İz Bırakanlardan: Babam Hakkı Atun (3)

İz Bırakanlardan: Babam Hakkı Atun (3)

Prof. Dr. İhsan Doğramacı o yıllarda Hacettepe Tıp Fakültesini ve Hastanesini kurmuş, Tıp Fakültesini ve Hastaneyi yüksek standartta başlatıp devam ettirebilmek için Öğretim üyesi ve görevlilerini seçerken de bayağı titizlenmekte, Ortalama olarak başvuruda bulunan her 30 kişiden sadece bir tanesini uygun görmekte kurduğu üniversite ve hastaneye.

 

Prof. Dr. Hakkı Atun Konferans Salonu

Prof. Dr. Hakkı Atun Konferans Salonu

Babam da Doğramacı’nın bu titizliğinden haberdar ancak başvuruyu yaptığı sabah daha üniversite hastanesinden ayrılmadan Prof. Dr. İhsan Doğramacı kendisini odasına davet eder ve “ününüz sizden evvel buraya ulaştı. Yarın Patoloji bölümünün başkanı olarak görevinize başlıyorsunuz, odanız hazırlanmıştır” diyerek başvurusunu onaylar.

 

Iraklı bir Türkmen olan Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın önünde, babamın Irak’ta o güne değin bilinmeyen bir tavuk hastalığının nedenlerini araştırması, virüslerini tespit etmesi ve hastalığın tanısı koyduğu araştırmanın raporu ile Kıbrıs’ta 1961 yılında kan bankası müdiresi Melihat Hacıburgul ile birlikte ilk kez Kıbrıs’taki Rumların ve Türklerin kan dağılımı araştırması vardır. (Kıbrıslı Rumların kan grubunun Yunanistan’la değil Türkiye’yle uyuştuğunu ortaya koyan bu akademik tıbbi araştırma yayınladığı vakit çok dikkat çekmiş ve Rumlar tarafından örtbas edilmeye çalışılmıştı.)

 

Hacettepe Tıp Fakültesi patoloji bölümü başkanı olan babam Patoloji bölümünün kuruluşunda büyük emek sarf eder ve aktif olarak çalışmasına önemli katkılarda bulunur. Türkiye’de tüberküloz (verem) hastalığının çeşitlerinin tespit edilmesinde ve aşılarının hazırlanmasında önemli rol oynar.

 

20 Temmuz 1974 tarihinde başlayan Mutlu Barış Harekatında babam Kıbrıs’tadır. Tıp eğitimindeki bilgilerini kullanarak Mağusa hastanesinde yaralıların tedavisine gönüllü olarak koşar. Mutlu Barış Harekatı’nda arşiv niteliği taşıyacak birçok değerli fotoğraflar çeker ve Mağusa’da yaşanan olayları ölümsüzleştirir.

 

Mutlu Barış Harekatı sonrasında Ankara’ya dönüşünde Kıbrıs Türk Kültür Derneği’nin Ankara’daki Genel Sekreteri olarak 1975 yılının ilkbaharında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit’le Kıbrıs’ta oluşturulan Türk bölgesinin geleceği ile ilgili görüşmeler başlatır. 1975 yılının Eylül ayında Başbakan Ecevit’e bir yazı göndererek KKTC’de kurulacak sanayinin üniversitelerden oluşacağını söyler ve KKTC’nin üniversiteler ülkesi olması için çalışmaların hemen başlatılmasını talep eder. Dönemin Başbakan Yardımcısı Turan Feyzioğlu Kıbrıs’ın nüfusu az olmasından dolayı bu öneriye olumsuz baksa da İbrahim Hakkı Atun düşüncesinde ısrar eder ve kararlılıkla girişimlerini devam ettirir.

 

Babam Hakkı Atun’un mektubu ile başlayan Kıbrıs’ın üniversite eğitimi merkezi olması süreci, kararlı tutumu ile nihayet olumlu bir sonuca ulaşır. Türkiye Cumhuriyeti ile Kıbrıs Türk Federe Devleti yetkilileri bu fikri fiiliyata geçirmeye karar verirler ve imzalanan bir protokol ile süreç başlar. T.C. hükümeti KTFD bütçesine yeterli parayı aktarmasından sonra günümüzde Doğu Akdeniz Üniversite’sinin olduğu yere Yüksek Teknoloji Enstitüsü kurulur.  Ve yıllar içinde Yüksek Teknoloji Enstitüsü üniversiteye dönüşür ve Doğu Akdeniz Üniversitesi adını alır.

Babam Prof. Dr. Hakkı Atun bu özverili çalışmasından sonra “Kıbrıs adasının üniversiteler adası olmasının fikir babası” olarak kayda geçer ve anılmaya başlanır.

 

Patoloji bölümündeki başarıları kendisine Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesinin (kurucu) Dekanlığını getirir. Birkaç yıl sonra da dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı kendisini  “Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi”ni kurmakla görevlendirir. Yüksek Öğrenim Kurumu’nun (YÖK) kararından sonra Van Üniversitesini kurmak için yola çıkar ve Doğu Anadolu’nun en iyi üniversitesi olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ni kurarak Kurucu Rektörü olur. Bu görev bir başka gururdur babam için. Hürriyet Gazetesi’nin yazdığı gibi “Elinde bir ibrikle” Van’a gider ve üniversiteyi sıfırdan yaratarak kurar. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi babamın KKTC’ye dönemsinden sonra vefalı davranır ve adını Konferans salonuna vererek ölümsüzleştirir.

 

1984 yılında, KKTC Cumhurbaşkanı rahmetlik Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş kendisinden Doğu Akdeniz Üniversitesi mütevelli heyetine girmesini ve Teknoloji Enstitüsünden Üniversiteye geçişine yardımcı olmasını ister. Bu talep üzerine KKTC’ye kesin dönüş yapan babam, önce Doğu Akdeniz Üniversitesi Vakıf Yönetim Kurulu üyeliğine sonra da başkanlığına seçilir, Cumhurbaşkanı rahmetlik Rauf R. Denktaş’ın da akdemi konusunda danışmanı olur.

Atun, 1988 yılında Cemaat Meclisi’nin üst katında ilk açılış konuşmasını yaptığı “Yakın Doğu Üniversitesi”nin de bilahare Rektörlüğüne atanır.

Başarıları yurt dışında da dikkat çeker ve babam Prof. Dr. Hakkı Atun 1988 yılının sonunda yayınlanan “Dünya Bilim Adamları” biyografisinde hakkı ile yerini alır…

 

Başarılarla dolu yaşamı 2009 yılının 13 Kasımında yatağında gece uyurken sessizce son bulur. Vefalı sevenlerinin katıldığı görkemli bir törenle Gazimağusa’da ebedi istirahatgahına defnedilir.

Allah’ın rahmeti üzerinden hiç eksik olmasın, mekanı Cennet’te nurlar içinde yatsın babam.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

20 Kasım 2015

19 Kasım 2015
İz Bırakanlardan: Babam Hakkı Atun (3) için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Tarih, ihtiyatsızlar için merhametsizdir… YURDAGÜL ATUN

Tarih, ihtiyatsızlar için merhametsizdir…  YURDAGÜL ATUN

Güney Kıbrıs Rum kesiminde aşırı sağcı olarak bilinen yüzlerce ELAM üyesi fanatik gurubun sınır kapılarında, Türk plakalı araçlara taş ve sopalarla zarar vermeleri üzerine bizim solcular avukatlığa soyunarak, KKTC’de Türkiyeli sağ sol grupların arasında yaşanan kavganın haberlerini paylaştı.

Hani “bizim burada da oluyor, ne olmuş” gibilerinden!!!

Kendi milletinin çektiklerini anlama noktasında basiret bulunduran bu kişiler hiçbir şekilde kıyaslanmayacak iki olayı yan yana getirerek, Rumlara karşı antipati oluşmasını önleyeceklerdi ama örnekleri alakasız olunca komik duruma düştüler.

Rumların bu ilki değil. Kaç arabayı darp ettiklerinin, kaç Kıbrıslı Türkün fiziki ve sözlü şiddete maruz kaldıklarını bilen ve Rum yetkililerin bu konuda hiçbir ileri işlem yapmadığını gören bu kişiler hamilik yapacaklar diye, gerçekleri açıklamaktan çekiniyorlar.

Oysa Rumların araçlara zarar vermesi, insanları yaralaması hadisesinin muadili, Kıbrıslı Türklerin Rumlara bu tarz bir yaklaşımda bulunup bulunmadıklarını ortaya çıkarmak olmalıydı.

Sorarım, Kuzey’e geçen kaç Rum’a böyle bir şey yapıldı? Kaç Rum’un aracı tahrip edildi, kendisi sözlü/ fiziki saldırıya uğradı?

Hoşunuza gitmeyecek ama; Hiç!

Nisyanla malul hafızamız 1963-1974 arasını sildiğinden kendimiz unuttuğumuz gibi, çocuklarımıza da anlatmadık.

Onlar öyle yapmadı ama… Hatta tam tersini yaptı… 1963-1974 yılları arasını sildi, Makarios’un 19 Temmuz’da BM’ye, “(Yunanlılar) burada Türkleri de, bizi de öldürecekler, yardım edin” dediğini, Türk askerinin adaya niye geldiğini anlatmadı. Türkiye’yi işgalci olarak nitelendirdi, öyle de belletti çocuklarına.

Çünkü tarih kitaplarına öyle yazdı, müfredata EOKA’cıların mezarlarını ziyareti koydu. Geçmişte değil, günümüzde de böyle. KKTC’nin kuruluş yıldönümünde öğrencilerin öğretmenleriyle birlikte yaptıkları eylemde, çocukların yüz ifadeleri çok şey anlatıyordu. Nitekim, Rumlar lobicilikteki başarılarını bu konuda da gösterdiler ve kendi yazdıkları tarihin sütten çıkma ak kaşıkları olarak çocuklarının Türkiye’ye ve Kıbrıs Türküne nefret duymasını sağladılar.

Biz unuttuk, unutturduk. Hatırlatmaya çalışanları ise ırkçılıkla suçladık, faşist ilan ettik, sistemden nemalanıyorlar iftirasını attık. Oysa Rumlar bu konudaki istikrarlı tavırlarını sürdürmekte beis görmedikleri gibi, “en çözümcü” olduklarını iddia eden liderlerimize dahi aynı tepkiyi göstermekten çekinmediler.

Birkaçını hatırlatalım mı; “APOEL Futbol Kulübü’nün maçından sonra sokaklara dökülen fanatik Rum grupları, KKTC plakalı araçlara ve Kıbrıslı Türklere saldırdı. Saldırıya uğrayan ve Rum polisine başvuran Kıbrıslı Türkler Rum polisinin ”bölgemiz değil” cevabıyla karşılaştı.

Sağcı Rum ELAM örgütü mensupları KKTC’nin 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın Limasol’da katıldığı konferansa molotof ve gaz kullanarak saldırı düzenledi.

Lefkoşa’nın Rum tarafında ellerinde Yunan bayrakları ile eylem yapan Rum gençleri KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’ya ağır şekilde küfrederek, hakarette bulundular.

Birçok araç taşlarla sopalarla zarara uğratıldı, birçok Kıbrıslı Türk canını zor kurtardı.”

Görüldüğü gibi, Rumların öfkesi dinmediği gibi, zamanla daha da bilenmiş. Dolayısıyla
Türk düşmanlığı üzerinden kariyere soyunmakla kalmayıp, kendisini Rum’u savunmaya adamış kişilere yukarıdaki referansları vermemiz, çözüm istemediğimiz anlamına gelmiyor. Çözüm olsun ama iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı, Türkiye’nin garantisinde bir çözüm… Lakin “Türkler, Helen toprağında öleceksiniz” diyen bu kişilerle ortak bir devlet kurmak için gerekli rasyonel koşullara ve sempatiye an itibarıyla sahip miyiz, emin değilim.

Sorun ve ihtiyaçları bahane edip, yeni oluşumlara yelken açma hevesinin gözlerini kararttığı kişilere şu gerçeği vurgulamamız gerekiyor: “Tarih, ihtiyatsızlar için merhametsizdir…”

YURDAGÜL ATUN

19 Kasım 2015
Tarih, ihtiyatsızlar için merhametsizdir… YURDAGÜL ATUN için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

İz Bırakanlardan: Babam Hakkı Atun (2)

İz Bırakanlardan: Babam Hakkı Atun (2)

Babam, tayini “İstanbul Pendik Veteriner Enstitüsüne” çıkınca bu sefer fırsat bu fırsat deyip “İstanbul Tıp Fakültesine” öğrenci olarak yazılmış ve tıp eğitimine başlamış. Hocası bile şaşkınlıktan dilini yutmuş, kemikleri, doğru ve eksiksiz tanımlamasından dolayı…

 

Prof. Dr. Hakkı Atun

Prof. Dr. Hakkı Atun

Bir sonraki aşamada, kariyerindeki başarısından ve araştırmacı olmasından dolayı Ankara’ya tayini çıkmış, Ziraat Bakanlığı şube müdürü olarak. Tanıdığı yok, hiç kimsesi yok, politikaya hiç bulaşmamış, hiçbir siyasiyi tanımıyor ama basamakları da çalışkanlığı ile ardı ardına tırmanıyor rahmetlik babam.

 

Bu ara kardeşlerini, kardeş çocuklarını (yeğenlerimi) ve köylülerini üniversite tahsili yapmaları için bir bir Türkiye’ye çağırıyor, evinin kapısını ardına kadar açıyor ve elden geleni yapıyor. Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) babamın farkına varıyor ve o günden sonra da babamın yurt dışı seyahatleri başlıyor. En çok da İtalya’ya gidiyor. Benim için bu seyahatlerin en güzel yanı, babamın getirdiği kucak dolusu oyuncaklar…  O dönem hiçbir arkadaşımda olmayan hediyeler almanın çocuk dünyasında havası da başka oluyor…

 

Babamı İngiliz Sömürge Yönetimi de rahat bırakmıyor ve 1950’lili yıllarda Kıbrıs’la mesleki ilişkisi bayağı artıyor. Kıbrıs’taki bir salgın hastalık nedeni ile adaya çağrılan babam önce Lefkoşa’daki Laboratuvarın başına getiriliyor, sonra da adanın tüm ilçelerinde görev yapmaya başlıyor. Bu işi gerçekte yıllar sonra bana yaradı. Neredeyse Kıbrıs’taki tüm Türk liselerinde okuduğum için, 1980-2012 yılları arasında devletimizde görev yapan müsteşarlar, müdürler ve üst düzey bürokratların büyük bir çoğunluğu benim lisedeki sınıf arkadaşlarım oluyor.

 

Kıbrıs’ta Cumhuriyetin ilan edildiği 1960 yılının yazında babam Larnaka’da görev yapıyordu. İngiliz Sömürge Yönetiminin lojman olarak verdiği evimizin hemen yanı başında Larnaka Polis karakolu yer almaktaydı. Karakolu ziyarete gelen İngiliz, Rum ve Türk siyasiler çıkışta bize de uğrarlardı. Bu nedenle Makarios, Glafkos Klerides ve Vassos Lissaridis gibi Rum siyasilerle de tanışma fırsatım oldu çocuk yaşlarda. Vali Sir Hugh Foot evimize gelmiş miydi hiç hatırlamıyorum ama gelen giden İngiliz yetkili sayısı bayağı fazlaydı. Babamı el üstünde tutuyorlardı hep. Saygıları çok yüksekti.

 

Irak’taki General Kasım hükümeti Türkiye’den ve Dünya Sağlık Teşkilatı’ndan salgın hastalık uzmanı isteyince babama Irak yolu gözüktü ve ertesi yıl babamın tayini Irak’a, Bağdat Üniversitesine çıktı. Laboratuvarın ve Patoloji bölümünün başkanı oldu. Irak’ı kasıp kavuran bir hastalığın tam teşhisini koyması ve Fransa’daki Pastör Enstitüsü ile iş birliği içinde aşısını üretmesi kendisine tüm kapıları açtı Irak’ta. Yazın ziyarete gittiğimde Irak’ın önde gelen siyasilerini ve sivil kişilerini evimizde görmek benim için hiç sürpriz olmadı. Iraklı siyasilere ilaveten Bağdat’ta yaşayan Türkmenlerin ve Türk kolonisinin ileri gelenleri de hep babamı arayıp sorarlar, evimize uğrarlardı.

 

Türkiye ile Irak arasındaki su krizi ve Saddam’ın yumuşak bir darbe ile iş başına gelmesi Irak’taki Türk kolonisi ile tüm batılı kuruluşların yetkililerinin Irak’ı terk etmesinin başlangıcını oluşturur ve Babam Irak’tan ayrılmak zorunda kalır.

 

Aklında o yıllarda yeni açılmış olan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi vardır. Ankara’ya gider ve Hacettepe Tıp Fakültesine başvurusunu yapar. Dünya Sağlık Teşkilatı ise tayinini Hindistan’a çıkarmıştır. Karar vermekte acele etmez. Hacettepe Üniversitesi’nin vereceği kararı beklemeyi tercih eder Hindistan’a hemen gitmek yerine.

 

Prof. Dr. İhsan Doğramacı o yıllarda Hacettepe Tıp Fakültesini ve Hastanesini kurmuş, öğretim üyesi ve görevlilerini seçerken de bayağı titizlenmekte, Tıp Fakültesini ve Hastaneyi yüksek standartta başlatıp devam ettirebilmek için. Ortalama olarak başvuruda bulunan her 30 kişiden sadece bir tanesini uygun görmekte kurduğu üniversite ve hastaneye… (devam edecek)

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

18 Kasım 2015

17 Kasım 2015
İz Bırakanlardan: Babam Hakkı Atun (2) için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

İz Bırakanlardan: Babam Hakkı Atun (1)

İz Bırakanlardan: Babam Hakkı Atun (1)

Rahmetlik Babam Prof. Dr. İbrahim Hakkı Atun bundan tam 6 sene evvel ebediyete göç etti. Kendisi gitti ama Kurucusu olduğu Van 100. Yıl Üniversitesi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Elazığ Veteriner Enstitüsü, Pendik Veteriner Enstitüsü gibi bilim yuvaları ve KKTC’nin Üniversiteler adası olmasının fikrini ortaya atması ve kıvılcımını çakması gibi eserleri bu dünyada kaldı. Belli ki uzun bir müddet daha kalmaya da devam edecek.

 

Elazığ Veteriner  Kontrol Enstitüsü

Elazığ Veteriner Kontrol Enstitüsü

Herkesin babası kendine kıymetli ve özel ancak benim babam yokluk yıllarının Kıbrıs’ında, canını dişine takarak tek başına yollara düşmüş bir adam… Kıbrıslı bir Türk olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin yatılı bursunu kazanıp üniversite eğitimi için Kıbrıs’tan çıkıp Türkiye’ye gittiği yıl 1936. Yol ve ilk aylardaki geçim parasını karşılamak için, Karpaz bölgesinin imamı ve hocası olan babası (dedem), rahmetlik Mehmet Rifat Efendi birkaç hayvanını satarak cebine üç beş kuruş koymuş. Uzun bir gemi yolculuğu, sonra da kara trenle Ankara’ya ulaşmaya başarmış babam bu çetin yolculuğun sonunda.  Gemi, köy rammisi (otobüsü) gibi, her durağa uğrayarak Türkiye’ye haftalar sonra varabilmiş.

Şansa bakın ki Ankara Üniversitesi’nde eğitime başlayan babam, Atatürk ile karşılaşma şansına sahip olmuş, hem de birkaç kez. Yatılı okul dışındaki yaşam giderlerini karşılayabilmek için çeşitli işler yapmış babam. Kravat, çorap, cüzdan ve kemer imal etmiş, eski bisikletleri alıp, yenileyerek satmış. İkinci Dünya savaşı çıkınca Türk Silahlı kuvvetlerinde Teğmen olarak Edirne’de, Bursa’da ve Kırıkkale’de görev yapmış. Savaş bitince ABD’nin açtığı burs sınavlarını kazanarak ABD’ye gitmiş ve yüksek lisansını orada tamamlamış.

 

Kısa bir müddet sonra ünlü Squibb firması Laboratuvar şefi olan babama firma, “Kal bizde çalış” önerisi ile yüksek bir maaşlı iş teklifinde bulunmuş. Babamın “yatılı okudum Türkiye Cumhuriyeti devletine borcum var” demesi üzerine “biz borcunu sonuna kadar öderiz, merak etme” yanıtını almışsa da “Ben ABD’de kalırsam benden sonra Türkiye’de üniversite tahsili yapmak isteyen Kıbrıslı Türklere beni bahane edip belki bir daha burs vermezler” düşüncesi ile bu teklifi nazikçe geri çevirmiş ve Türkiye’ye geri dönmüş. Bu dönüş başarı basamaklarının da kapısını açmış babama.

 

1952 yılında sonradan adı “Elazığ Veteriner Kontrol Araştırma Enstitüsü”nü (EVKAE) olarak değiştirilmiş olan “Elazığ Bakteriyoloji ve Seroloji Enstitüsü”nü sıfırdan kurmuş babam. (Enstitünün müzesinde gururla seyrettim babamın bronz bir levha üzerine basılmış resmini ve o dönemde satın aldığı mikroskopları ve çağdaş tıbbi laboratuvar aletlerini.) Mikrop ve virüslerin resmini çekebilmek için Laika marka fotoğraf makinesi kullanmış babam daha 1952 yılında. EVKA Enstitüsü kurulduğu günden itibaren Doğu Anadolu’nun, daha doğrusu Ortadoğu’nun en önemli araştırma enstitüsü olmuş. Halen daha bu sıfatı gururla taşımakta.

 

O dönemde birkaç parça laboratuvar aletinin uluslararası patentini de almış babam. Bunlardan en ünlüsü “Atun pensi.” Laboratuvarda kullanılan bir çeşit cam tüpün tutulması, ısıtılması, başka solüsyonlarla karıştırılması ve ayrıştırıcı alete konması için kullanılıyordu bu pens. Halen kullanılıp, kullanılmadığını tıp mesleğinde olmadığım için bilemiyorum.

 

Doğu Anadolu’ya en önemli armağanlarından bir tanesi de Türkiye’ye özgü “Şap” hastalığının doğru teşhisi ve enstitüde gerekli aşılarının üretilmesi. O dönemde bir ilk olmuş Türkiye Cumhuriyeti’nde aşı üretmek, özellikle de Şap (Antrax) aşısı.

 

Bu başarı, dönemin Tarım Bakanı rahmetlik Nedim Öktem’in gözünden kaçmamış, Başbakan rahmetlik Adnan Menderes’in de kulağına gitmiş ve Bölge Müdürü olarak tayini İstanbul Pendik Veteriner Enstitüsüne çıkmış…. (devam edecek)

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

16 Kasım 2015

15 Kasım 2015
İz Bırakanlardan: Babam Hakkı Atun (1) için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Mülkiyet sorununu çözme çabaları yoğunlaştı

Mülkiyet sorununu çözme çabaları yoğunlaştı

1950’li yıllarda uluslararası camianın dikkatini çekecek boyutlara ulaşarak ortaya çıkmış olan Kıbrıs sorununa, her ne kadar 1960 yılında kurulan yapay bir Cumhuriyetle çözüm yoluna gidilmiş ise de çözümün ömrü sadece 3 yıl 4 ay olabildi. Kıbrıs sorununa kalıcı bir çözüm bulma amaçlı olan ve sorunun 2. aşamasını oluşturan bu yöntem,  başladığı gibi bitti. Yerine de daha büyük bir sorun bıraktı.

 

Kıbrıs Müzakereleri - Cyprus Talks

Kıbrıs Müzakereleri – Cyprus Talks

Kıbrıs sorunu 1963 yılında girdiği üçüncü döneminde içeriği, Kıbrıslı Türklerin ne pahasına olursa olsun canlı kalabilmek, Rumların da adanın tümüne kayıtsız şartsız hâkim olabilmek mücadelesine dönüştü.

 

10 yıl 7 ay süren bu üçüncü dönem Rumlar için mutlu, sorunsuz, bol paralı, müreffeh bir şekilde geçerken Kıbrıslı Türkler için bir kâbusa dönüştü. Hayatta kalabilmeyi başarmış binlerce Kıbrıslı Türk hayatını ve canını ortaya koyup, yerini, yurdunu, malını, mülkünü, parasını, çeyizini, sermayesini ve geleceklerini kaybederek yaşama tutunmaya çalıştı. Önemli olan tek şey, sadece hayatta kalabilmek ve yaşamlarını sürdürebilmekti Kıbrıslı Türkler için.

 

1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile başlayan Dördüncü dönemde, Kıbrıslı Türklerin yerel dillerinde çok kullandıkları “Bu tekerlek bir gün elbet dönecek” deyimine uygun olarak her şey bir ay gibi çok kısa bir zaman dilimi içinde ters yüz oldu. Binlerce Kıbrıslı Türkü geçmiş 20 yıl içinde eze eze göç etmeye, yerlerini yurtlarını terk etmeye mecbur etmiş olan ve göçmen olmanın ne demek olduğunu bilmeyen Rumlar, hayallerinden bile geçirmedikleri bir anda bu ters dönen tekerlek yüzünden yerlerinden yurtlarından oldular ve göçmenliği yaşadılar.  Mal kaybetmenin, mülk kaybetmenin ve de geleceği yitirmenin ne demek olduğunu acı bir şekilde öğrendiler.

 

Neredeyse 50 yıldır sürmekte olan müzakerelerde her konuya değinildi ancak mülkiyet konusu hep yüzeysel geçiştirildi ve ötelendi. Planlar yapılıp, haritalar çizildiyse de, bir bütünün parçasını oluşturmadığı için sonuç alınamadı.

 

Mülkiyet sorunu kökünden halledilmediği müddetçe Kıbrıs sorununun çözülemeyeceğini, yıllardır işin içinde olan ve Kıbrıs sorununa birebir müdahil konumda bulunan Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği ile birlikte Kıbrıslı Rumlar ve biz Kıbrıslı Türkler de nihayet anlamış bulunmaktayız.

 

Kıbrıs sorununun en can alıcı noktası mülkiyet sorunu.

Tüm taraflar bunun farkında. Tüm taraflar derken, direkt ve endirekt Kıbrıs konusunda taraftar olan devletleri ve kurumları kastediyorum.

 

Şimdi başta ABD olmak üzere BM ve AB’deki tüm düşünürler ve stratejistler, öyle bir çözüm bulmaya çalışıyorlar ki, bu çözümden hem Rumlar hem de Türkleri memnun kalsınlar ve beklentileri karşılansın. Ve aynı zamanda da BM’nin 50 yıllık Kıbrıs müktesebatına uysun, her devleti oluşturan halk, nüfus ve mülkiyet konusunda kendi devletleri içinde tercihli çoğunluğa yani yüzde 75-80 çoğunluğa sahip olsunlar.

 

Bir taraftan kulağa hoş gelen bu çözüm şekli, diğer taraftan sihirbazlık yapmaya benzese de, söylenenlerden, yazılanlardan ve de kulağa gelenlerden mülkiyet konusunda tarafları karşılıklı memnun edecek bir sonuca ulaşılmasına çok az kaldığı anlaşılıyor,

 

Mülkiyet konusunun gidişatı, şu aşamada farklı bir kulvara girdi. Rumları kuzeydeki malları karşılığında tazminat alarak taşınmazlarını Türklere yasal yollardan devredeceklerine ikna ettikten sonra ödenecek olan paranın bir kısmını doğalgazdan, bir kısmını bağışçılardan ve geri kalan kısmının da malı kullanandan almanın alt zemini hazırlanmaya başlandı. KKTC sınırları içinde elinde Rum malı tutan illaki bir şeyler ödeyecek ve malın yasal sahibi olacak. Geri kalan miktarın bir kısmı bağışçılardan alınacak, bir kısmı olası gazdan elde edilecek gelir ile ödenecek, son dilimi de Rumlara satılacak “su”dan elde edilecek.

Vaziyet aynen böyle…  Hayır mı, şer mi, olduğunu da zaman gösterecek.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

13 Kasım 2015

12 Kasım 2015
Mülkiyet sorununu çözme çabaları yoğunlaştı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar