Koruma, Gümrük Dairesi, Muhaceret Dairesi, Denizcilik Müdürlüğü gibi stratejik birimler Merkezi Federal Hükümete bağlı olduğundan, “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” gerçekte ve fiiliyatta bu dairelerin başında ve bünyesinde ikiye bir oranında yer almış olan Rum çoğunluk tarafından idare ediliyor olacaktı.

 

Yukarıdaki 21 maddeyi okuyunca,  Rumlar iyi ki Referandumda “Evet” demediler diye seviniyorum.  Yoksa şimdiye kadar çoktan canımıza okuyup bizi 2.ci sınıf vatandaş konumuna indirgemiş ve çoğumuzu da adadan göç etmeye zorlamış olacaklardı, aynen 1955-1974 döneminde yaptıkları gibi….

 

Müzakerelerin, önümüzdeki yıl içinde Annan Planına benzer planın Kıbrıs adasında yaşayan her iki halkın referandumuna sunulması veya referanduma sunulmadan kabul edilmesi şeklinde sonuçlandırılması söz konusu olabilir. Bu olasılıklardan bir tanesidir. Eğer daha şimdiden işittirilmeye başlatılan söz konusu plan, referanduma yani halk oyuna sunulursa bu sefer neleri kazanıp, neleri yitireceğimizi bilerek oy kullanmamızda büyük fayda var…  (Son)


Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

16 Aralık 2013

15 Aralık 2013
Müzakereler Plana Doğrumu Gidiyor (3/3) için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Müzakereler Plana Doğrumu Gidiyor (2/3)

Müzakereler Plana Doğrumu Gidiyor (2/3)

Eğer bu sefer gene önümüze bir BM planı konacaksa ve 2003-2004 yıllarında yaptıkları gibi birtakım etkinlikler ve vaatlerle bizleri ve Rumları “Evet” oyu vermeye ikna etmeye çalışacaklarsa, ki eminim bu yapılacak, neye “evet” diyeceğimizi çok iyi bilmemiz gerekmekte. Bilinçli olarak kararımız vermeliyiz. Geçen defa olduğu gibi planı okumamış kişilerin kulaktan dolma bilgilerle televizyon ekranlarında ve meydanlarda yaptıkları propagandalara kanmamamız ve neye “Evet” ve de neye “Hayır” dememiz gerektiğini bilmemizde fayda var.

 

24 Nisan 2004 referandumunda her iki taraftan da “EVET” oyları çıkmış olsaydı şimdiye kadar neler gerçekleşecekti, neleri yaşamış olacaktık ve yaşamımız nereye doğru gidecekti. Bunları en azından hayal gücümüz içinde canlandırmakta ve hatırlamakta büyük fayda olduğu inancındayım.

 

Yaşayacaklarımız aynen aşağıdaki gibi olacaktı.

Oylamada her iki taraftan “Evet” oyları çıktıktan sonra “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” hemen ilan edilmiş ve BM tarafından da tanınmış olacaktı. Aradan geçen 9 yılın sonunda   neredeyse tam bir Rum hegemonyasında üniter bir devlet haline gelmiş olacaktı.

Bizim için kötü günler gene geri gelmiş, 2. sınıf vatandaş olarak Rumlar tarafından aşağılanmaya ve ezgi çekmeye başlamış olacaktık. Şehitlerimiz de herhalde mezarlarında huzursuz olacaklardı.

Her iki tarafın “Evet” oyları ile kabul edilmiş Annan Planı uyarınca;

1-   Görünürde iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı bir Federal Cumhuriyet ama gerçekte Rum üniter devleti  olan “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” ilan edilmiş ve 9 yaşını da doldurmuş olurdu.

2-   14 Haziran 2009 tarihinde “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”ni oluşturan iki devletin Federe Milletvekilleri, Senatörleri ve AB Milletvekilleri 2. kez seçilmiş olurlardı.

3-   Federal Parlamento ve dördü Rum ikisi Türk olan, altı asil ve oy hakkına sahip, ikisi Rum biri Türk olan, üç tane de oy hakkına sahip olmayan, dokuz üyeli “Başkanlık Kurulu” , ikinci dönem seçimlerinden hemen sonra seçilmiş ve görevine başlamış olurdu.

4-   Başkanlık Kurulu’nun görev süresi beş yıl olacağından ve Birinci beş yıllık dönemde her 10 ayda bir, bir Kıbrıslı Rum ve bir Kıbrıslı Türk dönüşümlü olarak başkanlık yapacağından, şu anda “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nin başında bir Türk Cumhurbaşkanı olacaktı ve görevini 21 Haziran 2014’de Rum Cumhurbaşkanına devredecekti.

5-   Kıbrıs Türk Devleti tarafınca, Kıbrıs Rum Devletine aşamalı olarak toprak iadesi oylamadan hemen sonra başlamış, 25 köy ile yerleşim merkezi tüm ekilebilir tarım arazisi ile birlikte iade edilmiş ve Annan Planı içindeki toprak iadesi konusu bitmiş olacaktı.

6-   25 bin Kıbrıslı Rum, Kıbrıs Rum Devletine iade edilmiş topraklardaki evlerine dönmüş olacaktı. Aynı zamanda Kıbrıs Türk Devleti yönetimi altında yaşamayı kabul etmiş olan 60 bin Kıbrıslı Rum’un da kademeli olarak dönüşü tamamlanmış ve Kıbrıs Türk Devleti yönetimi altında, seçme ve seçilme hakları ile birlikte yaşıyor olacaklardı.

7-   Kıbrıs Türk Devleti yönetimi altında görev yapan bazı Muhtar Azaları, Muhtarlar, Belediye Meclis Üyeleri ve Belediye Başkanları 60 bin Rum’un oyları ile kendi içlerinden seçilmiş olacaktı.

8-   Planda Türkiyeli göçmenler için tespit edilen 45,000 sayısı içine adada doğan ama anne ve/veya babası 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olmayanlar da dahil edildiğinden binlerce KKTC vatandaşı Türkiye’ye geri gönderilmiş olacaktı. Kalanlardan bazıları da, Türkiye’ye dönmek için verilecek ekonomik olanakları değerlendirip geri dönmüş olacaklardı.

9-   “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti” yöneticileri, Türkiye’den adaya gelecek olan ziyaretçilerden, Türkiye’nin tüm ısrarlarına rağmen Shengen vizesi istemeyi uygun gördüklerinden, vize alamayan onbinlerce Türk vatandaşı yakınlarını görebilmek için dahi adaya giremiyor olacaklardı…. (Devam Edecek)

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

13 Aralık 2013

12 Aralık 2013
Müzakereler Plana Doğrumu Gidiyor (2/3) için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Müzakereler Plana Doğrumu Gidiyor (1/3)

Müzakereler Plana Doğrumu Gidiyor (1/3)

Rumların müzakerelere başlamak için ortaya attıkları “Ortak Belge”nin yayınlanması koşulu gerçekte müzakereleri kilitleme amacını taşıyor. Ekonomileri düzelmeden, Afrodit parselinde de (parsel 12) geliri Kıbrıs Rum tarafındaki halkı ve hükümeti ihya edecek ve bataktan kurtaracak miktarda doğalgaz veya petrol bulunmadan masaya oturmak istemiyorlar. Biliyorlar ki masaya ekonomileri iflas etmiş, batakta ve kurtarılmayı bekleyen halk olarak otururlarsa, masadaki edilgen taraf olacaklar ve önlerine konan her koşul ile Türklere egemenlikte, devlet yapısında ve yönetimde ortaklık vermek zorunda kalacaklar. 

 

Bu nedenle seçimlerin yapıldığı Şubat 2013’den beridir masaya oturmamakta direniyorlar. Rum halkının devlet başkanı olarak seçilen Anastasiades, daha ilk günden zaman kazanma amaçlı olarak süreyi uzatmak ve masaya oturmamak için elinden geleni yapıyor. Ki, daha çiçeği burnunda bir devlet başkanı iken “Bizim muhatabımız Türkiye’dir. KKTC’yi kendimize muhatap kabul etmiyoruz. Türkiye’de Mart 2014’de yerel seçimler, Temmuz 2014’de Cumhurbaşkanlığı ve 2015’in yazında da TBMM seçimleri var. Müzakereler 2015’in sonbaharında başlasa daha iyi olacak” sözlerini söyleyerek niyetini açıkça ortaya koymuştu.

 

Aradan geçen 10 aylık oyalama süresi, gerek BM’nin gerekse de AB ile ABD’nin sabrını taşırmış olmalı ki, her üçü de müzakerelerin bir an evvel başlaması için kıpırdanmaya başladılar. ABD ve AB Elçilerinin arayı bulmak ve Ortak Metin ile ilgili tıkanıklığı aşabilmek için Cumhurbaşkanlarını ziyaretleri, BM’nin girişimleri, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanının programını erkene alıp apar topar adaya gelmesi bir hazırlık yapıldığının işaretlerini vermekte.

 

24 Nisan 2004 tarihinde Kıbrıs adasında yaşayan Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum halklarının referandumuna sunulan, Türklerin yüzde altmış beş (64.91) oyla “Evet” dediği buna karşın Rumların da yüzde yetmiş beş (75.38) oyla “Hayır” dedikleri Annan Planı benzeri bir planın hazırlanmakta olduğu ve 2014 yılının ilkbaharının sonlarına doğru da tarafların önüne konacağı işittirilmekte.

 

İşittirilenin içinde bir başka mesaj daha var ki, beni ve benim gibi düşünenleri çok ürkütüyor. “Siz Kıbrıslı Türkler, yüzde altmış beş oyla Annan Planına “Evet” derken, Rumlar sizden çok daha fazla bir oyla “Hayır” dediler. Bu Plan belli ki sizi çok memnun ederken, Rumları hiç memnun etmemiş ve Federal bir devlet kurulmasına karşı çıkmışlar. Rumların da buna benzer bir plana tekrardan “Evet” demesi için sizin haklarınızı biraz daha kısalım, Rumların haklarını biraz daha çoğaltalım ve bu sefer her iki taraf da benzeri bir plana “Evet” desin, Kıbrıs sorunu da son bulsun. Hem adaya barış gelir, hem de doğalgaz gelirini paylaşırsınız!

Söylenen, işittirilen ve yapılmak istenen de aynen bu.

İlk aşama olarak, BM’nin, ABD’nin ve AB’nin, gerek tatlı dille, gerekse de aba altından sopa göstererek tüm arabuluculuk girişimlerinden sonra yılsonuna kadar veya da 2014 Ocak ayı içinde “Ortak Metin” üzerinde zoraki bir mutabakat sağlanacak veya da zorla sağlattırılacak ve Ortak Metin engeli aşılarak açıklama yapılacak.

 

Arkasından ikinci aşamada, iki halkın lideri müzakere masasına “Anlaşmadan kalkamazsınız koşulu” ile oturtulacak ve müzakereler başlayacak.

 

Son adım olan üçüncü aşamada da masaya, içeriği “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”ni kurmak olan, siz buna taraflara zorla kabul ettirilecek olan da diyebilirsiniz,  bir Plan konacak ve referanduma sunulması istenecek.

Bu kez bu planın, 2004 deneyiminden sonra aynı hataya düşmemek ve ikinci bir 8 senelik dönemi kaybetmemek için tekrardan iki halkın referandumuna sunulacağından ciddi ciddi şüphelerim vardır.

 

Liderlerin mutabakatı yeterli görülebilir veya da liderlerin mutabakatlarına ilaveten KKTC Meclisi ile Rum temsilciler Meclisinin onayı yeterli bulunarak plan yürürlüğe konabilir.

 

2004 yılında Kıbrıs Türk halkının üçte ikilik çoğunluğunun nelere “Evet” dediğini ve bu “Evet”le de neler olacaktı veya da neleri kaybedecekti ki hatırlamakta büyük fayda olduğu inancındayım.

Yazımın ikinci bölümünde, 2004 yılında referanduma sunulan Annan Planına adadaki her iki halk “Evet” deseydi, biz Kıbrıslı Türklerin kazanımları ve kayıpları neler olacaktı, bugün hangi konumda bulunacaktık onu sizlerin değerlendirmesine ve takdirine sunacağım… (Devam Edecek)

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

11 Aralık 2013

10 Aralık 2013
Müzakereler Plana Doğrumu Gidiyor (1/3) için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Askerlik Nasıl Kısalır

Askerlik Nasıl Kısalır

Gerçekte Askerlik, diğer adı ile de “Vatan Görevi” çok önemli bir konu. Sadece günlerle aylarla tanımlanabilecek bir olgu olmadığı gibi, KKTC’de insanların gönlünde farklı bir konumu, farklı bir algılanması var, bizim dönemimizde “mücahitlik” dediğimiz askerliğin…

 

1974 Mutlu Barış Harekatından önceki yıllarda Kıbrıslı Türklerin ada üzerindeki sayısının Rumlara kıyasla daha az ve her an Rumların saldırılarına açık olmamız nedeni ile Mücahitlik görevi aylarla değil 5’li, 10’lu yıllarla tanımlanmaktaydı. Türklerin yaşadığı ve doğal olarak da savunulacak Türk bölgelerinin küçük küçük kantonlar olmasından ötürü sürekli nöbet tutacak ve savaşa hep hazır konumda olacak erkek sayımız da çok kısıtlıydı. Bu nedenle “Vatanı Savunma Görevi”, diğer adıyla da Mücahitlik süresi uzundu.

 

1960’lı yılların sonu ve 1970’li yılların başı olan benim tertip mücahitlerin hizmet süresi 36 aydı. 1974 Mutlu Barış Harekatından sonra adaya Türk askerinin gelmesi ve silah üstünlüğünün de bize geçmesinden sonra yapılan ilk iş, Kıbrıs adasında Kıbrıslı Türklerin varlığının devamını sağlayan, insanımızı, bölgemizi, topraklarımızı, mal varlıklarımızı ve geleceğimizi Rum saldırılarından başarı ile koruyan “Türk Mukavemet Teşkilatı”nı, örgüt veya teşkilat yapılanmasından çıkarıp, “Güvenlik Kuvvetleri” adı altında düzenli orduya dönüştürmek oldu. Mücahitlik görevinin adı da “Askerlik”e dönüştü.

 

Askerlik süresi düzenli orduya geçişin ve adadaki Kıbrıslı Türklerin Cenevre Anlaşmasından sonra adanın kuzeyinde ” bir bütün haldeki tek parça toprak” içinde toplanmasından sonra aşama aşama, hem Türk askerinin varlığı, hem de sınırların belirginleşmesinden dolayı kısalmaya başladı. Önce 30 aya düştü, sonra da sırası ile 24 aya, 18 aya, 15 aya ve en sonunda da 12 aya düştü vatani görev süresi…

Bu düşüşler yapılırken tüm askeri gereksinimler göz önüne alınarak, aksamasız ve eksiksiz bir ülke savunması sürdürülebilmesi amacı ile aylarca başta Başbakan olmak üzere devletin tüm yetkilileri Güvenlik Kuvvetlerinin ilgili birim ve personeli ile görüşerek bir sonuca ve karara vardılar.

 

Hatırlatalım; KKTC’nin tüm güvenlik ve savunma giderleri yani askeri, sahil güvenliği, polisi, itfaiyesi ve çevik kuvvetlerinin tüm giderleri Türkiye Cumhuriyeti tarafından karşılanmaktadır. KKTC halkının verdiği vergiler şimdilik bu kurumlarda görev yapan kişilerin aldıkları maaşları, emeklilik ikramiyelerini, emeklilik maaşlarını ödemeye ve çağdaş araç, gereç, elektronik aygıt, top, tüfek, tank, sahil koruma botu gibi elzem ve kaçınılmaz savunma malzemelerinin alımına harcanmamaktadır. Bunların hepsi Türkiye Cumhuriyeti tarafından karşılanmaktadır.

 

Zaman zaman askerliğin kısaltılması konusunda konuşmalar yapan ve öneriler üreten kişilerin konuyu derinlemesine incelemedikleri inancındayım. İncelemeden ve tüm olasılıklar gözden geçirilmeden söylenen sözler inandırıcı olmaktan çıkıp havada kalmaktadır. Zaten KKTC Meclisinde bu konu ile ilgili konuşma yapılıp öneri sunulunca Başbakan Yorgancıoğlu “KKTC ve TC’nin nüfus ve askerlik çağı nüfusu açısından aynı olanaklara sahip olmadığını bu nedenle de KKTC Güvenlik Kuvvetlerinin, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki gibi rahat davranma şansına sahip olmadığını” söylemek zorunda kaldı. Doğru olan da buydu zaten.

 

Askerlik Yasası’nın 10. maddesi, personel kaynağının olması ve sürekliliği durumunda görev süresinin kısaltılabileceğini belirtmektedir. Bu maddeden yola çıkılarak yapılan hesaplar, günümüzdeki askerlik süresinin KKTC’de yaşayan halkın sayısı temel alındığında “optimum noktada” olduğunu göstermektedir.  Optimum noktayı aşmanın tek çaresi KKTC’de yaşayan fiili nüfusun artmasıdır. Nüfus artmadıkça, sürenin kısaltılabilmesi da ancak mükelleflerin yerine profesyonellerin alınması ile gerçekleştirilebilecektir.

 

Günümüzdeki askerlik süresinin kısaltılması durumda bundan sadece yaklaşık 300 mükellef faydalanabilecektir. Mükellefler tam gün kışlada mesai yaptıklarından yerlerine 900 profesyonel alınması gerekmektedir. Askerlik süresinin kısaltılabilmesi için alınacak 900 profesyonel askerin maaşlarını, emeklilik ikramiyelerini ve emeklilik maaşlarını kimin ödeyeceği, sorunlardan bir diğeridir. Ne bizim ne de bir başka bütçede 2014-2016 için böyle bir ödenek yoktur.

 

Ortaya gerçeğe dayalı hesaplar yapılmadan somut bir çözüm koymadan, kürsülerden yapılan her “Askerlik kısalsın” söylevleri maalesef sadece “İç tribünlere” yönelik olmakta ve havada kalmaktadır…

 

Ata ATUN

e-mail: ata@kk.tc

http://www.ataatun.com

9 Aralık 2013

8 Aralık 2013
Askerlik Nasıl Kısalır için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar