Karşı Deklarasyon ne kadar önemli |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Üstünde koparılan fırtına kadar önemli değil. Açıklandıktan bir gün sonra ben deklarasyonu tekrar okudum. Sonra gene okudum. Sonra gene okudum.
Tam Kıbrıs tabiri ile “Hikayeden düdük” veya “Osuruktan tayyare”. (Böylesi bir kelime kullandığım için okuyucularımdan özür dilerim ama tam tanımı da maalesef öyle)
AB’nin karşı deklarasyonu açıkça “Tek yanlı ve siyasi karakter taşıyor.” Belki de Rumca yazılsaydı daha iyi olurdu. AB’nin üstüne kurulduğu temel prensiplerin tamamen dışında. Üstelik hiçbir “kıymeti harbiyesi” yani değeri veya önemi de yok.
Gerek Türkiye’nin deklarasyonu, gerekse de AB’nin karşı deklarasyonu, AB yüksek organının eşdeğerdeki kararlarıdır. Her ikisi de aynı siyasi ve hukuki değeri taşıyorlar ve bir birinden ayrılmaları olanaksız. Bunlar gerçekte Türkiye’nin yönünü ve stratejisini belirleyen kararlar manzumesidir.
Türkiye’nin deklarasyonunun hukuki değeri yoksa AB karşı deklarasyonunun da hukuki geçerliliği yok. Buna ilaveten bu “karşı deklarasyon” hiçbir şekilde Türkiye için somut olarak ek taahhütler yaratmıyor.
Öncelikle şunu vurgulamam gerekiyor ki, karşı deklarasyon metni kendi içinde zaten çelişkilerle dolu. Başı var, kıçı yok. Yaptırımı var, tarihi yok.
AB karşı deklarasyonundaki ifadeler, gerek ek protokolün uygulanması, gerekse “Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti”nin tanınması konularında açıkça “muğlak” yani nereye çekersen oraya uzayacak şekilde. AB karşı deklarasyonunda ve Türkiye’nin yol haritasında, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ni ilgilendiren konularda, uygulama süresi açık. Ne başı var ne kıçı.
İlk deklarasyona kıyasla son AB deklarasyonundaki ifadelerde iyileştirme yapılmasına karşılık, AB karşı deklarasyonu Ankara Anlaşması Ek Protokolünün Türkiye tarafından uygulanması için her hangi bir takvim veya zaman kısıtlaması da içermiyor. Ne de bir yöntem ortaya koyuyor veya tarif ediyor. Aynı karşı protokolde yer alan şimdiki hali ile mevcut Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin tanınmasıyla ilgili ifade ise tamamen belirsiz, tam bir “Osuruktan tayyare”.
Koşulları bu durumda olan “Karşı Protokol” Ankara için hiçte bağlayıcı değil.
Rumlar Türkiye’nin tepkisini göğüslemekte güçsüz kaldılar. Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti AB’ın eşit bir üyesi olmasına rağmen Türkiye’ye hiçbir baskı yapamadı ve yaptıramadı. Artık biliyor ki, Türkiye’nin AB ile müzakereleri başladığı zaman AB taleplerinin uygulanması için tek başına hiç bir şey yapamayacak. Tek başına zurnanın son deliği olmaktan başka seçeneği yok.
Üstüne üstlük, AB kulislerinde yoğun bir şekilde, Rum Yönetimi’nin AB karşı deklarasyonunun içeriğinde bulunan “güya” Türkiye’ye baskı unsurlarına karşılık taviz vererek Kıbrıs sorunuyla ilgili belirli değinmelerin müzakere çerçevesine dahil edilmesi hakkından vazgeçtiği söylentileri dolaşmakta. Bu nedenle bu aralar Papadopulos’un başı muhalefet ile bayağı dertte.
Türkiye, bütünlüklü bir çözüm olmadan mevcut Kıbrıs (Rum) hükümetini tanımayacağını açıkça ortaya koydu.
Bu da ne demektir.
Müzakereler her şeye rağmen başlayacak ve büyük bir olasılıkla “Ulaşım” ile ilgili bölümün (Chapter) müzakere tarihi, Birleşmiş Milletler denetiminde yapılacak Kıbrıs görüşmeleri ile paralel gidecek ve B.M.’de Kıbrıs sorunu, tarafların kabul edeceği bir çözüme ulaştıktan sonra Türkiye yeni kurulacak iki toplumlu ve iki bölgeli “KIBRIS” devletini tanıyacak ve limanlarını açacak. Sonra da Türkiye, AB ile “Ulaşım” bölümünü müzakere edip uyumlaştıracak.