AB’de Türkiye sıkıntısı |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
AB Dönem Başkanı olan İngiltere’nin, Türkiye’nin Rum Yönetimi’ni tanımadığına ilişkin deklarasyona karşı deklarasyon hazırlanması konusunda sunduğu yeni önerisi de kabul görmedi ve COREPER toplantısı 7 Eylül’e kaldı.
İngiltere’nin sunduğu öneri, ilk sunulan önerinin Rum istekleri doğrultusunda iyileştirilmişi olmasına rağmen bir karar alınamadı. İngiltere’nin yeni önerisinde de ek protokolün uygulanmasıyla ilgili takvim konmazken Rum Yönetimi’nin Türkiye tarafından tanınması konusunda “de jure olarak ilişkilerinin normalleştirilmesi” ifadesi kullanıldı yani “İlişkilerin Resmi olarak normalleştirilmesi” kullanıldı ama gene Rumlar bunu beğenmedi.
Bu nedenle söz konusu ertelemenin sorumlusu ve kökeni Rumlar.
Rumlar, AB içinde ağırlığı olan ülkelerin desteğini alarak iki düzeyde hareket ediyor. Birincisi karşı deklarasyona, ek protokolün uygulanması konusunda net takvim konması için uğraşıyorlar. Bunun için 30 Mart 2006’da limanların açılmasını, 30 eylül 2006’da da hava alanlarının açılmasını istiyorlar.
İkincisi de Türkiye’nin “Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti”ni tanıma gerekliliğiyle ilgili daha tatminkar bir ifade yerleştirilmesini istiyorlar. Nedir bu tatminkar ifade İlişkilerin Resmi olarak normalleştirilmesi, yani resmen tanınma.
Tabi bu isteğe dün Pakistan Devlet Başkanı bir takoz koydu. Nerden nereye demeyin. Dün Pakistan resmen İsrail ile işbirliği yapacağını açıkladı ve Pakistan temsilcisi, İsrail yetkilileri ile el sıkışıp protokol imzaladı. Sonra da, Devlet Başkanı Müşerref Pervez bir açıklama yaptı. Ticari ilişkilerin başlamasının, Pakistan’ın İsrail devletini tanıdığı manasına gelmediğini ve Pakistan’ın İsrail Devletini resmen tanımasının BM’de Filistin sorununun çözülmesi sonrasında olacağını vurguladı.
İşte bu sözler ve yaklaşım, Türkiye’nin elini son derece kuvvetlendirdi. Zaten kuvvetli idi ya, şimdi daha da kuvvetli oldu. Artık dünya politik arenasında, Türkiye’nin Ankara Anlaşması ek protokolüne ilave ettiği deklarasyonun içeriğindeki Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini BM’de Kıbrıs sorununun çözülmesi sonrasında tanıyacağı vurgulamasının bir benzeri daha var ve hukuken geçerli.
COREPER toplantısında nihai bir karar alınamaması ve toplantının 7 Eylül’e ertelenmesi, Türkiye’nin tavrını biraz da sertleştirdi.
Dün hem Başbakan Erdoğan hem de Dış İşleri bakanı Gül, birer açıklama-yorum yaptılar. Her ikisi de birbirine paralel ve çok net.
Başbakan Erdoğan Akdeniz Vakfı’nın Kurumlar Ödülü için düzenlediği törende yaptığı konuşmada küresel teröre karşı mücadelede Türkiye’nin AB üyeliğinin önemi konusunda mesajlar verdi. Mesaj bence çok açık “AB’nin isteyeceği hiçbirşey kalmadı”. Yani biz müzakerelerin başlaması için önümüze konan tüm koşulları yerine getirdik demeye getirdi.
Erdoğan artık Türkiye’nin vereceği hiçbir şeyin kalmadığını, Kopenhag siyasi kriterleriyle ilgili ne yapılması gerekiyorsa hepsinin yapıldığını ve 17 Aralık’ta ne istenmiş ise onların da yerine getirildiğini açıkça vurguladı.
Türkiye’den müzakere süreci için artık daha fazla bir şey istenememesi gerektiğini, 3 Ekim’de müzakere sürecinin başlayacağını ve yolculuğun süresinin bu aşamada takdir edilemeyeceğini söyleyen Erdoğan Türkiye’nin 1996’daki Gümrük Birliği ile birlikte kurumlarını oluşturarak AB’ye hazır duruma geldiğini ve Türkiye’nin AB’ye katılan son 10 ülkeden bile daha hazır durumda olduğunu belirtti.
Bunun arkasından aynı saatlerde Dış İşleri bakanı Gül, AB deklarasyonunda kabul edilemez unsurların yer aldığını açıklayarak Türkiye’nin huzursuzluğunu ve endişelerini dile getirdi ve son sözünü de söyledi “Eğer AB, bize tam üyeliğin gerisinde bir şey önerir ya da yeni koşullar getirirse, bu kez bir daha dönmemek üzere çeker gideriz“.
Bunu daha evvel ima etmişti ama anlayan olmadı. Bu sözler bana artık bıçağın kemiğe dayandığını ve Rumların bitmeyen isteklerine gem vurulmaz ise, “Alın AB’nizi çalın başınıza” şeklinde hitap ediyor. En azından ben öyle anlıyorum.