Direk Ticaretin bedeli |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Avrupa Birliği, Mali Yardım Tüzüğünü Doğrudan Ticaret Tüzüğünden ayırmakla, hem tükürdüğünü yaladı hem de AB’ye hiç yakışmayan bir geri adım attı. Kıbrıs’lı Türklerin esas beklentileri Mali Yardımdan ziyade, dış dünya ile entegrasyonlarını sağlayacak ve doğrudan ticarete olanak verecek yeni bir gelişme, yeni bir adım idi.
Direk Ticaret Tüzüğü bu fırsatı yaratacaktı ve bu beklenti için de somut bir adım olacaktı, fakat maalesef alınan bu karar Kıbrıs’lı Türklerin AB’ye duydukları güveni büyük boyutlarda sarstı ve inançlarında onarılamaz yaralar açtı.
Aslında 26 Nisan 2004 tarihli Konsey kararlarının hayata geçirilmesi AB’yi, Kıbrıs’lı Türklere verdikleri sözleri tutmamakla suçlanmaktan kurtaracaktı ama şimdi daha da bir çıkmaza soktu işleri ve ilişkileri. Bırakın somut bir adım olmasını, alınan bu kararın, durup dururken ödememiz gereken birkaç da bedeli var şimdi.
Bu bedellerden bir tanesi biz Mali yardımı verdik ama Kıbrıs’lı Türkler almadıdır. Diğeri de Maraş’ı verin, Mağusa Limanını Rumlarla ortaklaşa açın, dünya ile Direk Ticaretiniz başlasındır.
Tam tabirle biri sakal, diğeri bıyık.
Rumların iddiasına göre, AB’ın Kıbrıs Türkleriyle ilgili Mali ve Doğrudan Ticaret tüzükleri konusunda aldıkları karar “dikenli” imiş. Yani kırmızı bir güle benziyormuş. Güzel güzel koklarken aniden dikenleri insana batabilirmiş. Direk Ticaret Tüzüğünün dikeni de “Ercan Havaalanı” imiş.
Rumların bu konudaki endişesi, KKTC ile Direk Ticaret konusu ileriye götürüldüğü zaman beklemedikleri hukuki ve siyasi sürprizlerle karşı karşıya kalabilmek. Bu karar başka bir açıdan yorumlandığında, Ercan’a doğrudan uçuş “diken” olarak masaya gelebilir.
Gelmesine gelebilir de, biz, yani KKTC vatandaşı olan Türkler, bunu kabul edecekmiyiz?
Ata toprağı Maraş’ın Rumlara verilmesine ilaveten, tam tabirle “Hediyesi” olarak Mağusa Limanını da vermeyi kabul edecekmiyiz?. Mağusa Limanının ortak çalıştırılması demek, bütün üst düzey görevlerde Rumların olacağı ve Mağusa Limanının fiili idaresi Rum kontrolü altına gireceği demektir.
Rum kontrolündeki bir Mağusa Limanından dış satım (ihracat) yapmak ile şimdiki durumda, Limasol veya Larnaka limanlarından dış satım yapmanın ne farkı olacak. Gerekli dış satım evrakları ile AB muafiyet belgelerini hangi hükümet verecek. AB’nin korsan diye tanımladığı KKTC mi, yoksa AB üyesi olan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti mi?.
Bana bu teklif, yani Maraş’a ve Mağusa limanına karşın Direk Ticaret teklifi büyük bir tuzak gibi geliyor. Hem elimizden ata toprağı Maraş gidecek, hem Mağusa limanı gidecek, hem de biz, yani KKTC vatandaşı olan Türkler, dış satım yaparken gene Rum yönetiminden dış satım için gerekli evrakları almaya mecbur edileceğiz.
Bu kararın bir de görünmeyen, perde arkası “Hediyesi” var ki, o da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Katılım Sözleşmesi’nin 10. Protokolüne atıfta bulunması. Bu atıfın manası Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin bundan böyle hiçbir şekilde bu tür kararlarda ve uygulamalarda bir kenara itilemeyecek demektir. Halkın anlayacağı dilde Rumların hem Mali Yardım Tüzüğünün, hem de Direk Ticaret Tüzüğünün uygulamaya konmasında “VETO” hakları var demektir. Yani Kıbrıs Rum Yönetimi istemezse hiçbir şey olmaz manasındadır.
Bu aşamada bittikten sonra, geriye şimdi masada sonuçlanmayan bir tek KKTC sınırları içindeki eski Rum mülklerinin geliştirilmesine “Moratoryum” getirilmesi kaldı. Moratoryum “iflas” demektir ama politik olarak “Durdurmak” manasında da kullanılabilmektedir.
Gerçekte söylenmek istenen, “Maraş’ı ver, Mağusa limanını Rumların idare etmesine müsaade et, inşaatları durdur”. Veya başka bir tabirle “Teslim ol”dur.
Merak ediyorum hangi KKTC vatandaşı olan Türk bunu kabul edecek. Bana sorarlarsa yanıtım kesin ve açık. “Böylesi bir bedeli asla kabul etmiyorum”.