Zorla El Koymak istiyorlar

Zorla El Koymak istiyorlar

Yunanistan’ın “Türkiyesiz Akdeniz ve Adalar Denizi (Ege) Projesi’nin temel dayanağı kendilerinin kafalarına göre hazırladığı Sevilla Haritası. Hiçbir bilimsel temele ve 1958, 1960, 1982 yıllarında gerçekleştirilen Deniz Hukuku Konferansları kararlarına uymayan, tamamen yalan dolana, rüşvete, çıkarlar üstüne kurulu olarak hazırlatılan bu harita, İspanya’nın Sevilla kentindeki Sevilla Üniversitesinde görev yapan ve  Denizcilik coğrafyası alanında uzman Prof. Juan Luis Suarez de Vivero ile Juan Carlos Rodríguez Mateos tarafından hazırlanmıştı.

Harita, adaların “Kıta Sahanlığı” olduğu varsayımına dayanmaktaydı. Hedef de Yunanistan’ın arkasına ABD ve AB’yi alarak Türkiye’nin Adalar Denizi’ne ve Doğu Akdeniz’e çıkışına engel olmak, -Megali İdea doğrultusunda- Batı dünyasının baskısı ile haritayı Türkiye’ye zorla kabul ettirmek ve “Büyük Yunanistan Krallığını” kurma hedefi doğrultusunda kalıcı bir adım daha atmaktı.

Yunanistan böyle bir adım atar da Kıbrıslı Rumlar ve silah zoru ile gasp ettikleri sözde devletleri de atmaz mı? Onlar da adaların ana karanın doğal bir uzantısı olduğu ve haliyle kıta sahanlığına sahip olduğu iddiası ile Sevilla Haritası ile bütünleşen bir Münhasır Ekonomik Bölge haritası yayınladılar.  Bu iddiaya dayandırılarak çizilen haritaya göre, Doğu Akdeniz’de Yunan kıta sahanlığı, Meis Adası’ndan Mısır’a doğru Doğu Akdeniz’in ortasına kadar inmekte ve “Kıbrıs Adası’nın bütününün” deniz alanları ile birleşerek Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yetki alanı tamamen gasp edilmekte, Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi ile olan bağı koparılmakta.  

Adalar Denizinde ve Doğu Akdeniz’de en uzun kıta sahiline sahip olan Türkiye’nin uluslararası kuruluşlardaki haklı itirazları ve ordusunu oluşturan Deniz, Hava ve Kara kuvvetlerinin çok güçlü olması nedeni ile bölgede sıcak bir çatışma istemeyen ABD ve AB en sonunda bu haritanın “Yok” hükmünde olduğunu açıkladı ve Yunanistan’ın Adalar Denizini ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile birlikte, müştereken Doğu Akdeniz’i gasp etme girişimi son buldu.  

Son bulmasına son buldu ama Güney Kıbrıs Rum Yönetimi hala daha, herhangi bir sıcak çatışmada arkasında ABD’nin ve AB’nin duracağını varsayarak horozlanmaktan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Deniz Yetki Alanlarını yok saymaktan, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin haklarını fütursuzca çiğnemeye devam etmekten çekinmemekte. Ki geçen Pazartesi Kuzey Yarısı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve  KKTC’nin Deniz Yetki Alanı içine giren 12. Parselde, Güney Kıbrıs Rum Yönetimin yetkilendirdiği Shell ve NewMed Energy Konsorsiyumu adına faaliyet yürüten Chevron şirketi sondaj faaliyeti başlattı. Chevron şirketine ait “Stena Forth”  isimli sondaj gemisi 12. parselde doğal gaz miktarının ve kalitesinin teyidi için başlattığı sabitleme çalışmalarını tamamlayarak sondaj çalışmalarına geçecek. Sondaj gemisinin pozisyonu şimdilik 12. parselin güney yarısında, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin ve  KKTC’nin Deniz Yetki Alanları içinde değil.   

Rumların bu cesareti göstermesinin birkaç nedeni var.

14 Mayıs tarihinde yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri sonucunun belirsiz olması ve bunun fırsat olarak görülmesi.

Geçmişteki sondaj faaliyetleri Türk Donanması tarafından engellenirken, son birkaç gemiye  herhangi bir engelleme yapılmaması.

12. parselin güney bitişiğinde İsrail’in doğal gaz çıkardığı zengin Leviathan yatağı nedeni ile Rum yönetiminin İsrail ile yaşadığı sorunları, İsrail’e kardan pay vermek taahhüdünde bulunarak çözmüş olması.

Bundan sonrası da Rumların arkalarında ABD, AB ve İsrail’in olduğuna inanarak, eskiden yapmaya çalıştıkları gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin ve  KKTC’nin Deniz Yetki Alanlarını gasp etmek olacak…

Tabi bekledikleri tepkiyi görmezlerse…

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi

KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

22 Temmuz 2023
Zorla El Koymak istiyorlar için yorumlar kapalı
Okunma 1
bosluk

Ortaklık mı, Mutlak Hakimiyet mi?

Ortaklık mı, Mutlak Hakimiyet mi?

Batı dünyası Kıbrıs’ta, gerçekten “Barış”mı istiyor, yoksa barış, demokrasi, insan hakları ve benzeri kulağa hoş gelen sözlerin arkasına saklanıp, adanın tümünü ele geçirip Doğu Akdeniz’e hakim mi olmak istiyor?

Sorunun cevabı belli esasen…

ABD’nin, süslü püslü “Demokrasi getireceğim” sözleri ile saldırdığı Afganistan, Irak ve Suriye’de nelerin yaşandığını ve ne gibi ticari kazanımlar elde edildiğini herkes biliyor.

Örneğin Afganistan dünya üzerinde en fazla lityum madenine sahip ülke, kalitesi de diğer ülkelerdekine kıyasla çok üstün. Çağımızın olmazsa olmaz aygıtları olan mobil cihaz, dizüstü bilgisayar, tablet, telefon, istasyon kurulumu, GPS sistemleri, insansız hava aracı, hassas güdümlü silah, hipersonik silah, uydular hayalet uçak, elektrikli araba bataryası, güneş paneli, rüzgar enerjisi, bilgisayar çipi ve ev aletlerinin neredeyse tümünde kullanılan pillerin yapımı gibi alanlarda lityum kullanıldığı için, çok stratejik bir maden.

Afganistan’da 1978’den bu yana 43 yıldır tarafları değişerek süren ve yaklaşık 2 milyon kişinin ölümüne neden olan savaşın sonunda ABD 2001 yılında Afganistan’a saldırarak sözümona “Demokrasi” getirdi ve güya savaş bitti. Aradan geçen 21 yıldan sonra Taliban Kabil’i ele geçirerek Afganistan’ın yöneticisi oldu. Taliban’ın elinde Lityum madenlerini çıkarak, işleyecek ve pazarlayacak olanaklar ve teknik eleman olmadığından Afganistan’ın Lityum madenlerini ABD çıkarıyor, ham lityumu kullanılabilir hale getiriyor ve dünyaya satıyor. Aynen Suudi Arabistan’ın petrolünü çıkarıp, rafine edip dünyaya pazarlayan ARAMCO, Arap American Company gibi.

Winston Churchill’in 1936 yılında İngiliz Avam Kamarası’nda İngiltere’nin menfaatlerini müzakere ederken sarf ettiği “Bir damla petrol bir damla kandan daha kıymetlidir” sözünün günümüzdeki versiyonu “Bir gram lityum, bir gram kandan daha kıymetlidir” düşüncesine uygun olarak El Kaide’nin 11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kulelere saldırısından sonra ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesi bir tesadüf değil. Tabi, Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in işgalden hemen sonra Afganistan’a giderek lityum madenlerinin işletme hakkını alması da…

BM’nin İşi Zor

ABD’nin “Kimyasal Silah üretiliyor” iddiası ile işgal ettiği Irak’taki ve işgal sonrası yatay geçiş yaptığı Suriye’deki durum da pek Afganistan’daki durumdan farklı değil. Irak’ın ve Suriye’nin petrol yataklarının kontrol ve yönetimi ABD’nin eline geçiverdi “demokrasi getireceğim” vaatlerinden sonra.     

Şimdi sıra Doğu Akdeniz’deki bakir petrol ve doğalgaz yataklarında. Bu denizaltı zenginliklerinin bir şekilde ABD’nin kontrolü altında girmesi gerekiyor. Kıbrıs adasının, ABD’nin uslu çocuğu -bana göre sömürgesi- olan Avrupa Birliği’nin toprağı olduğu, 1 Mayıs 2004’de Kıbrıslı Rumların sözde devleti, danışıklı bir dövüşten sonra AB’ye üye olarak kabul edilirken yayınlanan “Onuncu Protokol”de yer almakta. Yani direkt olarak AB, endirekt olarak ABD Kıbrıs adasının ve doğal olarak da etrafındaki Münhasır Ekonomik Bölge ile kıta sahanlığının kendi mülkleri olduğunu kayda geçirmişler ve ilan etmişler. 

Rumların 24 Nisan 2004 tarihinde Kıbrıs’ın her iki tarafından aynı günde oylanan Annan Planına “Hayır – Oxi” demeleri de tesadüf değil. Rumlar aleni olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan edildiği 16 Ağustos 1960 tarihinden beridir hep Kıbrıs adasının mutlak sahibi olmak hayali ile yaşadılar, bu yolda da Kıbrıslı Türklere silahlı saldırılar düzenlemek, katliamlar yapmak, Türklerin mallarına el koymak, yağmalamak ve yok etmeye ilaveten soykırım uygulamaktan bile çekinmediler. Akıllarındaki çözüm, adanın mutlak hakimi olmak ve Türklere sadece vatandaşlık hakları vermek, yani azınlık statüsü. Eşitlik, ortaklık, birlikte adayı yönetim gibi bir düşünceleri yok.

Şimdi de 2017’de Crans Montna’da terk ettikleri masaya Türkleri oturtmaya ve adaya mutlak hakim olacaklarını düşündükleri “Federasyon” görüşmelerini başlatmak için etrafta fır dönüyorlar, çalmadık kapı bırakmıyorlar.

Şükür ki, KKTC 5. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın ve Türkiye Cumhuriyeti’nin boş vaatlere karnı tok. Bu yüzden de Rumlar istedikleri kadar kapı kapı gezerek, adanın hakimi olma planlarını, federasyon adı altında yutturmaya çalışsınlar,  “Eşit, egemen, uluslararası tanınmış iki devletli çözüm”den başkası masaya konacak gibi durmuyor.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi

KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

22 Temmuz 2023
Ortaklık mı, Mutlak Hakimiyet mi? için yorumlar kapalı
Okunma 1
bosluk

Türkiye – NATO Toplantısının Perde Arkası

Türkiye – NATO Toplantısının Perde Arkası

Litvanya’nın başkenti Vilnius’da gerçekleşen NATO zirvesinin baş oyuncusunun Türkiye olduğu kesin.

Görüldüğü üzere Türkiye, bu güne değin elde ettiği kazanımları rekor seviyede yukarı çekti. “Marshall Yardımı” adı altında yaklaşık 70 sene evvel Türkiye’ye verilen zararları ödetmeye başladı.

Öncelikle Türk Hava Kuvvetlerinin havadan uyarı ve kontrol uçakları ile zirvenin güvenliğini sağlaması kendi başına bir gövde gösterisi ve gurur.

Zirve, NATO’nun gücü ve caydırıcılığı açısından çok önem taşıyordu. Özellikle hemfikir olunan ve dışarı sızdırılmayan ortak karar,  Rusya’yı NATO hedefinden caydıracak olanın Türkiye olduğu üzerindeki mutabakat.

İsveç’in gerçekte NATO üyeliğine kabul edilmesi, Türkiye için çok da hayati bir konu değil ancak Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın ve T.C. Dışişleri Bakanlığının bu girişimi çok stratejik ve akılcı bir şekilde kazanıma dönüştürmesi, Türkiye’nin NATO içindeki ağırlığını ve gücünü ortaya koymakta.

Türkiye’nin NATO zirvesinde İsveç’in NATO üyeliğine yeşil ışık yakması, geri adım değil, tam tersine Türkiye’nin taleplerinin yerine getirilmesi için verilen sözlerin iki aşamalı kontrolünün kabulünün göstergesi. Yani Türkiye bu sözlerin tutulup tutulmaması noktasında İsveç’i parmağında oynatacak güce sahip.

Buna ilaveten ABD Başkanı Joe Biden’ın, Yunan, Yahudi ve Ermeni lobilerinin baskısı ile durdurulan F-35’lerin satışı ve F-16’ların modernizasyon kitlerinin sağlanması konusundaki yaklaşımının İsveç’in NATO’ya kabulüne bağlanması inanılmaz başarılı bir pazarlık taktiği. CIA ve FBI’ın bugüne değin ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı ambargoların ve kısıtlamaların başını çektiği Yunan kökenli ABD Senato Başkanı Senatör Menendez hakkında soruşturma başlatması, endirekt olarak ABD’nin Türkiye’ye F-35 savaş uçağı ve F-16 modernizasyon kiti satışı ile ilgili.

Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in Türkiye ile dost olma çabaları boşuna değil. Üst akılın kendisine “otur yerine, başımızı derde sokma” uyarısından sonra Yunanistan’daki Türkiye’ye karşı hasmane davranışlarından caymasının nedeni, Batı için Türkiye’nin olmazsa olmaz bir ülke haline geldiğini anlaması.

Türkiye’nin Vilnius’ta verdiği mesaj çok açık ve net. Ve belli ki, bu mesaj Batı dünyası tarafından net bir şekilde algılanmış. Şimdi ne mi olacak? Türkiye bu akılcı stratejisinden sonra ABD, NATO, BM ve AB’den beklentilerinin birçoğunu alacak. Özellikle İsveç’in NATO’ya kabul koşulunda TBMM’nin onayının olması ve Cumhur ittifakının çoğunluğu elinde tutması, mükemmel bir kontrol mekanizması ve güvenlik kilidi.

Bir diğer öngörüm de Kıbrıs’la ilgili. Kıbrıs Türk’ü olarak görüşüm; bu zirvenin artı dalgalarının Kıbrıs’ta “Eşit, egemen, uluslararası tanınmış iki devletli çözüm”e kadar uzanacağı, ABD’nin Kıbrıs konusunda Türkiye’ye yaptığı baskıları hafiflettireceği, Orta Doğu’da Türkiye-İsrail ve Türkiye-Mısır yakınlaşmasına da damgasını vuracağı…

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN

Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi

KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

22 Temmuz 2023
Türkiye – NATO Toplantısının Perde Arkası için yorumlar kapalı
Okunma 1
bosluk

AB Sorunun Farkında

AB Sorunun Farkında

AB Konseyi ile Birliğin yasa yapıcı kurumu olan ve AB bütçesine onay veren Avrupa Parlamentosuna girecek 705 milletvekili 5 yılda bir seçiliyor. 6-9 Haziran 2024 tarihinde yapılacak seçim sonrasında AB Komisyonu (Bakanlar Kurulu) ve AB Konseyi başkanları da değişecek.

Avrupa Birliği’nin Kıbrıs konusunda, Kıbrıs Türkçesi ile “gıcınmaya” yani işi savsaklamaya başlaması, birtakım dengelerin ve kavramların artık değiştiğini gösteriyor.

Öncelikle AB’nin, Yunan’ın ve Rumların baskısı ile Türkiye’ye sözde yaptırım uygulama kararları veya uygulaması BM Genel Sekreterinin Eylül’deki BM Genel Kurulu çerçevesinde yapacağı temaslarındaki gelişmelere göre Ekim ayındaki bir sonraki Avrupa Zirve toplantısına kalmış durumda.

Bunun da ötesinde, AB’nin Avrupa Parlamentosu (AP) seçim sürecine gireceği için 2023 yılı Kasım-Aralık ayları itibarı ile “seçim çalışmalarının ağırlık kazanacağı, siyasi karar alımlarının çok yavaşlayacağı ve bu nedenle de güçlü AB üyesi ülkelerinin Kıbrıs sorunundaki gelişmeleri yoluna koymaya zaman ayıramayacakları” imadan öteye, kesinleşmiş durumda.

Avrupa Birliği üye devletleri içinde, özellikle de Almanya, Belçika, Fransa ve Hollanda’da yaşamlarını sürdüren milyonlarca Türk seçmenin, seçim sonuçlarını etkileyebilecek sayıda olmaları, bu ülkeleri Avrupa Seçimleri kampanya döneminde Türkiye’ye karşı olumsuz karar alma yönünde frenliyor. Dolayısıyla 2023 yılının Kasım ayından başlayıp Haziran 2024’e kadar sürecek Avrupa seçimleri siyasi gündemde ön sıralarda olacağından, AB’yi, Türk seçmenleri ve Türkiye’yi gücendirecek kararlar almaktan men edecek. AB’nin yeni Komisyon’larının (Bakanlıklarının) en erken 2024 yılının sonbaharında kurulabileceği gerçeği nedeni ile Yunanların ve Rumların girişimleri 2024 yılının sonuna kadar havada kalmaya mahkum.

Kıbrıs adasında Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin adanın tek yasal temsilcisi olmadığının farkındalığına ilaveten, AP seçimleri süresince Kıbrıs konusunda Türkiye ve KKTC’nin istemediği hiçbir kararın alınamayacağı ve yaptırımın uygulanamayacağı hayli açık. Bu durumda da BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı ve Rum lider Nikos Hristodulidis’i bir araya getirme çabaları ve arabulucu atama isteği, Türk tarafının istek ve talepleri yerine getirilmedikçe gerçekleşemeyeceği de kesin. Guterres bunu çok iyi bildiği için bir takım imalarda bulunuyor ve kendisi yerine yardımcılarını konuşturup, “Genel Sekreterin “İyi Niyet Misyonu”nun (Good Offices Mission), toplumlar arasındaki yakınlaşmanın ve temasların ileri götürülmesi, çeşitli düzeylerdeki görüşme ve buluşmaların kolaylaştırılmasını içerdiğini” söyletiyor.

Guterres’in maksadı belli. Kendisini bu göreve atayan Batılı Grubunu memnun etmek ve Rumların son 47 yıldır yokuşa sürdükleri federasyon müzakerelerini tekrardan başlatmak.
Türkiye ve KKTC’nin müzakerelerin tekrardan başlaması için ortaya koydukları koşul “KKTC’nin tanınması” ve müzakerelerin uluslararası tanınmış iki devlet arasında yapılması. Bu dışındaki hiçbir koşul, teklif geçerli değil.
Özetle; Yunanlar ve Rumlar boşuna uğraşıyorlar. Hele hele Rum lider Hristodulidis’in seçildiği günden beri neredeyse müzakerelerin “Federasyon temelinde” başlatılması için ziyaret ettiği, el- ayak öptüğü 30’dan fazla devlet başkanı ve yöneticilerini araya koymaya çalışması beyhude çaba.

Artık herkes, Kıbrıs adasında Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin adanın tek yasal temsilcisi olmadığının farkında ve siyasi gelecek de bu doğrultuda gelişiyor.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

13 Temmuz 2023
AB Sorunun Farkında için yorumlar kapalı
Okunma 59
bosluk

Türkiye’yi Dışlama Senaryosu mu?

Türkiye’yi Dışlama Senaryosu mu?

İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği başvurusu karşısında Türkiye’nin kendi iç ve dış güvenliği içeriğinde ortaya koyduğu talepler sonrasında aşırı sağcı Stram Kurs partisi lideri Rasmus Paludan’ın 21 Ocak’ta Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an yakarak gerçekleştirdiği eylem Türkiye ve İsveç arasında gerilime neden olmuştu.

İsveç polisi bu olaydan önce iki kez güvenlik gerekçesiyle aşırı sağcı grupların bu eylemlerini engellese de Rasmus Paludan Kuran-ı Kerim yaktı.
Paludan’ın provakatif eylemi sonrası İsveç polisi bu tür eylemleri yasaklama kararı aldı. Aklında başka bir plan olan ve bu yasaklamadan hoşlanmayan “Üst Akıl”ın girişimleri ile tarafsız olduğunu iddia eden İsveç Temyiz Mahkemesi, Haziran ortasında, İsveç Polisinin öne sürdüğü güvenlik gerekçelerinin planlanan eylemlerle belirgin bir bağlantısı olmadığı yönünde karar vererek yasağı iptal etti ve kaldırdı. İptal kararından sonra ‘Kur’an-ı Kerim yakma’ eylemi ile benzeri İslam karşıtı eylemlerin yapılmasının önü açıldı.

NATO üyeliği için Türkiye’nin vetosuna takılan İsveç’te, İsveç polisi, bu iptal kararından sonra başkent Stockholm’ün merkezindeki bir caminin önünde Kuran yakmayı planlayan bir kişiye izin vermek zorunda kaldı. Bu izni alan, aslen Iraklı İsveç vatandaşı 37 yaşındaki Selwan Momika, daha önce Irak’ın Stockholm Büyükelçiliği önünde Kuran yakmak için yaptığı izin başvuruları polis tarafından reddedilen ancak polisin yasaklama kararını İsveç Temyiz Mahkemesine taşıyarak yasaklamayı kaldırtan ve geçmişte bir çok terör eylemini organize etmiş, bazılarına da fiilen katılmış olan bir terör eylemcisi.

Alınan iznin ardından söz konusu eylemci, Stockholm’ün merkezindeki caminin önünde yaklaşık 200 kişinin önünde Kuran’ı Kerim’i yaktı. Kuran sayfalarını yırtıktan sonra ayakkabılarını silen eylemci, daha sonra kutsal kitabın arasına domuz pastırması koyarak ateşe verdi.

Eylemin Kurban bayramına denk gelen zamanlaması çok ilgi çekici.

Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması, Türkiye’nin F-35 savaş uçaklarını almak için yatırdığı Milyarlarca doların ödenmemesi, elindeki F-16 Savaş uçaklarının modernizasyonu için gerekli kitlerin satışının durdurulması, Türk Lirası ve Türkiye ekonomisi üzerinde oynanmaya çalışılan oyunlar, İsveç’te Ocak ve Haziran aylarında 5 ay arayla 2 kez Kuran-ı Kerim yakma eyleminin yaşanması pekte tesadüf değil.

Özellikle İsveç’te yaşananların perde arkasında tamamen Türkiye’nin NATO üyeliğinin olduğu ve İsveç’in NATO üyelik sürecinin ele alınacağı toplantıya damgasını vuracağı kesin.

Bana göre bu eylemin aslen Iraklı Selwan Momika tarafından düşünüldüğü, tasarlandığı, planlandığı ve eyleme dönüştürüldüğü iddiası çok acemi bir prodüksiyon.
Bundan öteye Üst Akıl’ın Türkiye’nin Batı dünyası ile olan bağlarını ve NATO üyeliğini sorgulamaya başladığı, Türkiye’ye yaptırımlar uygulamak istediği ve ileride Türkiye’yi daha da sıkıntıya sokacak bir takım eylemleri tezgahlayacağı da yavaş yavaş belirginleşmeye başladı. Ne var ki acemi de olsa, profesyonelce de olsa ne yaparlarsa yapsınlar, batı güç kaybederken, Türkiye’nin güç kazanmaya başlaması bu eylemlerin pek de etkili olmadığını/olmayacağını ayan beyan ortaya koyuyor.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Doç. Dr. (UA. İliş.) Ata ATUN
Dekan, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

13 Temmuz 2023
Türkiye’yi Dışlama Senaryosu mu? için yorumlar kapalı
Okunma 21
bosluk
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak-2 kktc-tc-bayrak-3 kktc-tc-bayrak-4

Arşivler

Son Yorumlar