21 Aralık 1963 (2)

21 Aralık 1963 (2)

Bando da yer almak ise bir başka ayrıcalıktı.

Tören günlerinde giyilen beyaz gömlek, beyaz pantolon ve sol omuzdan, sağ taraftaki pantolon cebine kadar uzanan geniş kırmızı kurdele çok fiyakalı gelirdi bize. Tören günü özene bezene bu giysileri giyer, yurt binası ile okulun arası 50 metre olmasına rağmen, herkes görsün diye eski hastane, günümüzde İstanbul Teknik Üniversitesi kampüsünün yer aldığı binanın sol yanından limana doğru gidilir, Canbulat kapısından içeri girilir, Yeşil Deniz caddesi boyunca deniz tarafındaki surlara paralel yürünür, Deniz Kapısı (Prota Del Mare) yanına gelince Namık Kemal Meydanına taraf dönülür, Selimiya Camisi geçilip şehrin meydanına gelinirdi. Orada bir sandviç yenilir, sonra da İstiklal Caddesi boyunca yürünerek Akkule’ye varılır ve kara kapısından dışarı çıkılarak gerisin geriye Namık Kemal Lisesine dönülürdü.

 

Fiyaka olsun, bandocu olduğumuz görülsün diye okulun yurdundan çıkıp 50 metre ötedeki liseye kısacık yoldan gitmek yerine, Mağusa’da ikamet eden Kıbrıslı Türklerin yüzde yetmişinin ikamet ettiği surlar içinden caka satarak geçmek için neredeyse iki kilometre tutan yoldan gitmek tercih edilirdi. Tabii bu cakalı yürüyüşte kız arkadaşınızın evinin önünden de birkaç kez geçmek ihmal edilmezdi.

 

Bandodaki en büyük ve hiç unutmadığım deneyimim, 1963 yılı içinde adamızı ziyaret eden ABD Cumhurbaşkanı Lyndon Johson’u karşılamak için Lefkoşa Türk Lisesi bandosu ile birlikte oluşturulan karma bandoda yer almamdı. Namık Kemal Lisesi bandosundan seçilen arkadaşlar topluca Lefkoşa’ya gitmiş ve Lefkoşa Türk Lisesi bandosu ile karma bir bando oluşturmuş, sonra da Başkan Johnson’u karşılamak için topluca günümüzde Atatürk heykelinin yer aldığı Girne kapısı önünde yerimizi almıştık. Başkan Lyndon Johnson’u taşıyan siyah araç, o dönemde Dianellos Sigara fabrikası olan ve günümüzde de yapılan tadilatlarla KKTC Meclisi olarak kullanılan binanın önündeki çemberde gözükünce “Yellow roses of Texas” şarkısını çalmaya başlamıştık. Başkan Johnson aracı ile yakınımıza kadar gelmiş ve dönemin Cumhurbaşkanı muavini olan rahmetlik Dr. Fazıl Küçük tarafından karşılanmıştı. Ortada askeri kıyafetli hiç kimse yoktu ve sadece polislerden oluşmuş bir tören mangası bulunmaktaydı. Tören mangasını selamlamasından sonra Başkan Johnson bize taraf yöneldi ve yanımıza gelerek bizlere Goodmorning, “günaydın” diyerek, şefimiz rahmetlik Zeki Taner hoca ile el sıkıştı. Hocamız İngiliz askeri kökenli olduğu için heykel gibi hazır ol vaziyetinde karşılamıştı kendisini ve el sıkışmıştı. Sivil kıyafet içinde olduğu için askeri selam vermiş miydi kendisine yoksa vermemiş miydi hiç hatırlamıyorum. Sonra da hiç beklemediğim bir şekilde bana doğru bir adım attı ve tokalaşmak, belki de biz bandocuları tebrik etmek için elini uzattı. Nasıl soğuk bir ter döktüğümü anlatamam. Koskoca ABD Başkanına ait bu el ile sadece toka mı edilmeliydi yoksa geleneklerimize göre öpülüp alına mı konmalıydı. Dünyanın herhalde en uzun bir saniyesini yaşadım o an. Çocuk aklımla, ya da yeni yetme aklımla, Zeki hocamızın yaşı büyük ve de saçları kırlaşmış olduğu için değil de bir bando şefi olduğu için Başkan Johnson’un elini öpüp başına koymadığı kararını verdim ve aynı uygulamayı ben de yaptım. Önce kafamı kaldırdım, Başkan Johnson’un yüzüne gülümseyerek bakarken de elini sıktım. Çok uzun boyluydu Başkan Johnson, yerel tabirle hem sırık gibiydi hem de sırım gibi. Belki de göreceli olarak benim boyuma kıyasla çok uzun boylu ve kiloma göre de iri yapılıydı ve bana da öyle gelmişti. Kocaman iri yarı bir adam olarak hatırlıyorum kendisini.

 

21 Aralık Cumartesi sabahına girdiğimiz güne kadar olan yaşamım ve hatıralarım üç aşağı beş yukarı böyleydi. Ama sonrası…

 

Sonrası çok kötüydü ve Kıbrıslı Türklerin yaşamı tam bir kabusa dönüştü ileriki günlerde, aylarda ve yıllarda….. (devam edecek)

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

23 Aralık 2015

22 Aralık 2015
21 Aralık 1963 (2) için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

21 Aralık 1963 (1)

21 Aralık 1963 (1)

20 Aralık 1963 günü Mağusa’daydım. Namık Kemal Lisesi öğrencisiydim ve babam yurt dışında görevli olduğu için yurtta kalıyordum. Namık Kemal Lisesi’nin bir evvelki sene kaldığımız yurdu ana binanın hemen yanı başında, günümüzde kütüphane olarak kullanılan yerdeydi. Yaz başında ana binanın üst kısmına yurt yapımı inşaatı başlamış ve bitince de ilk konukları bizler olmuştuk. Yeni binadaki yatak odaları, yan taraftaki eski yurt binasındakilere kıyasla daha küçük ama daha kullanışlıydı. Eski binadaki yatak odaları kocaman bir garajın içine yapılmış gibiydi. Herhalde yüze yakın ortaokul ve lise öğrencisi aynı oda içinde, altı-üstlü ranzalarda kalıyorduk. Mutfağımız ve yemek salonumuz ise günümüzde kütüphane olarak kullanılan taş binanın içindeydi. Kalın keresteden yapılmış, sağlam ve uzun masalara hep birlikte oturur ve yemeğimizi yerdik. Topu topu beş adet tuvalet ve yüzümüzü yıkayabilmek için üzerinde beş tane çeşmesi olan uzun bir yalak vardı bahçede. Uykuya hiç doyamadığımız için geç kalkar, yalak başında ve tuvalet önünde sıra beklerdik. Hatırladığım kadarı ile de bir tane ayna vardı yalağın kenarında. Kenarı kırık bir ayna… Sabırla saçımızı tarayabilmek için ayna karşısında da sıra beklerdik. Gençlik işte. Taradığımız saçımız kız arkadaşlarımıza yakışıklı görünmek içindi ama boşunaydı. Kışın yurttan, elli metre ötedeki okul binasına gidene kadar zaten rüzgardan darma dağın olurdu saçlarımız, yazın ise top peşinde koşmaktan terli terli perişan halde girerdik sınıfa.

 

Her yerde olduğu gibi aşklar da yaşanırdı Namık Kemal Lisesinde ama genelde aşık olunan kızın bundan haberi olmazdı. Hafta sonlarında Mağusa sur içinde adları Canbulat ve Lozan olan Türklere ait iki sinemadan birine giderdik kız arkadaşımızla. Adı öyleydi, “kız arkadaşımla sinemaya gittim”di ama yan yana oturmak ne mümkün. Kızlar hep birlikte bir yerde, erkekler hep birlikte başka bir yerde otururduk ve kız arkadaşımızın oturduğu sıra ile bizimki arasında en azından 15-20 sıralık bir fark olurdu ama olsundu, beraber gitmiştik ya! Artık bir hafta boyunca bu sinema macerasını konuşurduk, “şöyle baktı”, “böyle eliyle işaret verdi” diye. Allah bilir kız arkadaşımız nereye bakmıştır, biz neyi anlamışızdır, burnunu silerken veya da yanağını kaşırken bize işaret verdiğini sanmışızdır! Hayal dünyası işte. Kurguladığın kadar zenginleşiyor…

 

İki yıl evvel bandoya ve basketbol takımına seçilmiştim.

Liseler arası maçlar yapıldığı için gitmediğim okul, ziyaret etmediğim şehir kalmamıştı adada. Nerede bir Türk okulu var idiyse, kesinlikle gitmiştim. Zaten İngiliz sömürge döneminde ve sonrasında babamın uzman olarak her yıl bir şehre tayini çıkması nedeni ile neredeyse adadaki tüm ortaokul ve liselerde de okudum. İlk başlarda biraz çekingenlik ve yeni ortama adaptasyon sorunu yaşıyordum her sene okul değiştirmek sorunda kaldığım için. Sonra ona da alıştım. Üçüncü okul değişiminden sonra ne çekingenlik kaldı, ne de adaptasyon sorunu. İki üç gün içinde sanki de yıllarca aynı okulda okumuş gibi kolayca arkadaşlar edinmeyi öğrendim, zorlu deneyimlerimden sonra!

 

Farklı okullarda okumanın güzel tarafı, bir dönem ne kadar Bakan, Milletvekili, Müsteşar ve toplumun önde gelen özel sektörde görev yapan insanları varsa hepsi de benim sınıf arkadaşım oldu. Bir de bu arkadaş çevresine üniversite mezuniyetim sonrasında 3 yıla yakın yaptığım mücahitliğimde edindiğim arkadaşlarım da ilave olunca inanılmaz bir sosyal çevre oluşmuştu benim için. Açamadığım kapı, tanımadığım kişi yoktu neredeyse. Bunun da faydasını 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatından sonra, 13 Şubat 1975 tarihinde ilan edilen Kıbrıs Türk Federe Devletinin anayasasının yapılması akabinde 20 Haziran 1976 günü gerçekleştirilen milletvekilliği seçimlerinde Gazimağusa Milletvekili seçilerek gördüm. Hangi köye veya kasabaya gitsem illa ki bir sınıf arkadaşım bulunurdu, bana seçimlerde yardımcı olacak, destek verecek…. (devam edecek)

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

21 Aralık 2015

20 Aralık 2015
21 Aralık 1963 (1) için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Evin en öksüzü babalardır

Evin en öksüzü babalardır

Son günlerde okuduğum en gerçekçi yazı diyebilirim. Bana da eşim, Yurdagül Atun gönderdi “bu yazıda babamı ve seni gördüm” diye bir ekleme yaparak. İnternette yaptığım araştırmaya göre başka kişiler de bu yazıyı yayınlamış ve altına adını koymuş ama bu güzel, anlamlı ve gerçekçi yazının yazarının Remzi Karakuş olduğu inancındayım. Yanlış bulgum varsa affola.

 

“Evin en öksüzü babalardır, en yalnız, en kimsesizi, herkese kimse olurken. Evin direği olurken kendisi direksizdir, dayanacağı kimsesi pek yoktur. Çünkü o hep güçlü olmak zorundadır. O zayıf olamaz Çünkü o kahramandır, o güçsüz olamaz Çünkü o kahramandır, o ağlayamaz Çünkü o kahramandır, hep kahraman olmak, öyle kalmak zorundadır. Yoksa silebilir herkes onu. Küçümser, erkekten bile saymaz.

 

Prof. Dr. Hakkı Atun

Prof. Dr. Hakkı Atun

Batan gemiyi en son terk eden baba iken, uçan bir balonda, fazla ağırlıkların atılması aksi halde balonun düşme ihtimalinin olduğu anlarda, aileden ilk atılacak kişi babadır.

 

Hayatını ailesine adasa da, ne eşine ne de çocuklarına yaranabilir tam anlamıyla. Kimsesi kalmaz zaten memleketi belli olduğunda. Hani sormuşlar ya adama nerelisin diye. O da demiş henüz evlenmedim diye. Ne ilk ailesine, ne de yeni ailesine yaranamaz, arada kalır. O yüzden ailelerde hep dayılar, teyzeler sevilir ya. Amca hele ki hala pek bilinmez genelde.

 

Aile içi yetmez gibi, hep annelik yüceltilir onun yanına ayıp olmasın diye babalık da eklenir. Anneler gününün bütün ihtişamına, şatafatına, her yerde vurgulanması ve insanları harekete geçirmesine rağmen, babalar günü unutulur, ya da babalar gününde hatırlanır ve öylesine geçiştirilir.

 

Evin dış kapı mandalı gibidir çoğu zaman. Evin en yalnızıdır. Bu yüzden en son babalar duymaz mı? Ya saklanır, ya yalan söylenir ya da paylaşma gereği duyulmaz. Bunda elbet hoşgörüsü az babanın da suçu ve katkısı vardır ama yine de ne yapsa yaranamaz, yakınlaşamaz. Belki çocuklarıyla yakınlaşmak ister ama malum ataerkil kurallar, toplum baskısı, utanç duygusu buna engel olur, ne sevdiğini gösterebilir ne de sevilmek istediğini…

 

Babanın ailede en sevdiği birey kadındır, eşidir. Eşinin ise en sevdiği çocuklarıdır, kendisi değil. En büyük aşk evliliklerinde bile, sevgilisi doğum yaptığında bir anda artık sevgilisi değil, anne olur, kendine biçtiği en büyük rolü olur sevgilisi.

 

Baba en çok anneyi sever, anne en çok yavrusunu sever, yavrusu ise en çok eşini sever, eşi ise en çok yavrusunu sever. Bu böyle devam eder durur, hayatın kanunu gereği.

 

Bir yeri acıyan çocuğun hiç babam dediğini duydunuz mu? Babası yanındayken bile anam demez mi?

 

İyi bir işi olması gerekir, zengin olması gerekir. Çocuklar bile birbirlerini heyecanlandırmak için, iki kişinin omuzlarında daha fazla ileri gitmek için, bakalım kimin babası daha zengindir, derler.

 

Anne ya da çocuklar işsiz olabilir, kimse bunu çok görmez onlara. Ama baba işsiz olamaz. Düşünün erkek çalışır kadın ev hanımı ise sorun yok ama tersi durumda erkekten bile sayılmaz. Evin geçimini karşılamak zorundadır, hem de şartlar ne olursa olsun. Dışarıda onca karşılaştığı kötülük ve güçlüklerle uğraşırken, eve gelip sığınmak, salmak isterken kendini, evde eşinin kaprislerini çekmek, çocukların sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalır.

 

Belki ağlamak ister onların yanında, onlarla… Yapamaz!

 

Evin şerefini, evin namusunu korumak zorundadır. Kızının ilk aşkı kendisi olsa da, büyüyünce kızı artık aldatır babasını ve başka gençlere kayar gönlü. Babasına bin bir naz yapan o kız ise sevgilisinin, eşinin her dediğini yapar. Evde yıllarca babası ile çatışan, özgürlüklerini elde etmeye çalışan, oğlu ise eşinin yanında muma döner. En acısı ise yıllarca gözünden bile koruduğu o güzeller güzeli kızını, gözbebeğini gelir adamın biri alır elinden, gözünden sakladığını başka gözlere verir. Değil birinin ona dokunması yan gözle bile bakmasına dayanamayan baba, teslim eder bir başkasına elleriyle. Üstelik bir de düğün dernek yapmak zorundadır, oynamak zorunda kalır sanki eğlenirmiş gibi.

 

Yıllarca dışarıda deli gibi çalışırken, bebekken hiç büyümeyeceğini düşündüğü yavrularının değiştiğini bile fark edemez, birey olduklarını. Ona bağımlı iken onlar, bir anda bağımsızlıklarını ilan etmeye başlarlar, küçük bir hayal kırıklığıyla karşılar, yapacak bir şey yoktur.

 

Bizim gibi toplumlarda, erkek evladından çok kızına değer veren, her şeye rağmen onun için her şeyini feda eden babaların önünde sevgiyle eğiliyorum.

 

Sizler büyük insanlarsınız…”

 

(Alıntıdır. http://blog.milliyet.com.tr/evin-en-oksuzu-babalardir/Blog/?BlogNo=492354)

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

18 Aralık 2015

17 Aralık 2015
Evin en öksüzü babalardır için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Tavizler olursa çözüm yarın olabilir

Tavizler olursa çözüm yarın olabilir

Bu cümleyi söyleyen, böylesi geleceğe yönelik umut verici ve çekici bir açıklama yapan kişi Rum lider Nikos Anastasiadis.

Karşı taraf mantıklı olursa ve kaybeden ya da kazananların olmasına imkan vermeyecek tavizler gerçekleşirse Kıbrıs sorununun yarın bile çözülebileceğini” söylüyor, utanmadan sıkılmadan.

 

Anastasiadis’e göre çözüm olması için Kıbrıslı Türkler her tür tavizi vermeli, kendileri de hiçbir taviz vermemeli. Türkler zaten azınlık, tavize gereksinimleri ve hakları da yok. Tavizi biz alalım, adanın tümüne hakim olalım, kendilerini de aramıza lütfen kabul edelim mantığında.

 

Kıbrıslı Türkler, 1963-1974 yılları içinde uğradıkları soykırımı ve BM’nin 1964 araştırma komisyonu başkanı olarak atadığı Ortega’nın Kıbrıs’ta yaptığı araştırma sonucu yayınladığı raporda belirttiği, bu günün parası ile neredeyse 6 milyar Euro’yu bulan maddi zararın tazminatını unutmalı, manevi tazminatı ise hiç ağızlarına almamalı. Sonra da Rumların her istediğini de vermeli ki adada çözüm olsun.

 

Bunda Anastasiadis’in hiçbir suçu yok gerçekte.

Makarios’tan beri başa gelen tüm Rum liderlerin hepsinde aynı görüş ve düşünce hakim oldu bugüne değin. Kafalarında da iki tane sabitleşmiş fikir ve hedef var.

 

Birincisi, Kıbrıslı Türklerle eşit haklara dayalı bir devletin kurulmasına yol açacak bir anlaşmaya imza atmamak ve Helen tarihine vatan haini olarak geçmemek.

 

İkincisi, savaşmadan, politik entrikalarla ve de Avrupa’nın desteği ile aynen Girit’te olduğu gibi, kağıt üstünde adanın tümünü ele geçirip Helen tarihine Kıbrıs kahramanı olarak geçmek.

 

Bu birbirinin tersi iki görüş maalesef yıllarca, tamı tamına 52 yıldır, Kıbrıs sorununun önce ortaya çıkmasına neden oldu, sonra da çözülmesine engel teşkil etti. Bundan sonra da, özellikle de birinci görüş, engel olmaya hep devam edecek.

 

Anastasiadis’in taleplerine bakarsanız, Kıbrıslı Türklere ada üzerinde hiçbir hak tanımamak kökenli hepsi de.

Garantiler kalksınmış.

Kalksın da aynen Girit’te olduğu gibi çok değil sadece üç ay içerisinde adayı tüm Türklerden temizlesinler.

Nüfus sınırlansınmış.

Sınırlansın da hep azınlık olalım ve hiçbir zaman, hiçbir koşulda yönetim üzerinde hakkımız olmasın.

Türk bölgesine 160 bin Rum dönsünmüş.

Dönsün de, bizler de mağaralarda ve ağaç altlarında yaşamlarımızı sürdürelim.

Rumlara ait topraklar iade edilsinmiş.

Edilsin de, soykırıma uğramak pahasına binbir ezgi ve zorlukla kurduğumuz, anavatanımız Türkiye’nin tüm altyapısını, suyunu, yolunu, elektriğini, telefonunu ve devlet binalarını yaptığı kendi devletimiz ile olan bağlarımız tamamen kopsun ve 1974 öncesi olduğu gibi ada üzerinde bölük pörçük yaşamak veya da göç etmek zorunda kalalım.

 

Rumlar çok akıllı ve biz de çok aptalız! Herhalde alnımızda da öyle yazıyor!

Birileri safça 2016 yılının Mayıs ayından evvel Referandum ve çözüm bekliyorsa daha çok beklerler.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

16 Aralık 2015

15 Aralık 2015
Tavizler olursa çözüm yarın olabilir için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Eğitim sistemimiz gözden geçirilmeli

Eğitim sistemimiz gözden geçirilmeli

İnsan hakları o denli önemli ki, bazen güncel hayatımızın süratli ve heyecanlı akışında gözümüz hiç bir şeyi göremiyor. Kişiler, güncel hayatın süratli ve heyecanlı akışında kendi yaşamlarının dışına çıkamıyor ve başka kişilerin yaşamlarını, hakları, uğradığı haksızlıkları, sorunları teğet geçebiliyor. Yanı başımızda yaşamlarını sürdüren insanların yaşadıkları travmanın farkına bile varamıyoruz kimi zaman.

 

Ankara garı önünde meydana gelen terör olayında hayatını kaybeden soydaşlarımızın sayısı yüzü geçmişti. Basında yazılan yazılar, TV’lerde gösterilen çekimler, yapılan yorumlar en fazla bir hafta sürdü.  Olayın dışında kalan bizlerin açısından Ankara’da yaşanan bu olay bir müddet sonra beynimizde sıradanlığa indirgendi. Ama aile bireylerinden bir veya birkaç tanesini kaybetmiş aileler için bu olay tam bir facia düzeyine çıktı ve hayatta kalanlar ile vefat eden kişilerin arkada bıraktıkları yakınlarının yaşadıkları travma ise halen bütün şiddeti ile sürmekte.

 

Kıbrıs’ın Rum tarafı da İnsan Hakları konusunda pek nasibini almamış bir yer. Rum Kesiminde de İnsan hakları çok daha sıkıntılı durumda.

 

Bazı Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs’ta 1955-74 yılları arasında yaşadığınız soykırımı unuttuysa da, Rum tarafında, kişiler, erkek olsun kadın olsun daha küçük yaştan Türk düşmanı olarak yetiştiriliyor ve Kıbrıslı Türklere yaptıkları zulüm, yaşattıkları soykırım unutturulup, Kıbrıs’ta sorunun 20 Temmuz 1974 tarihinde Türk askerinin adaya ayak basması ile başladığı öğretiliyor genç beyinlere ilkokula adımlarını atmalarından itibaren. Yetişkin yaşa ulaşan Kıbrıslı Rumlar birer Türk düşmanı haline geliyorlar, Kilisenin ve Rum Eğitim Bakanlığının uyguladığı insan haklarından yoksun bu düşünce ve eğitim sistemi nedeni ile.

 

Dünya güzeli bu küçücük ülkemizde “Örnek/duyarlı insan yetiştirmek” konusunda büyük sorunlarımız ve ciddi sıkıntılarımız var. Bugüne değin maalesef kendimize özgü bir eğitim sistemi ve müfredatı yaratabilmiş değiliz. Bunu, ülkemizde gittikçe artan ve artış trendi içinde olan suç işleme oranı ile görmek mümkün.  Sigara, alkol ve uyuşturucu kullanımı yaygınlaşırken, para kazanmak hırsı ile üretim sektörlerinde de çeşitli kimyasalların kullanımı artmakta, gıda üretimleri de sağlıksız denilebilecek koşullarda yapılmakta.

 

Belli ki “İnsan Hakları”, “Ortak Yaşam” ve “İnsanları önemseme” konusunda daha çok yol almaya gereksinim duymaktayız. O yüzden de insan haklarının neler olduğunu öğretmemiz gerekiyor. Bunu yapmanın en etkin yolu,  İnsan Hakları konusunu ders kitaplarına dönüştürüp ilkokullarda okutmak. İyi, dürüst ve ideale yakın insanlar yetiştirmek için İlkokuldaki birkaç yılı sadece “örnek insan ve iyi yurttaş nasıl olunur” eğitimine ayırmamız şart.

 

İnsanlarla iyi geçinme, ortak yaşam kuralları, sağlıklı yaşam, temiz çevre, yeşil bir dünya yaratmak, cıvıl cıvıl bir doğa oluşturmak ve suç işlemeden yaşam sürdürme konularını bilimsel bir şekilde ders kitaplarına aktararak çocuklarımıza bu eğitimi vermeliyiz, fidanlar genç ve eğilmeye hazır iken.

 

Artık her yönü ile insan haklarının devlet eli ile korunmasına, denetlenmesine ve sürdürülebilir olmasına gereksinim duymaktayız. Hiçbir konu İnsan Haklarından daha önemli olamaz.

 

Ata ATUN

e-mail: ata.atun@atun.com veya  ata.atun@gmail.com

http://www.ataatun.org

Facebook: Ata Atun

14 Aralık 2015

13 Aralık 2015
Eğitim sistemimiz gözden geçirilmeli için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar