Azerbaycanlıların Soykırımı Günü’de hayatlarını kaybetmiş can kardeşlerimi saygıyla anıyorum
Azerbaycan Halkının Ümummilli Lideri “Haydar Aliyev”in 26 mart 1998 tarihli kararı ile her yıl 31 mart, Azerbaycanlıların soykırım Günü olarak anılmakta olup, Azerbaycan’ın kanlı facialarının, Azerbaycanlıların topluca katledilmesinin anımı, “Azerbaycanlıların Soykırımı Günü”dür.
Azerbaycan halkına karşı yapılmış bu insanlık dışı “Soykırım”da hayatını kaybetmiş Azerbaycan’lı can kardeşlerimi saygıyla anıyor, Allah’ın rahmetinin üzerlerinde olmasını ve mekanları olan Cennet’te huzur içinde uyumalarını, ruhlarının şad olmasını diliyorum.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
31 Mart 2016
Kırım Türklerinin özgürlük savaşçısı Abdülcemil Kırımoğlu, Rumlar ile Rusların birbirlerine benzediğine vurgu yaparak, Türkiye’nin garantörlüğünün kalkması halinde Kıbrıslı Türklerin adadaki varlığının silinebileceğini söyledi
“Mecburi Rus vatandaşı olmanızı istiyorlar, can güvenliğimiz tehlikede, evlerde arama yapıyorlar”
“KKTC üçüncü Cumhurbaşkanı Eroğlu, ‘Çok iyi oldu, Kırım Rusya’nın bir parçası oldu’ demişti. Sonradan toparladı. Başka bir şey söylemek istedi herhalde. Kırımla ilgili bir şey öğrenmek isterlerse biz varız”
“Gizli polis her yerde. Evlerde yasak kitap arıyorlar. Dini kitaplar, siyasi kitaplar yasak. Liste yaptılar, 3 binden fazla kitap ismi var yasak olan…”
“Kırım Tatarları arasında 1943 doğumlu olan çok azdır, çünkü çocukların büyük çoğunluğu öldü”
“Çeçenistan savaşından sonra yetim kalan çocukları almıştım, onlar da benim çocuklarım sayılır. Kıbrıs’a onları görmeye geldim”
Bağımsızlık mücadelesinin efsane ismi Kırım Tatar Meclisi eski Başkanı Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, Kıbrıs Türkü’ne önemli mesajlar verdi. Türkiye’nin kıymetinin bilinmesi gerektiğine vurgu yapan Kırımoğlu, “Biliyor musunuz, Kırım Türkleri arasında 1943 doğumlular yok denecek kadar azdır. O yıl doğan çocukların çoğu göç yollarında ölmüştür. Bugün yine eza içindedir Kırım Türkü… Mecburi Rus vatandaşı olmanızı istiyorlar, can güvenliği tehlikede, evlerde arama yapıyorlar. Tatarlar korku içinde. Serbest konuşma yok. Gizli polis her yerde… Evleri arıyorlar ve yasak kitap arıyorlar. Dini kitaplar, siyasi kitaplar yasak. Liste yaptılar, 3 binden fazla kitap ismi var yasak olan” dedi.
Türkiye’nin ada üzerindeki garantörlüğünün kaldırılmasının vahim sonuçlara yol açabileceğine dikkat çeken Kırımoğlu,
“Müzakereleri takip ediyoruz. Burada bir anlaşma olabileceğine inanmıyorum. Çünkü Rumların şartları Türk toplumu için çok uygun değil. Türkiye’den gelenlerin gönderilmesi, Türk askerinin gitmesi, toprak tavizi gibi saçma şeyler konuşuluyor. Bu şekilde bir anlaşma doğru değil. Türkiye’nin garantörlüğünün kalkması, Kırım Tatarlarının akıbetine uğratır. 1963’te neler olduğunu gördük. Türkiye askerini göndermemiş olsaydı bugün bu adada Türk kalmayacaktı. Yunanlar ile Ruslar arasında çok büyük fark yok ki…” şeklinde konuştu.
200 yıldan beri Rus bir liderle görüşen ilk Tatar lider olan ve Putin’in tüm ikna vaatlerini elinin tersiyle itmesinden ötürü Rusya’ya girişi yasaklanan Kırım Tatarlarının manevi lideri Kırım Tatar Milli Meclisi Eski Başkanı ve Ukrayna Parlamentosu Milletvekili Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu, hayatını vakfettiği büyük mücadeleyi anlattı. Sovyetler Birliği’ne kafa tutan, Rusya Başkanı Putin’in vaatlerini elinin tersiyle iten, sürgünde başlayan hayatını, Kırım Türklerinin bir daha sürgün edilmemesine adayan “küçük dev adam” Cemil Kırımoğlu, Haberal Kıbrıslı Gazetesi’ne konuştu.
Soru: Çocukluğumuzda Kırım’ın değil, dünyanın kahramanıydınız. Hatta bir keresinde öldünüz sanılarak gıyabınızda cenaze namazı kılındığını hatırlıyorum. Aradan yıllar geçti, Kırım yeniden gündemimize oturdu. Kırım’da neler oluyor?
Kırım’da durum genel olarak çok kötü. Askerlik yaşında olanları askere alıyorlar, ancak Ukrayna Hükümeti ile aramız çok iyi. Kırım Tatarlarının otoritesi yükseldi. Çünkü parlamentoda durum karışık. Başbakan Arseni Yatsenyuk’u indirmeye çalıştılar. Başaramadılar. Ben olumlu oy vermedim. Çünkü başbakan değişirse durum daha kötü olacak. Daha kime oy vereceğini dahi bilmiyor insanlar. Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasında da biraz soğukluk var. Cumhurbaşkanı da Başbakanı indirmeyi istedi. Bana da sordu ‘siz nasıl oy vereceksiniz’ diye. Ben Başbakana olumsuz oy vermeyeceğimizi ve sebeplerini söyledim, baskı yapmadı. ‘Siz bilirsiniz’ dedi, ama başbakan çok sevindi. Grubumuz en büyük grup… Dolayısıyla Başbakanın kaderini onlar tayin etti.
“Amacımız, vatanımıza dönmekti…”
1944 yılında insanlarımızı Orta Asya’ya sürdüler. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Kırım Tatarlarının esas amacı vatanlarına dönmekti. Sürgünden sonraki iki yıl içinde Kırım Tatarlarının yaklaşık yarısı öldü. O yıllardan sonra vatanımıza dönmek için mücadele verdik. Stalin öldükten sonra 1950’lerde başladı mücadelemiz. Perestroyka zamanında müsaade almıştık. ‘Müsaade’ demeyeyim de, fazla karşı çıkmıyorlardı. Ama Ukrayna bağımsızlığını kazandıktan sonra devlet de destekledi. Şimdi yine Rus işgali, geçmiştekinden daha kötü… Öyle şartlar yarattılar ki, insanlar vatanını terk etsin.
“Gizli polis her yerde…”
Soru: Neler yapılıyor mesela?
Mecburi Rus vatandaşı olmanızı istiyorlar, en önemlisi Kırım Yarımadası bizim toprağımız olduğu halde, can güvenliğimiz tehlikede, evlerde arama yapıyorlar. Tatarlar korku içinde. Serbest konuşma yok. Gizli polis her yerde. Evleri arıyorlar ve yasak kitap arıyorlar. Dini kitaplar, siyasi kitaplar yasak. Liste yaptılar, 3 binden fazla kitap ismi var yasak olan.
Soru: Bu devirde kitapların yasaklanması inanılır gibi değil… Bulduklarında yaptırımı ne oluyor?
Onları okumak yasak. Sovyet rejiminden daha beter. Savcılığın kararı olmasa bile eve girebiliyorlar. “Biz böyle malumat aldık, evinizde yasak kitap varmış…” diye evi didik didik arıyorlar… Dini kitaplarsa, “Hizbut Tahrir” diyor, “terörist el kitabı” olarak kabul ediyorlar.
“Cumhurbaşkanı Eroğlu’nun Kırım Rusya’nın bir parçası oldu, iyi oldu demesine çok şaşırdım…”
KKTC Üçüncü Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, “Çok iyi oldu, Kırım Rusya’nın bir parçası oldu” demişti. Sonradan toparladı. Süleyman Demirel’in cenazesinde yanımda duruyordu. Cenazedeyiz diye sesimi çıkarmadım. Başka bir şey söylemek istedi herhalde. Kırım’la ilgili bir şey öğrenmek isterse biz varız.
Soru: Onca yıl mücadele verdiniz. Bugün baktığınızda, başladığımız yere döndük diyor musunuz?
Öyle söylemiyoruz. Halkımızı vatanına getirmeyi başardık. En azından büyük çoğunluğu getirdik. Bir gün Rusya çökecektir. Onların 2016 hesapları petrol fiyatları 60 dolardı, 50 dolara düşürdüler. 7 aylık çocuktum göç ettiğimizde… Yüzde 46’mız sürgünde öldü. Kırım Tatarları arasında 1943 doğumlu olan çok azdır, çünkü çocukların büyük çoğunluğu öldü. Perestroyka zamanında, 1989’da döndüm. Evimizi barkımızı almadık tabi. Herkes yeni evler aldı, yeni bir yaşam kurdu.
“Putin’in görüşme teklifini reddettim…”
Soru: Putin’in sizinle görüşme isteğini kabul etmediğiniz ve sonra görüştüğünüzde ise Putin’in size birçok vaatte bulunduğu doğru mu?
Tataristan ile Kırım arasında15 Ocak 2014’te işbirliği konusunda anlaşma yapacaktık. İş adamlarımızdan oluşan bir heyetle görüşme yaptık. Tataristan’ın Rus temsilcisi bana “Putin sizi davet ediyor, sizinle görüşmek istiyor” dedi. Ben Putin’in benimle neden görüşmek istediğini sordum. O da “Kırım’ın geleceği konusunda” diye cevap verdi. Temsilciye “Kırım’ın statüsü, geleceği sizi neden ilgilendiriyor, Kırım Ukrayna’nın toprağı” dedim. “Rusya Kırım Tatarlarına yardım etmek istiyor” dedi. Neyse ben görüşmeye razı gelmedim. Sonra olaylar patlak verdi, Rus askerler Kırım’a girdi. Sonra bir telefon geldi, “Putin sizinle görüşmek istiyor” dediler. Başbakan Yatsenyuk’la görüşüp, Rusların talebini söyledim. Yatsenyuk, “Siz bilirsiniz” dedi.
“Putin bana, ‘Kırım, Tatarlar için cennet olacak, Ukrayna’nın yapmadığını yapacağız’ dedi”
Putin ile görüşmeye gittim. Putin, 40-45 dakika süren konuşmamızda, “Çok memnun olacaksınız, tüm haklarınız yerine gelecek. Kırım, Tatarlar için cennet olacak. Rusya çok güçlü ülkedir. Ukrayna’nın 23 yılda yapamadığını, biz birkaç içinde yapacağız” dedi. Ben, “Evet Kırım Tatarları’nın büyük problemleri var. Bu problemlerin kaynağı da 1944 yılında başladı. Ruslar bizi sürgün etti, soykırım uyguladı. Elbette Rusya’nın büyük borcu var. Ama bize gerçekten iyilik yapmak istiyorsanız, derhal askerlerinizi bizim toprağımızdan çıkarın” cevabını verdim. Hatta “Kırım Tatarları, Rusya ile Türkiye arasında bir köprü olabilir. Daha yakın olacağız Türkiye’ye” dedi. “Ukrayna ile Türkiye arasında iyi bir köprüyüz. Başka bir köprüye gerek yok” diyerek isteğini reddettim.
“Kıbrıs’ta bir anlaşma olabileceğine inanmıyorum çünkü…”
Soru: Kıbrıs sorunuyla ilgili düşünceleriniz neler? Bu sorun çözülecek mi?
Kıbrıs’la ilgileniyoruz. Müzakereleri takip ediyoruz. Burada bir anlaşma olabileceğine inanmıyorum. Çünkü Rumların şartları Türk toplum için çok uygun değil. Türkiye’den gelenlerin gönderilmesi, Türk askerinin gitmesi, toprak tavizi gibi saçma şeyler konuşuluyor. Bu şekilde bir anlaşma doğru değil. Türkiye’nin garantörlüğünün kalkması, Kırım Tatarlarının akıbetine uğratır. 1963’te neler olduğunu gördük. Türkiye askerini göndermemiş olsaydı bugün bu adada Türk kalmayacaktı. Yunanlar ile Ruslar arasında çok büyük fark yok ki… Yunanlar Kırım’ın ilhakını destekliyorlar. Burada kilise çok etkili, ama Ortodoks Kilisesi Rusya da öyle. Rumlar Annan Planı’na “hayır” dediler. Amaçları, Türklerin sayısını azaltmak, asimile etmek.
“Rum Büyükelçi neden KKTC’ye gidip, Güney’e geçmediğimi sordu”
Kırım’ın ilhakından önce Kıbrıs Büyükelçisi benimle görüşmek istedi. Sekreteri bağlandı, “Bizim büyükelçi sizinle görüşmek istiyor” dedi. “Tamam da, hangi dilde konuşacağız” dedim. O da “Hangi dilde istiyorsunuz” diye sordu. “Sizin anayasanıza göre resmi iki dilinizden biri Türkçe… Türkçe konuşalım” deyince sekreter, “Bizim büyükelçimiz Türkçe bilmiyor” dedi. “O zaman bizim dilimizde konuşuruz” dedim. Onu da bilmiyormuş. Rusça konuştuk. Sekreteri Rusçadan çevirdi. Merak ettim, “Neden benimle görüşmek istiyorsunuz” dedim.
“İstanbul’a gelen birçok Kırım Türkü padişahın emriyle Kıbrıs’a gönderilmiş”
“Bizim malumatımıza göre işgal bölgesi olan Kıbrıs’ın kuzeyini 6 kez ziyaret ettiniz. AB üyesi olan, sizin ülkenizle diplomatik ilişkileri olan Rum kesimine bir kez bile gelmediniz, bunun sebebi nedir’ dedi. Ben de “Benim Rumlara karşı hiçbir düşmanlığım yok. Öte yandan bizim akrabalarımız var. Kırım Tatarları ve Kıbrıs Türkleri arasında fark yok. Bizim toprağımız Ruslar tarafından işgal edildiğinde, birçok Kırım Türkü Osmanlı toprağına göç etmeye mecbur kaldı. Bir gemi insan İstanbul’a gelmiş, oradan da padişahın emriyle Kıbrıs’a gönderilmiş. O gemide 150 aile varmış. Onların nesilleri binlerce oldu” dedim. O da “Çok enteresan, bunu hiç duymadım” dedi.
“Meclis Başkanı Siber, ‘o gemide benim de akrabalarım vardı’ dedi”
Daha önceki ziyaretimizde Meclis Başkanı Sibel Siber Hanım’la görüştüğümüzde bu hikâyeyi anlattım. “Kırımdan Kuzey Kıbrıs’a gelen soydaşlarımız vardı. Gemiyle gönderildiler” deyince o gülümsedi, “İşte o gemide benim dedelerim de vardı” dedi. Ersin Tatar’ın da dedeleri gelmiş.
“Sizin ülkenizde yabancı asker olsa nasıl bakarsınız diye sordu”
Neyse, büyükelçi, Türkiye’yi kastederek, “Sizin ülkenizde yabancı askerler olsa nasıl bakarsınız” dedi. Ben de “Siz hangi askeri kast ediyorsunuz, Yunan askeri var, İngiliz askeri var, Türk askeri var, hangisine karşısınız?” deyince sesini çıkarmadı. “Neden Annan Planı’na hayır dediniz” dedim. “Şartlar uygun değildi” cevabını verdi. Şartlar size uygun olsa Türklere uygun olmayacak! Bu planı Türkler teklif etmedi ya… BM tarafından hazırlanan plan… Güney Kıbrıs’a davet etti. “Gelirim, ama serbestçe Kuzey’e geçebilir miyim” dedim, “Serbest” dedi. Ama önce o tarafa gidip, oradan Kuzey’e gelmem lazımmış.
Soru: KKTC’ye sık sık geldiğinizi biliyoruz. Buraya sizi çeken nedir?
KKTC’de Tatar öğrenciler var. 11 öğrenci halen okuyor. Kırım- Kıbrıs hattı kuruldu. Kıbrıs’la ilgili çok güzel anıları olan 25 öğrencimiz var. Çocuklarımı görmeye geldim. Çeçenistan savaşından sonra yetim kalan çocukları almıştım, onlar da benim çocuklarım sayılır. Onları görmeye geldim.
KKTC’de kendine özgü devlet memuru olmak anlayışı ve sistemi var.
Sistemin özü “Ben istediğimi yapayım, bana kimse dokunmasın, aklıma estiği vakit grev yapayım, vatandaş zarar görürse beni ilgilendirmez ama kimse benden tazminat istemesin, beni de işten atmasın. İşe gitsem de olur, gitmesem de ama ay sonunda maaşımı tam ve eksiksiz isterim.”
Kısaca mantık böyle. KKTC’deki kamu görevlilerinin genelde ilgilendiği başka bir konu da yok. Gelmiş geçmiş KKTC hükümetlerinde görev yapmış birçok siyasinin kökeninde de sendikacılık yattığından veya da popülizm hedefli siyaset yaptıklarından bu güne değin bu mantığı değiştirecek herhangi bir girişim yapılmamış maalesef.
Geçenlerde, devlet dairelerinin birinde müdür olarak görev yapan bir arkadaşıma uğradım. Bana elindeki bir çizelgeyi ve birkaç da resmi gösterdi. Resimlerde evli bir çift çocukları ile birlikte neşeli bir tatilde gözüküyorlardı. Gayet güzel ve keyifli bir resimdi.
“Eeee, ne var bu resimde. KKTC’de hemen hemen herkesi tanırım ama bunların kim olduğunu şimdilik çıkaramadım. Niye bu resimleri bana gösteriyorsun” dedim.
“Resimlerden sonra ekteki çizelgeye de bir göz at, sonra da ne anladın bana söyle” dedi.
“İşin içinde normalin dışında bir şeylerin olduğu, bir sıkıntının var olduğu belli, yoksa boşuna bana bir ailenin mutlu görüntüler içeren tatil resmini niye versin” diye aklımdan geçirdim ve çizelgeyi incelemeye başladım. İlk bakışta pek bir şey anlamadım ama ikinci defa okunuşta nelerin olduğunu anlamaya başladım.
Çizelge aynen aşağıdaki gibiydi. “Çizelgede yer alan tarihler, her hangi bir kişiye somut bir suçlamada bulunmamak amacı ile tarafımdan değiştirilmiştir.”
6 Şubat 2016, Cumartesi : Resmi tatil
7 Şubat 2016, Pazar : Resmi tatil
8 Şubat 2016, Pazartesi : Mazeret izni
9 Şubat 2016, Salı : Mazeret izni
10 Şubat 2016, Çarşamba : Bronşit hastalığı nedeni ile 1 gün izin. (Doktor arkadaşımdan aldığım bilgiye göre bronşit izni verilen hasta söz konusu günü evinde yatarak geçirmek zorundadır)
11 Şubat 2016, Perşembe : Mazeret izni
12 Şubat 2016, Cuma : Mazeret izni
13 Şubat 2016, Cumartesi : Resmi tatil
14 Şubat 2016, Pazar : Resmi tatil
15 Şubat 2016, Pazartesi : Mazeret izni
16 Şubat 2016, Salı : Mazeret izni
17 Şubat 2016, Çarşamba : Bronşit hastalığı nedeni ile 1 gün izin. (Doktor arkadaşımdan aldığım bilgiye göre bronşit yatarak tedavi gerektiren bir hastalık olduğu için izin verilen hastanın gezi pozları vermesi mümkün değil)
18 Şubat 2016, Perşembe : Mazeret izni
19 Şubat 2016, Cuma : Mazeret izni
20 Şubat 2016, Cumartesi : Resmi tatil
21 Şubat 2016, Pazar : Resmi tatil
Söz konusu kamu görevlisi, 30 günlük yıllık tatiline ilaveten, doktor bir tanıdığının yardımı ve kamu görevlilerine iyi niyetle tanınan yıllık 40 gün mazeret izni ve 60 gün hastalık izni haklarını sonuna kadar suiistimal ederek tamı tamına 16 gün tatil yapıyor. Maalesef bu tatil günleri de söz konusu kamu görevlisi sanki de çalışmış vatandaşa hizmet vermiş ve ter dökmüş gibi emeklilik kazandıran çalışma günlerine ilave ediliyor söz konusu yıl içinde.
İlgili Müdür kendisini çağırıp, yaptığının yanlış olduğunu söyleyince de “Bu benim yasal hakkım, hiç kimse bana engel olamaz. Seni sendikama şikayet edeceğim” diye de yanıtlıyor. İşte bizde sendikal anlayış böyle.
Balık baştan kokmuş. Esasen, yalan yere istirahat izni veren doktor hakkında soruşturma açılmalı eğer bronşit olduğu için 1 gün izin yazdığı hastası, söz konusu hastalık gününde eşi ve çocuğu ile mutlu bir tatil yapıp, resimler çektirip, sosyal medyaya koyuyorsa… Bu kamu görevlisini de işten atmak lazım tabii maaşını tam alıp, çalışmak yerine sahtecilik yapıp tatil yapıyorsa….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
30 Mart 2016
Rumlar, sadece KKTC’ye turistlerin gelmemesi için değil, tüm konularda dış dünya ile temasımızı kesmek için ellerinden geleni yapıyorlar. O denli pişkinler ki, Rum lider Anastasiadis ara bölgede KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı ile oturup kahve içmek eşliğinde Kıbrıs konusunu çözmek için müzakereler yaparken, Kıbrıs Rum Yönetiminin bürokratları aynı dakikalarda, Kıbrıslı ‘Türklerin dünya ile olan bağını nasıl koparırız’ın hesap ve görüşmelerini yapıyor. Biri yüzümüze gülerken, diğeri de sırtımıza bıçak saplamaya çalışıyor.
Aslında şaşırmamak lazım; Rumlar 1974 öncesinde de böyleydiler, 1974 sonrasında da aynı alışkanlıklarını devam ettiriyorlar, hem de dozunu hiç eksiltmeden. 1974 öncesinde Rumlardan yediğimiz kazıkların, gördüğümüz kötülüklerin haddi hesabı yok. Türk girişimcilerin 1970 yılında otel açmasına bile tahammül edip izin veremediler, Türklere karşı duydukları düşmanca duygular nedeni ile.
Turizm açısından direkt uçuş engelini aşabilecek ve kıracak en iyi çözümün aktarmasız, “yarı direkt uçuş”lar olduğu zaman içinde ortaya çıktı. 1975’de başlayan Londra-İstanbul-Ercan arasında yapılan ve sadece İstanbul’da “Touch down” olarak tabir edilen, uçağın alana inmesi ama yolcuların yerlerinden kalkmadan, yeni yolcuların uçağa girerek yerlerini almasından sonra herhangi bir bavul aktarması yapılmadan uçağın yoluna devam etmesi olarak tanımlanan bu sisteminin çok faydalarını görmüştük geçmiş yıllarda.
Genelde büyük ve gazinolu otellerin bu sisteme pek gereksinimleri yok. Bunların yolcuları zaten hazır ama artık resmen can çekişir konuma kadar düşmüş olan yıldızı az ve kapasiteleri küçük otellerimiz ile butik otellerin bu tür uçuşlara, yani “Yarı direkt uçuş”lara gereksinimleri çok fazla.
Örnek olarak bir uçak şirketimiz her gün Tahran-Ankara seferini ve Ankara-Ercan seferini yapmakta. Tahran’dan binen Ercan yolcusu Ankara’da uçaktan inmekte ve otobüsle terminale gitmekte. Bavulunu bant başında bekleyip almakta veya da bavulu görevliler tarafından birkaç saat sonra kalkacak Ercan uçağına aktarılmak üzere aktarma bölümüne götürülmekte.
İkinci uçağı beklemek yolunda aradan birkaç saat geçtikten sonra da Tahran çıkışlı Ercan yolcusu uçağına binmek için önce kuyruğa girmekte, sonra otobüse binerek uçağına gitmekte ve ikinci uçağına binmekte. Bu sistemde hem yolcu tarafından beklemek için harcanan saat sayısı yüksek, hem de aktarma anında bagajının kaybolması olasılığı ortaya çıkıyor. Hâlbuki söz konusu uçak şirketi bu uçuşları senkronize edebilse ve Tahran-Ercan yolcusu Ankara’da uçaktan inmeden 30-45 dakikalık bir beklemeyle, bavullarının aktarılması ile ilgili olarak da hiç uğraşmadan yoluna devam edebilse, adaya gelecek olan turist sayısı bayağı artacak eskiden olduğu gibi.
İranlılar için rahat edebilecekleri Müslüman bir ülke olarak KKTC çok tercih edilen bir ülkedir, özellikle de İlkbahar, Yaz ve Sonbahar mevsimlerinde. Tahran çıkışlı yolcuların tercihi ise çoğunlukla küçük oteller.
Uçak şirketlerimiz bu ülkeye hizmeti kendilerine şiar edinmişlerse yurt dışından Ercan gelecek yolcuların binecekleri uçağın, Türkiye’de herhangi bir havaalanına indiği zaman havaalanında sadece yeni yolcu almak için bekleyeceği ama Ercan destinasyonlu yolcuların da uçak değiştirmek zorunda kalmadan yollarına devam edebilecekleri bir uçuş modeline dönüştürmeleri, hem KKTC’nin ekonomisine büyük bir katkı koyacaktır, hem de özellikle küçük otellerimiz ile çeşitli esnafımızın para kazanmalarına yol açacaklardır.
Turizm Bakanlığı “Yarı direkt uçuş” yapan uçak şirketlerine katkı koymalı, turizmimize daha da destek vermek istiyorsa…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
28 Mart 2016
Belçika toprakları içindeki Waterloo kasabasında, 8 Haziran 1815 tarihinde yapılan ve adı İngilizce’de Waterloo savaşı, Fransızcada da Mont-Saint-Jean savaşı olarak tanımlanan savaş Avrupa’nın kaderini belirlemişti.
Fransız İmparatoru Napolyon ile İngiltere-Prusya ittifakı Waterloo’da karşı karşıya gelmişti bu savaşta. Napolyon hem asker sayısı hem de teknolojik olarak çok daha üstündü ama doğa koşullarını hesaba katamamıştı savaşı başlatırken. Şiddetli yağan yağmurlar sonucunda topları çamura gömülmüş, hareket edemez hale gelmiş, ordusunun konumlandığı yer stratejik olarak daha avantajlı bir yerde olmasına rağmen savaşı kaybetmişti, Bu bir bölgesel savaştı. O güne kadar gelen savaş kavramlarının bir devamıydı. Göğüs göğüse savaş, bireyler arasında başlamış, sonra ailelere, sıçramış ve sonra da gittikçe boyut değiştirerek kabile, topluluk, boy, şehir derken devletler arasına, oradan da devlet ittifakları arasına kadar çıkmıştı zaman içinde. Her dönemde, savaş stratejileri günün koşullarına, teknolojik gelişmeye ve eldeki silah çeşidine göre değişti.
Kurtuluş savaşında Atatürk “Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.”, günümüz Türkçesi ile (Savunma bütün vatan topraklarındadır) diyerek o güne kadar süregelmiş savunma doktrinini temelinden değiştirmişti. “Düşman sizi zorlarsa veya da hatlarınızı delerse teslim olmak yok, birkaç kilometre çekilin, yeni bir mevzi kurun ve savaşa devam edin” stratejisiydi bu. Yeni bir kavram, yeni bir olgu olarak girdi savaş stratejileri içine. Zaten I. Dünya Savaşı da, Kurtuluş Savaşı da kendi başına yeni bir olguydu.
II. Dünya savaşında da o güne değin uygulanmamış farklı savaş teknikleri uygulanmıştı. Fransızların Majino hattını yapmaları, Almanların Almanya sınırlarını beton sütunlarla çepeçevre çevirmeleri gibi. Almanya bu savaşta ilk kez balistik füze kullanarak İngiltere’nin başkenti Londra’yı Almanya’dan ateşlediği roketlerle darmadağın etmişti.
Her savaşın kendine has özellikleri bulunmakla beraber, 21. yüzyılda savaş teknolojisi çok farklılaştı ve asırlar içinde oluşmuş, önce oka ve kılıca, sonra da baruta dayalı ateşli silah kökenli tüm geleneksel strateji ve teknolojileri arkasında bıraktı. 21. Yüzyıl savaşlarında daha az insan, daha çok robotlaşmış makine mantığı öne çıkarken, savaşılacak ülke uzaktan kumandalı insansız uçaklarla gözetlenerek bombalanması yoluna gidildi. Her şeyin bir antisi (karşıtı) olduğu gibi bunun da karşıtı bulundu ve teknolojik olarak geri kalmış ülkeler, kendisine saldıran ülkenin teknolojik silahları ile baş edemeyeceğini anlayınca insan beynini silah olarak kullanmak yolunu seçti.
Sistem basit. Karmaşık duygulara sahip, duygusal yönden zayıf ve hayal güçlerinin en üst noktasında yer alan hedefe erişmeyi kendilerine yaşam ilkesi edinmiş kişileri tespit etmek ve bu kişilere canları pahasına bir görev verip hedefi yakalayacaklarına inandırmak. Uzun ve meşakkatli süren eğitim süreci sonunda kişi canlı bombaya dönüşüyor. Hayalindeki hedefe ulaşacağı için çok mutlu ve biran evvel de bu hedefe ulaşma arzusuyla yanıp tutuşuyor.
Bu aşamada yasal olarak silah kullanma hakkı olmayan, teknolojik olarak geride kalmış ülke veya örgütlere kalan, yüksek teknoloji istemeyen, uzaktan fark edilmesi çok zor olan bu silahı istenilen hedefe gönderip saldırı düzenlemek.
Terör örgütleri için yıllar önce dile getirilmiş olan “Terör örgütleri gün gelir, kendilerini besleyenleri, aynen akrebin yaptığı gibi, sokup öldürür” sözü, önümüzdeki yıllarda özellikle Avrupa ve ABD’de yaşanacak felaketlerin habercisi.
Artık savaş stratejisi değişti. Devletlerin ve orduların karşılıklı bölgesel çatışmaları yerine, masum insanların en basit ve fark edilemeyecek silahlarla öldürülmesi yönüne dönüştü. Terör örgütlerine silah satan, parasal ve siyasi güç verip arka çıkan ülkeler eninde sonunda yaptıklarını ödemeye başlayacak. Kaçış yok. Aslında Belçika’nın, AB’nin ve NATO’nun başkenti Brüksel’den bütün dünyaya verilen mesaj bu. Tabii anlayana….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
25 Mart 2016