AB, Türkiye ve 17 Aralık |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
17 Aralık, Avrupa Birliği için de çok önemli bir gün. Yüzyılların Avrupa kıtası, kendi kaderini etkileyecek bir gelişme ile yüz yüze. Avrupa’lıların içleri kıpır kıpır. Türkiye’nin aralarına katılması gerçeği ile karşı karşıyalar ve hala daha kesin kararlarını verebilmiş değiller.
Büyük gün olan 17 Aralık’ta, Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet başkanları Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlayıp başlamamak veya Türkiye’yi aralarına alıp almamak konusunda karar verecekler. Bu Avrupa’nın kaderini değiştirecek karar öncesinde Avrupa Komisyonu bir tavsiye kararı yayınlamış durumda. Buna göre üyelik müzakereleri, devlet sınırları Avrupa kıtasının mevcut karasal ve coğrafi dış sınırlarının dışında bulunan ve Asya kıtasının en batı ucunda yer alan Türkiye ile yapılacak. AB Türkiye’yi içine alırsa, sınırları Ermenistan, Gürcistan, Nahçıvan, İran, Irak ve Suriye’ye kadar genişlemiş olacak.
Bu nedenle Avrupa Komisyonunun tavsiye kararı tüm bu endişeleri, şüpheleri, kafalardaki soruları ve itirazları içeren bir tarzda yazılmış. Gerçek şu ki bu güne dek AB genişleme sürecinde buna benzer sınırlı bir tavsiye kararı hiç yayınlanmadı. Kararın içinde sınırlamalar ve müzakereleri durdurma mantığı dahi var.
Aslında, kibarca kaleme alınmış, karar şablonuna uygun kelimelerle ifade edilen şüpheler ve sorular, kritik ve ortak bir soruna dikkat çekiyor. Günümüzde 25 + 2 + Türkiye’den oluşan ve gelecekte Türkiye’nin de içinde olacağı Avrupa Birliği, buna dayanabilecek bir siyası yapıda ve güçte midir? Tarihten kökenlenen korku içerikli duygusal mirasını Avrupa yenebilmiş midir? AB, Türkiye ile bütünleşme adımını atarken, kendi kurumsal, mali ve siyasi taleplerinden kaynaklanan riskleri minimuma indirirken, Türkiye’nin artan jeopolitik önemini göz önünde bulundurmuşmudur?. Bence hala daha büyük tereddütleri vardır ve korkularını da hala yenememiştir.
Uzun yıllardan beridir belirli kriterleri başardığı takdirde Türkiye’ye üyelik verileceği yönünde sözler verildiği inkar edilemez bir gerçektir. Türkiye’ye 1963 yılında kurulmuş olan Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET ) üyelik sözü verildiğinde, Avrupa’nın bütünleşme süreci, şimdiki durumundan ve bu düzeyden oldukça uzaktı ve farklı kavramdaydı. Bugün Türkiye’nin Avrupa’nın içine girmek isteği birlik veya topluluk, 60’lı yılların AET’si değil, 2000’li yılların Avrupa Birliği. Aslında 60’lı yıllarda “Avrupa Ekonomik Topluluğu” kavramı ile yola çıkmış Avrupa Birliği bu gün bir ekonomik yönetim birliğinden çok daha kapsamlı bir yapıda. Adeta tek vücut olmuş, “Avrupa Birleşik Devletleri” adına daha çok layık, belli tarihî değerlere ve ortak bir dine dayanan Avrupa halk ve devletlerinin Siyasi ve Ekonomik Birliğidir.
Türkiye ile yapılacak göstermelik ve sonuçsuz müzakereler AB içindeki uyumu engelleyecek ve Birliğin bütünleşme gücünü ezecektir. Türkiye’nin AB ile üyelik müzakerelerinde sonuç alınamaması veya müzakerelerin sonuç alınması güç bir yola girmesi durumunda, başarısızlık taraflardan birine mal edilecek ve o tarafta kaçınılmaz olarak Türkiye olacaktır. Bu da hiç şüphesiz AB ile Türkiye arasındaki yakın ilişkileri, kontrol edilemez problemleri içeren bir çıkmaza sokacaktır. Bu çok hassas ve Avrupa’nın geleceğine değişik ve kapsamlı bir yön çizecek konuda, başarısızlık asla bir seçeneklerden bir tanesi olmamalıdır.
Bence “AL ya da bırak” stratejisi, her iki tarafı çıkmaza sokacak ve her iki tarafa da ağır cezalar yükleyecek bir hamle görünümündedir. Müzakereler süresince, bu hamleyi Avrupa ve Türkiye asla kullanmamalı, hiçbir zaman da masaya koymamalıdır. Bu taraflardan hiç birinin çıkarına olacak bir strateji değildir ve asla da tercih edilmemelidir.