Kıbrıs birleşme yerine hızla bölünmeye gidiyor |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
2004 yılının Şubat ayında New York’ta yapılan görüşmelerde BM’nin öngördüğü prosedür çıkmaza girince Türkiye kendi inisiyatifini kullanarak bir öneride bulundu ve Kıbrıs Rumları da bu öneriyi kabul etti. Türkiye’nin önerisi Kıbrıs konusunun kapsamlı bir biçimde çözülmesi için diyalog yolunun açık tutulması şeklindeydi ve öneri tüm taraflarca kabul gördü.
Bu öneri ile Türkiye tüm dünyaya, “Kıbrıs sorunu 1974’te çözüldü” ve “Çözümsüzlük çözümdür” politikasını tamamıyla terk ettiğini ve Kıbrıs sorununu çözmeye kararlı olduğunu açıkça belli etti.
24 Nisan 2004 referandumu ve BM ile AB tarafından önerilen çözüm planının Ankara ile Kıbrıs Türk toplumu tarafından kabul edilmesinden sonra da, adada çözümü isteyen tarafın Türkler olduğunu tüm taraflar, geçmişteki aksi izlenimlerine rağmen gördüler.
Türkiye’nin ve Kıbrıs’lı Türklerin bu gerçeği ortaya koymaları, ilerisi için çok akıllıca bir davranış oldu. Annan Planı’nın Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedilmesinden ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1 Mayıs 2004’te AB üyesi olmasından sonra, Türkiye’nin, tavırları ve uygulamaları ile adadaki çözümsüzlüğün sorumlusu olmadığı iyice ortaya çıktı ve yıllardır sırtında taşıdığı “çözümsüzlüğün suçlusu” ithamından kurtuldu. Referandumdan sonra eğer “iki ayrı devlet” politikasında ısrar edilseydi, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin AB üyesi olmasıyla ve Kıbrıslı Türklerin 24 Nisan 2004 referandumunda olumlu oy kullanmasıyla sağlanmış olan avantajlar kaybedilecekti.
Bu gerçek ortaya çıkınca Erdoğan hükümeti ve Kıbrıs Türk liderliği “iki devlet” politikasını tamamıyla terk etti ve görüşmelerin çıkmaza girmesi veya yıllarca sürmesi olasılığına alternatif olarak politikalarını KKTC’nin “Tayvan” gibi bir statüye kavuşturulması yönüne çevirdi. Söylemleri ve eylemleri iyice analiz ederseniz Türk tarafının KKTC’nin tanınması konusuna öncelik tanımadığını hatta artık ağzına bile almadığını görürsünüz. Buna alternatif olarak iki kesimliliğin sabitleşmesi ve aşamalı bir biçimde Tayvan modelinin hayata geçirilmesi ile Kıbrıslı Türklerin siyasi ve ekonomik statülerinin yükseltilmesi amaçlanıyor. İşin ilginç yanı ABD, AB ve İngiltere böylesi bir gelişmeden hiç rahatsız değil veya şimdilik rahatsız oldukları belirtilerini açıkça ortaya koymuyorlar.
AB Parlamentosunun onaylamış olduğu Yeşil Hat tüzükleriyle ve Avrupa Komisyonu’nun ilerletmekte olduğu doğrudan ticaret ile ilgili düzenlemelerle, KKTC ve Kıbrıs Türkleri, aşamalı olarak Avrupa’ya ekleniyor. Bu da siyasi ve ekonomik düzeyde KKTC’nin ve Kıbrıs Türkleri’nin statüsünü bir yükseliş trendine soktu.
Kaçınılmaz olan Gümrük Birliği Protokolü’nün imzalanması ve Papadopulos’un tepkisine rağmen bir şekilde doğrudan ticaret gerçekleştirilebilirse Kuzeyin “Tayvanlaşması” daha da kolaylaşacak ve kalıcılaşacak.
Rumlar 6.cı Annan Planı veya BM’nin masaya koymak hazırlığını yaptığı yeni “PLAN” çerçevesinde çözüm için esaslı bir işbirliğinde bulunmayı reddettikçe, Kıbrıs Rum tarafının müzakere konumu zorlaşacak, ve adadaki şimdiki fiili durum Kıbrıslı Rumlar herhangi bir kazanım elde edemeden “kemikleşecek” ve dünya tarafından itirazsız “kabullenilecek”.