Kerkük’e ilk gidişim 1966 yılında olmuştu. Üniversitemizin bir başka Fakültesinde okuyan “Güler” adlı Türkmen bir arkadaşımız davet etmişti biz Türkçe konuşan çok az sayıdaki öğrencileri Kerkük’e. Güler ile ilk tanıştığımda bana adının “Gular” olduğunu söyleyince çok garibime gitmişti. Gençliğin verdiği bilgisizlik ve ukalalıkla adının “Gular” değil “Güler” olduğunu söylemiştim ona, yerel kültürlerini, yüzyılların geleneklerini hiç dikkate almadan ve “biz ne dersek o olur” havasıyla. Bu davranışımın ne kadar yanlış olduğunu yaz tatili gelip Kerkük’e gidince anlamıştım. Çok uzaklarda yaşayan ve yüzyıllardır yaşadıklarından haberimizin olmadığı “Kıbrıslı” uzak akrabalarımızla tanışmıştım adeta. Türkçeleri aynı bizim Kıbrıs Türkçesiydi ve anlaşmakta da hiç zorluk çekmemiştim. Sıkıştığım vakit en yakınımdaki uzak akrabaya! “Tuvalet nerede” diye sorduğumda yüzünün aldığı şekli hiç unutmuyorum. Kimbilir neler geçirmişti aklından o 1-2 saniye içinde. Anlamadığını kavrayınca “Ayak Yolu” demiştim Kıbrıs deyimiyle. Hemen yüzü parlamış ve yerini göstermişti Türkmen uzak akrabalarım.
Bana çok ilginç gelmişti Kerkük. Yer yüzüne kadar uzanmış doğalgaz nedeni ile belli yerlerde, toprak üzerine çaktığınız çakmakla, toprak hemen alev alıyordu. Rafinerideki çok yukarılara kadar uzanan bacanın ucundan çıkan alev herhalde 15-20 metre uzunluğundaydı. Bu bacanın gece görüntüsü adeta doyumsuzdu. Kenarlara fırlayan, uçuşan, kollarını yana açan ve her anı birbirinden farklı alevi saatlerce seyretmekten hiç bıkmamıştım. Evlerin hepsi tek katlı, büyükçe bir bahçe içinde ve tuğladan yapılmıştı. “Air Cooler” dedikleri hava soğutucuları, günümüzde kullandığımız klimalar gibi değil, yukardan aşağıya akan bir suyun arkasına konmuş pervaneden ibaretti ama ortamı hem nemlendiriyor hem de bayağı soğutuyordu. Bize karşı çok sevecen davrandılar. Türk olmamız onları çok olumlu etkilemişti. Misafirperverliklerine hayran kalmıştım. Herhalde Kerkük’e gelişimiz anavatan hasretlerini depreştirmişti. Her biri bize ayrı bir sevgi gösteriyordu. Öğleyin masaya konan yemekleri, herhalde bir aya geceli gündüzlü yesek bitiremezdik. O denli elleri açık ve misafirperverdi Türkmen kardeşlerimiz.
25 Eylül günü Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) Irak’ın Kuzey bölgelerinde düzenlediği anayasaya aykırı referandum beni çok olumsuz etkiledi. Gelecek ile ilgili olumsuz senaryolar yarattı kafamda. Birkaç sene içinde Irak’ın kuzey bölgelerinde nelerin olacağını ve ne felaketlerin yaşanacağını adeta gördüm. Ki, ziyaret ettiğim günden bu güne demografik yapının bilinçli olarak değiştirildiği Kerkük’te ve Türkmenlerin yaşadığı Irak’ın -orta ve üst- doğu bölgelerinde yüzyıllardır çoğunluğu oluşturan Türkmenler, acımasız saldırılar ve ayak oyunları ile azınlık durumuna getirildi.
Irak Kürt Bölgesinde yapılan bu referandum, 1915 Sykes-Picot Anlaşmasından sonra Ortadoğu’da yaşanacak en büyük siyasi değişimin habercisi. Israil’in güvenliği açısından ABD’nin bölgeye elini sokmasına karar veren “Baba Bush”, uygulayıcısı da dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condeliza Rice oldu. 10 Nisan 1991 günü baba Bush’un, Saddam Hüseyin hükümetini, 36. paralelin üzerinde savaş uçaklarını uçurmaması ve askerî harekata girmemesi yönünde uyarması, Orta Doğu’da değişimin başladığının habercisiydi aslında. De facto bir Kürt hükümetinin oluşmasını sağlamak amaçlı 19 Mayıs 1992 de gerçekleştirilen Kuzey Irak’taki genel seçimler ve sonrasında da Ekim ayında Federe Kürt devletinin ilân edilmesi ABD-İsrail planının şaşmaz adımlarını gözler önüne serdi. Sonra da Ortadoğu’nun kuzey yarısında kan gövdeyi götürmeye başladı. Kendilerine fazlaca güvenerek sağa sola posta koyan İran ve Irak’ın, Ortadoğu’nun batı kıyılarında “aşı” bir devlet kurmasını kabullenemediler asla. O yüzden de hedef, bu ülkeleri zayıflatmak, güçten düşürmek, mümkünse yok etmekti, son adım hariç başardılar da.
Zaten Israil’in Suriye’yi, Irak’ı ve İran’ı denetim altında tutabilmesinin tek yolu olarak görülen, Ortadoğu’nun kuzeyinde kendilerinin yönettiği bir egemen devletin, namı diğerle “Kürt Devleti”nin kurulmasının planı da tesadüfe bakın 1991 yılında yapılmıştı. (Bak. İsrail’in Gizli Savaşları: I. Black, B. Morris)
Tüm bu yaşananların bizimle ilgisi ne diyebilirsiniz. Açıklayayım; Türkiye, planlı ve doğru bir diplomatik strateji ile IKYB’de yaşanacak gelişmelere paralel olarak KKTC’nin meşruluğunu sağlayabilir, bölgedeki gücünü de arttırabilir. Yani, BM’nin önüne Kürt Devletini tanıması konusu geldiğinde, Türkiye de KKTC’yi BM’nin önüne koyabilir….
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Kıbrıs Rum Yönetimi, KKTC’nin Karpaz bölgesinde yaşayan Rumları kalmaya teşvik etmek için her ay maaş olarak para gönderiyor, erzak gönderiyor, giyim kuşam, ayakkabı gönderiyor, bir de Tassos Papadopulos döneminde dönemin Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ı politik oyuna getirerek açtıkları okula öğrenci sayısından fazla öğretmen gönderiyor. Amaç mazlum rolünü oynamak, kendilerini acındırmak ve KKTC’de oldu bittiler yaratarak kalıcı kazanımlar elde etmek.
Yıllardır Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından hazırlanan yardım malzemeleri, her Çarşamba BM konvoyu ile başta Dipkarpaz olmak üzere KKTC’de yaşayan Kıbrıslı Rumlara gönderiliyor. Yardım malzemeleri arasında tüp gaz, yemeklik yağ, tahıl, baklagil, hububat ve çeşitli yiyecek malzemeleri bulunuyor. Bu yardıma ilaveten 600 Avro maaş da gönderilmekte bu Rumlara sırf Karpaz’da ikamet etmeyi sürdürsünler diye. Bakmayın siz adının “insani yardım” olduğuna. Görüldüğü üzere Karpaz’da yaşayan Rumların geçim sıkıntısı yok. Hatta ve hatta maaş ve yiyecek yardımı alan Rumlar, ek bir gelir elde etmek için bunların bir kısmını da KKTC’de satıyor.
Maalesef, 1974 Barış harekatından sonra kurulan hükümetlerde, toplamda üç kez görev alarak hükümet kurmayı başaran günümüz muhalefet partilerinin, her seferinde “insani düşünceler”i ortaya atarak Rumlara verdikleri tavizler, sonradan başımıza dert olarak kalırken, Rumlardan, Kıbrıslı Türklerin lehine hiçbir taviz alamadılar.
Benzeri bir başka kazık da bize, gene günümüz muhalefetinin hükümet ettiği dönemde Rum Ortodoks Kilisesine, KKTC’deki dini bölgelerine Metropolitler atama yetkisi ve kiliselerde ayin yapmak izninin ucu açık olarak verilmesi ile atılmıştı. Neyse ki, sonradan bu izinler denetim altına alındı ve Rum Ortodoks Kilisesinin KKTC’yi din işleri kisvesi altında işgal etmesi önlendi.
Rum lider Tassos Papadopulos ile KKTC II. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Karpaz’da Rum okulu açılması karşılığı, Limasol’da da Türk okulu açılması mutabakatı yapmış olmalarına rağmen, Tassos Papadopulos’un BM’de yaptığı bir ayak oyunu sonrasında Karpaz’da Rum okulu açılırken, bunun mütekabili, yani karşılığı olarak Limasol’da Türk okulu açılamadı. Açıkçası Papadopulos Güney Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin hakkını gasp etti ve Türk okulu açılmasına izin vermedi, olanak tanımadı. Güney Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin çocukları Rum okullarına gitmek zorunda bırakıldılar ve 1974 yılından beridir de Rum okullarına gitmekteler, “En iyi Türk ölü Türktür” ilkesi de bu eğitimlerde kafalarına sokulmakta, Türk olmalarına rağmen.
Aramızdaki Rum çığırtkanlarına ve nesebi bozuklara tavsiye ederim, Güney Kıbrıs’a geçip Türk çocukların nerede okuduklarını ve ne okutulduklarını incelemelerini. Allah göstermesin bir gün, Rumların dayatmak istediği hükümet şekli içinde azınlık durumuna düşersek, çocuklarımızın ve torunlarımızın içine düşeceği eğitim durumu aynen şimdiki gibi, Güneyde zorla Rum okullarında eğitim alan çocuklarımızın ki gibi olacak.
***
Gelelim esas konuya; Bazılarımız bu işi Rumların ağzından ele alsa da, Dışişleri Bakanımız Tahsin Ertuğruloğlu’nun 22 Eylül günü yaptığı açıklamada bahsettiği, BM aracılığıyla KKTC’de yaşayan Kıbrıslı Rumlara gönderilen yardım malzemelerinin vergilendirilmesi konusunu sonuna kadar destekliyorum. Nedeni çok ama 1964-1974 yılları arasında anavatanımız Türkiye tarafından Kızılay kanalı ile bizlere gönderilen tahıl, hububat, baklagil torbaları ile giysi ve diğer yardım malzemeleri kolilerine, Rum Gümrükçülerin ve Mağusa-Lefkoşa yolu üzerinde kurdukları insanlık dışı barikatlarda Rum askerlerinin, süngü ile torbaları delik deşik ettiklerini, ellerindeki baltalar ile tahta sandıkları kırdıklarını ve karton kolileri bıçaklarla yırttıklarını ve Kıbrıslı Türklere, anavatanımız Türkiye’nin gönderdiği bu insani yardımların tam ve hijyen kurallarına uygun olarak ulaşmaması için neler yaptıklarını gözleri ile gören ve yaşayan bir kişi olarak söz konusu kararın alınmasında geç bile kalındığı ve 1 Ekim’de tam olarak uygulamaya konulmasının şart olduğu düşüncesindeyim. Hükümetimize, bu yaptırımın-haddim olmayarak- derhal hayata geçirilmesi gerektiği tavsiyesinde de bulunmak isterim.
Bu uygulamaya ilaveten, KKTC’de kazanılan paraların KKTC’de harcanması, KKTC ekonomisinin daha da güçlenmesi, çarşımızın daha da hareketlenmesi, esnafımızın cirosunun artması ve hükümetimizin topladığı vergi ve KDV gelirlerinin artmasına yönelik olarak da, Rumların yaptığı gibi, kapılarda sıkı denetimler yapılmalı. Ki Rumların, Kuzey’den gelenlerin el çantalarını dahi didik didik etmelerine karşın, bizim Güney’den alışverişler için belirlenen 300 Euro’ya uymadığımız ve bu konuda sıkı tedbirlerin olmadığı herkesin malumu…
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Aramızda sesi çok çıkan ama sayıları fazla olmayan çığırtkanlar var.
Bunlar, Kıbrıslı Rumlar ne yapsa alkışlar, yanlış yapsa ağzını kapar ve sesini çıkarmaz ama iş KKTC’ye ve Türkiye’ye geldi mi eleştirilerin ve saldırıların en alasını yapar.
Bir çoğu KKTC bütçesinden maaş almasına, bir kısmı KKTC’nin ekonomisinden nemalanmasına, KKTC’de ikamet etmesine ve de her tür nimetinden faydalanmasına rağmen önce KKTC’yi sonra da her konuda yanımızda yer almış olan, başımız sıkışsa da sıkışmasa da sevgisini ve desteğini esirgemeyen anavatanımız Türkiye’mizi sevmezler, istemezler ve dil uzatıp nefretle eleştirirler. Bunu da kendi aralarında “kahramanca” bir duruş sayarlar!
KKTC’deki UBP-DP koalisyon hükümetinin, iş başına geldikten sonra kasten diyebileceğim bir şekilde batırılmış ve iflas ettirilmiş KKTC Hazinesini toparlayıp bütçe fazlasına geçirmesini, Türkiye’den suyun gelmesini, Türkiye’den elektriğini gelecek olmasını, Türkiye’nin KKTC’nin alt yatırımını iyileştirmek için açtığı ihaleleri, haklı olarak verilen vatandaşlıkları ve benzeri bir çok olayı bu nesebi bozuklar acı acı eleştirir, fırsatını bulduğu vakit de AB’ye, BM’ye utanmadan mektup yazıp şikayet ederler.
Bu nesebi bozukların arasında KKTC’ye, dünyada bir ilk olan teknoloji ile Türkiye’den deniz yüzeyinin 250 m. altında, deniz tabanına tutturulmuş 1600 mm çapında 25 atmosfer basınca dayanıklı borularla Torosların doğal suyunun getirilmesini bile -saçma sapan iddialarla-eleştirenler bile var. Dünyanın III. büyük savaşının enerji değil, su kaynakları nedeni ile çıkacağının farkında dahi olmayan bu kişiler, KKTC’de belediyelerin kendi bütçe açıklarını kapatmak için Türkiye’den gelen suyun maliyet fiyatı üzerine koydukları fahiş karları görmezler ve suyun pahalı olduğundan bahsederler, geçmişin tuzlu suyuna insanlarımızın ödedikleri ücretlerle kıyaslamadan.
KKTC hükümetinin yılların ayıbını düzeltmek için ele aldığı vatandaşlık konusunu söz konusu da bu kişiler ağızlarına sakız etmiş durumdalar. İki yaşında KKTC’ye gelmiş, KKTC’de ilkokul, Ortaokul, Lise ve üniversiteyi bitirmiş, iş güç sahibi olmuş, yanında insan çalıştıran bir kişinin bile vatandaşlık müracaatını eleştirmeyi marifet sayıyor bu kişiler. Ki bu örneğe benzer yüzlerce kişi var. Kimi 20, kimi 25 senedir KKTC’de ama vatandaşlık talepleri, “yurtdışında 41 günden fazla kalmış”, “karısı taşıyıcı çıkmış”, “işten ayrılınca 3 ay boş kalmış” gibi yasal anomalilerle reddedilmekte. (Diyelim yurtdışında yaşayan anneniz/babanız ağır hasta ve size ihtiyaçları var. Siz yurtdışında 40 günden fazla kalırsanız vatandaşlık hakkını kaybediyorsunuz. Süre yeniden başlatılıyor. Önemli ağır bir hastalık geçirdiğinizde tedavi için yurtdışına gider ve yine 40 günü aşan bir tedavi görürseniz, o da aynı yasal prosedüre takılıyor.) Bir dönemin hükümetinin, içinde Jak Kamhi, TOBB Başkanı, tanınmış bir Futbol Klübü Başkanı gibi Türkiye’nin kıymetli ve değerli insanlarının yer aldığı 1300 kişilik vatandaşlıkları yeni verilmiş kişilerin listesini, kendi tabanına yaranmak için, (kendine göre) kahramanca bir davranışla topluca iptal etmesi de politik tarihimizin ayrı bir garabeti.
Öte yandan, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin gerekli güvenlik soruşturması yapmadan Rus ve Ukraynalı işadamlarına para karşılığında AB Pasaportu vermesini ise bu nesebi bozuklar ağızlarına bile almazlar, eleştirmezler ve AB ile BM’ye şikayet etmezler avantaları bozulmasın diye.
Rumların vatandaşlık satmalarını Mısır’daki sağır sultan bile duyduktan sonra nihayet İngiltere’nin önde gelen ciddi gazetelerinden “The Guardian’ manşetine taşıdı ve AB Komisyonu (AB Bakanlar Kurulu) Kıbrıs Rum Yönetimini ve Muhaceret Dairesini incelemeye aldı. İnceleme kapsamında da verilecek tüm yeni pasaportlara da el koydular.
The Guardian’ın haberi içinde, para karşılığı Rum Yönetimi tarafından satılan vatandaşlıklar listesi içinde yüzlerce ismin bulunduğundan bahsedilmekte ve Leonid Lebedev, Gennady Bogolyubov, Igor Kolomoisky ve Tedy Sagi gibi tanınan Rus ve Ukraynalı iş insanlarının ismi de verilmekte. İddialara göre bu vatandaşlık satışlarından Rum Yönetiminin kasasına ve ekonomiye dört milyar Avro’luk para girmiş. (Ki Rumların kafasına göre verdiği Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği, Avrupa Birliği’ni de yakından ilgilendiriyor.)
Bizim ülkemizin verdiği vatandaşlıkları acı acı eleştirenler, umarım Rumların bu resmi dolandırıcılığını da eleştirirler. Yoksa haklı bir taraf mı bulurlar diyorsunuz? Olabilir… Bekleyip görelim…
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Ata Atun’un yazısı Rusların kitabında
Valery Tishkov’un Academia.edu sitesine yüklediği 650 sayfalık Araştırma kitabının, 501.ci sayfasında Prof. Dr. Ata Atun’un “Solution: how close to Cyprus” adlı makalesine atıf yapıldı.
Rusya Bilim Akademisi Başkanlığı Temel Araştırması Programı Bölümünün gerçekleştirdiği “Yeni ve Çağdaş Zamanın Karşılaştırmalı Tarihsel Perspektifte Toplumsal Dönüşümler ve Çatışmalar” Araştırmasında, Ata Atun’un EOKA ile ilgili olarak verdiği bilgilere yer verildi. Yakın zamandaki toplumsal çatışmaların bilimsel bir çalışmayla ortaya konulduğu kitapta, Atun’un, EOKA gerçeği ve Rumların “Enosis” çalışmaları da yer aldı.
Atun’un makalesi, Rumların yoğun propaganda, tarihi gerçekleri tahrif etme ve bazı belgeleri ortadan kaldırma yoluyla gerçekleştirdikleri çalışmalara karşın, Kıbrıslı Türklerin uğradığı zulüm ve tarihi gerçeklerin ortaya konması yönünden büyük önem arz ediyor.
(РГНФ) проект № 12-01-16086
Sayfa 501
… Палата объявляет, что вне зависимости от каких-либо неблаго- приятных последствий не будет остановлена борьба, осуществляемая при поддержке всех греков, до того момента, пока она не завершится успехом в виде объединения, без каких-либо предварительных условий, всего нераз- деленного Кипра с родиной». Эта резолюция формально действует до сих пор. В 1987 г. тем же представительным органом принят закон о признании действий организации EOKA борьбой за суверенитет и эносис164.
Türkçesi:
“1967 yılında Rum Temsilciler Meclisince alınan Enosis kararı resmi olarak yürürlüktedir. 1987’de aynı temsilci organ, EOKA örgütünün eylemlerini egemenlik ve Enosis mücadelesi olarak tanıyan bir yasayı kabul etti.” 164
Sayfa 517
Referanslar bölümü:
164 Atun A. Solution: how close to Cyprus //International Journal of Academic Research (Baku, Azerbaijan). Vol. 3. N 3. May, 2011. II Part.
Rum lider Anastasiadis’in Cumartesi günü Resmi Rum Radyo-Televizyonu olan RİK’te yayınlanan açıklaması, BM’nin 72’nci Genel Kurul çalışmaları çerçevesinde görüşeceği BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’den müzakere masasına oturmak için neler istediğini ortaya koyuyor.
Belli ki Anastasiadis masaya kerhen oturacak, sırf müzakere masasını çıkmaza sokmakla ve masadan kaçmakla suçlanmamak için. Açıklaması içinde birkaç kez de Müzakere masasına oturmaya hazır olduğu dile getirerek adeta Crans Montana müzakerelerini çıkmaza sokmakla suçlanmaktan arınmaya çalıştı.
BM Genel Kurulunda tüm devlet başkanlarının Genel Kurula hitap ettiği süreçte kendisine sıra geldiği zaman bir konuşma yapacağını ve bu konuşmasında da Rum tarafının müzakerelerde neler istediğini ve müzakere masasına oturmak için taleplerinin ne olacağını ortaya koyup, taahhütte bulunacakmış. Aynı taleplerini BM Genel Sekreteri Guterres’e de yazılı sunacakmış ve ona da taahhütte bulunacakmış!
Anastasiadis’in hedefi çözüm için istekli olduğunu bir daha teyit etmek ve her iki tarafın da reddettiği Guterres Çerçevesi dahilinde masaya oturmakmış!
RİK’e yaptığı açıklama bu safsatalarla devam edip bitti. Son anda ve son dakikada Anastasiadis baklayı ağzından çıkardı. Eğer Türkiye “Garantilerden, Kıbrıs Anayasasının EK I, Madde 4’ü içeriğince tek yanlı müdahale hakkından, garantör olmaktan, İttifak ve Garanti Anlaşmasından vazgeçerse ve de KKTC’de bulunan Kolordusunu geri çekmeyi kabul ederse müzakerelere devam edermiş!”
Şimdi Anastasiadis’e ve Anastasiadis gibi düşünen hayalperestlere açıklayalım; KKTC’de Türk Silahlı Kuvvetlerinin bulunması öncelikle,
Öyle Anastasiadis veya Kıbrıslı Rumlar istedi diye çekilmesi söz konusu değil Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs’ın kuzeyinden. Girit’te, Avrupa Devletlerini araya sokup, yalandan Girit’li Türklerin hayatlarına kast edilmeyeceğine dair Osmanlı Devletine garanti vermeleri sonrasında Osmanlı Ordusu Girit’ten çekilince yaşanmış olan katliamı, ne biz Kıbrıslı Türkler, ne de Türkiye Cumhuriyetinin başında olan yöneticiler unutmadı(k).
Anastasiadis, Türklerin geçmişi hatırlayıp böyle oyuna bir daha gelmeyeceklerini bile bile hem Türk askerinin geri çekilmesini hem de Garanti Anlaşmasının lav edilmesini şart koşuyor masaya oturmak için. Dönüşümlü Başkanlığı kabul etmesi için de Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk tarafının, “Kıbrıs’ın normal devlet olmasını sağlayacak güvenlik ve garantilerin kaldırılmasını” şartını öne sürüyor.
BM aracılığı ile bundan tam 50 yıl önce, 1967 yılında Denktaş ile Klerides arasında başlatılan, Kıbrıslı Türklere uygulanan insanlık dışı seyahat özgürlüğü kısıtlamasının kaldırılması, silahlı saldırıların durdurulması, insani haklardan mahrum edilmesinin iptali, acımasızca her tür ticari malda uygulanan ambargoların kaldırılması ve Kıbrıslı Türklere mal edinme ve çalışma özgürlüğünün verilmesi için başlatılan müzakerelerin, 1974 yılında gerçekleşen Barış Harekatı sonrasında şekil değiştirmesine rağmen hala sürüyor olması kabul edilebilir bir uygulama değildir.
1963-1974 yılları arasında adanın tek hakimi olan Rumların soykırım uyguladıkları biz Kıbrıslı Türklere vermediklerini, şimdi kendileri mazlum ve mağdur rolü oynayıp bizden istemekteler…
Rusya ile S400 füzeleri alım anlaşması da imzalandıktan sonra artık Kıbrıs konusunda strateji değiştirmenin zamanı geldi zira fırsatlar kolay ele geçmiyor.
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata.atun@atun.com veya ata.atun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1