Kendimize yeni bir yol çizmenin zamanı geldi |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Kıbrıs’lı Rumların tutumu iyice belli oldu. Bizleri kapana kıstırmak, zorla azınlık haklarını kabul ettirmek ve dünyadan da izole etmek için elden gelen her yolu deniyorlar. Batı dünyasına bu konuda bazen baskı uyguluyorlar, bazen şantaj yapıyorlar, bazen de mazlum rolü oynayıp timsah göz yaşı döküyorlar ve sonunda istediklerini de yaptırıyorlar.
Yediyüz yıl evvel Türklerle tanışan, son beşyüz yıldır da gurur duydukları Bizans imparatorluğunu ortadan kaldırdığı için Türk korkusu ile yaşayan Helen ırkı, yani Rumlar ve Yunanlılar süreç içinde kendilerine has, dürüstçe mücadeleye dayalı olmayan bir savunma sistemi geliştirmişler.
Sistemleri gerçekleri saklamaya, mazlum rolü oynamaya, yoğun propaganda yaparak kendi fikirlerini kabul ettirmeye dayalı ve ellerine geçen her fırsatta da Türkleri ezmeye ve yok etmeye yönelik. Hala daha hayallerinin bir köşesini İstanbul’u geri almak rüyası süslüyor.
Kıbrıs konusunda ise büyük bir kıskaca girdiğimiz ve dört bir taraftan KKTC’yi lav etmek ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimine azınlık olarak girmemiz için baskıya uğradığımız kesin. İçlerinde Helen ırkının tartışmasız söz sahibi olduğu Batı dünyası veya diğer bir tanımlamayla Hıristiyan dünyası, Rumların Kıbrıs adasında patron olması için elden geleni yapıyor.
Bu korumacılığın, bu kayırmacılığın örneklerini 21 Aralık 1963 olaylarının kasten Rumlar tarafından çıkarıldığı günden beri her seviyede ve yerde görmek mümkün.
Kıbrıs konusunun her aşamasında Birleşmiş Milletlerin aldığı kararlar, AB’nin tavırları, davranışları, karaları ve uygulamaları hep Kıbrıs’ta Rum idaresinin kurulmasına ve Rum üniter devleti içinde Kıbrıs’lı Türklerin azınlık statüsünde yaşamasına yönelik.
Bu baskılara, bu taktiklere, bu zorlamalara daha ne kadar boyun eğmek zorunda kalacağız. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa Birliğinin aktif bir üyesi olduğu, Başkanlar Konseyi de dahil olmak üzere her kademesinde söz hakkı bulunduğu ve her düzeyde oy kullanabildiği müddetçe, Avrupa Birliğinin biz Kıbrıs’lı Türklerin lehine her hangi bir şey yapabilmesi, bu günkü durumumuzdan daha da ileri gitmemize yarayacak her hangi bir karar alabilmesi ve Rumlara herhangi bir yaptırım uygulayabilmesi mümkün değildir.
Artık Kıbrıs Türk halkı olarak karar vermek aşamasındayız.
Birleşik Kıbrıs hayalinin ve hep bir adım önde olalım felsefesinin bize hiçbir faydası olmadığı kesin. Her aşamada ve her yaptığımız öneride, bize bir şey vermeden, hakkımız olanı bize layık bile görmeden ve insanca yaşam hakkı tanımadan bizden hep tavizler vermemiz istenmektedir.
Ne “El uzatmak” politikası, ne “Barış isteriz” söylemleri, ne de “Bir adım önde olalım” stratejisi bize gözle görünür her hangi bir kazanım sağlamamıştır.
Bu politikalarla son gelinen aşama tam bir kayıplar furyasıdır.
Louizidou davasında, Mal Tazmin Komisyonu’nun bir hiç olduğu ortaya çıktı ve Avrupa Konseyi Daimi Temsilciler Komitesi, Türkiye’ye Loizidu’nun çıkarına yönelik tüm özlü önlemleri daha fazla geciktirmeden alması çağrısı yaptı. Louizidou’ya tazminat ödemeyi kabul etmekle, binlerce Ruma tazminat ödenmesi kapısı açıldı. Şimdi sırada bekleyen beş bine yakın dosya var.
Arestis davasında, Mal Tazmin Komisyonu, kendi başına, Arestis’in başvurusu olmadığı halde, AİHM’ne ya mal iadesi ya tazminat içerikli bir öneri yaptı. AİHM her ikisini bir paket halinde kendi kararı olarak açıkladı. Üstelik, Arestis’in malı Abdullah Paşa Vakfı malı olmasına rağmen, evraklar zamanında AİHM’ye sunulmadı ve mülkiyet talebinde bulunulmadı.
Doğrudan Ticaret Tüzüğü tam bir fiyaskoya dönüştü ve AB, Rumların elinde bir oyuncak oldu adeta. Maraş kendilerine iade edilmediği takdirde Rumlar, Doğrudan Ticaretin yapılıp yapılmamasına izin verebilecek bir konuma geldi. Daha doğrusu doğrudan ticaret, Rumların iki dudağı arasında şimdi.
Ercan havaalanını ise şimdilik hiç kimse, Rumların korkusundan ağzına bile alamıyor.
Yüzyıllardır ürettiğimiz Hellim’in patenti Rumlara ait ve artık bir daha hellim üretemeyeceğiz. Bir Kıbrıs peyniri olan Hellimi Türklerin de üretmesine, GKRY izin vermiyor.
Ercan’dan direk uçuşlar konusunda, İngiltere Ulaştırma Bakanlığı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bütün adada tam ve özel egemenliği olduğu ve sadece Rum Yönetimi’nin Şikago Anlaşması amaçlarına hizmet edecek olan bir havaalanı tahsis etme hakkı bulunduğu kararına vararak, bu kapıyı da kapadı.
Rumlar şimdi Yeşil Hat tüzüğü kurallarına aykırı olarak, Larnaka Havaalanında Kıbrıs’a giriş yapan turistlerin KKTC’ye geçmemesi için her yolu deniyorlar ve türlü engeller çıkarmaya çalışıyorlar.
KKTC’nin en önemli sanayisi olan üniversitelerimizin Bologna Sürecine kabul edilmemesi ve bilim dünyasından izole edilmesi için elden geleni yapıyorlar, hiçbir girişimi de esirgemiyorlar.
Artık ayrılık çanları çalmaya başladı ve adada bölünmeyi kesinleştirmenin zamanı geldi. Şimdi belki de yapılacak bir referandum ile Türkiye’ye ilhak olmak ve Kıbrıs Türkünün kendi iradesi ile geleceğini Türkiye ile birlikte yaşam olarak belirlemesi en doğru yol olacaktır.
Bu yönde çalışmak zamanı geldi. Geç kalmadan bunu gerçekleştirmeliyiz. Yöneticilerimiz Rumlarla birlikte yaşamak rüyasını artık bir kenara atmalı ve yüzlerini Türkiye’ye dönmelidir.