“Saftorik”, Türkiye’de konuşulan Türkçede yer alan bir kelime değildir. Kıbrıs Türkçesine özgü “Saf insan” manasında, genel kullanımı da “söylenenlerin arkasında bir hinlik olduğunu düşünmeden her söylenene inanan kişi” yönündedir. Başka bir şekil ve manada kullanımı da varsa, ben bilmiyorum.
Bu aralar Kıbrıs konusunda sürdürülen müzakereler ile ilgili söylenenlere ve yapılan açıklamalara kayıtsız şartsız inanan, bununla da kalmayıp neredeyse yaşamları pahasına savunmaya çalışan saftorikler var aramızda.
Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı ile Özel Temsilcisi veya da Görüşmecisi Sayın Nami’nin açıklamalarına görüşmelerin çok olumlu devam ettiği, sonuca doğru hızla gidildiği ve yaz sonunda, eylül ayı civarlarında, en geç de 2016 sonuna kadar da çözüm olacak ve müzakereler noktalanacak(mış).
“Mış” diyorum çünkü ben bu açıklamayı “pembe bir hikaye” olarak değerlendiriyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı çözümde kararlıymış, Sayın Nami de Akıncı’dan iki kere fazla kararlıymış. Bu kararlılık sayesinde Beyarmudu ve Pile’de yıllar önce yediğimiz kazık ve kaybettiğimiz haklarımız hala belleklerde taze bir şekilde durmakta ama kararlılık ise hala devam etmekte, hem de eskisinden daha güçlü olarak. Allah bizi başka kayıplardan ve kazıklardan korusun. Çözüm illaki 2016 yılı bitmeden olacakmış.
Eğer Kıbrıs Türk tarafı olarak, azınlık olmayı kabul edersek, Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılmasını, Türk askerinin geri gitmesini, 1974 sonrası adaya gelip vatandaş olan kişilerin geri dönmesini, KKTC’yi lav etmeyi ve de KKTC’nin şu anda elinde tuttuğu topraklara asgari 160 bin Kıbrıslı Rum’un ve sözde Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olmuş Helenlerin veya da sözde Kıbrıs Cumhuriyeti yönetiminin uygun göreceği vatandaş olmuş yabancıların geri dönmesini kabul edersek, elbette o vakit çözüm olur.
BM’nin Kıbrıs müktesebatında yer alan ve Annan Planı Referandumu sonrası yayınlanması Rumların girişimi ile Rusya tarafından veto edilen Genel Sekreter Kofi Annan’ın raporunda yer alan “adada mevcut iki halk arasındaki ilişkinin azınlık çoğunluk ilişkisi olmadığı ve eşit statüdeki iki halkın ilişkisi” olduğu, “kurulacak yeni devletin bakir doğumla ortaya çıkacağı ve adadaki iki halktan ve bu iki halkın oluşturacağı devletlerden neşet edeceği, iki halk ve devlet arasında siyasi eşitlik olacağı ve iki devletin ayrı ayrı kendi hükümranlık bölgelerinin bulunacağı” yer alırken; Dört Rum’a bir Türk orantısı da nerden çıktığını ve Avrupa Birliğinin çoğunluk olmayan gruplarla ilgili prensipleri, özellikle de BM Genel Sekreterinin Kıbrıs Özel Danışmanı Eide tarafından niye dile getirildiğini anlamış değilim.
-Niye 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasa’sının Türklere eşitlik hakkı veren 13 maddesini tek taraflı ve yasalara aykırı olarak değiştirip, binlerce suçsuz Türk’ü 1963-1974 yılları arasında katleden sözde Kıbrıs Cumhuriyeti devam edecekmiş de, bizler de onun kanatları altına, müzakereler bitince “Ayrıcalıklı azınlık olarak” girecekmişiz onu hiç anlamadım.
Binlerce Türk’ü katleden katil Rum Yönetimi yargılanacağına ve tarihten silineceğine, mağdur olan bizler Kıbrıslı Türkler, aynı Rumların boyunduruğu altına mı gireceğiz ve de bunun adı “Çözüm”mü olacak.
Ben “softorik” değilim ve böylesi aşağılayıcı bir çözümü de asla kabul etmiyorum. Rumların yönetimi altında, aynen Batı Trakya’da olduğu gibi hiçbir insani, ekonomik ve siyasi hakka sahip olmayan “Ayrıcalıklı azınlık” olacağıma, anavatan Türkiye’nin kanatları altında, yüz karası bir şekilde batı dünyasının uyguladığı izolasyonlar, ambargolar ve seyahat kısıtlamaları altında ama özgürce, ama kendi toprakları üzerinde egemen olarak başı dik yaşamayı tercih ederim….
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
6 Nisan 2016
Bakan Atun’dan hükümet krizinin perde arkası
Ekonomi Sanayi ve Ticaret Bakanı Sunat Atun; CTP’nin, Türkiye ile işbirliği yaparak sonuçlandırılması gereken her ana konuyu Türkiye’ye karşı kullanarak muhalefeti örgütlemeye çalıştığını vurgulayarak, “bunu Akıncı’ya kaptırdıkları sol liderliğini ele geçirmek için fırsat olarak gördüler” dedi.
YURDAGÜL ATUN
LEFKOŞA
Ulusal Birlik Partisi’nin (UBP) Cumhuriyetçi Türk Partisiyle (CTP) kurdukları koalisyon hükümetinden çekilme kararı almasının ardından konuşan Ekonomi Sanayi ve Ticaret Bakanı Sunat Atun hükümetten çekilme gerekçelerini açıkladı.
CTP-UBP Hükümetinin Temmuz 2015 tarihinde, “geniş tabanlı bir hükümet” olarak hayata geçirildiğini ifade eden Atun, birçok icraatı hayata geçirebilme imkanı bulacakları gerekçesiyle hükümet ortağı olmaya sıcak baktıklarını söyledi.
Devlet için önemli olan konuları hayata geçirmekte zorluk yaşadıklarını kaydeden Atun, hükümetten çekilme kararı almalarına kadar geçen süreci şu sözlerle özetledi:
“2015 yılının Temmuz ayında, geniş tabanlı bir hükümete olanak sağlamak için koalisyon ortağı olmaya sıcak baktık. Devlet için önemli birkaç konu vardı. Biri su, diğeri 2016-2018 Ekonomik Protokolüydü. Bunun yanında, reform ihtiyacı duyulan temel alanlar vardı; enerji alanında reform, sosyal güvenlik reformu, kamu alanında reform gibi…
“Halka zaman kaybettirdiler…”
Tüm bunlar hayata geçirilecekken, önce su konusunda, -herşey belli olmasına, tüm anlaşmalar yapılmış olmasına rağmen- ciddiyetten uzak tartışmalar başladı. Yeniden başlandığı yere dönülerek halka zaman kaybettirildi ve Türkiye Cumhuriyeti (TC) ile ilişkiler gereksiz yere yıpratıldı.
“Ekonomik protokol müsteşar düzeyine indirildi”
Su konusunun ardından sıra ekonomik protokole geldi. Bu protokolle iş, müsteşar düzeyine indirildi, kapalı ortamda seyretti. Bunu Maliye Bakanı da dile getirmişti. Gelinen noktada, dört ay geçmesine rağmen, protokol, Başbakanlık tarafından sonuca bağlanmamış ve Türkiye ile sorun olduğunu gösteren gölgeler ortaya çıkmıştır.”
“Ortağımız bunu Türkiye’ye yönelik muhalefete döndürdü”
Türkiye ile KKTC arasında imzalanması gereken ekonomik protokolün, CTP tarafından muhalefet nedeni olduğuna işaret eden Atun sözlerini şöyle sürdürdü: “Ortağımız, Türkiye ile işbirliği içinde sonuçlandırılması gereken her ana konuyu (olumsuzca) değerlendirerek, muhalefeti örgütlemiş ve Akıncı’ya kaptırdıkları sol liderliğini ele geçirmek için fırsat olarak görmüşlerdir. Ortağımızın bu fırsatı, hükümet zemininde değerlendirme çabası bizi çok rahatsız etmiştir. Reform ihtiyacına işaret eden pragmatist sebepleri görmezden gelmek, ideolojik takıntılara düşerek, reform ihtiyaçlarını kabullenmemek 38 tabanlı bu hükümeti anlamsızlaştırmıştır. Dolayısıyla UBP olarak oybirliğiyle hükümetten çekilme kararı aldık.”
“Herşeyi solculuk olarak kabul edemeyiz”
Bakan Sunat Atun, CTP Genel Başkanı Mehmet Ali Talat’ın sosyal medyadan paylaştığı, ‘Maaşlarla devrim yaratacağı düşünenlere sevgilerimi sunarım’ şeklindeki sözlerinin ne anlama geldiğinin sorulması üzerine, “her şeyi, tüm icraatları solculuk olarak alamayız, bu mümkün değildir” dedi.
“Ya Özgürgün başkanlığında bir hükümet, ya da onurlu muhalefet”
Hüseyin Özgürgün’ün Başbakanlığı dışındaki bir modele sıcak bakmadıklarını açıklayan Sunat Atun, sözlerini şöyle tamamladı: “Bir şeyin altını çizmek istiyorum. Ya Hüseyin Özgürgün’ün başbakanlığında bir hükümet olur, ya da UBP onuruyla ana muhalefet görevini yapar. Bunun dışında bir alternatifi kabul etmeyiz…”
Maaşların yüzde 60’ı ödenmişti
CTP-UBP koalisyonu en büyük sıkıntısı Türkiye’den gelen duyun yönetimi konusunda yaşamış, tüm anlaşmalar bundan 5 yıl önce yapılmış olmasına rağmen CTP Parti Meclisi suyun yönetimi konusunda kendi şartlarının hayata geçirilmesi noktasında ayak diremişti. Aylar süren su polemiğinin çözülmesinin ardından, ekonomik protokolün imzalaması ikinci bir sorun olarak ortaya çıktı. Yapısal reformlar içeren protokolün imzalanmamsı, devletin ekonomik devinimini tıkayınca KKTC tarihinde ilk kez maaşlar kesintili ödendi. Geçtiğimiz Perşembe günü, maaşı 4 bin TL’yi geçenlerin maaşların yüzde 60’ı ödenirken, yüzde 40’ın Salı günü (yarın) ödeneceği belirtilmişti. Maaş krizinin ardından toplanan UBP Parti Meclisi hükümetten çekilme kararı aldı.
TDP ve HP “erken seçim” diyor
CTP-UBP koalisyonunun bozulmasının ardından koalisyon senaryoları gündeme geldi. UBP-DP koalisyonunu en büyük ihtimal olarak ortaya konulurken, Cumhurbaşkanlığı ve belediye seçiminde başarılı sonuç alan Toplumcu Demokrasi Partisi, (TDP) kurulacak hükümette yer almayacaklarını ifade ederek, erken seçim istedi. Bir erken seçim talebi de, Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 20’ye yakın oy aldıktan sonra, Halkın Partisi (HP) adında bir parti kuran Kudret Özersay’dan geldi. Özersay, “Bu noktadan sonra Meclisten menfaate dayalı yamalı bohça şeklinde bir hükümet çıkarmak bu halka bu ülkeye daha da fazla zarar vermekten başka bir işe yaramaz. Olması gereken şey, en kısa sürede seçime götürecek kısa ömürlü bir yapıdır. Üstelik bu seçim hükümetinin Türkiye ile ekonomik protokol bağlamında bu ülkeyi kendi görev süresinin ötesine geçecek bir yükümlülük altına koymaması gerekir. Ekonomik protokol halktan yetkiyi alan güçlü ve yeni bir siyasal iktidarın yapacağı müzakere ile sonuçlandırılmalıdır. Demokratik meşruiyetin gereği de budur” dedi.
Yurdagül ATUN
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin geçen hafta Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schultz’un adaya yapacağı ziyaret ile ilgili yaptığı açıklama, müzakerelerde ipin ucunun kaçtığını, gidişatın da farklı bir yöne doğru olduğunu göstermekte. (Cyprus Mail, 26 Mart 2016)
Eide’nin 26 Mart 2916 günü Cyprus Mail’de yayınlanan açıklamasını okuyunca “eşit ortaklık temelinde” bir anlaşma değil, Kıbrıslı Türklere azınlık hakları verecek bir anlaşma içinde olduklarını ayan beyan görüyoruz. Eide’nin açıklaması aynen aşağıdaki gibi. Ne bir eksik, ne bir fazla…
“I think that one of the very significant achievements in this round of talks is that both sides have embraced and strongly underlined the importance of making this a genuinely European solution,” Eide said. This, he added was good for both sides because there were many aspects to the European set of principles and values that protect the group which is not the majority.”
Değindiği konuya göre, bu cümlenin çevirisi de benim İngilizce bilgime göre en yakın şekli ile şöyle;
“Benim düşünceme göre, görüşmelerin bu turunda, çok önemli kazanımlardan bir tanesi de her iki tarafın bunu benimsemesi ve bunu gerçek bir Avrupalı çözüm yapmanın öneminin altını güçlü bir şekilde çizmeleridir. Bu, her iki taraf için de iyi oldu çünkü, çoğunluk olmayan grubu (toplumu) koruyan Avrupa’nın prensipler kümesinin ve değerlerinin bir çok yönü bulunmaktaydı.”
Bu açıklamasında Eide, açık ve net olarak “Görüşmelerden, her iki taraftan ve Azınlıkları koruyan Avrupa’nın prensiplerinden ve değerlerinin çok yönlü olduğundan” bahsetmektedir.
Eide, İsrail-Filistin görüşmelerinin ara bulucusu olmadığına göre, değindiği “görüşmeler” Kıbrıs Türk ve Rum tarafının yaptığı görüşmeler, “her iki taraf” dediği görüşme masasına oturan Kıbrıslı Türklerin ve Rumların liderleri ve müzakere heyeti, olduğu kesin de, “Çoğunluk olmayan grup” dediği kim acaba.
Aklıma, adada yaşamlarını sürdüren Kıbrıs Rum toplumu ve Kıbrıs Türk toplumu gelmekte ama bu güne değin hiçbir anlaşmada, görüşmede veya da planda Kıbrıslı Türkler “Azınlık” olarak tanımlanmadı.
Kıbrıslı Türklerin BM gözetimi ve himayesinde yapılan görüşmelerdeki statüsü “Eşit siyasi haklara sahip, oluşacak ortak devletin neşet edeceği iki halktan bir tanesi” olduğudur. Ne bağımsız bir devlet olan “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”, ne de oluşacak devletin Kıbrıslı Türk ortakları veya da Kıbrıs Türk oluşturucu devleti “Azınlık” statüsünde değildir. Hiçbir zaman da “Azınlık “statüsünde olmayacaktır.
Eğer Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schultz’un Kıbrıs adasına yapacağı ziyaret nedeni ile BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide’nin yaptığı açıklamanın içinde “Çoğunluk olmayan grubu koruyan Avrupa Birliğinin prensipleri ve değerleri” cümlesi yer alıyorsa ve de “Azınlık” konusuna değiniliyorsa, “Azınlık olma statüsü ve azınlık hakları” müzakerelerde tartışılıyor -Kıbrıslı Türkleri de “Azınlık statüsüne indirgemek” çalışmaları da inceden inceye başlamış- demektir. (Rumların 4’te 1 oranını koruma ısrarından bunu anlamamız gerekirdi.)
KKTC Cumhurbaşkanı ve Müzakere heyeti, kapalı kapılar ardında Avrupa Birliği normları içinde Kıbrıslı Türklere “Azınlık” statüsünü layık görüp, bu doğrultuda görüşmeleri sürdürüyorlarsa tarihi ve Kıbrıslı Türklerin yok oluşuna neden olacak bir hata yapıyorlar demektir.
Hiçbir zaman ve hiçbir koşulda, bu ada üzerinde Kıbrıslı Türkler, aynen Batı Trakya’da olduğu gibi “Ayrıcalıklı Azınlık” statüsünde bir toplum düzeyine indirgenemeyecektir. 1950’li yılların güçsüz Türkiye’si döneminde bile, Kıbrıs adasındaki kurulacak yeni devlette “siyasi eşitliğe sahip oluşturucu toplum” hakkını elde etmiş Kıbrıslı Türkler, günümüzde bölgenin lideri olan Türkiye döneminde asla “azınlık statüsünde hakları olan bir toplum” olmayacaktır…
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
4 Nisan 2016
Bu Heykel ispanya- Madrid şehir müzesindedir.
Abidenin ismi “Yahudi, Hıristiyan ve Müslümandır.
Heykeli eleştiren Yahudi’den eleştirinin sebebini sormuşlar; “Niye beğenmiyorsun? oysa Yahudi en yukarıda …
“Yahudi şöyle cevap vermiş: ”Evet en üste ama Müslüman ayağa kalkarsa hepimiz yıkılacağız.
Sağdaki 7 kollu şamdan’ın (Menora) gövde kısmına dikkatle bakın. Orta Doğudaki sorunun ne olduğunu iyice anlatıyor.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
2 Nisan 2016
Bir evvelki yazımda dile getirdiğim, sahte hastalık raporu ve kamu görevlilerine devletin diğer birimlerinde olası işlerini yapabilmeleri için iyi niyetle yasalara hak olarak konan “Mazeret izni”nin suiistimal edilerek yapılan 16 günlük ailecek tatil konusuna o denli yorumlar aldım ki, konuya devam etmem farz oldu adeta.
Bu basit gözüken ama yüzlerce kamu görevlisinin içleri sızlamadan “Benim yasal hakkım” diyerek yaptıkları bu haksız ama yasal gözüken suiistimale dur demenin zamanı gelmiş anlaşılan. Birçok okurum yapılan suiistimalin suç olduğu inancında ve devlet kasasından para çalmakla, vatandaşa verilmesi gereken hizmetten saat çalıp ay sonu tam maaş istemenin aynı kategoride bir hırsızlık olduğu düşüncesinde. Ağızbirliği ile bu tip sahtekar personelin maaşının kesilmesini, hırsızlama tatil günlerinin de emekliliğe sayılan günlerden düşülmesini öneriyor okuyucularım. Bence çok doğru söyledikleri ve önerdikleri.
Gelen yorumlardan anladığım, denetimsizlikten ve cezanın olmamasından dolayı sonuna kadar suiistimal edilen sendikal hakların ve sendikal faaliyetlerin artık gözden geçirilmesi ve 21. yüzyıla uygun hale getirilmesi gerektiğidir. Geniş tabanlı CTP-UBP hükümetinin icraatlarından bir tanesi de “Grev ve Halk Oylaması Yasası” ile sendikal faaliyetlerle ilgili tüm yasaların acilen gözden geçirilerek çağdaşlaştırılması olmalıdır.
“Geçmişten gelen bir hak” diyenlere şunu anlatalım; Evet, İngiliz sömürge döneminde İngiliz yönetimi de “Mazeret izni” vermekteydi. Bunu memurlarına hak olarak tanımıştı. Mazeret izni alacak personel, Müdürüne gider ve yazılı dilekçe verir, hangi devletin hangi dairesine veya da özel sektördeki hangi kuruluşa hangi işi yapmak için gideceğini belirtir ve izin isterdi. Genelde kendisine istediği gün için mazeret izni verilirdi. Ancak müdür ertesi iş günü, memurunun gideceğini beyan ettiği yeri arar veya ziyaret eder, memurunun gelip gelmediğini sorardı. Eğer gerçekten izin dilekçesinde beyan ettiği işi yapmışsa sorun olmazdı ama benim bir evvelki yazım da belirttiğim gibi yalan yere izin almışsa, anında görevine son verilir, emeklilik hakkı da iptal edilirdi. İngiliz Sömürge Yönetimi düzenini doğruluk esasına ve acımasızca cezalandırma sistemi üzerine kurmuştu, tıkır tıkır da çalışıyordu bu sistem. Bunu suiistimal eden bizim, yani KKTC’nin memurları ile bizim sendikalarımız oldu maalesef.
Komşumuz Rum tarafında da aynı kurallar geçerli.
Buna ilaveten sendikacılık anlayışı da birazcık farklı.
Eğer söz konusu memur, bir evvelki yazımda belirttiğim gibi sahte mazeret izni beyanı ve gerçekleri yansıtmayan tıbbi raporla 16 gün haksız bir tatil yapmış olsaydı, bağlı oğlu sendika kendisini çeker ve “senin gibi bir sahtekârın bizim sendikamızda yeri yoktur. Bugünden itibaren üyeliğini iptal ediyorum” der, anında kapı dışarı ederdi.
Ama bizim sendikalarımız siyaset yapmak ve başkanlık koltuğundan yaşam boyu, yerel Türkçemizle de “gademici başkan” sıfatı ile oturmak için elden gelen her şeyi yapmaktalar. Bizim kamuda örgütlü sendikalarımızın başkanlarının neredeyse tümü de “gademici başkan.”
Artık bu “gademici başkanlık” yöntemine, yönetimdeki kişilerin de, yani başkan ve yönetim kurulu üyelerinin de her yıl koltuğa daha sağlam oturabilmek için üyelerden toplanan aidatlardan üyelere çeşitli menfaatler, çanta, seyahat, tatil gibi hediyeler sunmalarının önüne geçilmesi gerekmektedir. Sendikaların faaliyetleri ile ilgili yasalarda değişiklikler yapılarak veya da 21. yüzyıla uygun olarak bu yasaların yenilenerek halkımızın ve çalışanların gerçek sendikacılık hizmetine kavuşturulması lazımdır. Günümüzde birçok sendikamız, üyelerinin faaliyet alanlarında, devletimiz neredeyse dünyanın en kötüleri arasına kadar düşmesine rağmen, kendi faaliyet alanlarında çalışmak ve verimi yükseltecek girişimler yapmak veya da öneriler sunmak yerine, siyasetle uğraşmayı kendilerine görev addetmişler, maalesef…
Dolayısıyla kamuyu tıkayan bu sistemin bir an önce düzeltilmesi, -çalışanın ödüllendirildiği, çalışmayanın haklarının budandığı- liyakat sisteminin hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Ata ATUN
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: Ata Atun
1 Nisan 2016