ATUN: “TÜRKİYE’NİN VE KKTC’NİN KADERİ DEĞİŞECEK”

ATUN: “TÜRKİYE’NİN VE KKTC’NİN KADERİ DEĞİŞECEK”

Kıbrıs İlim Üniversitesi (KİÜ) Mühendislik Bölümü Dekanı Prof. Dr. Ata Atun, Fatih sondaj gemisinin Karadeniz’de 320 milyar metreküp doğalgaz rezervi keşfetmesinin, Türkiye’nin ve KKTC’nin kaderini değiştireceğini söyledi. Türkiye’nin ekonomik gücünün, Kıbrıslı Türklerin hak ve eşitliğine dayalı bir çözümün de kapılarını açacağını ifade eden Atun, “bir kez daha Türk olmanın, anavatanımın Türkiye olmasının gururunu yaşıyorum” dedi.

Türkiye’den gelen doğalgaz müjdesi KKTC’de de büyük sevince neden oldu. Kıbrıs İlim Üniversitesi Mühendislik Bölümü Dekanı Prof. Dr. Ata Atun, Türkiye’nin, bölge lideri olma yolunda hızla ilerlediğini söyledi. Türk sondaj gemisi Fatih’in, Batı Karadeniz kıyılarının yaklaşık 100 deniz mili kuzeyinde, Sakarya Parseli içindeki “Tuna-1” olarak bilinen arama bölgesinde sondaj faaliyeti yürüttüğünü ve bu faaliyetler sonucu müjdeli haberin geldiğini anımsatan Atun şöyle konuştu:

“Sakarya parselinde saptanan doğalgaz rezervi 800 Milyar metreküp civarında. Fatih sondaj gemisinin Sakarya parseli içinde Tuna 1 Kuyusunda yaptığı sondajla 320 milyar metreküp doğalgaz rezervi keşfetmesi, Türkiye’nin 21. Yüzyıldaki kaderinin değişiminin ilk adımını oluşturacak. Kanuni Sondaj gemisi de bölgeye hareket etmeye hazırlanmaktadır. Buradan da müjdeler bekliyoruz.”

Bu müjdeyle birlikte Türkiye’nin dışa bağımlılıktan kurtulacağını, prangalarını koparıp atacağını, ekonomisi, nüfusu, savunma sanayisi, teknolojisi ve silahlı kuvvetleri ile Doğu Akdeniz’de, Orta Doğu’da ve bölgesel diplomaside son söz sahibi ülke bir ülke konumuna geleceğini ifade eden Atun, Kıbrıs Türklerinin de kaderinin değişeceğini belirtti.

Enerjinin, kalkınmanın temel unsuru olmanın yanında milli bağımsızlığın tesisinde de büyük öneme sahip olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Ata Atun sözlerini şöyle tamamladı: “Türkiye bu gücü ile Kıbrıs konusunda da, Kıbrıslı Türklerin haklarını ve eşitliğini sağlayacak bir çözümün kapılarını açacak ve bunu tesis edecektir. Bu güzel haberle, Türkiye’nin ve KKTC’nin kaderinin değişeceğine inanıyor, -bir kez daha- Türk olmanın, anavatanımın Türkiye olmasının gururunu yaşıyorum.”

21 Ağustos 2020
ATUN: “TÜRKİYE’NİN VE KKTC’NİN KADERİ DEĞİŞECEK” için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

Rum Müzakereci Mavroyannis’in Politis gazetesinde Yayınlanan Röportajı

Rum Müzakereci Mavroyannis’in Politis gazetesinde Yayınlanan Röportajı

Rum Müzakereci Mavroyannis’in Politis gazetesinde Yayınlanan Röportajı

15 Şubat 2014, Cumartesi

 

MAVROYANNİS: “DEVLET VARLIĞINI KORUYACAK EGEMENLİK SADECE ONA AİT OLACAK”

“EGEMENLİK TEKTİR, BİRLEŞİKTİR, BÖLÜNMEZDİR, DEVLETE AİTTİR. DEVLET TEKTİR. BU DEVLET VARDI VE BU KALACAK”

“DEVLETİN YENİDEN KURULMASI DİYE BİR ŞEY YOK KIBRIS DEVLETİ RUMLAR VE TÜRKLERİN EDİTORYAL YETKİ KULLANMASIYLA YENİDEN YAPILANDIRILIYOR”

“TEMEL İNSAN HAKLARI, TEMEL ÖZGÜRLÜKLER VE 4 ÖZGÜRLÜK İÇ STATÜYE BAĞLI OLMAMALIDIR”

“GERİ DÖNÜŞ HAKKI MÜLKİYET HAKKININ ÜZERİNDEDİR”

Rum tarafının müzakerecisi Andreas Mavroyannis “devletin varlığını koruyacağını, egemenliğin de sadece buna (“Kıbrıs Cumhuriyeti devletine”) ait olacağını söyledi ve “yetkiler başka şey, egemenlik başka” dedi.

 

Politis Mavroyannis’le yaptığı geniş (3 sayfa) ölçekli röportajı okurlarına manşetten “Kıbrıslı Rum Müzakereci Andreas Mavroyannis’le Geniş Röportaj… Kıbrıslı Türkleri Avrupa’da Yanımızda İstiyoruz… İster Kıbrıslı Rum İster Kıbrıslı Türk Olsun Herkesin Geri Dönüş Hakkını Güvence Altına Almak Zorundayız… Ancak Devlet Kalacak. Tek Egemen O Olacak, Başkası Değil! Yetkiler Başka Şey Egemenlik Başka” başlık ve spotlarıyla manşete çekti.

 

Gazete süreçte bazı konuları Türkiye’yle de görüşeceklerini bu nedenle Türkiye’ye gideceğini söyleyen Mavroyannis’in “Ziyaretimiz 26-28 Şubat arasında olacak ve Türk diplomatik makamlarıyla bir tam gün müzakere edeceğiz” dediğini yazdı.

 

Gazeteye göre Mavroyannis ortak açıklama metninin Avrupa müktesebatının Kıbrıs’ın tamamına yayılmasını güvence altına aldığını vurgulayarak “Bu itibarla Türk tarafının bazı haklı endişeleri vardı. Yoruma yer bırakmayacak, tehlikeli tezlerin ileri götürülmesini engellemek ve iki kurucu devlet gibi mesnetsiz iddia ve talepleri savuşturacak şekilde bu endişeleri tatmin etmeye çalıştık” ifadesini kullandı.

 

Ortak açıklama metninin 3 ve 4’üncü maddelerinin çok eleştirildiğinin hatırlatılması üzerine Mavroyannis özetle şunları söyledi:

 

“TEMEL İNSAN HAKLARI, TEMEL ÖZGÜRLÜKLER VE 4 ÖZGÜRLÜK İÇ STATÜYE BAĞLI OLMAMALIDIR”

 

“Bizim algımız, insan haklarının, temel özgürlüklerin ve AB’nin 4 özgürlüğünün (kişilerin, malların, sermayenin ve hizmetin serbest dolaşımı) var olan iç statüye bağlı olmamasıdır. İç statünün tek manası iki bölgeliliği ve iki toplumluluğu güvence altına alacak bazı siyasi hakların kullanılmasına kriterdir, başka hiçbir şey değil. Ada’nın tamamında Avrupa müktesebatı yürürlükte olacak. İki bölgeliliğin, iki toplumluluğun ve siyasi eşitliğin kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına gerekçe değil uyumla uygulanması gerektiği ilk kez netleştiriliyor.

 

İki bölgeliliğin nüfus veya mülkiyet açısından baskınlığı kapsadığını kabul etmiyoruz. Bu, Avrupa müktesebatının tam olarak uygulanmasından söz eden ortak açıklamada da nettir. Müzakerelerde görüşülebilecek şey, Avrupa müktesebatına uygun ve iki bölgelik ve iki toplumluluk ilkesinin uygulanması için gerekli olan geçici güvenlik tedbirleridir. Bu tür çözümler, çözümün niteliği ve iki toplumun kimliğinin korunması lehine öngörülebilir ancak hiçbir şekilde kişisel ve Avrupai özgürlüklerin aleyhine olamaz.

 

“GERİ DÖNÜŞ HAKKI MÜLKİYET HAKKININ ÜZERİNDEDİR”

 

Elbette bir Girnelinin Girne’de yaşama hakkını güvence altına alıyoruz. İster Kıbrıslı Rum ister Kıbrıslı Türk olsun herkesin geri dönüş hakkını güvence altına almak zorundayız. Bana göre geri dönüş hakkı mülkiyet hakkının üzerindedir. Geri dönüş hakkı sadece gayrı menkulle değil yerle; ata yurdu, kökler, ailesel ve kültürel bağlarla alakalıdır. Ancak geri dönüşün ötesinde yerleşme ve iş yapma özgürlükleri de olmalıdır ki bu, bir Limasollunun Girne’de kalma hakkı olduğu anlamına gelir. Bütün bunların üzerinde, mal ve hizmetlerin serbest dolaşımının doğal sonucu olarak girişimcilik faaliyeti hakkı da var.  Bu gerek Kıbrıs Rum gerek Kıbrıs Türk tarafının çıkarına çok önemli bir yöndür. Geri dönüş demek tam yerleşim demektir, sadece akrabalarını gömmeye gitmek değil.

 

“EGEMENLİK TEKTİR, BİRLEŞİKTİR, BÖLÜNMEZDİR, DEVLETE AİTTİR. DEVLET TEKTİR. BU DEVLET VARDI VE BU KALACAK”

 

Bize göre egemenlik tektir, birleşiktir, bölünmezdir ve devlete aittir. Devlet tektir ve 60 anlaşmalarından kurulmuştur. Bu devlet vardı ve bu kalacak. Şu anda iki toplum şu anda kendi içlerinde olguları değiştirerek bir editoryal yetki kullanıyor. Ancak devlet kalacak. Egemenliğe sadece o sahip olacak, başka kimse değil! şu anda birileri kelimelerle oynamak ve ‘yetkiler’ terimini ‘egemenlik’ olarak isimlendirmek istiyorsa (ortak açıklamanın 3’üncü paragrafını kastediyorum) bu başka bir hikaye. Tabii, artık yetkiler de dâhil, devletin amir yasası olan federal Anayasa’nın vereceği yetkiler olacak. Federal yetkiler kaydedildikten sonra Anayasa’nın belirleyeceği geriye kalan yetkiler oluşturucu eyaletler tarafından kullanılacak dil veya kültür konuları ve birçok başka mesele yetkilerin paylaşımı ve ayrılması konusu olacak, egemenliğin değil.

 

“DEVLETİN YENİDEN KURULMASI DİYE BİR ŞEY YOK KIBRIS DEVLETİ RUMLAR VE TÜRKLERİN EDİTORYAL YETKİ KULLANMASIYLA YENİDEN YAPILANDIRILIYOR”

 

Devletin yeniden kurulması diye bir şey yok. Kurulduğu andan itibaren bir devletin özerk yaşamı ve varlığı vardır ve uluslar arası hukukun öznesidir ve kendisini oluşturan Sözleşmelerin varlığını yitirmesi durumunda bile var olmaya devam eder. Kıbrıs BM ve AB üyesidir ve öyle kalacak. Bunu kimse reddetmiyor. Ortak açıklama net bir şekilde, Anayasa iki oluşturucu, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk eyaletini tavsiye edecek diyor. Dolayısıyla Kıbrıs Devleti, Kıbrıs sorununun çözümü uygulanana kadar bu şekilde var olmaya devam edecek. Federal Birleşik Kıbrıs önceden var olan iki devletin birleşmesinin sonucu olacak yorumuna olanak tanıyacak herhangi bir prosedür ortaya çıkması veya bunu kabul etmemiz söz konusu değildir. Bu editoryal prosedürü Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumları kullanacak ‘oluşturucu eyaletler’ değil. Oluşturucu eyaletler, ortak açıklamanın 4’üncü paragrafında belirtildiği gibi çözüm referandumlarda onaylandıktan sonra ortaya çıkacak.

 

ABD Anayasası’nda ‘Biz halk olarak’ denmesi her bir Amerikan vatandaşının ayrı egemenliği olduğu anlamına mı geliyor? yapıcı belirsizliğe hiçbir şekilde yer yok. Kıbrıs devletinin bir iç yeniden yapılanmasından ve yeni bir düzen ortaya çıkmasından söz ediyoruz.”

 

Oluşturucu eyaletler Federal Birleşik Kıbrıs’ın dış ilişkilerinde söz sahibi olmayacak. Dış ilişkilerde yetki Federal Birleşik Kıbrıs’ın olacak. İki oluşturucu eyaletin, iki toplumun federal devlete katılımıyla dolaylı bir ağırlığı olacak ancak dış politika federasyonun dış politikası olacak.  Kıbrıslı Türklerle daha önce uzlaştığımız gibi,  oluşturucu devletlerin uluslar arası sorumluluk içeren bütün konularında sorumlu, Federal Anayasa tahtında federal hükümettir iki oluşturucu eyalet bulunması devletin dış politikasını doğrudan etkilemez.

 

“BÜTÜN KONULAR ÇAPRAZ VE BİRBİRİYLE BAĞLANTILI GÖRÜŞÜLECEK, TÜRKİYE’YE BU YÜZDEN GİDİYORUZ”

 

Müzakerelerde konuların çapraz ve birbiriyle bağlantılı görüşülmesinden başka bir şey kabul etmeyiz.  Bütün konuları masaya koyacak ve hepsini dönüşümlü değil eşzamanlı görüşeceğiz. Bazı konuları Türkiye’yle de görüşeceğiz, Türkiye’ye bu yüzden gidiyoruz. Ziyaretimiz 26-28 Şubat arasında olacak ve Türk diplomatlarla bir tam gün görüşeceğiz. Dönüşümlü görüşme yaklaşımını kabul etmiyoruz. Toprak konusunu şimdi görüşüp bitirelim, ardından da güvenlik başlığına geçelim diye bir şey olmaz.  Toprak yönünün başka bir konuyla da alakalı olduğunu saptadığımız anda onu da görüşeceğiz. Bütün konular masadadır. Bu, her bir araya geldiğimizde bütün konuları ele alacağımız anlamına gelmiyor ancak her an bütün konulara el atabiliriz. Bir pazarlığa girdiğinizde çoğu kez bir başlıkta bir şey verirseniz bir başka şey almanız gerekir.

 

Bir mesele çözülemediğinde çözülmemiş konular arasında kalacak ve hedef, kapsamlı çerçeve içerisinde yavaş yavaş göğüslenmesidir. Al-ver (pazarlık) mantığı bunun içindir. Yani bir dizi çözümsüz meseleye bakarak önceliklerini belirlersin ve temel endişelerini tatmin edecek bir al-vere girersin.  Kapsamlı çözüm uzlaşı olacak ancak kötü bir yamalı bohça olamaz.  Bunu ne siyasi liderlik kabul eder ne insanlar.”

 

“AB TEMSİLCİSİNİN YETKİSİNİN ARTIRILMASI YETMEZ BÜTÜN KURUMSAL ORGANLARININ VE BÜTÜN AVRUPALI ORTAKLARIMIZIN ROL VE SÖZ SAHİBİ OLMASI GEREKİR”

 

Mavroyannis AB’nin müzakere prosedürüne müdahil olmasıyla ilgili bir soruya karşılık “Pieter Van  Nuffel yeterli, AB’nin deneyimli bir yetkilisidir ve bize yardımcı olabilir, sorun uygun yetkilere sahip olmasıdır. Şu ana kadar yetkileri çok kısıtlıydı ve prosedüre müdahale etmeye çok da olanağı yoktu” vurgusunu yaptı, şunları da söyledi:

 

“Unutulmaması gerekir ki AB Kıbrıs Türk toplumuna yardım programını da yürütüyor ve çözümden önce de, ürünlerin Mağusa Limanı üzerinden dolaşımı, Ankara Protokolü’nün uygulanması, herhangi bir güven yaratıcı önlemin uygulanması gibi konularda rolü ve elbette çözümün müktesebatla uyumunda sorumluluğu olacak.  AB’nin ilgisinin artmasının Komisyon temsilcisinin yetkisinin daha çok yetkiye sahip olmasıyla bitmeyeceğini unutmayalım. AB’nin bütün kurumsal organlarının ve bütün Avrupalı ortaklarımızın rol ve söz sahibi olması gerekir.

 

Şurası net olarak anlaşılmalıdır ki Türk  bölgelerinin AB ile uyumu sahte devletle yapılmıyor.  Sahte devletin AB’ye girmesini kabul etmiyoruz. Kıbrıs AB’ye girmiştir ve Avrupa müktesebatının Kıbrıs Cumhuriyeti’nin denetimi altında olmayan bölgelerdeki uygulaması ertelenmiştir. Bu erteleme Kıbrıs sorunu çözülürse ve veya çözümden önce bazı konularda kaldırılabilir. Çözümden sonra, meydana gelecek oluşturucu eyaletlerin Avrupa müktesebatına uygun mevzuatları olmasını güvence altına almamız gerekir. Federal düzeyde öngörülen bütün kurumların öngörülen yetkileri olması gerekir.”

 

“MARAŞ İLE TOPRAĞIN, MÜLKİYETİN BİR PARÇASINI ÇÖZMÜŞ OLACAĞIZ”

 

Mavroyannis, Maraş konusunda paralel bir prosedür başladığı söylenebilir mi sorusuna karşılık  “bizim için bir süredir başladı, şu anda Başkan Obama’nın ve AB’nin de desteğini almış olmamız önemlidir” dedi, özetle şunları ekledi:

 

“Çabayı sürdürmeliyiz, işaretler daha iyi gibi. Sadece güven yaratıcı önlem değildir aynı zamanda müzakereye bir dinamik katacaktır. Maraş paketi uygulanırsa müzakerelerde çok daha fazla ilerleyeceğimize inanıyoruz çünkü toprağın bir parçasını, mülkiyetin bir parçasını çözmüş, Güvenlik Konseyi kararlarını uygulamış olacağız.”

 

KKTC’DEN BORULARLA SU GETİRİLMESİ VE KKTC’NİN YAPTIĞI DEVLETLER ARASI ANLAŞMALAR

 

Türkiye’den KKTC’ye boru hattıyla su getirilmesi projesi hatırlatılarak, KKTC’nin özellikle Türkiye ile yapmış olduğu anlaşmaların, suyla ilgili bu anlaşma uğruna, federal hükümetin mi, oluşturucu devletlerin mi onayından geçmesi gerektiği yoksa bunların otomatikman statü mü kazanacağı sorulduğunda Mavroyannis “bu konular hakkında karar verilmedi.  Tezimiz, yasadışı faaliyetlere asla statü kazandırılmayacağıdır. Hukuk dışı bir şey hukuk yaratamaz” cevabını verdi.

 

“Bosna gibi federal devletlerin başarısızlığına atıfta bulunularak “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin tanınmaktan vazgeçmesi ve Tayvanlaştırma gibi konuları gündeme getirdiği hatırlatılarak Mavroyannis’e “Başarısızlık olması halinde Kıbrıslı Türkler ayrılıp devlet olarak tanınabilir mi? Türkiye’nin müdahalesi ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörlük anlaşmalarını harekete geçirmesinden söz edenlere cevabınız nedir?” sorusu yöneltildi.

 

Mavroyannis “Hukuki açıdan bu olamaz ama çok iyi bildiğiniz gibi uluslar arası yaşam pratikte farklıdır” cevabını verdi.

*** TAK’dan (16 Şubat) ve Kıbrıs Postası’ndan (16 Şubat) alınmıştır ***

17 Şubat 2014
Rum Müzakereci Mavroyannis’in Politis gazetesinde Yayınlanan Röportajı için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

DÜNYA SİYASETİNDE LOBİCİLİK

DÜNYA SİYASETİNDE LOBİCİLİK

DÜNYA SİYASETİNDE LOBİCİLİK

 

İkinci Dünya Kıbrıs Türkleri Kongresi

18-20 Nisan 2012, Acapulco Tatil Köyü, Girne

 

Prof. Dr. Ata ATUN

Yakın Doğu Üniversitesi ve SAMTAY Vakfı

 

 

Konu:

Yabancı ülkelerdeki Kıbrıs Türklerinin yaşadıkları ülkelerde siyasi-ekonomik-sosyal alanlarda görev üstlenmek ve tanınma/tanıtma faaliyetleri düzenlemek suretiyle KKTC adına siyasi etkinlik kazandırılmasını sağlamak amacıyla strateji geliştirilmesi.

 

Lobicilik

Bir rivayete göre, lobi kelimesinin doğuşunda, otel lobisinden esinlenilmiş. 1870’lerin başında ABD Başkanı Ulysses S. Grant, Beyaz Saray’da geçirdiği yoğun gündemin ardından, hemen yakındaki Willard Otel’in şık lobisinde puro ve konyak eşliğinde stresini atmaya çalışırmış. Bu sırada, dertlerini anlatmak için etrafına doluşanlara da “Lobiciler” adını takmış.

 

Tarih kayıtlarına göre, Amerikan İngilizcesi’nde “Lobi yapmak” fiili, 1850’lerden beri var. Kongre’nin geniş koridorlarında bazı yurttaşların milletvekili ve senatörlere “bir istirhamda” bulunma çabalarını tanımlıyor lobi yapmak sözcüğü.

 

Daha sonraki yıllarda ABD’deki demokrasi ile birlikte lobicilik de evrim geçiriyor, çeşitleniyor, kurumsallaşıyor ve yasalarla düzenlenir hale geliyor. Etik kurallarla biçimleniyor ve öyle ki; ABD Başkanı’nın kendinden bile bağımsız olan yasama gücü, Kongre nezdinde bir lobi ile etkili olmaya çalışabiliyor.

 

Kısa tanımı ile Lobicilik, özellikle siyaset dünyasında bireylerin ya da bazı grupların kanun yapıcıları etkilemek için planlayıp, organize ettikleri her türlü girişim ve etkinliktir.

 

Bir başka ifadeyle, bir fikri, bir ürünü, bir konuyu satma, kamuoyunda olumlu izlenimler oluşturulmasını sağlama, lanse etme, yanlış izlenimleri silme yada düzeltme, gerektiğinde baskı grupları yaratma, aleyhte olan bir durumu lehe çevirme olarak ta açıklanabilir.

 

Lobicilik ayrıca karar alma mekanizmalarını etkilemek demektir. Bilgilendirme ve sempati kanallarını çalıştırıcı etkenleri öne çıkarır. Bu sempati kanalları bazen ikili ilişkilerle, bazen kültürel ve sosyal ilişkilerle, bazen de ekonomik ilişkilerle olur.

 

Lobicilik hükümetler tarafından verilen kararları etkileme çalışması olarak da tanımlanabilir.

 

Bu çalışmalar kanun koyucuları ve memurları etkilemeye yönelik her türlü faaliyeti kapsar. Faaliyetler organize gruplar tarafından ya da kanun koyucular ve memurlar arasındaki gruplar tarafından yürütülebilir. Devlet çalışmalarını ve yasaları özel bir çıkar ya da bir lobi faydasına etkilemeye çalışan kişilere lobici denir.

 

Hükûmetler çoğunlukla organize grup lobiciliğini tanımlar ve regüle ederler. Lobicilik ilk kez 1946’da Amerika’da “Federal Regulation of Lobbiying Act”ile yasal bir çerçeve içine alınmış, federal hükümetler lobicilik faaliyetlerini modern devlet sisteminin ve hükümet anlayışının önemli vazgeçilmez bir unsuru olduğunu kabul etmişlerdir.

 

Kıbrıs Sorununda Rum Lobi faaliyetleri

 

Kıbrıs sorununun başladığı gün olan 21 Aralık 1963 tarihinden itibaren bakıldığında, Rumların saldırgan ve haksız taraf olmalarına rağmen, adayı Türklerden temizlemek ve Rum Üniter Devletini kurarak yasallaştırmak için her yolu denedikleri görülmektedir.

 

Bu emellerine silahla ulaşamayacaklarını anlayınca da lobiciliği öne çıkararak diplomasi ile adayı ele geçirme çalışmalarını başlattılar.

 

Bağlantısızlar grubuna liderlik yapmak heveslerinin, kendilerini BM’de istedikleri kararı çıkartabilmek aşamasına getirdiğini görünce, özellikle ABD’de deki Rum ve Yunan lobi gruplarını birleştirerek Kongre üzerinde etkili olmaya çalıştılar ve bunun meyvesini de Barış Harekatı sonrası Türkiye’ye silah ambargosu uygulatarak aldılar.

 

ABD yönetimi yaptıklarım yanlışın farkını varınca ambargoyu kaldırdı ancak artık Helen Lobisi de alt yapısını tamamladığından ve yöntemi de iyice öğrendiğinden her yer ve aşamada etkili olmaya başladı.      

 

Terör örgütü PKK’ın lideri Abdullah Öcalan yakalandığı vakit üzerinden çıkan Kıbrıs Rum Cumhuriyeti pasaportunun hesabının sorulamamasının nedeninin her ne kadar hukuksal bir konu olduğu düşünülse de gerçekte yaptıkları başarılı lobicilik sayesinde bu ithamdan sıyrılmayı başardılar.

 

18 kasım 1983’de BM Güvenlik Konseyi tarafından alınan 541 No.lu karar tamamen Rum lobisinin etkin faaliyetinin bir sonucudur.

 

Rumların Lobi faaliyetlerinin bir devamını da Rumların AB’ye giriş isteklerinde görmek mümkün. Dönemin Rum Cumhurbaşkanı AB’ye yaptıkları katılım başvurusunun ekonomik beklentilerden çok siyasi kazanımlar olduğunu açıklaması Lobiciliğin ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Türk Lobi faaliyetleri

 

Dünya Kıbrıs Türkleri Kongrelerinin yapılması, dünyanın çeşitli ülkelerindeki Kıbrıslı Türkleri bir araya getirirken, örgütlü bir şekilde tek bir merkezden yöneltilebilen lobi faaliyeti yapmalarına da kapı açacaktır.

 

Aynı şekilde Başbakanlığın bünyesinde kurulan “Yurtdışı Türkler Birimi”nin de aynı doğrultuda organize çalışmalar yapması gerekmektedir.

 

Artık Kıbrıslı Türklerin haklılığını dünya politikasına yön veren kişi ve kuruluşlara duyurabilmek için bir LOBİ örgütü kurulması kaçınılmaz olmuştur.

 

Dünyanın neresinde ve hangi ülkesinde yaşarsa yaşasın her Kıbrıslı Türk’ü, KKTC’ye gönül vermiş Türklerle yabancıları ve Türklerin kurucusu oldukları dernek ve birlikleri bir çatı altında toplamanın zamanı gelmiştir.

 

Üniversitelerimizden mezun olan yabancı uyruklu gençleri, mezuniyetlerinden evvel LOBİ kuruluşumuza çağırarak bilgilendirmek ve bilinçlendirmek bu yoldaki çalışmalara büyük katkı koyacaktır.

 

Bu organizasyonun içine ATCA ve AMBARGOED gibi etkili kuruluşları da almak, LOBİ merkezine ve örgütüne büyük güç katacaktır.

 

ABD Temsilciler Meclisi Üyeleri ve Senatörleri ile Avrupa parlamentosu üyelerine periyodik ve düzenli olarak İngilizce olarak düşünce ve savlarımızın iletilmesi, Kıbrıs konusunda Türk tarafının tezlerinin de daha iyi anlaşılmasına yol açacaktır. Bu gibi dünyanın politikalarının belirlendiği merkezlerde, Kıbrıslı Türkler ve KKTC ile ilgili doğru bilgilerin bulunması en azından aleyhimize çıkacak kararları birkaç kez gözden geçirilmeden alınmamasını sağlayacaktır.

 

Türkiye’nin Bölgesel Rolü ve 1 Temmuz

 

Türkiye ve KKTC siyasilerinin son 1 yıldır ısrarla dile getirdikleri Kıbrıs Rum Yönetiminin AB dönem Başkanlığını devralacağı 1 Temmuz 2012 tarihi, Türkiye ve KKTC için çok önemli bir siyasi köşe taşı olacak, Türkiye’nin AB’ye yönelik siyaseti ile KKTC’nin dünya üzerindeki politik konumunun yeni bir kulvara girişine yol açacaktır.

 

1 Haziran’dan 1 Temmuz’a kadar geçecek olan süre LOBİ faaliyetlerimizin yoğunlaştığı ve doruğa çıkacağı dönem olmalıdır. Bu bir ay içinde 1 Temmuz sonrasında yapacaklarımızı, haklılığımızı destekleyen savlarla birlikte AB’ye ve BM Güvenlik Konseyi daimi ve geçici üyelerine anlatmamız, aynen 20 Temmuz Barış Harekatı öncesi Türkiye’nin haklı savlarını günler öncesi aynı odaklara anlatarak yapması, harekata müdahaleyi önlemiş, Türkiye’nin kınanması olasılığını da ortadan kaldırmıştır.

 

1 Temmuz sonrası atacağımız adımların dünyaca kabulünü istiyorsak, LOBİ faaliyetimizi şimdiden programlamalı ve hayata geçirmeliyiz.

 

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

 

20 Nisan 2012
DÜNYA SİYASETİNDE LOBİCİLİK için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk

RUMLARIN KIBRIS’TA BİTMEYEN MÜLKİYET SAVAŞI

RUMLARIN KIBRIS’TA BİTMEYEN MÜLKİYET SAVAŞI

Kıbrıs Rum hükümeti KKTC toprakları üzerinde egemenlik sağlayabilmek amacı ile yıllar önce bireysel mülkiyet hakkı iddiası ile ABAD’ı ve AİHM’yi kullanarak hukuksal saldırılara geçerken, Rum Ortodoks Kilisesi de tamamen dini bir kisve altında,  Avrupa ve Amerika’nın yumuşak karnı olan Hıristiyanlık dinini kullanarak ve suiistimal ederek, aynı amaç doğrultusunda organize girişimler başlattı.

Rumların hukuksal ve dinsel olarak iki ayrı koldan yaptıkları bu girişimlerin bir tek amacı bulunmaktadır. 1878 yılında Osmanlı Devleti ile İngiliz İmparatorluğu arasında yapılan “Kıbrıs Adasının Kiralanması Antlaşması”nda, Lozan Antlaşması Madde 16’da ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Ek I, Madde 4’de yer alan Türkiye’nin Kıbrıs adası üzerindeki garantörlüğü ve müdahale hakkını yok etmek ve Kıbrıs’ın tümü üzerinde hak sahibi olmak[1].

Ada üzerinde mutlak hak sahibi olabilmek için de bir taraftan Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması için girişimler başlatırken diğer taraftan da KKTC hudutları içindeki toprakları sahiplenmeyi hedef seçtiler.

TÜRKİYE’NİN GARANTÖRLÜĞÜNE SALDIRILAR

Rumlar 1959 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası Zürih ve Londra’da tartışılırken Türkiye’nin Garantörlüğüne hiç itiraz etmemişlerdi.

Makarios her ne kadar ayak sürçtüyse de, aklında bir an evvel Kıbrıs Cumhuriyetini kurmak ve çoğunluk olmanın verdiği avantaj ile de “Enosis”e[2] yani, Yunanistan’la birleşmeye, yeni kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini sıçrama tahtası olarak kullanmak niyeti vardı.

Nitekim aradan daha 3.5 yıl geçmeden, tüm hazırlıklarını tamamladıktan sonra bu düşüncelerini gerçeğe dönüştürmek kararını aldılar ve uyguladılar.

21 Aralık 1963 gecesi kasten adadaki iki halkın kanlı bıçaklı olmasına neden olacak olayları çıkarıp, ilk adımı attılar. Maksatları Türkiye’nin hem askeri gücünü görmek hem de “Garantör” olarak neler yapabileceğini tespit etmekti.

Makarios siftahı 22 Aralık günü Garanti Anlaşmalarını tanımadığını[3] ilan etmekle yaptı.

Türkiye önce bu küstahlığı uluslar arası politika ile çözmek yolunu seçti ve 23 Aralık 1963 günü garantör olan İngiltere ve Yunanistan’ı toplantıya çağırdı, 24 Aralık günü de bir ortak bir bildiri yayınlandı.

Makarios Türkiye’nin ilk tepkisini, ortak kararı tanımayarak saldırıları devam ettirmesi ile aldı. 25 Aralık 1963 günü Türk Hava Kuvvetlerine bağlı savaş uçakları Lefkoşa üzerinde ihtar uçuşları yaptılar[4]. Uçaklara gerekirse kilise olan bölgeleri bombalayın talimatı da verilmiş olmasına rağmen uçuşlar sadece ihtar amaçlı yapıldı.

Türkiye’nin garantörlük hakkını kullanarak tek başına harekete geçmekten çekinmemesi ve ihtar vermesi üzerine 26 Aralık 1963’de “Yeşil Hat” antlaşması imzalandı[5].

Aynı gün bu sefer Dışişleri Bakanı Kiprianu, ertesi gün de Makarios Antlaşmaları tek taraflı fesih ettiklerini tekrar açıkladılar.

Bu sefer de İngiltere baskı yaptı ve Makarios söylediklerini geri almak zorunda kaldı.

13 Ocak 1964’de Londra’da yapılan üçlü konferans, 15 Ocak’da beşli konferansa dönüştü ve Rum tarafı “Garanti ve İttifak Anlaşmalarının feshini ve Anayasada Türklere verilen hakların kaldırılmasını” istedi[6].

BM Güvenlik Konseyinde 4 Mart 1964 tarihinde alınan kararla Rum Yönetimi “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanındı ve Rumlar Türklere karşı saldırılarını arttırdılar. BM Barış Gücünün 27 Mart’ta adada göreve başlamasından sadece bir hafta sonra 4 Nisan 1964’de Makarios İttifak Anlaşmasını feshettiğini tekrar açıkladı.[7] Arkasından Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu’da Makarios’un fesih kararını desteklediğini açıkladı[8]. Türkiye tek taraflı bu fesih kararını tanımadı.

1967 yılında ise Makarios 26 Haziran’da Rum Temsilciler Meclisini topladı ve Enosis kararını[9], yani Yunanistan’la Birleşme kararını aldı arkasından da on bin civarında Yunan askerinin Kıbrıs Rum vatandaşı yapılması ve RMMO’ya katılması kararını çıkarttırdı[10].

Aynı senaryo 15 Kasım 1967 Geçitkale-Boğaziçi saldırılarında[11] da sahneye kondu ve Makarios defalarca  “Garanti ve İttifak Anlaşmalarını feshettiğini” açıkladı. Türkiye de her seferinde reddetti.

1970 yılında Nikos Sampson Enosis amaçlı Aspida teşkilatını kurduktan sonra Grivas 1971’de adaya döndü ve Enosis’i gerçekleştirmek için EOKA B’yi kurdu. Aynı amacı güden her iki teşkilat EOKA B çatısı altında birleşti.

Adayı Yunanistan’a bağlamak için 15 Temmuz 1974 günü Yunanistan’ın organizesi ile darbe yapıldı ve Nikos Sampson Cumhurbaşkanı, yeni devletin adı da “Kıbrıs Yunan Cumhuriyeti” olarak ilan edildi.

Arkasından da 20 Temmuz 1974’de Mutlu barış Harekatı gerçekleşti ve ada enosis’ten, Kıbrıslı Türkler de, katliamdan ve soykırımdan kurtuldular.

Rumlar ve Yunanlılar 22 Aralık 1963’den başlamak üzere devamlı olarak  adaya tek başlarına hakim olmak ve Yunanistan’a bağlanabilmek için Garanti ve İttifak Anlaşmalarının fesih edilmesi için yasal veya yasa dışı her yolu denediler.

Baktılar ki olmuyor, 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye alınmalarından sonra da taktik değiştirdiler, ısrarla 1960 Garanti ve İttifak Anlaşmalarının fesih edilmesini ve adanın Avrupa Birliği Garantisi altına girmesini talep etmeye başladılar.

TÜRK EVKAF HAKLARI

Kıbrıs’ta Türk fethiyle kurulmaya başlayan, giderek çoğalan ve yaklaşık 418 yıldan beri Kıbrıs Türk toplumunun sosyo-kültürel, dini ve sosyo-ekonomik ihtiyaçlarına önemli katkıda bulunan VAKIFLAR; Aynı zamanda Türk mülkiyet potansiyelinin en büyük göstergesi ve ulusal boyutu bulunan vazgeçilmez bir kurumdur.

Kıbrıs Türk Vakıfları, Kıbrıs Türk toplumunun Ada’daki sigortası ve en büyük “ata yadigarı ulusal destekçisidir.”

Sahipleri tarafından çok ulvi düşüncelerle ve toplumsal bir hayır amacı için mülkiyeti sürekli olarak Tanrıya adanmış bulunan vakıfların, ortadan kaldırılmasına hiçbir yasanın ve de otoritenin gücü yetmez. Vakfın tescili ve mülkiyeti onu vakfedenin idaresiyle kain olmaktadır.

Hür ve serbest iradesiyle malını herhangi bir hayır amacı için vakfedip, mülkiyetini Tanrı adına kaydeden kimsenin “vakfiye”sinde belirlediği istek ve koşulları değiştirmeye yeltenenleri, Allah mutlaka lanetlemektedir.

Önceleri mütevellileri veya nazırları tarafından yönetilen vakıflar; Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer bölgelerinde olduğu gibi Kıbrıs’ta da Lefkoşa’da kurulan EVKAF MÜDÜRLÜĞÜ’nün idaresine ve denetimine devredilmiştir.

Kurulan bu Müdürlük, Evkaf mallarını; vakfeden kimselerin vakfiyeleriyle belirledikleri isteklerine ve koşullarına uygun olarak, yönetmekle ve denetlemekle yükümlü kılınmıştır. Yapılmış olan bir vakfın, vakfiyetini ortadan kaldırmak; vakfedenin vakfıyesiyle belirlediği kurallarını ve isteklerini değiştirmek, Evkaf Dairesi Müdürlüğü’nün ya da başka bir kurumun işi değildir. Vakfı ortadan kaldırmak, vakfı yapan kişinin iradesine ve mülkiyet haklarına saygısızlık göstermek veya saldırmak demektir. Ulusal bir hayır amacı için tesis edilen herhangi bir vakfın ortadan kaldırılması, bir bakıma tüm ulusa karşı veya gelecek nesillerin haklarına karşı yapılan en büyük ihanettir.

İngiltere, 1879’lu yılların ilk günlerinden itibaren Türk vakıf mallarına göz dikmiş; Evkaf Müdürlüğü’nü kendi denetimi altında bulundurmak için, mevcut ikili anlaşmalara aykırı olduğu halde, Türk Evkaf Müdürü veya muhasebecisinin yanı başına bir de İngiliz delege atamıştır. Kıbrıs Evkaf Müdürlüğü, “TURKISH DELEGATE AND BRITISH DELEGATE OF EVKAF” olarak, iki başlı bir kurum haline dönüştürülmüştür.

Kıbrıs Türk toplumunun en büyük kurumu ve “Arazi Bankası” olan Evkaf, bu haliyle İngiliz kolonizasyonunun ağına yakalanmış; hür ve serbest iradesi kısıtlanmıştır. Evkafın bu statüsü 1956’lı yıllara kadar sürüp gitmiştir.

Kıbrıs Türk Vakıfları’nın büyük bir bölümü, geliştirilen emlak yasaları altında işleme tabi tutulduğu için, haksız bir şekilde vakfıyetine son verilmiş; şahıslara temlik edilmiştir. Halbuki  Evkaf malı  ancak Ahkamü’l-Evkafa göre işlem görebilirdi.[12]

OSMANLI VAKIF MALLARININ YAĞMALANMASI

Adada 1571’de başlayan Osmanlı döneminde kurulan ve kayıtlara geçirilen Emlak-ı Humayun[13] (Sultan Malları),  Miri Arazi[14], çeşitli vakıflara ait Mülhak (Mülhaka), Mazbut (Mazbuta) ve Müstesna türü Osmanlı Vakıf Malları, bir program çerçevesinde,  1913 yılında İngiliz Koloni İdaresinin yayınladığı Emirname ile yağmalanmaya başlandı.

Vakıflaştırılmış olan taşınmaz mallar, Ahkam ül Evkaf’a[15] yani Vakıflar Hukuku’na göre asla satılamaz, hibe dilemez ve hediye verilemez. Bu konuda yasa çıkarılsa bile satılamaz.

Vakıf malları, dünya durdukça ait oldukları Vakfa ait olup Osmanlı Vakıf Hukukuna göre mal sahibi de “Allah”tır. Varisleri ya da mütevelli heyeti tarafından sadece idare edilebilir ve gelirleri vakıf vakfiyesi uyarınca kullanılabilir.

Vakıfların iptal edilemez ve süresiz olmalarına bağlı olarak kaideten gelir getiren Vakıf Malları istibdal dahi edilemez, yani takas bile edilemezler.

Ancak İngiliz Sömürge Yönetimi döneminde, İngiliz Sömürge Yönetimi Ahkam ül Evkaf’ı ihlal ederek, 1913-1930 yılları arasında yaptığı icraatlarla anılan Vakıf arazilerini ve emlakı 3.cü kişilere devretti ve bu kişilerin adına Koçan (tapu) çıkarıldı. Bu yasal olmayan yöntemle bir çok Osmanlı Vakfına ait taşınmaz mallar yağmalandı ve gasp edildi.

4.6.1878 tarihinde İngiltere ile Osmanlı devleti arasında yapılan ve Kıbrıs adasının İngiltere’ye kiralanmasını da içeren anlaşma ekindeki 1.7.1878 tarihli protokolün 2.ci maddesi “Ahkam ül Evkaf”ı yürürlükte tutmaktadır.

1914’de İngilizler, 1.ci dünya savaşını bahane ederek Kıbrıs’ı ilhak ederken Ahkam ül Evkaf’ı ilga eden bir düzenleme de yapmadılar. Tam tersine 1915 Kıbrıs (Müslüman Dini taşınmaz Mallar) İmparatorluk emirnamesi Ahkam ül Evkaf’ın yürürlükte olduğunu teyit etmektedir.

Lozan Anlaşmasının 20.ci maddesi ile Kıbrıs İngiltere’ye resmen devredilirken Ahkam ül Evkaf ile ilgili aksi bir düzenleme veya karar da bulunmamaktadır.

1928 İngiliz Ferman-ı kanunisi (Order in Council) ile Evkaf Dairesi’ne bir hükümet statüsü verilmesiyle, İngiliz Sömürge Hükümeti, Evkaf’a ait işlemlere de müdahale edebilmenin önünü açtı.

29 Nisan 1944’de yayınlanan “Immovable Property (Vakf İdjaretein and Arazi Mevkoufe Takhsisat Conversion) Law 1944” yasası bu davranışın en acı örneğini oluşturdu ve Osmanlı Vakıf malları adeta tüketilene kadar yağmalandı.

Söz konusu yasa ile icareteynli (kira altındaki) vakıflarımız tümüyle iptal edilerek Evkaf’ın kontrolünden çıkarıldı ve şahıslara devredildi.[16]

KIBRIS RUM KİLİSESİNİN GİRİŞİMLERİ

Kıbrıs Rum Kilisesinin Türk mallarını kanunsuz bir şekilde ele geçirme veya el koyma girişimleri adanın 1878’de İngiltere’ye devri ile başladı ve yıllar geçtikçe de hız kazandı.

Megali İdea pençesinden kurtulamayarak Yunanlılaştırmak amacı ile yoğun çaba harcayan Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesinin örgütlü ve planlı bir şekilde sürdürdüğü gizli ve açık tüm eylemleri. Kıbrıs Türk halkının Adadaki temel haklarını ortadan kaldırmayı ve sonuçta Adanın Türklerden tümüyle soyutlanmasını hedeflemektedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de CAMİ-KİLİSE, MÜSLÜMAN-HRİSTIYAN, RUM-TÜRK ve HİLAL-SALİP[17] gibi zıtlıklar içerisine sürekli ve zoraki sokulmak istenen Kıbrıslı Türklerin ne kiliselere, ne de Rumlara karşı geçmişte olduğu gibi zerre kadar güveni kalmamıştır.

Yakın geçmişte kilise aracılığı ile satın alınan Türk arazisi üzerine herhangi bir “AYYOS” un veya kilisenin dikilmesi, bölgede bulunan Türk halkını fazlası ile rencide etmiş; kilisenin gelecekte bölgeye getireceği tehlikeli gelişmelerden endişe ettiği için de bulunduğu yeri zaman içinde terk etmiştir.

Kıbrıs’ta yaşanan ve bilinen bir gerçek de kilisenin olduğu yerin ve çevresinin Rum halkı tarafından süratle yerleşim alanı haline getirilmesidir.

Yöreye yakın olan Türkler ise varını yoğunu yavaş yavaş satarak veya terk ederek başka yerleşim alanlarına doğru göç etmeleridir.

Camilerin olduğu yerlerde ise Türkler, yoğun bir şekilde yerleşim alanı oluşturmuş, Rumlara ait araziler ise satın alınarak bir Türk kantonu haline dönüştürmeye çalışmıştır.

Türklerin, Rumlardan ayrı olarak yaşama istemi aslında Rumlara olan güvensizliğinden kaynaklanmaktadır. Rumların Türklerden ayrı kalma istemleri ise Türklere karşı antipatilerinden ve geleceğe dönük düşmanlıklarından ileri gelmektedir.

Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesinin Ada sathında inşa ettirdiği küçük kilise ve Ayyo’ların[18] inşaat alanları bir takım Bizans mitolojilerine, uydurma hikayelere dayalı yerlerdir. Yapılan yeraltı kazılarında ortaya çıkarılan heykellere ve antik mabetlere derhal sahip çıkılarak; organize bir şekilde Eski Eserler Dairesinden gerekli izin çıkarılarak; kilise veya Ayyo yapımına başlanır ve o tarihten itibaren yeraltı kazılan ile ilgili mitolojik yaklaşımlara dayalı bilgiler yaygınlaştırılmak suretiyle “Kilise ve Ayyo”ya bir isim bulunurdu. Burada ilginç olan husus; yerleşim alanlarına uzak ve gelecek vadeden yerlere yapay nedenlerle inşa edilen bu küçük kilise ve tapınaklarla el konulması ve Rum halkına yerleşim alanı kazandırılmasıdır.

Türk toplumu böylesine entrikalı yayılmacılık karşısında çaresiz kalarak Cami çevresinde sıkışıp kalmıştır.

Ada arazisi yalnızca, kilise topraklarından oluşmamaktadır. Lüzinyan ve Venedik kalıntıları, Ortodoks kilisesinin temeli ve öğesi değildir. Kıbrıs Rumları kendilerini Bizanslı saymakla, Bizans tarihini ve geçmişini tasarrufu altında bulunduramaz. Kaldı ki Bizans ile Kıbrıs Rumluğu arasında herhangi bir bağ ne şimdi ve ne de geçmişte asla oluşmamıştır. Kıbrıs Rum’u, Yunanistan kilisesi ve papazlarının etkisinde bırakılarak Rumcayı konuşan ve Hıristiyanlığı benimseyen karmaşık, levantin bir topluluktur. Aslını berrak bir şekilde ifade etmesi mümkün değildir.

1821 Yunan İhtilalının en önemli uzantısı olan Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesi başpapazlarının bir taraftan Kıbrıs’ı Rumlaştırma girişimlerini sinsice ve hileli yollarla gerçekleştirirken; diğer taraftan da Türk yönetiminin Kıbrısta’ki olanaklarından yararlanmasını da becerebilmiştir. Bunun en belirgin örneklerinden biri de bunca kilise ve Ayyos varken bunlarla yetinmeyerek yeni kilise ve manastır inşası; tamir ve genişletilmesi için Kıbrıs Türk Vali ve Paşalarına sürekli dilekçe yaparak izin çıkarmaya çalışmaları olmuştur.

1821’de Başpiskopos olan Ioakim’den sonra gelen 13 Başpiskopos’da aynı amaç ve doğrultuda çalışmalarını sürdürmüştür.

1878-1969 İngiliz Sömürge döneminde ve 1960-1974 döneminde Kıbrıs Rum Ortodoks kilisesi, yasal veya kanunsuz her yolu deneyerek Türk Topraklarına el koymak çabalarını aralıksız sürdürmüşlerdir.

Kasım 2006’da göreve gelen Başpiskopos II.ci Hrisostomos, bir evvelki selefi 1. Hrisostomos ve ondan evvelki Kıbrıs’ta yaşanan felaketlerin mimarı III.cü Makarios gibi Bizans oyunları çevirmek için hemen kollarını sıvamıştır.

II.ci Hrisostomos Başpiskoposun ruhani ismidir ve asıl adı da “Herodotos Dimitriou”dur.

Adını aldığı Hrisostomos İzmirli ve adı “Kalafatis” olan bir Ortodoks papaz olup işgal döneminin İzmir Metropoliti idi. 15 Mayıs 1919 da Yunanlılar İzmir’e çıktıklarında eteklerini uçura uçura limana koşan ve Yunan askerlerine hoş geldiniz diyerek onları kutsayan ve sonra da “Kilisemiz size istediğiniz kadar Türk kanı içmeniz iznini vermiştir” diyen din adamıdır.

Yunan ordusu İzmir’e ayak basıp işgal Komutanı Zafiriu’nun bildirisi halka dağıtılırken, arkasına topladığı levantenlerle komutanı karşılayıp büyük bir coşku ile “hoş geldiniz” diyen, sonra da elindeki haçı havaya kaldırarak, onu ve onunla birlikte bulunan tüm askerleri takdis eden, ve bir Rum kızının taşıdığı altın bir tepsinin içinden aldığı kutsal tuzu ve ekmeği komutana sunan papazdır.

Takdisten hemen sonra askerlere vaaz veren ve sözlerini “Asker evlatlarım, Elen çocukları, bugün ata topraklarını yeniden fethetmekle İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp içerseniz o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım. Haydi, buyurunuz, bütün Azizler sizin arkanızda olacak. Atalarınızın toprakları sizleri bekliyor” diyerek bitiren ve Yunan askerlerini galeyana getiren Ortodoks kilisesi ruhbanıdır.

Bu tahrik ve kışkırtmalarla da yetinmeyip, işgalde yapılan katliamı bizzat idare ettiği, sağa–sola koşarak “Türkleri öldürün” diye bağırdığı Türk ve Fransız kayıtlarına geçmiştir. İzmir Metropoliti Hrisostomos, 9 Eylül 1922 günü Türk ordusunun İzmir’de yönetimi eline almasıyla, kaçmaya çalışırken Sakallı Nurettin Paşa tarafından yakalanmış ve İzmir halkı tarafından linç edilmiştir.

İşte Güney Kıbrıs’ın Başpiskoposu II.ci Hrisostomos, bu linç edilen, gerçek adı Kalafatis, ruhani adı da Hrisostomos olan Türk düşmanı papazın adının unutulmaması için Hrisostomos adını almış ve Ortodoks Ruhani hayatına katmıştır.

Kıbrıs Başpiskoposu, iş başına gelir gelmez Sen Sinod Meclisi’ni toplamış[19] ve Kıbrıs’taki  metropolitliklerin ve bölge piskoposluklarının sayısının artırılması yönünde karar aldırmıştır[20].

Metropolitlikler dini idari bölgeler demektir. Aynen bir ülkenin idari amaçlarla vilayetlere veya Kıbrıs’ta olduğu gibi kazalara ayrılması gibi, Hıristiyanlıkta da yöreler Ruhani İdari Bölgelerine ayrılmaktadır.

Bu bölgelerin her birinin başında Metropoller veya Metropolitler bulunmaktadır. Metropolitler sorumlu oldukları bölgenin en yüksek ruhani amiridirler ve bölge ile ilgili son söz onlarındır.

Toplanan Sen Sinod Meclisi, söz konusu genişleme kararını almış ama yeni kilise bölgelerinin hangilerinin “Metropolitlik”, hangilerinin de “Bölge Piskoposluğu” olacağı konusunda ise nihai karara varamamıştır.

Tabi bu olayda en önemli olan konu yeni kilise bölgelerinin nereleri olduğudur. Karara göre bu bölgeler sırası ile “Konstantias, Mirianthusis, Tamassu, Trimithuntas, Arsinois ve Karpaz” olarak kabul edildi.

Adada üç yerde bulunan Arsinoi’den sözü edilenin Maraş olması nedeni ile bu bölgelerden üç tanesi kuzey Kıbrıs’ta yer almaktadır. Arsinoi, Konstantias ve Karpaz.

“Konstantias” Mağusa’daki Salamis şehrinin ilk adıdır.  Karpaz Kilise bölgesi ise Konstantias bölgesinin son bulduğu Yeni İskele (Trikomo) bölgesinden başlayıp, Zafer burnunda son bulan bölgenin tümü.

Başpiskopos II. Hrisostomos, KKTC Din İşleri Dairesi Yönlüer ile 8 Ocak 2007’de yapacağı görüşmeden birkaç saat evvel yaptığı açıklamada “Kuzeydeki kiliselerin bizim olduğunu ve halkımız işgal altındaki bölgelerimize gittiğinde, atalarının toprağında, büyük fedakarlıklarla inşa ettikleri kiliselerde ibadet edebilmeleri için hazırlık yapmamız konusunu gündeme getireceğim” diyerek, Sen Sinod Meclisinde alınan kararı uygulamaya koyacağını dile getirmesi nedeni ile görüşme iptal edilmiştir.[21]

Görüşmenin iptal edilmesinden daha önemli olan Başpiskoposun KKTC sınırları içinde kendine, dini de olsa egemenlik alanı yaratma niyetidir.

Bundan sonraki adımı da, öncelikle Karpaz Burnunda yer alan Apostolos Andreas Manastırını tamir etmek sonra da, Karpaz Metropolitliğini ilan etmek arkasından da Apostolos Andreas Manastırının daimi ibadete açık olmasını talep etmek olmuştur.

Daimi ibadete açmak demek, Metropolitin, Diyakozun, Papazların, Keşişlerin ve Galoyeroların orada daimi ikamet etmesi demektir.

Rumların bu amacını fark eden KKTC hükümeti,  Pizza Kulesi’ni de restore eden ünlü mimar Mimar Giorgi Croci’nin adaya davet etmiş ve restorasyon projesi hazırlatmıştır. Mimar Croci’nin sunduğu restorasyon projesi, Rum Yönetimi ve Kilise tarafından, kendilerine her hangi bir söz veya egemenlik hakkı kazandırmadığı için kasten onaylanmamıştır.

Bu gelişmeden sonra KKTC Eski Eserler Dairesi Şubat 2007’de Yunanistan’daki Patras Üniversitesi’yle birlikte restorasyon projelendirmesi yapmak üzere çok detaylı bir restorasyon raporu hazırlamış, bu çalışma da aynı gerekçelerle Rumlar tarafından reddedilmiştir.

Girişimlerini gittikçe arttıran Rum Kilisesi Başpiskoposu 2. Hrisostomos,  17 Mart 2007’de KKTC’deki kiliselerin bakım, muhafaza ve temizlik işleri için göçmen Rumlardan oluşan komiteler oluşturulmasını talep etmiştir[22].

Kıbrıs Rum Yönetimi ve Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi tarafından hazırlatılan Apostolos Andreas Manastırının restorasyon planları, Mart 2007’de tamamlanmış[23] fakat kendi sağlayacakları finansman ve kendi denetimlerinde yapılması talebi olduğu için de bu sefer KKTC yönetimi tarafından reddedilmiştir.

KKTC’de bu girişimler yapılırken, Rum Ortodoks Kilisesi, gözünü Güney Kıbrıs ve Kuzey Kıbrıs arasında bulunan ve BM yönetimi altında olan “Ara Bölge”ye dikmiş, faaliyetlerini de hızlandırmıştır.

Kilisenin başvurusu üzerine UNDP ara bölgedeki Larnaka’nın Trulli yerleşim yerinde bulunan Agios Neofitos isimli Orta Çağ kilisesinin korunması ve restore edilmesi için 50 bin KL’lik (150 bin TL) bir ödenek tahsis etme kararı almıştır.[24]

Rum Başpiskoposu Hrisostomos bu fırsatı kaçırmamış ve yaptığı açıklamada, Kıbrıs Rum tarafının önerisinin UNDP tarafından onaylanmasının olumlu bir gelişme olduğunu, bunun kendileri için hoş ve olumlu bir olay olduğunu ve buna alkış tuttuklarını, aynı zamanda Rum Kilisesi’nin sadece ara bölgedeki Hıristiyan eserlerinin değil, “işgal altındaki bütün Hıristiyan eserlerinin” korunması ve restore edilmesi olduğunu belirterek[25] gerçek amacını ortaya koymuştur.

TOPRAK EDİNME AMAÇLI TÜRKLERİ ADADAN KOVMA GİRİŞİMLERİ

Rum Kilisesi bir taraftan dini kisve altında, yasal veya hukuk dışı yollarla Kıbrıs adası üzerinde bulunan Türk topraklarına sahip çıkmaya çalışırken, diğer taraftan da Rum Hükümeti Türklerin azınlık olduğu karma yerleşim yerlerinde, silah zoru ile Türkleri bölgeden uzaklaştırmak ve topraklarını da Rumlara dağıtmak çabalarını başlatmıştır.[26]

Mevcut malları ile yetinmeyerek mal varlığım artırmaya çalışan kilise ve manastırlar üslendikleri siyasi misyonun gereği olarak, Ada arazisine olanakları ölçüsünde sahip çıkmağa, destek vermek suretiyle de bir kısım arazinin Rumların eline geçmesine çalışmışlardır.

Böylece kilise, nüfus çoğunluğunu ve taşınmaz mal mülkiyet gücünü elinde bulundurarak Adanın gerçek sahihi olan Türk toplumunu azınlık durumuna getirerek, ileri aşamalarda kovma, asimilasyon ve terör hareketleriyle bıktırmak suretiyle tüm adaya sahip çıkmayı hedefleyecektir.

Nitekim Kıbrıs’ın Türk yönetiminde bulunduğu yıllarda bu tür girişimlerde bulunan kilise, İngiliz sömürge döneminde büsbütün azarak, Adanın Rumlaştırılmasında ön plana geçmiş ve etkin rol oynayan bir güç haline gelmiştir.

Kıbrıs kilisesinin gerek Türk şahıslar elinden ve gerekse İngiliz sömürge yöneticilerini ayartarak hile ve desiselerle ada toprağından gasp ettikleri taşınmaz malların miktarı korkunç, boyutlardadır. Yazılı bazı Rumca kaynaklar en acı gerçekleri açıkça ortaya koymaktadırlar.

İstanbul Başvekalet Arşivi’nde yer alan Kilise Mukataası ve Emval Defterleri’nde kayıtlı bulunan taşınmaz mal miktarları ile, İngiliz sömürge yıllarına doğru kiliseler ve manastırlar adına kaydedilen taşınmaz mal miktarları arasında çok büyük rakam farkı olduğu bilinmektedir. 1821’li yıllarda başkaldırı olaylarında ön planda bulunan Kıbrıs Ortodoks Başpiskoposluğu’nun kendi arşivlerinde saklı bulundurduğu emlak kayıt defterleri ve taşınmaz mülkleri ile ilgili tutanaklar, oldukça karmaşık vaziyette ve de gizlilik içerisindedir.

Kilise, arazi elde etmede ve mülk edinmede kendine göre bir takım yöntemler uygulamıştır ki bunlar Kıbrıs Türk yöneticileri için birer emr-i vakilerdi. Birçok kilise ve manastırlar, bulundukları bölgeleri ve yakın çevreleri, bilinen yöntemlerle kendi otoriteleri altında bulundurarak taşınmaz mal sahibi olmuşlardır.

21 Aralık 1963’de Akritas Planı uyarınca başlatılan toplumlararası çatışmadan sonra Kıbrıslı Türkler, 50 yerleşim biriminden 1.000 dolayında konutu terk etmeye zorlanmışlardır.

1963 yılındaki Rum saldırılarında birkaç gün içinde yaklaşık 700 kişi evini terk etmek zorunda kalmış, 1964 yılı içinde de 25.000 Kıbrıslı Türk mallarını bırakmaya ve göç etmeye zorlanmıştır.

1963 yılı Aralık ayı ile Mayıs 1964 tarihleri arasında Kıbrıslı Türklerin Rumların silahlı saldırıları nedeni ile terk etmeye zorlandıkları köyler şunlardır.

Lefkoşa Bölgesi: Türkeli (Ayios Vasillios) 117, Dali (Dali) 206, Eğlence (Eylendja) 316, Gemikonağı (Karovostasi) 333, Matyat (Mathiatis) 208, Dizdarköy (Nisou) 108, Küçük Kaymaklı (Omorphita) 5.126, Yılmazköy (Skylloura) 289, Demirhan (Trakhonas) 921, Akaca (Akaki) 156, Aredyu (Arediou) 90, Akçay (Argaki) 72, Ay Marina (Ayia Marina Skyllouras) 65, Aybifan (Ayios Epiphanios) 66, Madenliköy (Ayios Yeoryios Lefkas) 143, Denya (Denia) 128, İkidere (Dyo Potami) 40, Zeytinlik (Eliphotes) 91, Arpalık (Ayios Sozomenos) 172, Dereliköy, Bodamya (Potamia) 9, Alevkaya (Alevga) 123, Günebakan (Amadies) 141, Süleymaniye-Selemani (Ayios Ioannis) 142, Bozdağ (Ayios Theodoros Tillyrias) 232, Mansur (Mansoura) 127,  Selçuklu (Selladi Tou Appi) 66, Gaziler (Pyroi) 86[27].

Baf Bölgesi: Demirci (Ayios Isidoros) 28, Olukönü (Loukrounou) 35, Ciyas (Kithasi) 162, Çıralı (Lemba) 162, Yukarı Arhimandrita (Pano Archimandrita) 72, Yuvalı (Prastio) 83, Çamlıköy (Kalokhorio Lefkas) 307, Aşağı Deftera (Kato Deftera) 37, Koraku (Korakou) 13, Linu (Linou) 18, Güzelyurt (Morphou) 123, Minareli Köy (Neokhorio) 230, Orunda (Orounda) 39, Yukarı Kurtboğan (Pano Koutraphas) 50, Palehor (Palaichori) 251, Peristerona-Baf (Peristerona) 476, Cengizköy (Peristeronari) 61, Taşköy (Petra) 63, Filusa (Phlasou) 97, Yağmuralan (Vroisha) 235, Aktepe (Asproyia) 101, Yoğurtçular (Galataria) 58, Kili (Koili) 119, Kurtağa (Kourtaka) 38, Girit Tera (Kritou Terra) 156, Soğucak (Mamoundali) 121, Yukarı Kalkanlı (Pano Arodes) 101, Fesli (Phasli) 76, Akkargı (Pitargou) 192, Karşıyaka (Prodrami) 129, Yeroşibu (Yeroskipos) 170, Bozalan (Lapithiou) 156[28].

Larnaka Bölgesi: Aletirke (Alethriko) 25, Akkor (Anaphotia) 94, Aksu (Anglisides) 124, Ablanda (Aplanda) 55, Akhisar (Ayia Anna) 102, Kalavason (Kalavasos) 243, Maroni  (Maroni) 103, Menevi (Meneou) 22, Yukarı Lefkara (Pano Lefkara) 361, Bahçeler (Perivolia) 45, Pirhan (Pyrga) 108, Softalar (Sophtades) 117, Esendağ (Patrophani) 120[29].

Girne Bölgesi: Şirinevler (Ayios Ermolaos) 20, Lapta (Lepithos) 370, Sadrazamköy (Liveras) 12, Beşparmak (Trapeza) 79, Karşıyaka (Vasilia) 213, Çatalköy (Aiyios Epiktitos) 9, Karaoğlanoğlu (Ayios Yeoryios) 203, Tepebaşı (Diorios) 156, Arapköy (Klepini) 27, Ozanköy (Kazaphani) 598[30].

Mağusa Bölgesi: Atlılar-Aloda (Aloa) 41, Kuzucuk (Arnadi) 100, Çayırova (Ayios Theodoros) 23, Esenköy (Koilânimos) 12, Boltaşlı (Lythrangomi) 105, Yeni İskele (Trikomo) 7, Pınarlı (Vitsada) 136,  Boğazköy (Monarga) 57, Sınırüstü (Syngrasis) 102[31].

Limasol Bölgesi: Taşlıca (Anoyira) 93, Çerkez (Tserkezoi) 13, Aşağı Alsandık (Kato Kivides) 117, Ceylan (Kilâni) 35, Yunus-Koloş (Kolossi) 108, Moni (Moniatis) 90, Fasula  (Phasoula) 18, Pissuri (Pissouri) 19, Silifke (Silikou) 166, Kayakale (Trakhoni) 117,   Yerovası (Gerovasa) 83, Gözügüzel (Asomatos) 177[32].

Silah zoru ile göçe zorlanan toplam nüfus sayısı 18.357 kişidir[33].

Buna göre Temmuz 1964’te hazırlanan ve BM’ye sunulan “Ortega Raporu”na göre EOKA saldırıları sonucu Kıbrıs Türk halkının tespit edilen zararı aşağıdaki gibidir:

109 kasaba ve köyde tahrip edilen ev sayısı: 527 adet,

109 kasaba ve köyde hasar gören ev sayısı: 2.000 adet,

Saldırılar sonucu göç etmek zorunda kalan Türkler: 25.000 kişi,

Başkalarının desteğine muhtaç olarak yaşayan yaralı ve sakatlar: 7.500 kişi,

Rum işgali altına giren Türkleri sayısı: 103 adet,

Şehit düşen Türk sayısı: 500 kişi ve kayıp Türklerin sayısı da 203 kişidir (İsmail, 1998a:231).

Ocak 1964’te adadaki şiddet o kadar artmıştı ki, Kıbrıslı Türkler adanın yüzde beşinden daha az bir bölgeye sıkıştırılmışlardır.


[1] Burdened With Cyprus, J. Reddaway, Nicosia 1986, S. 159

[2] Yunan Karakterinin Anatomisi, A. F. Atun, Lefkoşa 1996, S.141

[3] Kıbrıs’ta Kanlı Noel, A. Çay, Ankara 1989, S.74

[4] Kıbrıs’ta Kanlı Noel, A. Çay, Ankara 1989, S.75

[5] Kıbrıs’ta Kanlı Noel, A. Çay, Ankara 1989, S.75

[6] Kıbrıs’ta Soykırım Yılı 1964, A. C. Gazioğlu, Cyrep, Ankara 2007, S.30

[7]Kıbrıs’ta Soykırım Yılı 1964, A. C. Gazioğlu, Cyrep, Ankara 2007, S.177

[8] Kıbrıs’ta Kanlı Noel, A. Çay, Ankara 1989, S.78

[9] Kıbrıs Siyasetine Akademik Bakış, A. Atun, Lefkoşa 2009, C.7, S.62

[10] Kıbrıs Siyasetine Akademik Bakış, A. Atun, Lefkoşa 2007, C.4, S.151

[11] Tarihte Kıbrıs, H. F. Alasya, Ankara 1988,  S. 238

[12] Kıbrıs’ta Gaspedilen ve Yitirilen Türk Tapu ve Arazi Hakları, M. H. Altan, C.2, S.303

[13] Kıbrıs’ta Türk Malları. M. H. Altan, Ankara 2003, C.1, S.193

[14] Kıbrıs’ta Türk Malları. M. H. Altan, Ankara 2003, C.1, S.191

[15] Ahkamü’l Evkaf, M. H. Altan, Vakıflar Örgütü ve Din İşleri Dairesi, Lefkoşa 1970 (Teksir)

[16] Kıbrıs’ta Türk Malları. M. H. Altan, Ankara 2003, C.2, S.685

[17] Kıbrıs’ta Türk Malları. M. H. Altan, Ankara 2003, C.1, S.282

[18] Ayyo: Küçük kilise

[19] Simerini Gazetesi, 24 Kasım 2006

[20] Kıbrıs Siyasetine Akademik Bakış, A. Atun, Lefkoşa 2008, C.5, S.41

[21] TAK Haber Ajansı, 8 Ocak 2007

[22] Filelefthoros Gazetesi, 9 Nisan 2007

[23] Simerini Gazetesi, 18 Mart 2007

[24] Simerini Gazetesi, 12 Aralık 2006

[25] Simerini Gazetesi, 12 Aralık 2006

[26] Burdened With Cyprus, J. Reddaway, Nicosia 1986, S. 165

[27] Kıbrıs’ın 2500 Yıllık Geçmişinde Tarihin Derinliklerinde Kaybolmuş Yer İsimleri, A. Atun, Lefkoşa 2004

[28] Kıbrıs’ın 2500 Yıllık Geçmişinde Tarihin Derinliklerinde Kaybolmuş Yer İsimleri, A. Atun, Lefkoşa 2004

[29] Kıbrıs’ın 2500 Yıllık Geçmişinde Tarihin Derinliklerinde Kaybolmuş Yer İsimleri, A. Atun, Lefkoşa 2004

[30] Kıbrıs’ın 2500 Yıllık Geçmişinde Tarihin Derinliklerinde Kaybolmuş Yer İsimleri, A. Atun, Lefkoşa 2004

[31] Kıbrıs’ın 2500 Yıllık Geçmişinde Tarihin Derinliklerinde Kaybolmuş Yer İsimleri, A. Atun, Lefkoşa 2004

[32] Kıbrıs’ın 2500 Yıllık Geçmişinde Tarihin Derinliklerinde Kaybolmuş Yer İsimleri, A. Atun, Lefkoşa 2004

[33] The Cyprus Triangle, R. R. Denkrash, NewYork 1988,

10 Temmuz 2008
RUMLARIN KIBRIS’TA BİTMEYEN MÜLKİYET SAVAŞI için yorumlar kapalı
Okunma
bosluk
  • Sayfa 2 ile 2
  • <
  • 1
  • 2
Prof. Dr. Ata ATUN Makaleleri, Özgeçmişi, Yazıları Son Yazılar FriendFeed
Samtay Vakfı
kıbrıs haberleri
kibris 1974
atun ltd

Gallery

Şehitlerimiz-1 Şehitlerimiz-amblem kktc-bayrak kktc-tc-bayrak- kktc-tc-bayrak kktc-tc-bayrak-3

Arşivler

Son Yorumlar