AB-Türkiye müzakereleri ve Türkiyelilik kavramı |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Türkiye’nin Avrupa Birliğine girme hazırlıkları, Türkiye’de Osmanlının yıkılmasından beri yerleşmiş “Türk” veya “Türküm” kavramlarına değişiklik getirmek üzere.
Türkiye, Osmanlı yıkıldıktan sonra onun yerine geçerken, onda bulunan altkimlikleri (çeşitli etnik, dinsel vs. grupları) olduğu gibi miras almıştır. Fakat imparatorluktaki üstkimlik (devletin yurttaşına verdiği kimlik) “Osmanlılık” iken, Türkiye Cumhuriyeti’nde bu üstkimlik “Türklük’ olarak ortaya çıkmış ve bu güne kadar da bu şekilde devam etmiştir.
Konuyu irdelemeden evvel söz konusu bu “Üstkimlik” konusunda Avrupa Birliğinin veya Avrupa’nın ne yaptığına bakalım.
1950’de imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) doğrudan doğruya “Azınlık hakları’na” ilişkin hükümlere yer verilmemişti. Sözleşmenin yürürlüğe girmesinden sonra, (AB’yi oluşturan devletlerin de üyesi olduğu) Avrupa Konseyi bünyesinde “Ulusal Azınlıkların Korunmasını” öngören bir ek protokolün veya sözleşmenin hazırlanmasına yönelik tartışmalar başladı. Söz konusu tartışmalar da 40 yılı aşkın bir süre devam etti ve 1995’te “Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme’nin” imzaya açılması ve 1998’de yürürlüğe girmesiyle sonuçlandı. Sözleşmeyi 42 devlet imzaladı. Türkiye ve Fransa bu güne kadar bu sözleşmeyi imzalamadı.
Çerçeve Sözleşme’de “Ulusal Azınlık” deyimi (kavramda bir anlaşmaya varılamadığı için) tanımlanmadı. Ancak, uygulamada “Giriş” bölümündeki ifadeden esinlenerek, ulusal azınlığın belirlenmesinde “Etnik, Kültürel, Dilsel ve Dinsel açıdan farklı bir kimliğin söz konusu olmasının” kavramı karakterize eden bir kriter olarak kabul edilebileceği görüşü benimsendi.
İmzacı devletlerden bir kısmı, Avrupa Konseyi genel sekreterine yaptıkları bildirimde, sözleşmede “Ulusal Azınlık” kavramının tanımlanmamış olmasından hareket ederek, “Ulusal Azınlık” kavramını “Vatandaş Azınlık” ile sınırladı. Bu arada, örneğin Almanya yaptığı bildirimde, “Ulusal Azınlık” olarak kabul ettiği Alman vatandaşı olan belli grupları tek tek sayarak ülkesindeki Türkleri sözleşmede öngörülen korumanın dışında bıraktı. Alman vatandaşı olan Türkler kendilerini tanımlarken, “Türk kökenli Alman vatandaşı” diye tanımlamaya başladılar.
Peki, bu konuda Amerika ne yaptı. Amerika’da Amerikan milleti diye bir kavram yoktur. Her kes Amerikan vatandaşıdır ve bunu övünçle dile getirir. Kendisine kökenini sorarsanız; İtalyan kökenli Amerikalı veya Afrika kökenli Amerikalı ve benzeri şekilde atalarının kökenini dile getiren bir kimlikle sizi yanıtlar. Amerika’nın 1789’da seçimli demokrasiye geçmesi üzerinden 215 yıl geçmesine rağmen bu “Amerikalılık” olarak tanımlanan “Üstkimlik”leri ve “İtalyan kökenli Amerikalı” gibi atalarının köklerini dile getiren “Altkimlik”leri ve bu kavramlar hiç değişmedi.
Sıra Türkiye’de;
AB koşulları ve ABD örneği kapının önünde. Kürtlerin ve Türkiye’deki diğer etnik grupların istekleri, Avrupa Parlamentosunda dile getirilmeye başlandı. Buna örnek olarak Leyla Zana’nın, 14 Ekim 2004’te Avrupa Parlamentosunda yaptığı konuşmayı örnek verebiliriz. Konuşmasında “Kürtler, sorunun, Türkiye’nin coğrafi bütünlüğü içinde barışçıl bir şekilde çözümünde kararlıdır. Kürtler, Türkiye Cumhuriyet’inin kurucu asli unsurudur. Kürtlerin azınlık değil, çoğunluğun bir öğesi olduğu yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır” görüşünü dile getirmiştir.
Bu aşamada 1950’de imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) geri dönersek ve onu baz alırsak, Türkiye, AB’ye girmeden evvel veya müzakereler sürecinde, “Türk” üstkimliğinin yerine “Türkiyelilik” üstkimliğinin benimsemesi ve bu üstkimlik altında çok kültürlü yeni bir toplum modelini kabul etmesi gerekecektir, yani bir “Anayasa” değişikliğine gitmek zorunda kalacaktır.
Avrupa Birliğine giriş, Türkiye’de bir çok taşları yerinden oynatacak. Alışmadığımız ve bilmediğimiz, demokratik ve insan haklarına saygılı yeni kurallara hazır olmakta fayda var.