Dün Kıbrıs’lı Rumların Cumhuriyet Bayramıydı |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildiğinde, biz babamın görevi nedeni ile Larnaka’daydık ve bende küçük bir çocuktum. Bu ilan edilen Cumhuriyetten de hiçbir şey anlamamıştım. Okula gittiğimiz günlere rast gelse, tatil olacağı için bir mana ifade edecek, bir şekilde beni sevindirecekti ama, zaten yaz tatilindeydik. Ne okul tatil oldu, ne de benim oyun ve deniz düzenim bozuldu. Bu nedenle o gün ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti benim için çok da önemli olmamıştı. Zaten ne olup bittiğini de anlamamıştım.
Dün Kıbrıs’lı Rumların Cumhuriyet bayramıydı. Gerçi hukuken ben de o Cumhuriyetin bir çocuğu ve vatandaşıyım ama, gel gör ki, bu bayram benim Cumhuriyet bayramım değildi.
Benim 2 tane Cumhuriyet bayramım var. Biri Türkiye Cumhuriyeti’ninki 29 Ekim’de, diğeri de 15 Kasım’da KKTC’nin ki.
Dün hiç işim gücüm yokmuş gibi oturdum ve kutlamaları seyrettim. Resmi geçit Lefkoşa’nın Rum kesiminde bir bölge olan Strovolo’daki Yosif Haciyosif Caddesi’nde saat 11.00’de başladı.
Başladı başlamasına da ben hala niye bu Rumların “sözde” Cumhuriyet Bayramları 1 Ekim’de diye de bayağı merak ediyorum.
EOKA’nın (Ethniki Organosis Kyprion Agoniston, Kıbrıs’lı [Rum] mücadelecilerin Milli Teşkilatı [veya Organizasyonu]) kuruluş tarihi 1 Nisan 1955. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanı 16 Ağustos 1960.
1 Nisan ile 16 Ağustos’u toplayıp ikiye bölsem gene 1 Ekim etmez. Ben anlamadım gitti ya bu 1 Ekim nerden çıktı. Neyse…
Resmi geçidin selamını Tasos Papadopulos ve Yunanistan Milli Savunma Bakanı Spilios Spiliotopulos aldı. Biri Kıbrıs’lı Rum diğeri de Yunanistan’lı Rum.
Ve Tasos Papadopulos, yaptığı konuşmada hızını alamadı, çenesini tutamadı ve gaza gelerek söyledikleri sözler içinde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 45 yıllık yaşamı ve süreci, hiçbir tehlike karşısında durmadı. 1963’teki Kıbrıs Türk ayaklanması onu yaraladı, 1974’teki darbe ve Türk istilası sakatladı” dedi sonra bir başka yerde “Süregelen işgal nedeniyle adanın kuzeyindeki kontrolünü geçici olarak uygulayamasa bile, Uluslar arası hukuka tabi, adanın tamamı üzerinde egemenliği olan tek devlettir” deyiverdi. Arkasından bir başka yerde de “Kıbrıs sorunu uluslar arası bir sorun olarak BM çerçevesinde olmaya devam ediyor ve çözmek için mücadeleye bu çerçevede devam etmemiz gerekir. Ayrıca Avrupa Birliği’ni ve Kıbrıs’ın AB üyeliğinin sağladığı olanakları değerlendiriyoruz ” sözlerini söyledi.
Bu sözler çok masumane gözükse de, hiçte öyle değil.
1.ci bölümde büyük bir ustalıkla, mimarları arasında kendisinin de olduğu AKRİTAS planı uyarınca 1963 yılında Türklere yaptıkları saldırıları, hem kendi vatandaşlarına hem de dünyaya “Kıbrıs Türk İsyanı” diye sattılar ve şimdi de mağdur olarak bunun arkasına saklanıyorlar. Bizi de utanmadan “İsyancı” diye suçluyorlar. Pes vallahi.
2ci bölümde, sırtlarını AB’ye dayadıkları ve AB güvencesini arkalarında hissettikleri için artık adanın güney yarısı değil tümü üzerinde egemen olduklarını açıkça söylüyorlar. Gerçek şu ki, “söyleyene değil söyletene bakın” sözünü boşuna atalarımız söylememiş.
Son bölümde de, Birleşmiş Milletler’in, Kıbrıs sorununa artık bu sefer Avrupa Birliği’nin de müzakerelere daha aktif katılımıyla çözüm bulma sürecine gireceğini söylüyor.
Yani eğer bir yanlışlık olursa ve de BM Genel Sekreteri Kofi Annan Kıbrıs sorununa çözüm bulmaya karar verirse, Kıbrıs konusu BM’de tartışılırken veya oylanırken Türkiye oylarını 1’den itibaren saymaya başlarken ben oylarımı saymaya 25+1’den başlayacağım diyor Rumlar. Yalan da değil hani….
Bilin bakalım bu çantada keklik addedilen ama AB üyesi olmayan 1 oy kimin. İp ucu vereyim. Adı “R” ile başlıyor ve “a” ile bitiyor.
Ne AB ne de BM, bizim için pek de “Hayırlı” gözükmüyor…