Gene birileri polisin sivile bağlanması fikrini alttan alttan dürtüp, yapay da olsa gündem yaratmaya çalışıyor.
Neredeyse yüzde 33 eksik olan, yani üçte biri fiilen görevde bulunmayan bir kadroyla görev yapan, canla başla çalışan, nöbet ve devriye yükü iki misline çıkmış polisimizi şaibe altında bırakmak için bir takım kesimler elden geleni yapıyor, özel biçilmiş kaftan gibi provokasyonlar bile planlayıp sahneliyorlar, polisin kural dışı davranışlara nasıl tepki vereceğini bildikleri için.
Maksat koro halinde dört beş koldan saldırarak polisi gözden düşürmek.
15 Kasım Cumhuriyet Bayramında resmi geçit yapılırken, katılımcılar kendi gönülleri ile bu kutlamaya gelerek yılların özlemi bir coşkuyu kutlarken, tören alanında “Yurt ödevimiz barış, vicdani ret hakkımız!” içerikli bir pankartı açmak tam bir provokasyon. Provokasyondan da öteye oraya kutlamalara katılmaya gelmiş coşkulu halka karşı yapılmış bir hakaret. Yaşanan olayın tersi düşünülürse, törene coşkuyla katılan bayrağa, askere ve vatana bağlı kişiler, hep birlikte bu pankart açan kişilere saldırıp linç etselerdi kim suçlu olurdu. Pankart açan kişiler mi, linç edenler mi, yoksa -müdahalede yetersiz kaldı bahanesiyle- Polisimiz mi?
Sorumluluk dönüp dolaşıp, bol bir demagoji ile gene bir takım art niyetli ve polisi yıpratmak isteyen kişiler tarafından polise yüklenirdi, aynen pankart olayında olduğu gibi.
Bir tane Allah’ın kulu da çıkmadı ve pankart açanlara demedi “Sizin ne hakkınız var törene gelenleri ve törene katılanları taciz etmeye ve keyiflerini kaçırmaya” diye. Tam tersi oldu. Tepki gösteren vatandaşlarla, Polisimiz suçlu iskemlesine oturtulmaya, provokasyon yapanlar da sütten çıkmış ak kaşık gibi haklı bulunmaya çalışıldı.
29 Ekim Cumhuriyet Bayramında yapılan törende açılan pankart, oraya kendi gönülleri ile gelen kişilerin duyduğu coşkuya destek veren “Mehmetçik ve Mücahit gururumuzdur”, “Vicdani redde hayır…” sözlerini içeren, Kurtuluş Savaşı’nı nasıl ve kimlerin kazanarak Cumhuriyeti kurduğunu hatırlatan, 1974’de kimlerin savaşarak bu toprakları özgür vatan haline getirdiğini vurgulayan ve destekleyen pankartlardı. Pankartı açanlar da törene oldukları yerden katılan eski mücahitler ve bu topraklara alın terini, kanını akıtmış, özgürlük için her tür fedakarlığı karşılık beklemeden yapmış kişilerdi.
Bu iki benzer törende açılan pankartları aynı kefeye koymak, “polis 29 Ekim’de açılan pankarta göz yumdu da 15 Kasım’da açılan pankarta niye göz yummadı” demek ve bunu polemik haline getirmeye çalışmak elmalarla soğanları aynı kefeye koymaya benziyor.
Vatandaşımız Polise siyasetin karışmasını veya da karıştırılmasını hiç istemiyor.
Bu konuyu kime sorduysam önce yüzlerinden bir endişe dalgası geçiyor, sonra da “yıllar içinde oluşturulmuş polisteki disiplini ve düzeni kesin bozarlar” diye yanıtlıyorlar beni.
Belli ki siyasilerin polise karışmasını ve müdahale etmesini istemiyor insanımız. Zaten devletin, Polisimizin giderlerini karşılamadığı, maaşlarını ödemediği, araç gerecine devlet bütçesinden para vermediği, benzinini dahi koyamadığı bir pozisyonda olduğunu bile bile bazı kişilerin, -tüm bunları kendileri karşılıyormuş gibi- “Polis sivile bağlasın” gibi boylarından büyük laf etmeleri abesle iştigal.
“Devleti, işe gitmeden ay sonu bir çuval para alan müşavirlerle doldurdular, şimdi de aynısını Poliste yapacaklar, yoldan geçene rütbe verip makam verip üst düzeyde görevlendirecekler. Hem polisin düzeni, bilgisi, becerisi ve disiplini bozulacak, hem de her hükümet değiştiğinde bol miktarda polis müşaviri çıkacak ortaya…” diyor insanımız.
Bu öngörülerinde de haklılar. Siyasiler polisimizden de, askerimizden de uzak durmalılar.
Ki, “Askerliği kısaltacağız”, “bedelli askerliğin önünü açacağız” dediler, yıllardır 100 civarında firari ve bakaya sayısı 2014 yılında 266 oldu aniden. Nedeni de işte bu “Ucuz halkçı”, yani popülist siyasiler…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
1 Aralık 2014
Sınırlarımızı koruyan ve dış güvenliğimizi sağlayan Güvenlik Kuvvetlerimizin çökmesi ve geleceğini sıkıntıya sokmak için oyunlar oynanır da, iç güvenliğimizi sağlayan polisimizi yıpratmak ve gözden düşürmek için oynanmaz mı?
Elbet aynı kişiler perde gerisinde aynı çirkin oyunları polisimiz için de oynamakta.
Sessiz ve derinden faaliyet göstererek.
Amaç polisi yıpratmak ve içte kaos ile güvensizlik yaratmak. Sonrasında KKTC’yi yıkmak daha da kolay olacak, elbet güçleri yeterse.
Ülkede “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası” yok.
“Bilişim Suçları Yasası” yok.
“Özel Güvenlik Yasası” yok.
Terörü suç sayan ve ceza öngören yasa yok.
Toplum Polisi (Polis Çevik Kuvveti) düzenleyen yasa yok.
Devriye hizmetlerini düzenleyen yasa yok.
Bunlar yok ama ahkam kesmek var.
Gerçekte günümüzde polisin halkın hizmetinde olacağı ve personelin rahat çalışacağı hiçbir yasa yok. Tam tersine Polis Örgütüne çirkin politikayı bulaştırılmak için her yol deneniyor siyasilerimiz tarafından.
Genel Müdür vekaleten atandığı için müdür seviyesindeki subaylar Genel Müdür olabilmek için siyasilerle flört ettikleri gibi, bazen de biraz öne çıkabilmek için bilgi bile sızdırdıkları oluyor. Sızdırdıkları bilginin kendilerine fayda sağladığını zannederken Polis örgütüne ve halka zarar verdiklerinin farkında bile değiller maalesef.
Poliste personel sıkıntısı var, hem de had safhada. Özellikle de üst düzey subay kesiminde, uzmanlaşmış deneyimli subay eksikliği çok fazla.
3 bin kişilik kadro var ama fiilen çalışan ve görev yapan polis sayısı 1937. Son 6 yıldır hiç polis alımı yapılmamış. Dolayısıyla ivedilikle polis alımı yapılması ve bu bin kişilik açığın mümkün olduğunca kapatılması gerekiyor.
Polisimizde, çağdaşlaşan suçlara ve suç işleme yöntemlerine paralel olarak yeni birimler açılması gerekiyor ama bir türlü bu birimler açılmıyor, açılamıyor. Yeni birimler açılmadıkça ve yeni istihdamlar yapılmadıkça da mevcut çalışanların yükü iki üç misli artıyor.
Polisimizde personel sıkıntısına ilaveten araç sıkıntısı da büyük boyutlarda. 460 tane araç kadrosu var ama kağıt üstünde 327 araç olduğu gözüküyor. Bunların da sadece 165 tanesi yürüyebilir ve görev yapabilir durumda. Kurumda eksik olan araç sayısı 295.
Çok acil olarak polisimizin 50 tane çeşitli tip ve boyda araca gereksinimi var bugün. Yineleyelim; Polisimizin gerçekte 295 tane çalışabilir, faal araca ihtiyacı var ve bunlar halkımızın iç güvenliğini sağlamak amacı ile kullanılacak.
Şeffaflık için karakollarımızın kameralarla donatılması gerekiyor. Halkın güvenliğini sağlamak, suçluların tespiti ve takibi için beş şehrimizde MOBESE sisteminin kurulması, şehirlerin giriş çıkışlarına ve ana caddelere takip kameraları konması artık olmazsa olmaz şart oldu. Ancak bu şekilde mevcut personelin yükü azaltılabilir. Kamera sistemini ise ülkemizdeki üniversitelerimiz, ellerindeki teknoloji ve beyinlerindeki bilgi ile rahatlıkla kurabilir.
Devlet yönetmek ahkam kesmekle, “polis sivile bağlansın” gibi mali kaynaktan yoksun ucuz halkçılık söylemleri ile olmuyor. Polis sivile bağlandığında, bırakın personelin maaşını, emeklilik ikramiyesini ve diğer giderlerini, polisin kullandığı araçların yakıtının, silahının ve cephanesinin bile bütçeden ödenemeyeceği gerçeğini halka söylemekten kaçınan siyasilerimiz ahkam kesmekten vazgeçemiyorlar.
Yönetim kapasitesi ve irade gerekiyor kalıcı ve sürekli bir devlet akışı sağlayabilmek için…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
28 Kasım 2014
KKTC Meclisinde Askerlik Değişiklik Yasası’nı ele alan Hukuk ve Siyasi İşler Komitesi 5, 12 ve 14 Kasım tarihlerinde hiç bir askeri ve mali uzman çağırmadan kendi kendine yaptığı toplantılarda kabul ettiği ve Genel Kurula gönderdiği Askerlik Değişiklik Yasasındaki Geçici 4’cü madde açıkça “Askerden kaçmayı teşvik etmekte ve de üstüne üstlük bir de ödüllendirmekte.”
Geçici 4. maddenin hazırlanış tarzı da üstelik bir milletvekilinin kardeşini “Asker kaçağı” konumundan kurtarmayı hedefliyor. Bu kardeş müzmin bir asker kaçağı. Şimdi yapılan düzenlemede tarih sınırı da kaldırılıyor ki, ne zaman isterse gelsin ve parasını ödeyip hiç askerlik yapmasın, sınırları kim isterse beklesin, dayısı olmayan da askerlik yapsın. Mantık maalesef bu.
Mevcut Yasa değiştirilmezse, sadece üniversite mezunlarına, koşulları yerine getirdiği takdirde “Bedelli askerlik” hakkı tanıyor. Değiştirilirse, ilkokul mezunları da “ben tatil yapmaya gidiyorum” diyerek yurt dışına çıktıktan sonra belli bir müddet geri dönmezse “Bedelli askerlik” hakkı kazanacak.
Şu anda zaten Güvenlik Kuvvetlerimiz KKTC’nin nüfusunun az olması nedeni ile gerekli olan sayısının sadece üçte biri ile görevini yerine getirmeye çalışmakta. Eğer hem süre kısaltılırsa, hem de Geçici 4. madde ucu açık bir tarihe bağlanırsa, mevcut personelin yükü neredeyse iki katı artacak.
Günümüzde Güvenlik Kuvvetlerinde görev yapan mukaveleli personel mesai saatleri içinde çalıştığından, mesai sonrası görev yükü ikiye katlanmakta ve mükellef personel adeta ezilmekte.
Rum tarafında da geçmiş aylarda bazı popülist Rum milletvekilleri askerlik süresini indirmeye ve ucuz halkçılık yapmaya çalıştılar. Askerlik süresini 24 aydan 18 aya indirmek için Rum temsilciler Meclisine yasa önerisi sundular. Rum hükümeti bunun için 18 milyon Avro gerektiğini ve bütçede para olmadığı için bunu yapamayacağını belirtince, ister istemez geri çektiler.
Şimdi aynı oyunun katmerlisi bizde oynanmakta.
KKTC hükümeti, Güvenlik Kuvvetlerimizin en küçük bir giderini bile karşılamamakta, KKTC halkının verdiği vergilerin tek bir kuruşu bile Güvenlik Kuvvetleri’ne gitmemekte. Toplanan dolaylı, direkt ve dolaysız vergilerin tümü memur maaşlarına, memurların emeklik primi ile ikramiyesinin ödenmesine, ek mesailere, çiçeklere, yurt dışı gezilerine ve evde oturup maaş alan müşavirlere koşulsuz akıtılırken, sınırları bekleyen ve her an her tür saldırıya hazır olmak zorunda olan Güvenlik Kuvvetlerine tek bir kuruşu bile gitmemekte.
Türkiye Cumhuriyeti hem iç güvenliğin, yani Polisimizin tüm giderlerini karşılamakta, hem de Güvenlik Kuvvetlerimizin tüm maaş, yakıt, araç, gereç, silah, cephane, kışla yapımı ve bakımı giderlerini ödemekte.
Hükümetimiz ise “Güvenlik Kuvvetleri ve Polis sivile bağlansın” gibi boyundan büyük laflar söyleyip, yapamayacağı işlere soyunmakta, ucuz halkçılık yapmakta. Polisi ve Güvenlik Kuvvetleri mensuplarını ne ile ödeyeceğinin ve yakıt, araç, gereç, silah ve benzeri tüm giderlerini nasıl karşılayacağının hesabının yapmadan ahkam kesmekte.
20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen ve bizleri katliamdan kurtaran Mutlu Barış Harekatı sonrası halen daha Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler arasında “Ateşkes Anlaşması” imzalanmış değil. Hal böyle iken ve de savunmaya ve sınırlarımızı gerektiği gibi korumaya dünden daha çok gereksinim duyduğumuz bu kritik günlerde, hangi amaçla hükümetimiz ikiyüzlü bir oyun oynuyor ve milletvekillerini askerlik süresini kısaltmaya ve de gençlerimizi asker kaçağı olmaya yönlendiren öneriler vermeye teşvik ediyor anlamak mümkün değil.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
26 Kasım 2014
ANASTASİADES’İN PARLAK ZEKALI JEOSTRATEJİK DANIŞMANI
Loucas Charalambous
Sunday Mail, 23 Kasım 2014
İngilizce’den Çeviridir.
Yayın adresi: http://cyprus-mail.com/2014/11/23/anastasiades-brilliant-geostrategic-adviser/
Bu Yazı KKTC Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi’nin 24 kasım 2014 tarih ve 2014/172 Sayı’lı bülteninden alınmıştır.
Loucas Charalambous’un 23 Kasım 2014 tarihli Sunday Mail gazetesinde yayınlanan, “Anastasiades’in parlak zekâlı jeostratejik danışmanı” başlıklı yazısında, Güney Kıbrıs lideri Nikos Anastasiades’in bazı takıntılarının olduğunu ve bunlardan birinin de yapmış olduğu atamalarının olduğunu belirtti. Charalambous yazısında, komitelere, alt komitelere ve kurullara ihtiyacın olup olmadığının ya da bunların maliyetinin ne kadar olduğunun Anastasiades’i hiç ilgilendirmediğini, onun için önemli olanın yeni görevlere birilerini atamak olduğunu vurguladı.
Eylül ayı içerisinde büyük bir tantanayla “Jeostratejik Çalışmalar Konseyi” isimli yeni bir kurul oluşturduğunu ve çok geçmeden daha önce adını bile duymadığı 15 kişiyi atadığına değinen Charalambous, geçen Pazar, konseyin üyelerinden bir tanesinin, aynı zamanda Orta Doğu İşleri için Başkan Danışmanı olarak atanan, Dr. Eleni Stavrou’nun Alithia gazetesinde “jeostratejik” analiz yazıları yayınladığını ve ciddiye alınırsa ülkeyi terketmeleri gerektiğine vurgu yaptı.
Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın Türkiye’yi nasıl dize getirebileceği hakkında siyasi-askeri analiz yazıları olan ‘Anastasiades’in yetenekli danışmanının’, “Eğer Yunanistan Ege’den güneye olan çıkışı kapatırsa, Çanakkale boğazı yüzde yüz kullanışsız hale gelecek” dediğini hatırlattı.
Charalambous yazısında şu görüşlere de yer verdi:
“Kısaca, bir gemi satın almak için Troyka’dan ödünç para almak zorunda olan iflas etmiş Yunanistan donanmasıyla- nüfusu 75 milyon olan ve 750.000 kişilik ordusuyla Batı’nın ikinci en büyük ülkesi olan Türkiye’nin Çanakkale boğazına giderek, Türkiye’nin, aynı zamanda Rusya, Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan’ın güney girişini kapatacak. Boğazın güney girişi kapanırsa, hiçkimse Karadenizin dışına çıkamayacak ve Rus donanması, Akdenize gitmek için Cebelitarık’a doğru dolaşmak zorunda kalacak. Başkan’ın jeostratejik uzmanları, güney girişine sürgülü kapılar inşa ederse, Türklerin gemileri dışında tüm gemilerin geçmesine izin verilecek. Anastasiadis çok şanslı bir adamdır ki ünlü Prusyalı savaş kuramcısı Carl von Clausewitz iki asır önce vefat etti. Eğer bugün burada olsaydı, Anastasiades’in parlak zekalı danışmanını çalışmak için yanına alacaktı. Stratejisini (boğazın girişini kapatmak) deneyen son kişiye ne olduğunu, Dr. Stavrou’nun bilip bilmediğini bilmiyorum. Winston Churchill ve müttefik güçleri, 1915 yılında Osmanlılar tarafından ağır yenilgiye uğratılmıştı.”
Ayrıca, ‘müthiş danışmanın’ Kıbrıs hakkında yazdıklarının da oldukça ilginç olduğunu söyleyen Charalambous şöyle devam etti:
“İsrail, Türkiye müttefik olmayı reddettiği zaman, ilk olarak güvenliğini ve ikinci amaç olarak da enerji rezervlerini kurtarmak için Güney Kıbrıs’a başvurdu. İsrail için Kıbrıs, Türkiye ile karşılaşılacak bir tehditte bir kalkan, siper oluşturuyor. Bu, Türklerin sadece (İsrail’in ) resmi havasahasına değil hatta karasularına hızla ilerlemesini önleyecek.
Şükürler olsun, Yunan Kıbrıs, İsrail’i Türklerin tehdidinden kurtarmanın yolunu buldu. İsrail yardımımıza başvurmasaydı ve onları kurtarmasaydık, şu an çok büyük sorunumuz olacaktı. İyi ki Anastasiades’in jeostratejik danışmanı bütün bunlara değindi ve biz şu an büyük fakirlik içinde, İsrail’i Erdoğan’ın pençesinden kurtardığımız ve ona kalkan ve siper olduğumuz için İsrail’den para ödülü istiyoruz.
Yiğit başkanımızın, bizi ve İsrail’i Türklerden kurtaracak bu inanılmaz yetenekleri nereden ve nasıl bulduğunu anlamak için bir psikiyatriste ihtiyacım var. Clausewitz’in çığır açan ‘Savaş Üzerine’ kitabı ise yaramaz oldu ve Anastasiades’in jeostratejik uzmanının teorileri ile yer değiştirdi.”
Siteye koyan: Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC Meclisi’nde ele alınmış olan Askerlik Yasasında kötü ve bilinçli veya bilinçsiz olarak bu ülkeye zarar verecek bir oyun oynanmakta maalesef.
Kimi milletvekilleri bazı kesimlerden yandaş toplama ve popülizm uğruna bir takım girişimler yapmakta, kimi de kardeşini düşünerek, kişiye özel değişiklik yasası çıkarttırmak için uğraş vermekte. Ülkeyi ve ülkenin geleceğini düşünerek yasayı ele alanlar sessiz çoğunluğu oluşturuyor.
KKTC Meclisinde görüşülmekte olan veya da görüşülecek olan tüm Yasa Önerileri ve Tasarıları, ilgili kişilere, derneklere, sendikalara, birliklere, hukukçulara gönderildiği gibi eski bir milletvekili olduğum için bana da gönderilmekte.
2012 tarihinde KKTC Meclisinde kabul edilmiş olan Askerlik (Değişiklik) Yasası”nda, Esas Yasanın “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yurttaşlığı Devam Ederken Bir Başka Ülkede Askerlik Hizmeti Yapanlar veya Yurt Dışına Yerleşenler” başlıklı Geçici 4’üncü maddesinin (4)’üncü fıkrası değiştirilmiş ve esas yasadaki belirleyici tarih 1 Ocak 2009 tarihi ile değiştirilmişti.
2014 yılında tekrar KKTC Meclisi’ne “ucuz halkçılık” yani popülizm amaçlı sunulan “Değişiklik Yasası”, Güvenlik Kuvvetlerimizi güçlendirmek, sınırlarımızın daha güvenli bir şekilde korunmasını sağlamak yerine açıkça tüm mükellefleri asker kaçağı olmaya teşvik etmekte.
Bu değişiklik yasasının bir başka özelliği de bir milletvekilinin kardeşini asker kaçağı konumundan kurtarmak için özel olarak hazırlanmış olması. Ancak ilkel toplumlarda ve diktatörlüklerde yapılmakta olan kişiye özel yasalar KKTC gibi demokrasisiyle övünen bir ülkede yapılıyorsa yazıklar olsun bu mantaliteye.
Hukuk ve Siyasi İşler Komitesi’nde “Esas Yasanın Geçici 4’üncü Maddesi Değiştirilirken” son birkaç toplantıya bu konuda hiç bir askeri ve mali uzmanın çağrılmamış olması, hem yapılan değişikliğin ne denli güvenlik tehlikesi içerdiğini, hem de kişiye özel yasa yapılmak istendiğini gözler önüne -net bir şekilde- sermektedir.
Hiç bir uzmanın davet edilmediği komitede son şekli verilen söz konusu “Geçici 4’üncü” maddenin eski ve yeni hali aşağıda ayrı ayrı yazılmıştır.
Komiteye iade edilen tasarıdaki “Esas Yasanın Geçici 4’üncü Maddesinin Değiştirilmesi” Eski 4’üncü Madde:
“Her ne sebeple olursa olsun 1 Ocak 2009 tarihinden önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden ayrılıp bir yabancı ülkeye giden ve 1 Ocak 2009 tarihinde saklı, yoklama kaçağı, bakaya veya firar durumunda olan ve müracaat tarihine’ kadar da saklı, yoklama kaçağı, bakaya veya firar durumunda bulunanlar, bu Yasanın 16’ncı maddesinin (1)’inci fıkrasına uygun olarak müracaat ettikleri taktirde bu Yasanın 14’üncü maddesindeki haktan yararlanırlar ve haklarında bu suçlar sebebiyle kovuşturma yapılmaz. Bu kapsamda olanlar mükellefiyet hizmetini 17’nci maddenin (1)’inci fıkrası uyarınca yerine getirirler.”
Komiteye iade edilen tasarıdaki “Esas Yasanın Geçici 4’üncü Maddesinin Değiştirilmesi” Yeni 4’üncü Madde:
“Her ne sebeple olursa olsun bu (Değişiklik) Yasası yürürlüğe girmeden önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden ayrılıp bir yabancı ülkeye giden ve bu (Değişiklik) Yasası yürürlüğe girdiği tarihte saklı, yoklama kaçağı, bakaya veya firar durumunda olan ve müracaat tarihine kadar da saklı, yoklama kaçağı, bakaya veya firar durumunda bulunanlar, bu Yasanın 16’ncı maddesinin (1)’inci fıkrasına uygun olarak müracaat ettikleri taktirde bu Yasanın 14’üncü maddesindeki haktan yararlanırlar ve haklarında bu suçlar sebebiyle kovuşturma yapılmaz. Bu kapsamda olanlar mükellefiyet hizmetini 17’nci maddenin (1)’inci fıkrası uyarınca yerine getirirler.”
Yeni haliyle “4’üncü madde” içeriğinde bir tarih sınırlaması olmadığı için bu yasanın kabul edilmesinden sonraki yıllarda gençlerimize “bir yolunu bulup asker kaçağı olun. Hiçbir cezası yoktur ve Bedelli Askerliğe de hak kazanacaksınız. KKTC savunmasız kalırsa kalsın önemli değil, isterse Rumlar gelsin işgal etsin.” demektedir açıkça…. (Devam edecek)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
24 Kasım 2014