Fransa ve Rumlar |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Benim bildiğim ve tanıdığım, yüzyılların Avrupa’sının kaderinde rol oynamış Fransa, dış siyasetini mesnetsiz fikirlerin üstüne kurmaz. Bu adamlar, neyi ne zaman yapmaları gerektiğini çok iyi bilirler.
Ceplerinde asırların deneyimi var. Yüzyıllardır idare ettikleri sömürgelerden bilgi birikimi, 1789 ihtilalinden aldıkları dersler var. Dağarcıkları ağzına kadar dolu. Türkiye’nin oldu bittileri sineye çekmeyeceğini ve 1960 Cumhuriyetinin tek temsilcisi olarak Rumları tanımayacağını da çok iyi biliyorlar.
Türkiye altı maddelik deklarasyonu ile tutumunun değişmediğini açıkça teyit etti. Zaten Fransa da, ortada daimi üyesi olduğu BM Güvenlik Konseyi’nin karar ve direktifleri doğrultusunda hazırlanmış bir çözüm planı varken ve Türkiye ile Türk tarafı bu planı desteklerken, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin adanın tümü üstündeki iddiasını Türkiye’nin kabul etmediğini ve de asla kabul etmeyeceğini çok iyi biliyor.
Fransa’nın Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini öne sürerek 3 Ekim’de Türkiye’nin karşısına tanıma engelini çıkartmak için tezgah kurduğu açıkça ortada. Bütün çabaları iç tribünlere oynayabilmek, vatandaşlarının duymak istediklerini söylemek ve oy potansiyellerini arttırmak.
3 Ekim’de Rumların veya Yunanlıların Türkiye’yi veto etmeleri, her şeyin bitmesi ve Helen beklentilerinin sonu olacaktır. Kıbrıs umutları, Ege’nin Yunan gölü olması, Ekümenik Patrikhane, Ruhban okulunun açılması, 1958’de terk edilen Rum mallarının iadesi birer hayal olup uçacak. Hem de bir daha geri gelmemek üzere uçacak ve Türkiye eğer AB tarafından kontrol altına alınmaz ise, uzun vadede Yunanistan ve Kıbrıs, güçlenmiş, kararlı ve kontrol edilmeyen Türkiye’nin uydusu haline gelecek. Bundan kaçışları yok.
3 Ekime yönelik Avrupa’dan gelen ilk izlenimler, hiçbir üyenin Türkiye ile müzakerelerin 3 Ekim’de başlamasını engellemeyi istemediği yönünde. Avrupa Birliği’nin Kıbrıs konusunda karşı bir deklarasyon yayınlaması ve takvim vermeden Türkiye’nin “Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti”ni tanımasını istemesi olasılığı da Türkiye’yi hiç endişelendirmiyor. Tam tersine, böyle bir istek Ankara Anlaşması Ek Protokolü’nün “tanıma” anlamına gelmediği görüşünü açıkça ve resmi yoldan teyit edecektir.
Rumların bu aşamada iki tane endişesi var.
1- Türkiye’nin, üyelik müzakerelerine başlamadan önce, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni tanıdığını netleştirmemesi.
2- Türkiye’nin Mart 2006’da Rum gemilerine limanlarını ve Eylül 2006’da da Rum uçaklarına hava alanlarını açmaması konusundaki kararlığını devam ettirmesi.
Aslında bu iki konuya, haddim olmayarak Türkiye namına net bir yanıt verebilirim. Her ikisi de olmayacak.
Ankara Anlaşması Ek Protokolü Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmadan hiçbir şekilde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin tanınması, limanların ve hava alanlarının da Rum gemi ve uçaklarına açılması gerçekleşmeyecek.
Peki TBMM ne vakit toplanıp bu kararları alacak.
İşte bu soruya da haddim olmayarak Türkiye namına net bir yanıt verebilirim.
Kıbrıs’ta her iki toplum masaya oturup, pürüzsüz bir ortaklık anlaşması yaptıktan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplanıp yeni “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanıyıp, eskisini iptal ettikten sonra, Türkiye hem bu yeni Kıbrıs devletini tanıyacak, hem de liman ve havaalanlarını bu yeni devletin gemi ve uçaklarına açacak.
Bu kadar basit ve net…. Bunu ben görecek miyim?…. Emin değilim.