Rumların Kıbrıs hayalleri
Rum lider Anastasiadis pembe hayaller kurmakla meşgul her zamanki gibi. Herhalde -çok nadir olarak- ayık gezdiği zamanlarda doğruları görebiliyor ve ağzını açmıyor. Dalgada olduğu zamanlar da bol bol hayallerinden bahsediyor.
Çok değil daha 4 gün önce Yunanistan merkezli “Lifo” isimli web gazetesine verdiği, Kıbrıs sorunu ve Türkiye’deki seçimlerle ilgili değerlendirmede “Öncelikle Ankara ile Kıbrıslı Türkler arasındaki göbek bağının kesilmesi, sonra da Kıbrıslı Türklerin ısrarla istediği ‘Dönüşümlü Başkanlığın’ kabul edilmesi için Garantilerin, Müdahale hakkının kaldırılması ve adadan Türk askerinin tümü ile gitmesi şartımızdır” diyor.
Türkiye ve Kıbrıslı Türkler, Rumlara ve Yunanlılara göre saflık derecesinde iyimser. Rumlar ve Yunanlılar istedi diye Türkiye garantörlük hakkından ve müdahale yetkisinden vazgeçecek ve bu vazgeçmenin hediyesi olarak da 1974 yılından beridir adada çatışma olmasını önleyen Türk Silahlı Kuvvetleri adadan çekecek. Adanın yönetimini Rumlara bırakacak, Kıbrıslı Türkleri Rumların insafına terkedecek, Yunanistan toprağı olan Meis adasından Kıbrıs’a çekilecek bir kıta sahanlığı hattı ile Doğu Akdeniz’e elveda diyecek. Yunanistan da resmen Kıbrıs adasına ve Doğu Akdeniz’in kuzey yarısına el koymuş olacak.
Bu gelişmeleri anlayabilmek için Deniz Hukukunun ilgili bölümünü ve 1960 Zürih ve Londra Anlaşmalarını iyi bilmek gerekiyor.
1982 yılında gerçekleştirilen Üçüncü Deniz Hukuku Konferansında alınan kararla ilk kez adaların kıta sahanlıkları hakkı olduğu kabul edildi ve buna bağlı olarak da adaların Münhasır Ekonomik Bölge hakları ortaya çıktı. Özellikle bu karar Ege Denizinde Türkiye ile Yunanistan’ı karşı karşıya getirdi ancak Yunanistan’ın Ege’deki adalarının karasularını 12 mile çıkarması kararını Türkiye “Casus Belli –(Savaş Nedeni)” notası ile uygulamaya koydurtmadı.
Gelelim Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki haklarına; Bazı “Diplomasi önderleri” Kıbrıs adasını “Yüzen Uçak Gemisi” olarak tanımlıyorlar. BM tarafından akredite edilen 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre Türkiye bu Cumhuriyetin bekasını sağlamakla görevli üç garantöründen bir tanesi. Buna ilaveten herhangi bir şekilde 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin statüsü, aynen 15 Temmuz 1974 darbesi sonrasında 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti lağvedilip “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin ilan edilmesi gibi değiştirilirse, Anayasanın EK I, Madde 4’üne göre garantörlerle birlikte veya tek başına müdahale ederek 1960 Kıbrıs Anayasasına göre kurulmuş Kıbrıs Cumhuriyetini tekrardan hayata geçirmekle yükümlü. Zaten bu nedenle de 20 Temmuz 1974 tarihinde garantör devlet olarak adaya müdahale etmiş, Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin lağvedilmesini sağlamış, tüm barışçıl girişimlerine rağmen Rumların, Türklerin kurucu ortak oldukları 1960 Kıbrıs Cumhuriyetine geri dönmek istemeyişleri nedeni ile adadaki varlığını halen sürdürmekte. Rumlar, Kıbrıslı Türkleri kurucu ve eşit ortak olarak kabul edene dek de Türkiye Kıbrıs adasındaki varlığını BM’nin akredite ettiği 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre devam ettirecek, daha doğrusu devam ettirmek zorunda.
Şayet adada bir anlaşma isteniyorsa Rumların ve Yunanlıların hayal dünyalarından uyanıp gerçeklerle yüzleşmeleri ve Kıbrıs hayallerinin hiçbir zaman ve koşulda kendi istedikleri şekilde gerçekleşemeyeceğini kabul etmeleri gerekiyor. Bu aşamaya geldikleri vakit Kıbrıs sorunu zaten kendiliğinden çözülecek.
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Mağusa Sancağı, 1. Tabur, Karargah Servis Bölüğünde 1970-1972 yılları arasında yaptığım Mücahitlik görevim ve 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatına Mağusa Sancağı, 1. Tabur Havan Takım Komutanı olarak katılmam nedeni ile bana verilen KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ MİLLİ MÜCADELE MADALYASI VE BERATINI gururla aldım. Bu madalya aileme bırakacağım en değerli ve özgürlüğümüz yolunda verdiğimiz şanlı mücadelemizin onurunu gururla taşıyan bir miras olacaktır. Bu uğurda hayatlarını seve seve veren şehitlerimizi rahmetle anıyorum.
Bu mücadelemizde bizi yalnız bırakmayan, neredeyse 100 yıldır maddi, manevi hiçbir desteği esirgemeyen, bizim bu vatanda huzurla yaşayabilmemiz için gencecik evlatlarını dahi şehit vermekten çekinmeyen anavatanımız Türkiye’ye de en derin şükranlarımı sunarım. Bugün bu topraklarda Türk nüfusu varsa ve dahi özgürce huzur içinde yaşayabiliyorsa anavatanımız sayesindedir. Sağolsun, varolsun, güçlü olsun, bize güç versin…
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Başkanı ve Cumhuriyetçi Parti Mississipi Senatörü Roger Wicker’in, ABD Kongresi’ne Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bazı ülkelere karşı yaptırımlar uygulanmasını talep ettiği Ulusal Yetkilendirme Yasası (NDAA) tasarısı çok masum değil. Tasarıya Cumhuriyetçi Parti Kuzey Carolina Senatörü Thom Tillis’in, Arkansas Senatörü John Boozman’ın, Colorado Senatörü Cory Gardner’in, Oklahoma Senatörü James Lankford’un ve Demokrat parti New Hampshire Senatörü Jeanne Shaheen’in destek vermesi Türkiye’ye karşı organize ve üstü örtülü bir planın uygulamaya konduğunun habercisi.
Ulusal Yetkilendirme Yasası (NDAA) olarak bilinen tasarının Türkiye’yi ilgilendiren bölümünde F-35 savaş uçaklarının satışı, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri alması, Türkiye’nin NATO’yu tehdit edebilecek adımlar atması ve Türkiye’de -Rahip Bronson kast edilerek- ABD vatandaşlarını tutuklamadığının ispatlaması yer almakta. Bu tasarıya ilaveten ABD Senatosu’nun PYD’ye desteği de içerdiği iddia edilen Savunma Bakanlığı (Pentagon) 2019 bütçe tasarısını 10’a karşı 85 oyla kabul ettiğini hatırlatalım.
Tasarının içinde F-35, F16 savaş uçakları ile Patriot hava savunma sistemleri, Chinook, AH-1 tipi Kobra, H-60 Black Hawk tipi helikopterlerin Türkiye’ye satılmasının bloke edilmesi gerektiğini öngören üstü kapalı bir bölüm de yer almakta. Anlaşılan o ki, tasarı Kongre’de kabul edilse de, edilmese de F35 ile F16 savaş uçaklarının, Patriotların, Chinook, Kobra ve Black Hawk helikopterlerinin Türkiye’ye satışından sonra Türkiye’nin bunları tam verimli olarak kullanamaması için elden gelen her şeyin yapılacağı var bu tasarının sunum mantığının perde arkasında.
Açıkçası ABD’nin beyni olan Pentagon’un Türkiye’ye, bir ABD sömürgesi gözü ile baktığı, söz ve talimatlarından çıktığı vakitte illaki geçmişte olduğu gibi cezalandırılması gerektiği mantığının halen yürürlükte olduğunun mesajı var bu tasarıda. Aslında iktidar ve muhalefet senatörlerinin, birileri dürtüklemezse bir araya gelip böylesi bir tasarıyı Kongreye sunmaları zor.
Pentagon’da Türkiye aleyhine uzun ve kısa vadeli olarak neleri planlandığını anlayabilmek için geçmişe bakmak yeterli.
1964 yılının Nisan ayında Başbakan İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye bu dünyada yeni yerini alır” açıklamasından sonra Haziran ayında Başkan Johnson’un özetle “Kıbrıs’a çıkamazsınız” diyen çirkin diplomatik dilli mektubu, 27-28-29 Ağustos’ta Ankara, İstanbul ve İzmir’de ABD Aleyhtarı mitinglerin yapılması ve TBMM’de yapılan 1965 yılı Bütçe oylamasının reddedilmesi ile CHP hükümetinin istifa etmesi bugünü anlamamıza yardımcı olabilir.
20 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı sonrası ABD tarafından Türkiye’ye uygulanan silah ambargosu ve parası ödenmiş Fantom tipi savaş uçaklarının satışının yapılmaması. Söz dinlemeyen Türkiye’de 1977-80 yılları arasında ABD kaynaklı anarşik olayların zirveye çıkarılması ve 12 Eylül 1980 darbesi ile TBMM’nin kapatılarak seçimle gelmiş siyasilerin hapsedilmesi. Darbeyi de CIA İstasyon Şefi Paul Henze’nin, ABD Başkanı Carter’e “Our boys have done it” -Bizim çocuklar başardı- cümlesi ile bildirmesi, Türkiye’nin söz dinlemeyen siyasilerinin nasıl uzun vadeli planlarla cezalandırıldığını gözler önüne sermekte.
Yıllarca “Kongre onayı zorunluluğu”, “ham madde gecikmesi”, “siparişlerin çokluğu ve üretim yoğunluğu” gibi bahanelerle terörle mücadele eden Türkiye’ye yönelik silah ve mühimmat satışları sınırlandırılmıştı. Son dönemde örtülü ambargolar sonucu verilmeyen savunma silah ve sistemlerinin milli imkanlarla üretilmeye başlanmasıyla birlikte bu “üstü örtülü yaptırım” ve “ambargo” zinciri kırılmaya başlanınca Pentagon çileden çıktı.
Pentagon gerçekte, 1961 yılındaki Küba çıkartması olarak anılan “Pigs Bay invasion” beceriksizliğinden sonra ikinci en büyük uluslararası başarısızlığını 15 Temmuz 2016’da FETÖ kalkışması ile yaşadı ve karizması fena çizildi.
Önümüzdeki beş yıl içinde ABD’nin Türkiye’nin gelişmesini önlemek, Rusya ile ilişkilerinin daha üst seviyeye çıkmasını baltalamak ve Ortadoğu’daki etkisini arttırabilme amaçlı Türkiye’yi parçalamak için elinden geleni yapacağının sinyalleri var bu ABD Kongresine sunulan Ulusal Yetkilendirme Yasası (NDAA) tasarısı içinde.
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1
Loizidou, Tazminat ve İade
Kıbrıs Rum tarafı Loizidou konusunda bilinçli girişimler yapıyor, çok akıllıca siyasi oyunlar oynuyor ve uzun vadeli politik tuzaklar kuruyor. Zaten başka bir seçeneği de yok. Hiçbir zaman ve hiçbir koşulda Türklere karşı askeri bir zafer kazanması mümkün değil. Tek çaresi her zaman yaptığı gibi bir Hristiyan kulübü olan Avrupa Birliği’ne sığınmak, bu topluluğun bir parçası olmak, Avrupa’nın Haçlılarını arkasına alarak Türkiye’den Kıbrıs’ı ve 1796 yılında Rigas Ferreos’un kurallarını ilan ettiği ve haritasını çizdiği Megali İdea’da (Büyük ülkü) belirtilen toprakları almak.
Türkiye’nin AB ile hukuksal bağı sırası ile 1987 ve 1990 yıllarında başladı. Gerçekte bu Turgut Özal’ın Türkiye’nin uluslararası savunma sisteminin altyapısını oluşturmadan attığı bir adım oldu. Özal hükümeti Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyonu’na (Komisyon) bireysel başvuru hakkını 28 Ocak 1987’de, Avrupa İnsan Hakları Divanı’nın (Divan) zorunlu yargı yetkisini ise, 22 Ocak 1990’da imzalayarak yürürlüğe koydu.
Avrupa Birliği’nde 1989 yılında 11 No.lu Protokol’ün yürürlüğe girmesinden sonra yargı sistemi değişti ve Komisyon ile Divan birleşerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) olarak tek bir çatı altında faaliyete başladı.
Bu gelişme tam da Kıbrıs Rumların yana yana bekledikleri, Türkiye’nin bireysel başvuru yetkisini tanıma kararını da içerdiğinden, Kıbrıs’ta mülkiyet ile ilgili davaların Türkiye aleyhine yağmur gibi açılmasına yol açtı.
Girne’de iki katlı taştan bir binası olan Titina Loizidou Kıbrıslı Rumların uluslararası hukuk konusunda uzmanlaşmış avukatı Achilleas Demetriades’ı tutarak bu davalara öncülük etti ve kısa bir geçiş ve hazırlık döneminden sonra dava için AİHM’ye başvuru yapıldı. Loizidou söz konusu davasında mülkiyet hakkının ihlal edilmesine ilaveten 19 Mart 1989 tarihinde Akıncılar köyüne doğru yapılan bir protesto yürüyüşünde Türk askerleri tarafından engellendiği ve tartaklandığı iddiasında bulundu. Komisyon “Mülkiyet Hakkı” ile “Serbest Dolaşım” hakkını ayırarak Loizidou’yu talebinde haksız buldu. Rum Yönetimi bu sefer konuyu Divan’a götürdü. Divan başkanı Yunanlı hakim, ailesi ile birlikte Kıbrıs’a davet edildi, yedirildi, içirildi, en üst düzeyde konuk edildi, altın liyakat madalyası verildi.
Duruşmada Türkiye, Rum Yönetimini ilk kez muhatap alarak stratejik bir hata yaptı. Divan’ın 18 Aralık 1996 tarihinde verdiği karara 17 yargıcın 6’sı olumsuz not düştü. Kararda KKTC tanınmış bir devlet olmadığı ve TSK’nın adadaki varlığı ile Türkiye’nin adanın kuzey kesiminde söz ve kontrol hakkı bulunması nedeni ile her tür ihlalden sorumlu olduğu belirtildi. Bu karara göre Loizidou’nun talep ettiği mülkiyet hakkının ihlal edilmesi 1974 yılından başlamak üzere “süreklilik” kazanmış oldu ki, hukukçu değilim ama bence bu yanlış bir karardı ve 22 Ocak 1990 tarihinin gerisini kapsayamamalıydı. Davanın tazminat kararı ise 28 Temmuz 1998 tarihinde alındı.
Türkiye, dava konusunun siyasi bir sorun olduğu ve Divan’ın kendi yetkisini aştığı görüşünde olmasına rağmen Aralık 2003 tarihinde Loizidou’nun tazminatını yüklü faiziyle birlikte ödedi ancak Loizidou yerine Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Walter Schwimme’ye ödeyerek Rum Yönetimini veya Loizidou’yu muhatap almadığını açıkça ortaya koydu. Davacı Loizidou ve Avukatı Demetriades Rum Yönetiminin telkinleri ile istenilen hedefe ulaşamadıkları için gidip bu tazminatı almadılar, akıllarındaki hinoğlu hinliği yerine getirmek uğruna.
Bu davranışları tam da Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmaya benzedi ve siyasi kazanım dengesi zaman içinde aleyhlerine döndü. AİHM’nin karar gerekçesi ile kuruluşu AB nezdinde yasallaşan “Mal Tazmin Komisyonu” devreye girerek Loizidou’nun komisyona müracaat etmesi için davet yaparak konuyu sonlandırma talebinde bulundu. Loizidou’ya gönderilen resmi yazıda müracaat etmesi halinde ise mevcut araştırma çerçevesinde “67/2005 sayılı yasanın 8’inci maddesinin (1) ve (2). fıkraları altında iadelerinin mümkün olmadığını tazminat veya takaslarının yapılabileceği ve talep etmesi halinde kullanım kaybının da ödenebileceği” kendisine bildirildi.
Bu son “Mal iadesinin yapılmayacağı” adımı gerek Loizidou’da gerekse de Dimitriades ve Rum Yönetiminde şok etkisi yarattı. Artık Loizidou ve benzerlerine mal iadesi yapılmayacağı kesinleşmiş oldu ancak bana göre, Loizidou davasının 28 Temmuz 1998 tarihinde alınan tazminat kararına karşı, Türkiye’nin ve KKTC’nin, tam da Rumların yaptığı gibi, “müzakereler sonucunda Kıbrıslı Türklerin hükümet yönetiminde, Mecliste ve Bakanlar kurulunda eşit haklara sahip kurucu ortak olacakları yeni devletin kuruluşundan sonra mülkiyet konuları sonuca bağlanacaktır” kararını alması ve her tür tazminatı ve iadeyi anlaşma sonrasına ertelemesi daha doğru bir uygulama olacaktı.
Tüm okuyucularımın mübarek Ramazan Bayramını en içten dileklerimle kutlarım.
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ata@ataatun.com veya ataatun@gmail.com
http://www.ataatun.org
Facebook: AtaAtun1