Aziz Kent neredeyse iki yıl kaybetmiştir bu arazi alımı sürecinde. Yeterli parası vardır ama bir türlü Kıbrıs’ta bu sermayesini işe dönüştürememektedir maalesef, Rumların çıkardıkları bilinçli engellerden, ayrımcılıktan dolayı.
Bu işin olamayacağını anlayan Aziz Kent bu sefer Girne sahillerinde Kıbrıslı Türklere ait bir arazi bulmaya çalışır hayalindeki oteli inşa etmek ve Kıbrıslı Türkler arasında da turizmi başlatmak için. Araştırmaları sonuç verir ve Lapta’da hayaline uygun bir araziyi bulur. Hemen projelerini hazırlatır. Proje mimarları İ. Ezel Reşat ve Bora Atun’dur. Proje çağdaş çizgiler taşır, son teknoloji kullanılır, en son makine ve teçhizatla donanır Celebrity Hotel. Gerekli tüm izinler sırası ile Makarios hükümetinin ilgili birimlerinden binbir zorlukla alınır.
İş nihayet son adıma, Girne Kaymakamlığından inşaat ruhsatını (Building permission) almaya gelir. İnşaat izni alındıktan sonra kurbanlar kesilecek, dualar ile ilk kazma vurulacaktır ama bekle, bekle bir türlü inşaat izni çıkmaz Girne kaymakamlığından.
Oteli açma ve işletme izni 6 ay geciktirilir Girne Kaymakamı tarafından. Bir türlü izin vermiyor, ağzından da çözüme yönelik hiçbir söz çıkmıyordur. Dostum Aziz Kent’in Makarios ve dönemin etkili adamı İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis de dahil olmak üzere Rum siyasiler nezdinde bıkmadan yaptığı sayısız girişimler nihayet sonuç verir ve Yorgacis’in müsteşarı kendisini bir gün makamına çağırır. İçişleri bakanı müsteşarı, Aziz Kent’e Lapta’da açmak istediği “Celebrity Hotel”e izin verilebileceğini ama küçük bir de talepleri olduğunu belirtir.
Müsteşarın talebi küçücük, minnacıktır. Hatta çok da önemli değildir. Aziz Kent’e Oteli tek başına açarsa başarısız olacağını, bu nedenle de bir Kıbrıslı Rum ile 5 yıl süreli bir ortaklık yapması ve evraklar üzerinde de otelin sahibi olarak Kıbrıslı Rum’un gözükmesi durumunda otele inşaata başlama ve açma izni verilebileceğini söyler.
Artık yola çıkılmış, on binlerce Sterlin harcanmış, geri dönüş yolları da kapanmıştır. İster istemez Aziz Kent, Londra’da çok iyi ilişkiler içinde olduğu bir Kıbrıslı Rum arkadaşı ile oteli 5 yıllığına kiraladığına ve kendisinin de mal sahibi olarak sadece kira alacağına dair bir kontrat yapılır. Sırası ile Girne kaymakamlığına ve İçişleri bakanlığına bu kontrat sunulur, her tür bürokratik işlem sil baştan tekrardan yerine getirilir.
Bütün bu gelişmelere rağmen izin bir türlü Girne Kaymakamlığından çıkmaz. Tekrardan Rum siyasiler ile rica görüşmesi yapılır. Bu rica turundan sonra Girne Kaymakamı kendisini belli bir gün, saat 09.30’da görüşmeye çağırır. Saat tam 09.15’de Girne Kaymakamlığında hazır olan Aziz Kent, öğlene kadar kapıda bekletilir. İçeri girenin çıkanın haddi hesabı yoktur ama bir tek giremeyen Aziz Kent’tir.
Nihayet insafa gelen Kaymakamlık sekreterinin de girişimleri ile Kaymakam öğlen vakti çıkıp yemeğe gitmeye yeltenirken kapıda, lütfederek ayaküstü Aziz Kent ile görüşür ve ne pahasına olursa olsun izin veremeyeceğini açık ve net olarak kendisine söyler….
Gidişat pek parlak değildir. Yılmayan Aziz Kent, İçişleri bakanı ile bir yolunu bulur ve görüşür. Bu görüşme Rumca olur. Azılı bir EOKA’cı olan, İngilizler tarafından yakalanıp yıllarca hapse mahkum edilen Yorgacis, bir Kıbrıslı Türk’e yaptıkları haksızlığın boyutunun farkına varır ve gerekli izinin verileceğini söyler. Aradan haftalar geçer, birgün Lapta Belediye reisi, Aziz Kent’i arar, otelinin inşaat ruhsatını vereceğini söyleyerek onu belediye binasına davet eder. Yıllarca verilen uğraşı nihayet son bulmuş ve sadece kiralayan konumunda da olsa hayal ettiği otelinin inşaat iznini aşmayı başarmıştır Aziz Kent.
Özetle; 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatından evvel, bazılarımızın iddia ettiği gibi özgür değildik, Rumlarla barış içinde de yaşamıyorduk. Ada çapında iş kurmak, herhangi bir ticari malın temsilciliğini veya da acenteliğini almak hakkımız yoktu, hiç te olmadı. İlgili şirket size acentelik verse bile bir Rum ortağınız olmadan veya bir Kıbrıslı Rum o temsilcilikten veya da acentelikten komisyon almadığı müddetçe, söz konusu ticari malın Kıbrıs adasına girmesi söz konusu bile değildi. Sadece 1960 öncesi Kıbrıslı Türkler tarafından bir şekilde alınması başarılmış temsilcilikler veya da acentelikler devam ettirilebiliyordu, hepsi o kadar.
Hayal dünyasını geride bırakıp gerçekleri bilmemizde büyük fayda var, eğer geleceğimiz hakkında karar vermek istiyorsak.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
29 Şubat 2016
Yurt dışında üniversite eğitimini tamamlayan gençlerimizin kimi Türkiye’de kalıp çoluk çocuğa karışmayı tercih ederken, kimi de “İngiliz Ortak Refah Topluluğu” üyeleri olan ve yerleşmek için vize veya da çalışma izni istemeyen İngiltere, Kanada ve Avustralya gibi ülkelere göç etmeyi tercih etti o karanlık günlerde. Kıbrıslı Türklere hiçbir şekilde yaşam hakkı tanınmadı ve bunun sonucunda da adadaki nüfusumuz hızla azalmaya başladı.
Kıbrıslı Türklerin, Rumların deyimi ile Gubezci (köfteci) ve şamişici olmalarından başka hiçbir iş yapmalarına tahammülü olmayan Rum hükümeti, bırakın Kıbrıslı Türklerin serbestçe ithalat yapmalarına, kendi yerleşim yerleri içinde otel açmalarına bile izin vermiyorlardı.
Anlatacağım insanlık dışı uygulamanın canlı tanığı kadim dostum Aziz Kent, nam-ı diğer Con Aziz. Şato Lambusa’nın arka bahçesinde ailece buluşup çay içerken konu geçmişten, 1974 öncesinden açıldı aniden. 1970 yılında inşasına başlanan Celebrity Otel’in, o dönemde Rum tarafındaki, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Mühendis ve Mimarlarını bünyesinde barındıran Mimar ve Mühendis odasına kayıtlı olup, projelere imza atmak yetkisine sahip olan Kıbrıslı Türk inşaat mühendislerinden birisi olduğum için, hem statik hesaplarını hem de çizimlerini yapmış, izinlerini almıştım. Herşey tamamdı. Bütün kurallara uyulmuştu ve Projeye onay verilmişti ama Girne Kaymakamı bir türlü inşaata başlamak iznini vermiyordu. Ortada tek bir sorun vardı. Dostum Aziz Kent Kıbrıslı Türk idi ve iş kurması Rumların Megali İdea, (Büyük Ülkü) hedefleri için de çok sakıncalıydı. Rumların stratejilerine göre Kıbrıslı Türkler Rumların kesin egemenlikleri altında olmalı ve küçük, kişisel işler yapmalı, adanın ekonomisi üzerinde asla etkili ve söz sahibi olmamalıydılar.
Aziz Kent’in anlattıkları, Rumların, Kıbrıslı Türkleri ne statüde gördüklerine, Türklere ayak işlerini yakıştırdıklarına, asla yaşam hakkı tanımadıklarına çok güzel bir örnek;
Aziz Kent, Girne’de sahil kenarında, denize sıfır bir arazi bulur. Arazi otel yapmaya çok uygundur. Ana yol ile deniz arasındadır ve elektrik ile su sorunu da yoktur. Arazinin sahibi Rum’dur ve satmaya da çok isteklidir. Aziz Kent Rum mal sahibi ile fiyat üzerinde anlaşır, kaparo verir, satış antlaşması avukat huzurunda imzalanır. Tapu Müdürü Şagalli, Aziz Kent’in iyi arkadaşıdır. Neredeyse her gece birlikte yer içerler.
Rum mal sahibi ile birlikte Tapu Dairesi’ne gidilir alım-satım işlemlerinin sonuçlanma ve arazinin mülkiyetinin Aziz Kent’in adına geçirilmesi, koçana (Tapu belgesi) Aziz Kent’in adının yazılması için.
Tapu Müdürü Şagalli, işleri geciktirmeye başlar ve nihayet bir gün içki masası dostu Aziz Kent’in ısrarlarına dayanamayarak ağzından baklayı çıkarır. Açık ve net olarak bu işin olamayacağını, Kıbrıslı Rum’a ait bir taşınmazın Kıbrıslı bir Türk’e satılmasını onayalarsa EOKA tarafından kendisinin ve aile fertlerinin infaz edileceğini söyler. Korktuğunu belirtir ve bu işten vazgeçmesini rica eder. Rum satıcı ise bütün satma isteğine rağmen susturulur ve arazisini Kıbrıslı bir Türk’e satmaktan vazgeçirtilir.
Aziz Kent neredeyse iki yıl kaybetmiştir bu arazi alımı sürecinde. Yeterli parası vardır ama bir türlü Kıbrıs’ta bu sermayesini işe dönüştürememektedir, Rumların çıkardıkları bilinçli engellerden dolayı.…
(Devam edecek…)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
26 Şubat 2016
Rumlar ve baryaları (aralarından su sızmayan dostları) Avrupalılar nüfus aktarımı konusunda 20. yüzyılın başında Anadolu’dan, Yunanistan’dan ve Ortadoğu’dan Kıbrıs adasına, İngiliz Sömürge Yönetiminin teşviki ile Ortodoks Rumların göç ettirildiğini ve adanın nüfus dengesini nasıl Rumların lehine bozulduğunu hiç bilmezlikten gelirler, hafızaları adeta kilitlenir ve bu tür olayları hiç hatırlamazlar, kitapları da yazmaz nedense.
Anastasiadis’in ve danışmanlarının hastalıklı beynine göre yeni kurulacak sözde “ortak devlet”te Türk Kurucu Devleti (Rumların değerlendirmesine göre devlet değil eyalet) ile Rum Kurucu Devleti arasında hiçbir şekilde sınır hattı ve geçiş yerleri olmayacak, isteyen isteği yerden girip çıkacak eyaletlere ama Türklerin nüfusu, aynen “İnsan harası” kitabında olduğu gibi sıkı bir kontrol altında olacak. Nüfus artışının ne kadar olacağına da Rum yöneticiler karar verecek(miş). Herhalde evli her Kıbrıslı Türk’ün evinin yatak odasının girişine bir Rum denetleyici dikecekler ki dörde bir oranını sıkı sıkıya kontrol altında tutabilsinler.
Sadece bu saçma ve ırkçı-sapık fikirli kural bile- eğer bir şanssızlık olur da ortak bir devlet kurulursa, -kendilerini tüm adanın sahibi sanan Rum çoğunluğun yasal yolları kullanarak yaratacakları ne denli baskılar altında olacağımızı apaçık ortaya koymaktadır.
Yurt dışında yaşayan Kıbrıslı Türklerin sayısı tam ve net olarak bilinmiyorsa da, -ki bu bizim kendi hükümetimizin büyük ayıbıdır. Bütün temsilciliklerimizi bulundukları ülkede yaşayan Kıbrıslı Türklerin nüfuslarının tespiti için görevlendirmeli ve sıkı bir çalışma içine sokmalıydı-
Birleşik Krallık İçişleri Bakanlığı (Home Office) 2011 Şubat ayında parlamentoya gönderdiği resmi yazıda, İngiltere’de yaşayan Kıbrıs Türk kökenli olan Türklerin sayısının 300 bin civarında olduğunu ilk kez resmen açıklamıştı.
Günümüzde sadece İngiltere de yaşayan Kıbrıslı Türklerin sayısı, batı ülkelerinde yaşayan Türklerin ortalama yıllık yüzde 1.4’lük nüfus artışı esas olarak alınırsa herhalde 320 bine ulaşmıştır.
Gerçekte 1931 yılında Kıbrıs’ta yaşanan isyandan sonra Kıbrıslı Türklerin hayatı zorlaşmaya başlamış ve gelişmeler göç etmek fikrini yavaş yavaş insanlarımızın aklına sokmuş. Özellikle de 1950 yılında Makarios’un Başpiskopos seçilmesi sonrasında geçim zorluğu çeken birçok Kıbrıslı Türk köylüsünün toprakları, Kıbrıs’ın en zengin şirketi konumunda olan Rum Ortodoks kilisesinin kalbi ve beyni olan Çikkos manastırının mali desteği ile tefeciler tarafından, ödeyemedikleri borçları karşılığında ellerinden alınmıştı. Diz boyu olan işsizlik ve parasızlık o dönemde en çok da Kıbrıslı Türkleri etkilemiş ve şu veya bu nedenle geleceğini yitiren veya da karanlık gören binlerce Kıbrıslı Türkler adeta zorunlu göçü çare olarak görmüş ve adayı terk etmişti.
EOKA’nin estirdiği terör, savunmasız sivil Türklere acımasızca yaptığı saldırılar, Türklere kapatılan iş kapıları nedeni ile Kıbrıslı Türkler arasında büyük boyutlara ulaşan işsizlik, 1963 yılına değin göçü tetiklerken, 1963-1974 yılları arasında yaşanan soykırım göçün daha da artmasına neden olmuştu. Özellikle Makarios Hükümeti’nin çaresiz kalan Kıbrıslı Türklere ve özellikle de gençlere ada dışına göç etmeleri ve bir daha geri dönmemeleri koşulu ile yol parası ve 3 aylık cep harçlığı vermesi, Kıbrıslı Türklerin ada dışına göçünü daha da hızlandırmıştı. Üniversite eğitimi için yurt dışına giden gençlerin büyük bir çoğunluğu da geri dönememişti işsiz kalma olasılığının çok yüksek olması nedeni ile.
Kimi Türkiye’de kalıp çoluk çocuğa karışmayı tercih ederken, kimi de “İngiliz Ortak Refah Topluluğu” üyeleri olan ve yerleşmek için vize veya da çalışma izni istemeyen İngiltere, Kanada ve Avustralya gibi ülkelere göç etmeyi tercih etti o karanlık günlerde…
(Devam edecek…)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
24 Şubat 2016
Çocukluğumda okuduğum ve benim çocuksu hayal dünyamı çok etkilemiş olan bir kitaptı “İnsan harası”(Haras Humain). Çağlayan Yayınevi tarafından 1953 yılında I. Basımı yapılmış olan bu kitabın yazarı Louis-Charles Royer, çevirmeni ise B. Ersoy’du. Sonradan Royer’in bu ünlü kitabını 5 çevirmen daha Türkçeye çevirdi.
Kitabın içinde biraz gerçek, biraz da hayal gücü vardı. Tarih içeren kurgu romanı da denilebilir bu kitaba. Nazilerin üstün insan ırkı (Ari veya Aryen ırk) yetiştirmek amacıyla kurdukları bir insan çiftliğini anlatmaktadır özetle. Etrafı yüksek dikenli tellerle çevrili olan bu çiftliğe sadece savaşta kahramanlık göstermiş Alman erkekleri ve Alman ari ırkının tüm verilerini taşıyan genç ve güzel kadınlar kabul edilmektedir. Giriş vardır ama vazgeçmek veya da kaçış yoktur.
Kıbrıs’ta tam da müzakereler bütün hızı ile sürerken Rum tarafında siyasi faaliyette bulunan ve Rum halkının müzakereler ile ilgili görüşlerinde bir miktar da etkili olmayı başarmış olan “Vatandaşlar İttifakı”nın, yurt dışında yaşayan ve sadece İngiltere’de sayıları 300 bine ulaşmış olan Kıbrıslı Türklerin vatandaş olabileceğine ilişkin itirazı bana “İnsan harası” romanını anımsattı anında. Romandaki çiftliğin, etrafı yüksek dikenli tellerle çevriliydi ve girişi kontrollüydü. Nüfus artışı belli kurallara bağlıydı. Aynen Anastasiadis’in yeni kurulacak devlette 4 Kıbrıslı Rum’a karşın 1 Kıbrıslı Türk’ün olabileceği kuralını yarattığı gibi. Kıbrıslı Türklerin 1 kişi artması durumunda Yunanistan’dan da 4 Yunanlı adaya getirilecek ve nüfus oranı sabit tutulacakmış bu hastalıklı ve Nazi beyinli Anastasiadis’e göre.
Vatandaşlık İttifakı, üstelik bir de “Sayın Anastasiadis, 4’e 1 nüfus oranını güvence altına aldığını nasıl iddia ediyor?” diye de hesap soruyor. Yani 4’e 1 nüfus oranı Anastasiadis ve Akıncı arasında artık anlaşılmış ve garanti altına alınmış da, böyle bir artış nasıl olur diye de utanmadan ve tüm insan haklarına da aykırı olarak sorguluyor bu ülkede doğmuş ve yurt dışında çoluk çocuğa karışmış insanlarımızın ileride bir gün olası geri dönüş isteğini.
Nüfus oranı konusundaki paranoyaları o denli büyük ki, “Acaba çözüm geldiğinde yerleşiklerin meşrulaştırılmasını kabul etmekle Kıbrıs’ın meşrulaşmış Türkleşmesine mi gideceğiz?” sorusu ile içlerindeki nüfus dengesindeki olası değişikliğin korkusunu dile getiriyorlar. İstiyorlar ki, Türkler hep azınlıkta olsun, o veya bu nedenle, parasız bırakılarak, silahla tehdit edilerek, elinden toprakları alınarak ve can korkusu yaşatılarak yurtdışına göç etmeye zorlanmış Türkler bir daha adaya asla geri dönmesinler ve adada hep Rumlar ezici çoğunlukta olsunlar.
Geriye dönüp Kıbrıs adasının tarihini ve göçleri okumak gibi bir niyetleri hiç olmadı bugüne değin Rumların. Onlar ne yaptıysa meşru (yasal), biz ne yaptıysak hep gayrimeşru (yasa dışı) oldu. Yunanistan’ın 15 Temmuz 1974 tarihinde darbe yapıp adayı Yunanistan’a bağlamak girişimini kimseye söylemezler ama Kıbrıs’ta olayların 20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye’nin adada yaşanan kanlı olaylara müdahale etmesini, Kıbrıs sorunun başlangıcı olarak ileri sürerler hep. 1963-1974 arasında tam bir soykırım yaşadığımızı mahir bir şekilde saklarlar ama 1964 Mart’ında adaya niye BM barış Gücü’nün geldiğini bir türlü ağızlarına almak istemezler, açıklamasını ise hiç yapmak istemezler.
Nüfus aktarımı konusunda 20.ci yüzyılın başında Anadolu’dan, Yunanistan’dan ve Orta Doğu’dan Kıbrıs adasına, İngiliz Sömürge Yönetiminin teşviki ile Ortodoks Rumların göç ettirildiğini ve adanın nüfus dengesini nasıl Rumların lehine bozulduğunu hiç bilmezlikten gelirler, hafızaları adeta kilitlenir ve bu tür olayları hiç hatırlamazlar, kitapları da yazmaz nedense… (devam edecek)
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
22 Şubat 2016
Herkes yan yana, ucu Makarios’ta biten dört-beş sıranın içinde, arka arkaya durmuş öne doğru gitmeye, ite kaka Makarios’a ulaşmaya çalışıyordu. Önlerde, rakiplerini saf dışı bırakarak Makarios’un elini tutmaya başaran hızlıca Makarios’un elini öpüyor ve sıradan çıkma uğraşı vermeye başlıyordu. Sıraya girmek ne kadar zor idiyse, çıkmak da o denli zordu.
Ağır ağır öne doğru yaklaşmaya başladık. Önümüzde bir ana kız duruyordu. Kızı bizim yaşlarda ve bizim boydaydı. Üstünde, uzun kollu, yakası beyaz, kız manastır okulunda giyilen tek parça koyu lacivert renkli bir elbise vardı. Terra Santa (manastır) kız okulundan veya da Faneromeni (kilise) kız okulundan olmalıydı. Annesinin elini sıkı sıkı tutmuştu, o kalabalıkta kaybolmamak ve ezilmemek için. O kıza bir vücut çalımı atıp bir sıra öne geçtik ama annesi bir kartal gibi elimi tutarak, Aydın’la beni geriye fırlattı. Bayağı canı sıkılmıştı anlaşılan önlerine geçmemizden.
O hengamede Makarios’a ilk ulaşmayı başaran Aydın oldu. Arkasında manastırda okuyan kız, onun arkasında da ben vardım. Aydın, Makarios’un elini tutmayı başarınca, ne olur olmaz kaçmasın diye iyice kavradı ve elinin üstünü, parmakların başladığı yer ile bileğin arasında kalan yeri, öpüp arkasından da başına koydu…
Makarios sanki de eline pislik bulaşmış gibi, yüzünü buruşturarak aniden elini geri çekti. Aydın’ı kendinden uzağa itelerken ağzından da “skilos” kelimesi döküldü. Ben duyduklarıma inanamamış ve gördüklerimden de donup kalmışken, önümdeki ana kız herhalde çok heyecan içindeydiler ki, neler olup bittiğini anlamadan ileri doğru bir hamle yapıp, Makarios’un eline yapıştılar ve gülücükler içinde birkaç kelime söyleyip Makarios’un elini öptüler. Makarios’un yüzü de hemen değişmiş, nefret ve iğrenme ifadesi yok olmuştu aniden Rum ana kızı karşısında görünce.
Benim ayaklarım geri geri gitmeye başladı, arkamdakilerin beni iteleyip öne geçmelerine gücümce izin verdim. Büyük bir düş kırıklığına uğramıştım… İçimden de Makarios’a ulaşmak ve Rumların yaptığı gibi elini öpmek geçmiyordu. Nasıl olsa bana da “it” deyip, iğrenç bir mahlukmuşum gibi yüzünü buruşturup, kafasını çevirecekti. Belki de elini bile vermeyecekti.
Çocuk kafamın içinde aklımı iki soru birden kurcalıyordu. Makarios bizim Türk olduğumuzu nasıl anlamıştı ve de niye bize böyle davranmıştı…
Biraz daha geriye ve yana giderek Makarios’un elini öpen insanları pür dikkat izlemeye başladım. Rumlar, Başpiskoposun elini farklı bir biçimde tutup, parmakların 2. ile 3. boğumu arasını öpüyorlardı. Elini öptükten sonra başa koymak gibi bir davranışları da yoktu. Biz, Kıbrıslı Türklerin el öpme ritüeli ise biraz farklıydı. Büyüğümüzün elini sağ elimizle iyice kavrayıp, elinin üstünü, parmakların başladığı yer ile bilek arasını öpüyor, sonra da alnımıza koyuyorduk. Makarios belli ki daha elini tutuşundan Aydın’ın Kıbrıslı Türk olduğunu anlamıştı ama tepkisini ortaya koyana dek Aydın çoktan elini öpmüş ve başına koymuştu bile.
Aklımdan, acaba mahalledeki Rum çocuklarından bir tanesi ile Makarios’un akrabalığı mı var da bize taktıkları “skilos” lakabını kendisine de söylediler diye de geçmedi değil.
Aradan yıllar geçtikten sonra ancak çocuğundan büyüğüne, en alt seviyedeki bürokratından Başpiskoposuna, Cumhurbaşkanına kadar tüm Rumların, Kıbrıslı Türklere “skilos” yani “it” diye hitap ettiklerini düş kırıklığı içinde öğrenebildim. Biz onlar için sadece bir köpektik, adayı paylaşan ortaklar değil…
Şimdi de birileri çıkmış, bizi ne pahasına olursa olsun ortak bir devlet çatısı altında birleştirmeye çalışıyor. Ne oldu acaba, biz Rumların aklında “skilos” olmaktan çıkarıldık ve terfi ederek “gaydaros” (eşek) sınıfına mı konduk….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
19 Şubat 2016