Erdoğan’ın, Bush ve Blair ile (Kıbrıs) görüşmeleri |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Erdoğan her zaman iyi ilişkilere inanıyor ve bu nedenle de dünyanın ileri gelen tüm liderleri ile iyi ilişkiler içinde. Çocuğunun düğününde Berlusconi’yi şahit olarak çağırması, buna çok güzel bir örnek. Bu iyi ilişkilerin gözle görülür meyvesini de 16-17 Aralık AB Devlet Başkanları Konseyi toplantısında, Berlusconi’nin adeta kayıtsız ve koşulsuz bir biçimde Türkiye’yi desteklemesi ile aldı. İplerin kopma nokta noktasına gelindiği vakit Blair ile Berlusconi’nin arabuluculuk yaparak araya girmesi ile de, dayatılan koşullar yumuşatıldı ve müzakerelerin başlama tarihi 3 Ekim olarak karara bağlandı.
Görünen şu ki Erdoğan hiç bir fırsatı kaçırmıyor ve eline geçen her olanakta hem Türkiye ile ilgili konuları hem de Kıbrıs konusunu liderle, ayak üstü de olsa konuşuyor, görüş alıyor ve görüş veriyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan, NATO Zirvesi için gittiği Brüksel’de ABD Başkanı George W. Bush ile ayaküstü görüştü. Erdoğan ile Bush arasındaki görüşme yaklaşık 8 dakika sürdü ve samimi bir havada geçti. Bu görüşme Türkiye ile ABD arasında buzların erimediğine dair ortaya atılan iddialara son verdi.
Bush’tan sonra Erdoğan, İngiltere Başbakanı Tony Blair ile ikili bir görüşme yaptı. Aslında NATO zirve toplantısının en önemli konusu gene Kıbrıs idi ama Kıbrıs’ta çözüm görüşmelerini başlatmak değil, Türkiye’nin Berlin Plus anlaşmasından aldığı yetki ile Avrupa Birliği’nin, AGSP (Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası) çerçevesinde NATO ile düzenli yaptığı “Askeri Stratejik Uygulamalar”la ilgili toplantılara Güney Kıbrıs’ın katılımını engellemesi idi. NATO üyesi Türkiye, AB üyesi Kıbrıs Rum Kesimi’nin, iki kurum arasındaki “Stratejik” görüşmelere “kısıtlı konular” çerçevesinde katılımına itiraz etmiyor. Bu konular, terörizmle işbirliği ya da çevre sorunlarıyla mücadele konularıyla sınırlı kalıyor. Buna karşılık, gizlilik gerektiren, kuvvet ve harekat planlaması ya da askeri operasyonlarla ilgili işbirliği görüşmelerinde Kıbrıs Rum Kesimi’nin toplantı dışına alınmasını talep ediyor. Bu nedenle AB, askeri olarak operasyonel konuma bir türlü ulaşamıyor.
Aslında konu AB’nin askeri girişimlerinde belirli ölçüde söz sahibi olmak istemesidir. Türkiye’nin itirazı nedeniyle NATO-AB işbirliği yıllar boyunca ertelendi ve sonunda 2002’de anlaşmaya varıldı. Bu anlaşmaya göre de, AB’nin NATO olanaklarını kullanarak gerçekleştireceği askeri işbirliği “Kıbrıs’ı kapsamayacaktı”. 2002’de Kıbrıs AB üyesi olmadığından dolayı, bu uzlaşı NATO ve AB tarafından kabul edilmişti ve ortada her hangi bir sorun yoktu. Ama Kıbrıs AB üyesi olunca işler değişti ve Türkiye bu yeni durumda, 2002 anlaşmasını hatırlatarak “eğer işbirliği çalışmalarına Kıbrıs katılırsa biz bunu vetolarız” anlamına gelen bir tutum içinde. AB’nin yaklaşımı ise, Kıbrıs’ın tam bir AB üyesi olduğu ve bu toplantılara katılabileceği şeklinde.
Türkiye bu konuda asla taviz vermek niyetinde değil ve 2002 anlaşmasına dayanarak, AB’nin tam üyesi olmasına rağmen Kıbrıs’ı askeri çalışmaların dışında tutmasını istiyor. Bu nedenle de AB ve NATO çevreleri, Türkiye’nin Annan planı sırasındaki son derece gerçekçi tutumunu bıraktığını ve eskisi gibi sertleşmeye başladığı inancında.
Erdoğan, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin AB müzakerelerindeki “VETO” tehdidine karşı şimdi elinde mükemmel bir koz tutuyor.
Aslında Türkiye’nin elinde çok güçlü kozlar var ve Erdoğan bunları en iyi bir şekilde kullanacak… eminim…