Dönün Yüzünüzü Başka Tarafa |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Aslında Hristofyas’a teşekkür etmek gerekir. Seçilmesinin üzerinden daha 3.5 ay geçmeden yüzündeki maskeyi çıkardı ve Kıbrıs sorununun çözümü konusunda aklında olanı açık ve net bir şekilde ortaya koydu.
İngiltere ile müstakbel ortağımız Kıbrıs Rum Cumhuriyeti arasında imzalanan “Karşılıklı Anlayış Memorandum”u, uzun zamandır bizden saklanan ve bize söylenmeyen gerçekleri ortaya koyuverdi aniden.
Aynen rüyasında kendini arpa ambarında zanneden horoz misali, kurulması düşünülen yeni “Kıbrıs Devleti”nde eşit ortak olduğumuz rüyalarını görürken, Hristofyas ve Brown tarafından uyandırıldık ve mahmur suratımıza ortak olamayacağımız söylendi.
Olası bir çözümde eşitliğin olmayacağı da kesin bir şekilde ortaya çıktı bu memorandumla. Avrupa Birliği içinde Rumlar sadece bir apartmana sığan nüfusları ile Avrupa’nın dev ülkeleri ile eşit haklara sahipken, biz Avrupa Birliğinin bu eşitlik ilkesini, kendi ülkemizde yaşayamayacağız. Bunun bize çok görüldüğü çok açık ve net.
Adı ne olursa olsun, Hristofyas’ın telaffuz ettiği şekli ile “Kıbrıs Türk Kurucu Devleti” ile “Kıbrıs Rum Kurucu Devleti”de olsa, bu devletlerin ne bir eşit statüsü olacak ne de eşit haklara sahip iki halk olacak, imzalanan bu memoranduma ve bizim dışımızdaki akıllarda yeşermiş çözüm planına göre.
Öncelikle başta Kıbrıslı Rumlar olmak üzere, BM Güvenlik Konseyi üyesi ülkelerin yani ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya’nın, adada içinde Türklerin sadece azınlık haklarına sahip olacağı bir devletin kurulmasını istedikleri, daha doğrusu da, mevcut Kıbrıs Rum Cumhuriyetinin, anayasasında yapılacak göstermelik değişikliklerle adanın tek hâkimi olacağı bir antlaşmanın çözüm diye bizlere zorla kabul ettirileceği gün gibi aşikâr. Bütün planlar bu kuram üzerine inşa edilmiş.
Rum bir siyasinin, İngiltere-Kıbrıs Rum memorandumunun imzalanmasından sonra “Kıbrıslı Türkler, 23 Mayıs açıklamasında beyan edildiği üzere, çözümle birlikte federasyon haline gelecek olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kendilerinin de devleti olduğunu anlamalıdır” sözleri, çözüm senaryosunun hangi fikrin üstüne inşa edildiğini çıplak ve net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Çizilen senaryoya göre bu sefer, 1960 Anayasasında olduğu gibi Türkiye’nin garantörlüğü de olmayacağı için istesek de, istemesek de bu idarenin altına zorla sokturulacağız.
Tabii yersek.
İmzalanan “Karşılıklı Anlayış Memorandum”u, 24 Şubat öncesi ve sonrası Cumhurbaşkanı Talat’ın ortaya koyduğu son derece iyi niyetli “Çözüm” isteğine büyük zarar verdi ve hayli erozyona uğrattı. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve olmayacak da.
Cumhurbaşkanı Talat’ın ve Başbakan Soyer’in memorandum ile ilgili sözleri iyici analiz edilirse, bu memorandumun, Kıbrıs Türk tarafının uygulayacağı politikalar açısından bir dönüm noktası oluşturacağı kesin bir şekilde ortaya çıkıyor.
Talat’ın, memorandumda, Kıbrıs Türkü’nün lehine olan bölümlerinin tırpanlanıp Rum tarafının tercih ettiği bölümlerin yer aldığını söylemesi ve bu yaklaşımın çözüme yardımcı olmadığını, sadece çözümü engellediğini belirtmesi, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik olarak Kıbrıs Türk tarafının yeni politikalar uygulayacağının ve yeni açılımlar yaşanacağının bir habercisi.
Kıbrıs Türk tarafının, BM Genel Sekreteri’nin UNFICYP’in görev süresinin 6 ay daha uzatılmasına ilişkin raporunun içeriğine ve Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ile İngiltere’nin “Karşılıklı Anlayış Memorandumu” imzalamasına tepki olarak, Lynn Pascoe’nun Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Dimitris Hristofyas ile 17 Haziran’daki yemek davetine olumsuz yanıt vermesi de yeni dönemin başlangıcını oluşturuyor.
Belki bu sefer, Türkiye’nin ve diğer ülkelerin baskısı ile bu yemek göstermelik olarak yenebilir ama sonrası davranışlar ve uygulanacak siyaset farklı olacak. Bu kesin.
Talat’ın “Bizi her alanda kayıtsız şartsız, hiçbir özel arzusu olmadan destekleyen Türkiye Cumhuriyeti’nin desteğine güvenerek ve onunla birlikte hareket ederek, ekonomimizi güçlendirmeliyiz. Ekonomimizi hiçbir başka kuruma ya da ülkeye muhtaç olmayacak şekilde güçlendirmeliyiz ki gerek İngiltere’nin gerekse adını zikretmek istemediğim başka ülkelerin istikrarlı olmayan tutumlarına anında cevap verebilelim ve onların bize yönelik herhangi bir yaptırım imkânına sahip olmamalarını sağlayabilelim. O yüzden Kıbrıslı Türkler olarak, bulabileceğimiz destekle ve tabii ki kaçınılmaz olarak bizi her zaman destekleyen Türkiye’nin vereceği destekle ekonomimizi en üst seviyeye çıkarmak için canla başla çalışalım.” sözleri, bundan böyle KKTC’ye inanılacağının, KKTC’nin benimseneceğinin ve KKTC’ye dört elle sarılınacağının habercisi.
Ekonomik olarak kendi başına ayakta durabilen bir KKTC’ye hiç kimsenin siyasi baskı yapamayacağı kesin.
Yüzümüzü Türkiye’ye, Türk Soylu devletlere ve İslam Konferansı Örgütü üyesi devletlere dönmemizin zamanı geldi. Ne Rum’dan bize bir hayır var, ne de Avrupa Birliğinden.
Azınlık hakları ile AB’de yaşayacağımıza, fakir ama özgür bir şekilde kendi ülkemizde yaşamak kararımızın en doğrusu olacağı, Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğunun tartışmasız kabul ettiği bir olgu. Zaten geçmişin onuru da bize bunu söylüyor.