Akritas Planı nasıl bir plandı |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Sanki tarih tekrarlanıyormuş gibi bir his var içimde.
Bu nedenle bu gün, 21 Nisan 1966 yılında PATRİS gazetesinde yayınlanan AKRİTAS PLANI’nı size sunmak istiyorum. Lütfen okuyun ve aradan 39 yıl geçmesine rağmen hala geçerli olup olmadığına siz karar verin.
AKRİDAS PLANI
ENOSİS’i gerçekleştirebilmek için, tek yolu Türk halkına karşı silâhlı mücadele gören Rum cephesi, su yüzündeki organları yetersiz buluyor ve bunun için bir yeraltı teşkilatı kuruyordu.
Makarios tarafından kurulan Rum Yeraltı Teşkilâtının sorumluları 7 Şubat 1967 tarihli “PATRİS” gazetesinde açıklanmıştı.
Bu açıklamaya göre Rum halkını silâhlayanlar şunlardır:
Başkan (görünen) : İç İşleri Bakanı Polikarpos Yorgacis,
Başkan Vekili : Çalışma Bakanı Thassos Papatopullos.
Kurmay : Milletvekili Nikos Koççis.
Kurmay Daireleri Müdürü : Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos Kliridis.
Lefkoşa bölgesi kadrosu:
Başkan : Nikos Yuannu (Yüksek rütbeli polis komutanıdır).
Yardımcı : Petros Kondopirgu.
Yedekler Komutanı : Kıbrıs Ordusu Yüzbaşısı: Thasos Marku.
Lefkoşa Şehir Komutanı : Spiros Nikolau.
Lefkoşa Kazası Komutanı : A. Angelidis.
ÇIKIŞ NOKTASI
Cumhuriyetin “VETO” hakkı ile elimizde olduğunu kabul etmişken Rum cephesi, dinamiti yerli yerine yerleştirmek peşinde idi. “AKRİDAS” ismi ile tanımlanan siyasi ve askeri harekât plânı 21 Nisan 1966 tarihli PATRİS gazetesinde yayınlanmıştır.
BAŞPİSKOPOS MAKARİOS TARAFINDAN HAZIRLANAN GİZLİ PLANIN TAM METNİ
PLANIN GAYESİ: CUMHURİYETİ ORTADAN KALDIRMAK VE TÜRK TOPLUMUNU KÖLE DURUMUNA SOKMAK
ÇOK GİZLİ KARARGAH
Başpiskopos Makarios’un verdiği son demeçler Millî davanın yakın bir gelecekte alacağı yönü gösterdi. Geçmişte de belirttiğimiz gibi millî davalar bir günde halledilemez. Millî davaların çeşitli gelişim merhalelerinin tamamlanması için belli zaman tahditleri koymak da mümkün değildir. Davamız şimdiye kadar yer almış olan gelişmelerin, bir süre içinde belirmiş şartların ve alınmış tedbirlerin ışığında, bu tedbirlerin ayarlanması ve tatbiki de göz önüne alınarak incelenmeli ve alınacak tedbirler iç ve dıştaki politik duruma uygun olmalıdır. Bütün bu işlem gerçekten güçtür ve bir çok safhadan geçilmesi şarttır; çünkü sonucu etkileyecek olan çok ve çeşitli nedenler vardır. Herkesin, alınan tedbirlerin esaslı bir inceleme sonucu alındığını ve gelecekte alınacak tedbirlerin temelini teşkil ettiğini bilmesi kâfidir. Ayrıca, şimdi düşünülen bu tedbirlerin, “ilk adım”ı ve “self-determinasyon” hakkımızın kayıtsız şartsız ve tam olarak tatbiki olan değişmez gayemizin “yalnız bir safhasını” teşkil ettiğini de bilmesi kifayet eder.
Esas gaye değişmeyip ayni kaldığına göre, incelenmesi gereken husus bu gayenin gerçekleştirilmesi için izlenecek yol ve usuldür. Bunlar da, zaruri olarak, iç ve dış (uluslararası) taktikler diye ikiye ayrılmalıdır, çünkü, davamızın, içte ve dıştaki takdimi ve yönetilmesi ayrıdır.
A. DIŞTA KULLANILACAK METOD
EOKA mücadelesinin son safhasında Kıbrıs davası dünya kamu oyuna ve diplomatik çevrelere “Kıbrıs halkının self-determinasyon hakkına kavuşması” şeklinde sunulmuştu. Fakat hatırlanacağı gibi bu arada “Türk azınlığı sorunu”, bilinen şartlar altında ortaya atılmış ve toplumlararası çarpışmalardan sonra iki toplumun birleşik bir idare altında beraber yaşayamayacağı fikrini kabul ettirmek için büyük çaba harcanmıştı. Sonunda problem birçok uluslararası çevrelerin zannınca, Londra ve Zürih anlaşmaları ile halledilmiş ve bu anlaşmalar mücadele eden taraflar arasındaki görüşmeler sonunda varılan çözüm olarak gösterilmişti.
a) Bu sebeple ilk hedefimiz, uluslararası alanda, Kıbrıs probleminin çözümlenmediği ve yeniden gözden geçirilmesi gerektiği kanısını yaratmak ve yaymak olmuştur.
b) Aşağıda belirtilen kanıların yaratılması ilk gaye olarak kabul edilmiştir:
i) Bulunmuş olan hal çaresi tatminkâr ve adil değildir.
ii) Varılan anlaşma çatışmış olan tarafların iradesi sonucu elde edilmemiştir.
iii) Anlaşmaların tadili arzusu Rumların imzalarını inkar etme niyetinden değil onların var olması için elzem oluşundan doğmaktadır.
iv) İki toplumun bir arada yaşaması mümkündür, ve
v) Yabancıların güvenmesi ve dayanması gereken kuvvetli unsur Türkler değil Rum ekseriyetidir.
c) Yukarıdaki gayeleri gerçekleştirmek çok güç ise de tatminkâr sonuçlar alınmıştır. Birçok diplomatik temsilciler, anlaşmaların tatminkâr ve adil olmadığına, gerçek görüşmeler sonucu değil de gözdağı ve baskı ile imzalandığına ve birçok tehditler sonunda empoze edildiğine inandılar. Anlaşmalar sonucu varılan hal çaresinin halkın tasvibine sunulmamış olması elimizde önemli bir kozdu. Liderliğimiz de, aklıselimle hareket ederek bir referandumdan kaçındı. (Aksi halde 1959’daki atmosfer içinde halk, anlaşmaları mutlaka tasvip ederdi). Genel olarak dışarıya Kıbrıs’ın şimdiye kadar Rumlar tarafından idare edildiğini, Türklerin ise sadece olumsuz, köstekleyici bir fren rolü oynadığını gösterdik.
d) Birinci safha faaliyetlerimizi ve gayelerimizi böylece tamamladıktan sonra ikinci safhayı uluslararası bir seviyede gerçekleştirmemiz gerekiyor. Bu ikinci safhadaki gayemiz aşağıdaki hususları belirtmek ve kabul ettirmektir:
i) Rumların gayesi Türkleri ezmek değil idari mekanizmanın adalete aykırı ve makul olmayan kısımlarını ortadan kaldırmaktır.
ii) Bunların hemen ortadan kaldırılması gerekir, çünkü “yarın” çok geç olabilir.
iii) (yayınlanmamıştır)
iv) Bu gözden geçirme sorunu Kıbrıslıların bir iç sorunudur ve bunun için, kimseye, dıştan herhangi bir müdahale -güç kullanılsın veya kullanılmasın- hakkını vermez; ve
v) öngörülen değişiklikler makuldür, adildir ve azınlığın makul addedilen haklarını da korur.
e) Genel olarak denilebilir ki bugünün uluslararası düşünüşü her türlü baskının -bilhassa azınlıklara yapılan baskının- karşısındadır. Şimdiye kadar Türkler dünya kamu oyunu Adanın Yunanistan’a ilhak edilmesinin kendilerini köle durumuna sokacağına inandırmakta başarı gösterdiler. Bu şartlar altında mücadelemizi “Enosis” değil de “self determinasyon” temeline dayanarak dünya kamu oyunu etkileyebiliriz.
Self Determinasyon hakkımızı tamamen ve engellenmeden kullanabilmemiz için de anlaşmalardan (Garanti ve İttifak anlaşması v.s.) ve anayasanın hak iradesinin kayıtsız bir şekilde ifadesini engelleyen ve dış müdahale tehlikesi arz eden bazı hükümlerinden kurtulmamız gerekiyor. Bu sebeple ilk hedefimiz, Kıbrıslı Rumlarca kabul edilmemiş diye belirtilmesinde karar kıldığımız Garanti Anlaşmasının elimine edilmesidir.
Garanti anlaşması ortadan kalktıktan sonra önümüzde, bizi bir plebisitle[1] kendi geleceğimizi seçmekten alıkoyabilecek hiçbir hukuki ve manevi engel kalmayacaktır.
Yukarıdaki izahattan anlaşılacağı üzere plânımızın başarısını temin etmek için kademeli bir “çaba ve gelişme” yolu seçilmesi gerekiyor. Bu çabalar ve gelişmeler gerçekleşmezse gelecekteki davranışlarımız kanun bakımından haksız, politik yönden ise başarısı imkânsız bir hale gelir. Ayrıca Kıbrıs’ı ve (Rum) halkını büyük tehlikelerle karşı karşıya bırakmış oluruz.
İzlenecek hareket hattı şöyledir:
(a) Anayasanın olumsuz maddelerini tadil etmek ve bunun sorunda “Garanti ve İttifak anlaşmalarını” de facto olarak ortadan kaldırmak.
Bu adım kaçınılmazdır; çünkü herhangi bir anlaşmanın olumsuz yönlerini tadil etmek ihtiyacı genellikle bütün dünyaca kabul edilmiştir ve makul addedilmektedir.
(Burada bir pasaj yayınlanmamıştır).
Buna karşılık böyle bir tadil çabasını önlemek gayesini güden herhangi bir dış müdahale haksız ve gereksiz sayılmaktadır.
(b) Bunu gerçekleştirir gerçekleştirmez, Garanti Anlaşması (müdahale hakkı) kanunen ve esas olarak tatbik edilemez.
(c) Garanti ve ittifak anlaşmalarının self determinasyon hakkını kısıtlayıcı hükümleri böylece ortadan kaldırıldıktan sonra Kıbrıs (Rum) halkı kendi iradesini serbestçe ifade edip uygulayabilecektir.
(d) O zaman, devlet kuvvetlerinin (Polis gücü) ve buna ek olarak dost ülke askerlerinin, dıştan veya içten gelen herhangi bir müdahaleye karşı koyması mümkün olacaktır, çünkü o zaman tamamen bağımsız bir durumda olacağız.
Görülüyor ki harekâtın (a) maddesinden (b) maddesine kadar olan kısımlarının belirttiğimiz sıraya göre tatbik edilmesi şarttır.
Bunun sonucu olarak da beliren gerçek şudur: Eğer ulular arası alanda başarı şansı umuyorsak mücadelemizin herhangi bir safhasını bir önceki safha tamamlanmadan açıklamamak zorundayız. Örneğin, yukarıda belirttiğimiz dört safhanın gerekli sırayı teşkil ettiği kabul edilirse, bu sıranın (d) maddesi önceden açıklandığı zaman (a) maddesindeki tadilattan söz etmek anlamsız ve faydasız olur, çünkü anayasamın olumsuz hükümlerini tadil etmek yollarını ararken böyle bir revizyonun Devlet ve Anlaşmaların fonksiyonu için gerekli olduğu bahanesini öne sürmekle gülünç bir duruma düşmüş oluruz.
Yukarıda belirtilenler, hedef ve gayelerimiz ve uluslararası alanda izlenecek usul ile ilgili noktalardır.
B. İÇ CEPHE
İç alandaki hareketlerimiz yapacakları tepkiye, dışta bu hareketlerin yorumlanmasına ve yapacaklarımızın milli davamız üzerindeki etkisine göre düzenlenecektir.
1. Aşılmaz diye tanımlayabileceğimiz tek tehlike askeri güç kullanılarak yapılacak bir dış müdahale ihtimalidir. Kısmen veya tüm olarak kendi gücümüzde karşılayabileceğimiz bu tehlike, yaratması muhtemel maddi zarardan ziyade politik alanda yapacağı olumsuz etki yönünden önemlidir. Eğer dış müdahale planımızın “c” safhası uygulanmadan önce yapılırsa böyle bir müdahale tamamen haklı görünmese de hukuki yönden geçerli sayılabilir ki bu da uluslararası alanda ve Birleşmiş Milletlerde aleyhimize olur. Son zamanlarda yer almış olan buna benzer olayların tarihi gösteriyor ki hiç bir müdahale olayında -müdahale hukuk dayanağından tüm olarak yoksun olsa bile- mütecaviz, saldırıya uğrayandan önemli tavizler koparmadan ne Birleşmiş Milletler ne de diğer kuvvetler tarafından sökülüp atılamamıştır. İsrail’in 1956’daki Süveyş saldırısında harekatın Birleşmiş Milletler tarafından takbihine ve Sovyetler Birliğinin duruma müdahale tehdidine rağmen, saldırıyı yapan İsrail, geri çekilmesine karşılık Kızıl Denizdeki Eliat limanını elde etmesini bilmiştir. Kıbrıs için böyle bir durumda çok daha büyük tehlikeler vardır.
İyi çalışır ve yukarıda (a) safhasında belirtilen teşebbüsümüzü başarılı kılarsak göreceğiz ki hem mücadeleyi haksız gösterecek hem de bütün dünyanın desteğini kazanmış olacağız, çünkü Garanti anlaşmasına göre, garantör devletler (İngiltere, Yunanistan ve Türkiye) arasında müzakereler yer almadan müdahale yapılamaz, Asıl uluslararası desteğe işte bu devrede (müdahale öncesi temas devresi) ihtiyacımız olacaktır. Böyle bir desteği de ancak Anayasada yapılmasını teklif ettiğimiz değişiklikler haklı ve akla yakın görüldüğü zaman kazanabiliriz. Bu sebeple öne süreceğimiz değişiklikleri kararlaştırırken çok dikkatli olmamız gerekir.
Bu durumda, ilk adım, müdahale tehlikesini ortadan kaldırmak için anayasayı tadil etme teklifi yapmaktır
İzlenecek taktik: (yayınlanmamıştır).
2. Aşikardır ki müdahalenin haklı gösterilmesi için anayasadaki basit bir revizyon teklifinden daha ciddi sebep, daha yakın bir tehlike olması gerekir. Bu sebepler şunlar olabilir:
(a) “a” ve “c” hareketi yerine getirilmeden ENOSİS’in ilânı.
(b) “Türklerin katliamı” diye aksettirilebilecek ciddi toplumlararası huzursuzluk ve çarpışma.
İlk sebep, birinci safha için hazırlanan plân gereğince kendiliğinden ortadan kalkmıştır; böylece, geriye “toplumlararası çatışma” tehlikesi kalmış oluyor. Tahrik edilmeksizin Türklere karşı bir katliama girişmek veya hücum etmek niyetimiz yoktur. Bu sebepten …… (Bu kısım Rum yayın organlarında gizli tutulmuş yayınlanmamıştır) …. Türkler şiddetli reaksiyon göstererek olaylar ve çatışmalar yaratabilirler, veya çarpışmalar yaratarak Rumların kendilerine hücum ettiği ve bu yüzden can ve mal emniyetleri için müdahalenin kaçınılmaz olduğu intibaını yaratmağa çalışabilirler.
İzlenecek taktik: Anayasayı tadil etme çabalarımız gizli olmayacak. Daima barışçı görüşmelere hazır görüneceğiz ve hareketlerimiz hiç bir zaman tahrik edici veya sert şekil almayacak. Patlaması muhtemel her olay, başlangıçta kanun çerçevesinde ve kanunî kuvvetler -Devletin polis gücü- tarafından, belli bir plana göre, karşılanacaktır. Bütün hareketlerimiz hukuki bir çerçeve içinde yapılacaktır.
3. (Bu madde gizli tutulmuş yayınlanmamıştır.)
4. Türklerin, Anayasayı tadil için girişeceğimiz ciddi hareketlere tepki göstermeyeceğini düşünmek ve genel planımızın yukarıda anlatılan birinci safhasını gerçekleştirme çabalarımıza karşı olaylar ve çatışmalar yaratmayacaklarına inanmak safdillik olur. Bu sebeple Teşkilatımızın varlığı ve kuvvetlenmesi zaruridir. Çünkü;
(a) Türklerin içten gelen bir direnmesine karşı bizim karşı hücumumuz ani olmazsa Rumlar arasında, -özellikle kasabalarda- panik yaratılması tehlikesi vardır. O zaman geniş ve çok önemli bölgeleri Türklere kaptırmak tehlikesi de doğacaktır. Halbuki Türklere “hücum gücümüzü” ani olarak ve etkili bir şekilde gösterebilirsek kendilerine gelecekler ve hareketleri önemsiz, tecrid edilmiş olaylara inhisar edecektir.
(b) Türklerin planlı veya plansız herhangi bir hücumu karşısında -bu hücum, bir gösteri olsun veya olmasın- hemen harekete geçmek ve şiddet kullanarak böyle bir hücumu en kısa bir zamanda bastırmak zorundayız. Çünkü durumu bir iki gün içinde tam olarak kontrol edebilirsek dış müdahale mümkün olmayacağı gibi haklı da görülmeyecektir.
(c) Herhangi bir Türk teşebbüsünün kuvvet kullanarak kati olarak bastırılması bizim sonradan girişeceğimiz ve Anayasada yeni tadilata matuf hareketlerimizi kolaylaştıracak ve ayni zamanda tatbikatta bir Türk reaksiyonunu önleyecektir.
Çünkü Türkler, gösterecekleri herhangi bir reaksiyonun toplumları için ciddi sonuçlar doğurabileceğini kavramış olacaklardır.
(d) Çatışmaların yayılıp büyümesi halinde plandaki (a) ve (d) safhalarını uygulamağa ve ENOSİS’i derhal ilan etmeğe hazır olmalıyız. Çünkü o zaman
man diplomatik faaliyete ihtiyaç kalmamış olacaktır.
4. Bütün bu safhaların tatbikinde büyük rol oynayacak bir faktörü unutmamak lazım. Üyelerimizi ve halkı aydınlatmak ve planlarımızı bilmeyenler veya bilmesine imkan olmayanlarla “tutucu” çevrelerin propagandalarına karşı koymak. Belirttiğimiz gibi mücadelemizin an azdan dört safhadan geçmesi şarttır. Ayrıca bu süre içinde planlarımızı ve niyetlerimizi, zamansız olarak açıklamamak zorunluluğundayız.
Görüleceği gibi bu konuda her şeyi gizli tutabilmek milli görevden de üstün bir görevdir. “Gizlilik” başarımız ve bekamız için hayati bir önem taşır.
Bunun böyle olması “tutucu” zümreyi ve sorumluluk duygusundan yoksun demagogları, tahrik edici konuşmalar yapmaktan, sözde milli beyannameler dağıtmaktan alıkoymayacaktır. Planlarımızın geçiş safhaları onlara bir çok fırsatlar verecek niteliktedir. Liderlerimizin esas gayesinin “millî hedef” olmadığını ve yalnız anayasayı tadil “etme peşinde koştuğumuzu söyleyecekler, ithamlar yağdıracaklardır. Anayasayı, kararlaştırdığımız gibi aralıklı merhalelerle ve hüküm süren şartlar çerçevesinde tadil etme gerekliliği işimizi daha da güçleştiriyor. Bütün bunlar bizi sorumsuz demagojiye, sokak politikasına ve millicilik yarışına itmemelidir. İcraatımız bizi, inkâr edilemeyecek bir şekilde haklı gösterecektir. Her halükarda, hepimizin iyi bildiği nedenler yüzünden, bu Plânın gelecek seçimlerden çok önce tatbik edilmesi ve başarı ile sonuçlanması gerektiğine göre, önümüzdeki kısa devre içinde göstereceğimiz itidal ve soğukkanlılıkla temayüz etmeliyiz. Buna paralel olarak vatansever kuvvetlerimizin birliğini ve disiplinini korumak ve bununla da kifayet etmeyip bu birliği takviye etmek zorunluluğundayız. Bu konuda başarı sağlamak için üyelerimizi iyice aydınlatmalıyız ki onlar da halkı aydınlatabilsinler.
Her şeyden önce “tutucuların” gerçek kimliklerini açıklamalıyız. Bunlar küçük, sorumsuz demagoglar ve fırsatçılardır. Son yılların tarihi bunu açıkça ortaya koymuştur. Bunlar, liderliğimize kuduz köpekler gibi saldıran, fakat geçerli, pratik ve akla yakın herhangi bir çözüm yolu göstermekten aciz, başarı yoksunu, menfi ruhu genci insanlardır.
Hareketlerimizde başarı sağlayabilmemiz için, son dakikaya kadar kuvvetli ve istikrarlı bir hükümete ihtiyacımız vardır. Bu böyle bilinmelidir. Bu tutucular güruhu, nutuk çekmekten başka bir şey yapmaktan aciz gürültücü parolacılardır. Daima, ciddi ve kesin bir hareket gerektiği zaman, fedakarlık gerektiği zaman, ortada güçsüz zavallılar olarak kalmışlardır ve kalacaklardır. Bunun en tipik örneği şimdiki tutumlarıdır: En iyi hareketin Birleşmiş Milletler’e başvurmak olduğunu teklif ediyorlar. Bu yüzden bunların tecrit edilmeleri ve daima uzakta tutulmaları şarttır.
Planımızı üyelerimize YALNIZ SÖZLÜ olarak anlatmalıyız. Toplantılar teşkilatın Alt-Karargahlarında (bölge karargahlarında) yapılmalı ve üyelerimizin halkımızı aydınlatabilmeleri için, bölge karargah lideri ile üyeleri, planımız ve niyetlerimiz konusunda iyice aydınlatılmalıdır. HERHANGİ BİR YAZILI İZAHAT YAPILMAMALIDIR. YUKARIDAKİLERLE İLGİLİ HER HANGİ BİR DOKUMANIN KAYBI VEYA DIŞARIYA SIZDIRILMASI VATANA İHANET SUÇU SAYILIR. Bu dokümanın açıklanması, ihbarı veya muhalefet tarafından yayınlanması kadar zararlı ve mücadelemize bu kadar ağır bir darbe indirecek başka bir hareket düşünülemez.
Üyelerimizin sözlü aydınlatılması dışındaki bütün çalışmalarımız, bilhassa basındaki yayınlarımız çok ılımlı olmalı ve planımız hiçbir şekilde ifşa edilmemelidir. Yalnız sorumlu üyeler halka hitap edebilir, nutuk söyleyebilir beyanat verebilir. Onlar da planımıza temas ederken kendi şahsi sorumluluklarına ek olarak alt-karargah başkanlarının sorumluluğu ile hareket ederler. Yazılı plandan söz etmek gerekirse, bu, alt-karargah başkanlarının izni ile yapılır. Başkanlar yapılacak konuşmayı veya verilecek demeci iyice kontrol ederler. Hemen şunu de bildirelim: Böyle bir konuşma veya demecin HİÇ BİR ŞEKİLDE BASINDA VEYA BAŞKA YAYINLARDA YER ALMASINA İZİN VERİLMEMELİDİR.
İzlenecek taktik: Üyelerimizi ve halkı SÖZLÜ OLARAK aydınlatmak için büyük çabalar harcanmalıdır. Kendimizi “ılımlı” gösterebilmek için hiç bir çaba esirgenmemelidir. Hiç bir yazıda, veya basında, veya herhangi bir dokümanda planımızdan bahsedilmemelidir, böyle bir konuya temas edilmemelidir. Sorumlu üyelerimiz halkı aydınlatmaya devam edecekler, moral yükseltmek, halkın mücadele ruhunu takviye etmek için gerekli çalışmayı -basın veya diğer kanallarla planlarımızı ifşa etmeden- en iyi şekilde yapacaklardır.
NOT: Bu doküman, alındığı günden itibaren on gün içinde, alt-karargah başkanının sorumluluğu altında ve bütün kurmay üyelerinin huzurunda yakılmak suretiyle yok edilecektir. Bu dokümanı kısmen veya tüm olarak kopya etmek şiddetle yasaktır. Alt-
karargahın kurmay üyeleri, başkanlarının sorumluluğu altında planı alıp inceleyebilirler. Lakin bölge başkanı dahil hiç bir üye bu dokümanı alt-karargah binasından çıkaramaz.
Başkan
AKRİDAS