Kıbrıs konusu gelişmelere gebe |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Aralık ayında başlaması gereken Kıbrıs trafiği Ocak ayına sarktı.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs Özel Temsilciliğine atanan Michael Moller dün görevine başladı.
Michael Moller aynı zamanda görevi gereği Kıbrıs’taki BM Barış Gücü Misyon şefliğini de yapacak. Mevkisi Kıbrıs’taki BM askerlerinin en yüksek rütbeli sivil komutanı veya bürokratı konumunda.
Danimarkalı bir diplomat olan Moller, Kıbrıs’taki görev süresi dolan ve evvelki gün ada’dan ayrılan Zbigniew Wlosowicz’in yerine geldi.
Buraya kadar olan gelişme biraz rutin. Herhangi bir olağandışılık yok.
Ama Başbakan Gül’ün Kıbrıs’la ilgili dünkü açıklaması ve içeriğindeki sözcükler yeni bir atağın, yeni bir Türk atağının habercisi niteliğinde.
Gül önümüzdeki günlerde, büyük bir olasılıkla Ocak ayı çıkmadan masaya bazı yeni yakası açılmadık öneriler koyacak.
Türkiye, Kıbrıs sorununun çözümü yolunda Mayıs ayında ve Temmuz ayının sonunda iki kez yapıcı önerilerde bulunmuştu ve bütün kısıtlamaların karşılıklı kaldırılmasını masaya koymuştu.
Türkiye bu sefer, Kıbrıs (Rum) bayraklı gemileri ile uçaklarına ve Kıbrıs (Rum) limanlarından kalkan bayrak ayırımı olmaksızın tüm gemilere uyguladığı ambargoyu şartlı olarak kaldırmayı tekrar masaya koyacak. Bilindiği gibi Kıbrıs (Rum) hükümeti, BM üyesi tanınmış bir devlet olmak avantajını kullanarak 1974 Barış harekatından hemen sonra Eylül 1974 tarihinde, Mağusa limanını kapattığını ilan etmişti ve BM Genel Kurulunda kabul ettirdiği 541 ve 550 no.lu kararlara ilave olarak AB ile ilişkilerini kullanarak çıkarttırdığı ABET kararı ile de KKTC’ye sıkı bir ambargo uygulanmasını başlattırmıştı.
3 Ekim müzakere çerçeve belgesi içinde açıkça yer almayan ama kelimelerin arasında var olduğu hissedilen Türkiye’nin deniz limanlarını Rum bayraklı gemilere en geç 31 Mart’da açması koşulundan kurtulmak için Türkiyei ambargoların karşılıklı kaldırılması önerisini bu ay içinde tekrar yineleyecek. Ama gözüken şu ki, bu defa Papadopulos’un elinde “Hayır” diyebilecek güç hemen hemen yok gibi.
Türkiye açıkça, Kıbrıs’taki referandumdan sonra vaat edilenlerin ve beklentilerin hiçbirinin karşılanmadığını yüksek sesle söylüyor. Bu, Türkiye ne zaman masaya otursa, elini kuvvetlendiren bir koz.
Buna karşın, sınırların açılması, dolaşım serbestiyesi, AP’de KKTC’li parlamenterlerin olması, AİHM’nin KKTC iç hukukuna değinmesi, KKTC üniversitelerinin “Kuzey Kıbrıs” ülke adı ile Uluslar arası Üniversiteler Birliğine üye olması, “Diğer” ülke başlığı altında Avrupa Üniversiteler Birliğine üye olması ve denklik alması gibi benzeri olumlu gelişmeler, Kıbrıs’lı Türkler açısından bir takım yeni kazanımlar oldu.
Türkiye bu aşamada artık AB’ye biraz da yüklenmeyi ve haklarını istemeyi hedefliyor. 2006 yılı ve sonrası için pasif adaylıktan, aktif adaylığa geçmeyi strateji olarak benimsemiş gözüküyor.
Türkiye, Avrupa Birliğinin çözümsüzlüğün değil, çözümün bir parçası olmasını ve Kıbrıs konusunda verdikleri sözleri yerine getirmelerini istiyor.
Türkiye’nin 2006 yılında Kıbrıs’ta atak yapmayı seçmesini, müzakere çerçeve belgesinin içeriğine, Orta Doğu’da çok hızlı değişmiş olan konjöktüre, ABD’nin Irak’taki ağırlığını ve harcamalarını azaltarak gözünü İran’a çevirmesine bağlıyorum. Türkiye’nin stratejik desteğine olmazsa olmaz bir biçimde gereksinim duyan ABD, ilk etapta baskısını Kıbrıs (Rum) hükümeti üzerinde yoğunlaştıracak ve Papadopulos’u Türk önerilerini kabule zorlayacak.
Ambargoların karşılıklı kaldırılması ve Türk deniz ve hava limanlarının Rum bayraklı gemi ve uçaklara açılması konusu hiç bu kadar çözüme yaklaşmadı. 2006’nın ilk çeyreğinde Kıbrıs konusunda beklenmedik gelişmeler olacak ve Türkiye-AB müzakerelerinde gözle görünen sıkıntılar, Kıbrıs konusundaki gelişmeye paralele olarak kolayca aşılacak gibi gözüküyor.