Tam beş yıl oldu… Onsuz geçen koskoca bir beş yıl.
Bundan 5 sene evvel babam Profesör Dr. İ. Hakkı Atun’u kaybetmiştim.
Sonra da onu layık olduğu şekilde, hak ettiği bir törenle toprağa vermiştik.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde yaşayan pek çok seveni ile Mağusa’daki Lala Mustafa Paşa Camisinde cenaze namazını kılmış ve onu son yolculuğuna uğurlamıştık.
Biliyorum, herkesin babası kıymetli, benimki gibi. Onu unutmak mümkün değil.
Allah Rahmet eylesin, yattığı yer nur, mekânı Cennet olsun.
Babamın, babam olmaktan başka özelliği, ailenin tüm fertlerinin gururla taşıdığı ve manası “Allah’ın hediyesi” olan “ATUN” soyadını, Türkiye’de yükseköğrenimde iken soyadı yasasına göre ilk defa kendisinin almış olması. Sonra da tüm sülaleyi kanatlarının altına alarak, yön vermesi, kimlik kazandırması ve ‘Üniversite Eğitimi’nin önemini aşılaması.
Babamın 20. yüzyılın ilk çeyreğinde başlattığı bu geleneğin hala devam ediyor olması da gerçekten çok gurur verici. Ailemizden Cumhurbaşkanı, Başbakanlar, Meclis Başkanı, Bakanlar, Milletvekilleri, Belediye Başkanı, Rektör (Rahmetli babam), Profesör, Büyükelçi, General, Doktor, Mimar, Mühendis ve benzeri saygın meslek sahiplerinin çıkmasının kökeninde hep bu ‘Yüksek Öğrenim Aşısı’ yatmakta.
Rahmetli babamın akademik hayatı başarılarla dolu. Benimki de onun başarılarından duyduğum gururlarla…
İkinci Dünya savaşından hemen sonra yorgun ve yıkık ülkeler yaralarını sararken babam, iki kez burs alarak Amerika Birleşik Devletleri’nde ve İngiltere’de hem araştırma yaptı hem de lisansüstü eğitimini yapma olanağını buldu.
O yokluk günleri içinde ailesi ona destek olamadığı için hem çalışmak hem de okumak zorunda kaldı. Bizler doğunca sırtındaki yüke bizlere bakma külfeti de ekleniverdi.
Amerika dönüşü Elazığ’da halen Doğu Anadolu’nun en büyük hastalık ve aşı araştırma laboratuvarı olan “Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü”nü aynen Kurucu Rektörlüğünü yaptığı “Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi” gibi sıfırdan yarattı.
Birkaç sene evvel Elazığ’a resmi bir ziyaret yaptığımda beni bu Enstitüye götürmüşlerdi. Girişte babamın bir resmi ve altında da bronz bir plaket üzerinde “HAKKI ATUN 12.1.1953-4.9.1953” yazıyordu.
Dakikalarca hareketsiz kalakaldım o resmin önünde. Orada bir tarih vardı ve kıraç bir arazi üzerinde Doğu Anadolu’nun en modern Enstitüsünü kurmayı başarmış kişiye aitti o resim. Bırakın Doğu Anadolu’daki tüm illeri, Suriye’den ve Irak’tan bile örnekler getirilip burada analiz ediliyor, aşılar üretiliyor orada. Şimdilerde Orta Doğu’nun Pastör Laboratuvarı diyorlar o Enstitüye.
Gururlandım, gözlerim doldu…
1962-1969 yılları arasında Bağdat Üniversitesi Veteriner Fakültesindeki akademik görevinden sonra Türkiye’ye geri dönüp, Hacettepe Tıp Fakültesine öğretim üyesi olarak girişi ise bir başka hikaye. Hikayeden öte, bir başka gurur kaynağı aslında.
Kılı kırk yaran, akademik başarıya çok özen gösteren, öğretim üyeliği için başvuruda bulunan her yüz kişiden sadece bir tanesini Hacettepe Tıp Fakültesinde Öğretim Üyesi olarak görev yapacak kalitede bulan kurucu Rektör Prof. Dr. İhsan Doğramacı, babamın özgeçmişini bile okumak gereğini duymadan hemen ve derhal başvurusunu kabul edecek ve patoloji bölümüne başkan yapacaktı. Gerekçesi ise çok yalındı. “Senin ünün, özgeçmişinden daha evvel geldi buraya…” Ertesi gün işbaşı yapmıştı babam.
1974 Mutlu Barış Harekatında Mağusa kentinde beraberdik babamla. Biz surların üstünde o ise seferi hastanedeydi amcam (Eski Sağlık Bakanı) Dr. Ali Atun ve günümüz KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu ile.
Barış Harekatı sonrası Türkiye’ye geri dönerken arabası Rumların attıkları mermilerden ve havanlardan delik deşik olmuş, yazlık hale dönüşmüştü. Arabasının tüm camları kırık ve kaportasında da yüzlerce delik vardı.
Ankara’ya dönüşteki ilk işi artık ‘Türk Kıbrıs” olan vatanı için ne yapabilirim’i düşünmek oldu.
Ve buldu da.
Eylül 1975 tarihinde “Kıbrıs’ta en akılcı sanayi üniversite kurmak olacaktır” fikri ile dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a ve T.C. Başbakan Yardımcısı Turan Feyzioğlu’na birer mektup yazdı ve onları hem bir akademisyen hem de “Kıbrıs Türk Kültür Derneği” Genel Sekreteri olarak ikna ziyaretlerine başladı.
Sonunda başardı.
Alınan karar, günümüz Doğu Akdeniz Üniversitesinin temelini oluşturan “Yüksek Teknoloji Enstitüsü”nün kuruluş çalışmalarının başlatılması oldu.
Bu nedenle kendisine “KKTC’nin üniversiteler ülkesi olmasının fikir babası” diyorlar.
Nasıl gurur duymam ki babamla…
KKTC kendine aşık bir evladını kaybetti 5 yıl önce.
Allah Rahmet eylesin. Yattığın yer nur, mekanı cennet olsun.
Rahat uyu baba. Neredeyse yüz yıl evvel yaptığın aşı tuttu….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
13 Kasım 2014
17 Ekim tarihli ve “Anastasiadis’in Denizde Egemenlik İddiası” başlıklı köşe yazımda “Bizim aramızdan bazıları da “Türkiye gemilerini çeksin, müzakereler başlasın” diyecek kadar konudan uzak, gözü kapalı ve söylemeye dilim varmıyor ama “Kayıtsız koşulsuz Rum destekçisi.” Bu kişiler gemiler çoğulunu kullanırlarken “kaç tane gemi varmış ve neredeymiş bunlar” diye sormaktan da kendimi alamıyorum. Nerede görülmüş, hangi ülkesel veya da uluslararası yasada veya da kural da belirtilmiş “Uluslararası suların bir devletin egemenlik alanı” olduğu, gerçekten de çok merak ediyorum” diye yazmış ve sorgulamıştım.
Sorumun yanıtı aradan 23 geçtikten sonra geldi. Bu yanıt üstelik resmi ağızdan, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin ağzından oldu. Daha da resmisi yok.
Yunanistan’da yayınlanan haftalık Kathimerini gazetesi BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide ile yaptığı röportajı 9 Kasım pazar günü yayınladı. Bu röportajın benim için en ilgi çeken tarafı, benim 23 gün evvel söylediklerimi ve yazdıklarımı Eide’nin açıkça onaması.
BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide söz konusu röportajında “Kıbrıs’ın belirli ekonomik faaliyetler için egemenlik hakları var ancak savaş gemileri de dahil herkes MEB içerisinden geçebilir. Orada on savaş gemisi bile bulunabilir. Başka bir ülkenin MEB’ine platform götürüp sondaj yapamazsınız, bu doğru. Ancak istila söz konusu değildir. Bir ülkeyi veya kara sularını istila edebilirsiniz. MEB kara sularının parçası değil”, diyerek, gerek “MV Barbaros Hayrettin Paşa” adlı sismik araştırma gemisinin, gerekse de “TCG Gelibolu (F-493) Fırkateyni”nin Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs adası kıyılarından 60 km açıkta seyir yapmasının yasal olduğunu net bir şekilde teyit etti.
Denizlerde “Uluslararası Deniz Hukuku” geçerlidir.
I. ve II. Deniz Hukuku’na göre adaların egemenlik alanları deniz içinde kıyıdan 6 mil (9.6 km) açığa kadardır. Türkiye’nin ve ABD’nin altında imzası olmayan III. Deniz Hukukuna göre de 12 mildir. (19.2 km) Bu çizginin ötesinde 24 mil devam eden “Bitişik Bölge” de dahil olmak üzere “Uluslararası seyire açık sular”dır. Gemiler, ister sivil olsunlar, ister askeri gemi, uluslararası deniz olarak tanımlanmış sularda hiç bir devletten izin almadan seyir yapmak hakkına sahiptirler.
Uluslararası Hukuk profesörü Harry Tzimitras’da aynı doğrultuda bir açıklama yaptı evvelki gün… BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin ve Tzimitras’ın bu açıklamaları Anastasiadis’in masadan kalkmasının tamamen kapris olduğunu ortaya koyuyor.
Eide’nin bu açıklamasından sonra, Dışişleri Bakanlığımız, -bu açıklamayı referans vererek- yoğun bir şekilde “resmi şikayet” süreci başlatmalıdır. Başta Rum hayranı Avrupa Komisyonu Başkanı Junckers ve Avrupa Birliğine üye devletlerin Başkanları, Başbakanları ve Dışişleri Bakanları olmak üzere, BM Genel Sekreteri, ABD’nin Dışişleri Bakanı John Kerry, Türk Keneşine üye ülkelerin Dışişleri Bakanları ile İslam İşbirliği Örgütüne üye ülkelerin Dışişleri Bakanlarına Rum lider Anastasiadis’in hiç bir uluslararası geçerliliği olmayan bir nedenle masadan kalktığını ve müzakereleri sabote ettiğini içeren resmi şikayet yazıları gönderip, resmi ziyaretlerle birebir ilişkiler kurup sözlü olarak da bu şikayetleri dile getirmek gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığının, bu yönde yapılacak girişimlerde bize her tür kapıyı açacağı ve yardımda bulunacağı da şüphe götürmez bir gerçektir.
Artık savunma zamanı değil, haklarımızı yüksek sesle arama zamanı gelmiştir…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
12 Kasım 2014
Rum liderlerin 1974 yılından sonra Rum halkına verdikleri gerçekten uzak vaatlerin bir şehir efsanesine dönüşmesi, belli ki Anastasiadis’in hem korkulu rüyası olmuş, hem de kendisine kabuslar yaşatmaya başlamış.
Son 40 yıldır, Rum politikacıların Rum halkına acımasızca enjekte ettiği “Tüm Rum göçmenler yerlerine dönecek, Türk askeri geri gidecek, Türkiye’den gelip adaya yerleşenlerin tümü geri gönderilecek” vaatlerini nasıl değiştireceğinin ve Rum halkına doğruları söyleyeceğinin yolunu ve yöntemini bulamayan Anastasiadis, çareyi hayali bir düşman yaratıp masadan kalkmakta buldu.
Anastasiadis’in tavrı belli. Müzakerelere devam etmek istemiyor. Devam ederse, Al-Ver sürecine geçildiği vakit, 40 yıldır Rum halkına verilen vaatleri gerçekleştiremeyeceğini anlamış durumda. “Bütün Rum göçmenler geri dönecek” yalanı ile beyinleri yıkanmış olan Rum halkına, bunun gerçekleşemeyeceğini söylemeye bir türlü cesaret edemiyor Anastasiadis. Üstelik bu sorunun üzerinden gelebileceği bir yöntem de bulabilmiş değil.
Göçmenlerin geri dönüş yalanına ilaveten 40 yıldır söylenen tüm toprakların geri alınacağı yalanı da bir başka korkulu rüyası ve baş ağrısı Anastasiadis’in.
Kendince bu toprak iadesi konusuna bir yöntem bulmuş ve çeşitli vesilelerle anma törenlerinde, açılışlarda veya da sosyal toplantılarda yaptığı konuşmalarda, Türklerden müzakerelerde toprak tavizi olarak talep edeceği yerleri, kısım kısım açıklayarak bu sıkıntıyı aşabileceğini hesaplamış.
1974 Darbecileri için Eylül sonunda yapılan tören dahil olmak üzere, kendisinin ve Bakanlarının çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalarda dile getirdikleri Türklerden müzakerelerde toprak tavizi olarak talep edeceğini beyan ettiği yerleri KKTC toprakları üzerinde yerlerine koyarak bir harita elde ettim.
(Haritayı internetten “http://www.ataatun.org/?p=4506” adresinden gerçek boyutlarında görüp indirebilir, daha detaylı inceleyebilirsiniz.– Bu harita Rumlar tarafından sunulmuş olmayıp, çeşitli vesilelerle basın önünde yaptıkları açıklamalarda belirttikleri yerler, ‘yap-boz’ parçaları gibi birleştirilerek elde edilmiştir.)
Günümüzde Anastasiadis’in aklında olan ve müzakerelerin Al-Ver sürecine geçmesinden sonra Kıbrıslı Türklerden toprak tavizi olarak isteyeceği yerlerin nereleri olduğu, üç aşağı- beş yukarı benim hazırladığım haritada net olarak görülebilmekte.
Anastasiadis’in hayallerinde 1974 yılında göçmen olduklarını iddia ettiği 160 bin kişinin KKTC’ye geri dönüşü var. 100 bin kişi haritada açık mavi olarak belirttiğim ve Rumlara verilmesini talep ettiği topraklara dönecek, 60 bin kişi de Kıbrıs Türk halkına bırakmayı lütfettikleri açık kırmızı ile renklendirdiğim bölgeye yerleşecek Anastasiadis’e göre. Bu Kıbrıs Türk halkına bırakılacak yerlerdeki Rum mülkleri de 10 yıl içinde Kıbrıslı Rumlara iade edilecek(miş).
Sahillerin de yüzde 60’ını istiyor Anastasiadis. Yani, sahillerin kıta sahanlığı hakkı olması ve Münhasır Ekonomik Bölge ilanı edebilmesi nedeni ile Türkiye ile Kıbrıs adası arasındaki sulara da el koymayı hedeflemiş durumda.
Biz Kıbrıslı Türklere kala kala, ekonomik olarak ayakta durmamızı sağlamaktan çok uzak, küçücük bir bölge kalıyor. Bu teklife “Hayır” denilince de “Türkler barış istemiyor” oluyor maalesef.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
10 Kasım 2014
T.C. ve KKTC’de Yüksek Öğrenim ile ilgili Resmi kuruluşlar ve Üniversitelerin Etik kurulları, Ata Atun intihal ile ilgili herhangi bir akademik bulguya rastlamamıştır.
Anastasiadis’in Rum Yönetimi Başkanı seçilmesinden sonra çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalarda dile getirdiği Türklerden müzakerelerde toprak tavizi olarak talep edeceğini beyan ettiği yerlerin haritası. Bu harita tamamen Anastasiadis’in değişik zamanlarda yaptığı açıklamaların derlenmesi ile hazırlanmıştır.
Kıbrıslı Rum yöneticiler geçmiş yıllarda, Kıbrıs Rum tarafı ekonomik olarak iflas edip, batağa saplanınca Rum halkına moral enjekte etmek ve ekonomik çöküşü unutturmak için bir hayal yaratmışlardı.
Hayal gerçekten de büyük, çekici, kalp hoplatıcı ve çok da cicili biciliydi.
Adını doğalgaz koydular bu hayalin.
Ve arkasını da getirdiler.
Doğalgazdan zengin olmak ve Kıbrıs Rum tarafının da bölgenin tartışmasız enerji merkezi haline geleceği.
Bir yerine iki tane pembe hayal koydular Kıbrıs Rum halkının önüne.
2013 yılının sonbaharına kadar her şey iyi gitti. Hayal motoru gayet iyi çalıştı.
Ne vakit İsrail’in Münhasır Ekonomik Bölgesindeki Leviathan sahasının ortakları ABD’li Noble ve İsrailli Delek şirketleri Tel Aviv Borsasına Leviathan parselindeki tahmini doğalgaz miktarı ile ilgili gerçekçi rakamlar içeren bir rapor sundu, o vakit Afrodit parseli ile ilgili rakamlar da ortaya çıkmaya başladı.
Açıkçası, Leviathan parselindeki durumla ilgili bilgi vermek zorunda olan Delek şirketi, Afrodit parselinde ortağı olduğu Noble şirketi ile ilgili de bilgi verirken, Afrodit parselindeki durumu da açıklamak zorunda kalmıştı. Delek şirketinin sunduğu rapora göre Afrodit parselinde varlığına rastlanan doğalgaz, dikkate alınacak boyutlarda değildi.
Daha o günlerden Rumların peşinde olduğu doğalgaz ile ilgili takke düşmeye, gerçekler su yüzüne çıkmaya başladı.
4 Ekim 2013 tarihine yayınlanan “Doğalgazla Oyun” başlıklı köşe yazımda konuya değinmiş, Afrodit parselinde varlığı tespit edilen doğalgazın önemli bir miktarda olmadığını aşağıdaki paragraf ile okuyucularıma sunmuştum.
“Rum basını adı Afrodit olan 12. parseldeki doğalgaz miktarını şişirirken, yetkili kurumlar Afrodit parselinde tespit edilen doğalgaz miktarının sıvılaştırma tesisi kurmaya yetmediği görüşünde.
Neredeyse 10 gün evvel tamamlanan ilk teyit sondajında Afrodit parselindeki doğalgazın, Vasiliko’da kurulması planlanan doğalgaz sıvılaştırma terminalinin verimli olabilmesinin “optimum noktası” veya da “emniyet sınırı” olan 5.5 trilyon ayak küpün(tcf) altında olduğu ortaya çıktı. Yapılan hesaplamalar doğalgaz’ın 4 ile 4.5 trilyon ayak küp civarında olduğu şeklinde.”
Sonradan yapılan teyit sondajları ile de varolan miktarın 3.5 trilyon ayak küp yani yaklaşık 100 milyar metre küp civarında olduğu saptandı. Dünya spot doğalgaz piyasasında bin metreküp doğalgazın fiyatı yaklaşık 330 dolar. Mevsimine, arz ve talebe göre bu fiyat inip çıkabilmekte. Ortalama olarak bin metre küp doğalgazın fiyatını 330 dolar olarak alırsak, denizin altında Afrodit parselinde durmakta olan doğalgazın toplam değeri 33 milyar dolar ediyor.
Dönemin Rum Devlet başkanı Tassos Papadopulos’un, Türkiye’yi ABD ile karşı karşıya bırakmak stratejisi ile bölgeye ABD’li bir şirketi getirtebilmek düşüncesi, gerçekte Rumlara çok pahalıya mal oldu. Noble şirketine yaptığı teklif, içerideki bir arkadaşımızın sızdırdığı bilgilere göre ‘yüzde 90 Noble, Yüzde on 10 Kıbrıs Rum Tarafı’nın alacağı şeklinde imzalanmış. Bu anlaşmaya göre Rum tarafına düşen pay, doğalgaz gelirinin tümü de kar olsa, 3.5 milyar dolardan fazla olmayacak.
Yüzde 40-Yüzde 60, İsrail-Delek anlaşmasının benzeri bile olsa Rum tarafına düşen pay 14 milyar doları geçmez. Doğalgaz rezervi 6 yıllık olduğuna göre bu para 6 yıl içinde gelebilir demektir ancak.
Sıvılaştırma tesisinin maliyeti 20 milyar Dolar. Rumların ekonomik çöküntüden kurtulmak için gerek duydukları nakit miktarı ise 43 milyar Avro yani 55 milyar Dolar.
Bulunan doğalgazın hiç bir işe yaramayacağı kesin. Rumların büyük hayallerinden elde edebilecekleri sadece düş kırıklığı olacak.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
7 Kasım 2014
T.C. ve KKTC’de Yüksek Öğrenim ile ilgili Resmi kuruluşlar ve Üniversitelerin Etik kurulları, Ata Atun intihal ile ilgili herhangi bir akademik bulguya rastlamamıştır.