Kıbrıs’ta çözüm için AB’ye büyük görevler düşüyor |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
AB’nin 24 Nisan Referandumundan beri sürdürdüğü Kıbrıs siyaseti, 17 Aralık müzakerelerinden sonraki süreç için de hiç umut verici değil. Rumların “artık AB ailesinin’ bir parçası olduğunu ve Türkiye’nin üyeliğine Yunanistan ile birlikte soğuk bakan ülkelerin “Hayırcı Tasos”un arkasına sığınabileceği, veya tam tersine “Hayırcı Tasos”un AB içinde Türkiye’nin üyeliğine soğuk bakan ülkeleri arkasına alacağı ve Türkiye’nin atacağı her adımda VETO kartını göstereceği varsayımından ve gerçeğinden hareket edildiğinde, bu kritik süreçte Washington’un çok kilit bir rol oynaması gerektiği ortaya çıkmaktadır.
“Hayırcı Tasos”un ikna edilmesi konusunda AB’nin de kesinlikle görev alması gerekmektedir. Her halükarda ikna işinin büyük kısmı ABD’nin sırtına kalmıştır.
Ellerinde “HAYIR” denek için her türlü olumlu kozları tutan Rumların Türkiye’den ve Türklerden gelecek hiçbir teklife yanaşmayacakları çok açıkken “Hayırcı Tasos”da zaten 3 Ekim’e kadar olan süreyi kesinlikle bir mühlet olarak kabul etmeyeceğini devamlı olarak dile getirmektedir. “Hayırcı Tasos”un 4 Ekim sabahı diplomatik tanınmayı isteyeceği şimdiden garanti edilebilecek bir konudur.
Rumların önümüzdeki 9 ay içerisinde bir şekilde “birleşik Kıbrıs cumhuriyeti”nin kurulabilmesi konusunda ikna edilmeleri gerekmektedir.
24 Nisan öncesi ABD’nin Kıbrıs temsilcisi, Brüksel’de Rumların Referandumda “HAYIR” demeleri durumunda KKTC’nin tanınabileceğini ima etmesine rağmen ABD bu güne kadar bu yönde hiçbir adım atmadı. Türkiye’nin üyeliğine Yunanistan ile birlikte soğuk bakan ülkeleri araklarına alarak ellerini şimdiden güçlendirmeye başlayan Rumları harekete geçirebilecek en önemli korkutucu faktörlerden bir tanesi ABD’nin KKTC’yi tanıyabileceği sinyalidir.
Washington geçen kasımda Atina’nın şiddetli itirazlarına rağmen Makedonya’yı anayasal ismi ile tanımış ve etnik Arnavutlara eşit haklar veren anayasa maddelerinin değişmesini talep eden referandumu akamete uğratmıştı. Papadopulos’u ancak ABD’nin buna benzer net bir tavrı adada barışa yöneltebilir.
Tabii artık çözüm yanlısı olmak da çözümü tetiklemek ve çözüme katkı koymak için yetmemektedir. 20 Şubat seçimlerinde çözüm yanlısı partilerin tekrar çoğunluğu elde edip hükümeti kuracakları varsayılsa bile “Adada kalıcı bir çözüm için” Kıbrıs Rumlarının da çözümden yana tavır almalarını sağlamak gerekmektedir. Kıbrıs Rumlarının aksine davranmaları durumunda bir şekilde cezalandırılacaklarının da kendilerine hissettirilmesi lazımdır.
Komiser Verheugen’in AB adına Papadopulos’un kendisini aldattığını açıklamasına, Rumların 24 Nisan’da referandumda “HAYIR” demesine ve KKTC’ye uygulanan izolasyonlara son verecek paketleri AB içinde veto etmesine rağmen, AB ciddi olarak Kıbrıs konusunda şimdiye kadar hiç sesini çıkarmadı. Çıkarmadığı gibi 3 Ekim’de Türkiye’nin AB ile müzakerelere başlaması koşulları içine Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’inin dolaylı veya fiilen tanınması koşulunu da koydu. Brüksel Ankara’nın Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile ilgili şikayetlerini “artık onlar aileden” yanıtı ile geçiştiriyor.
17 Aralık müzakereleri ve 3 Ekim koşulları Kıbrıs konusunda şantaj ve tehdit dönemini başlattı. Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin başlatmak için çok hevesli olduğunu fark eden “Hayırcı Tasos”, bu hevesten faydalanmak için tüm plan ve stratejilerini bunun üstüne kurdu. Halkına daha şimdiden AB sayesinde Türkiye’yi dize getireceği vaadinde bulunmaya ve eninde sonunda, Kıbrıs’lı Türkleri, AB üyesi Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine ortak etmeden, Kıbrıs’ın kuzeyini topraklarına katacağını söylemeye başladı.
Zannedersem yanlış düşünceler üzerine kurduğu yanlış stratejisi, 3 Ekim’den evvel hüsranla son bulacak.