Kopenhag’da EVET denseydi ne olacaktı |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Günümüzün siyasileri ve AB sevdalıları, 2002 yılında iş başında olan zamanın siyasi yöneticilerini, Kopenhag’da EVET demeyerek, Rumların tek başlarına AB’ye girmesine kapı açmakla suçlarlar.
Üstüne üstlük bir de “Kaybedilmiş davayı kazanmaya çalışıyoruz” gibi inciler de yumurtlarlar.
Önce Kopenhag’da neler oldu ve ne kararlar alındı, onu hatırlayalım.
Kopenhag’da 12-13 Aralık 2002 tarihlerinde yapılan AB zirvesi sonucunda 10 aday ülkenin 1 Mayıs 2004 itibariyle AB’ye üye olmaları kararı verildi.
Kıbrıs ile ilgili olarak, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin, taraflar (Rumlar ile Türkler) arasında anlaşma sağlansın ya da sağlanmasın, katılım müzakerelerinin tamamlanmış olmasına bağlı olarak, diğer 9 aday ülkeyle birlikte 1 Mayıs 2004 tarihinde GKRY’nin AB’ye üye olarak kabul edileceği kararı alındı.
Bununla birlikte, Avrupa Konseyi “bütünleşmiş” bir Kıbrıs’ın AB’ye girmesi yönündeki tercihini vurgularken, bu bağlamda Kıbrıs Rum ve Türk kesimlerinin 28 Şubat 2003 tarihine kadar, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın önerisi üzerinde müzakerelere devam etmeye ilişkin taahhütlerini destekledi.
Dillere destan 2002 Kopenhag kararlarının Kıbrıs ile ilgili bölümünün tümü bu kadar. Sadece 3 paragraf.
“EVET” denseydi ne olacaktı.
Her hangi bir yanlış anlamaya kapı açmamak için bunun açıkça Kıbrıs Türk’üne ve Türkiye’deki kardeşlerimize anlatılması gerekli olduğu kanısındayım.
Doğrudur, “EVET” denseydi, Kıbrıs Türkleri AB’ye girmiş olacaktı.
Önemli olan “Nasıl, hangi koşullarda ve hangi statüde” gireceklerdi ve neden “EVET” denmedi.
Bunun gerekçelerini açıklamak gereğini duymuyorum. Zaten yazımı sonuna kadar okuduğunuzda, “Ben de o gün siyasi bir mevkide olsaydım “EVET” demezdim” diyeceksiniz.
O gün Kopenhag’da “EVET” denseydi, adaya döndükten sonra yapılacak ilk iş KKTC’yi lav etmek olacaktı. Bütün daireler ve kurumlar dağıtılacaktı, tüm kamu görevlileri sokağa atılacaktı ve Kıbrıs Türkleri, 4 Mart 1964’de BM tarafından tanınmış Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’ne amalgama olacaktı, yani yamalanacaktı ve o statüde AB’ye Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti şemsiyesi altında hep birlikte girilecekti.
Kıbrıs’lı Türklere siyasal eşitlik veren, devlette ortaklık, yönetimde söz sahipliği veren 1960 Kıbrıs Anayasasının 13 maddesi, dönemin Cumhurbaşkanı III.cü Makarios ve aralarında Papadopulos’un da bulunduğu baryaları tarafından değiştirildiğinden ve de bu değişikliklerden sonra da BM tarafından 4 Mart 1964’de, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti, Kıbrıs’ın tek tanınan devleti olarak akredite edilmiş olduğundan, Kıbrıs’lı Türkler aynen Yunanistan Trakya’sında yaşayan soydaşlarımız gibi, azınlık ve devlette söz sahibi olmayan kişiler olarak AB’ye gireceklerdi.
Bırakın Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti devletinde bir Kıbrıs’lı Türkün Müdür mevkiine kadar yükselebilmesi olasılığını, seçimler çoğunluk sitemine göre yapıldığından Muhtardan öteye daha yüksek bir mevkiye her hangi bir siyasimiz bile seçilemeyecekti.
İşte bu nedenle “EVET” denmedi Kopenhag’da.
Hiç kimse Kıbrıs’lı Türklere, 2002 yılında yapılan Kopenhag’ zirvesinde fırsat kaçırıldı demesin.
Bunu diyecek olanlar, fırsatın hala mevcut olduğunu biliyorlar aslında. İsterlerse bu fırsatı realiteye, yani hayata hemen geçirebilirler. Bu çok kolay. 2002 Kopenhag kararı kolayca değişebilir veya değiştirilebilir. Yeter ki siyasilerimiz istesin.
Bir gecede, KKTC Meclisinden geçirecekleri, içinde Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin egemenlik ve hükümranlık alanını Kıbrıs’ın kuzeyini de kapsayacak şekilde düzenlenmiş bir maddesi bulunan bir yasa ile “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”ni lav ederler, devlet dairelerini ve tüm Kurumları kapatırlar, sonra da yanlarına günümüz Türkçe yer isimlerinin 1974 öncesi Rumca isimlere dönüştürülmesini isteyenleri de alıp, ellerini iki yana açarak Metehan (Ayios Demetios) kapısına koşarlar ve “Biz geldik Papadopulos, bizi kabul et” derler.
Böylece 2002’de KKTC’ye inanan ve yurdunu sevenlerin söylemediği ve kabul etmediği “EVET”i kendileri söylemiş olurlar ve o günkü Kopenhag koşullarına uygun olarak 4 sene gecikme ile AB’ye girerler.
Bende, yaşımın gecikmişliğine bakmadan, gençliğimde yaptığım gibi, benim gibi düşünenlerin kuracağı direniş örgütüne girerim.
Rumlarla beraber yaşayabileceğimizi düşünenler ve bunun için planlar üretenler, ütopik büyük bir hayal içindeler. 1571’den beridir biz hiç Rumlarla ortak bir hayat sürmedik. 435 yıldır hiç ortak bir kuruluşumuz bile olmadı. Köylerdeki kahvelerimiz bile ayrıydı.
Bizlere hiçbir hak tanımak istemeyen Rumlarla nasıl birleşik bir hayat sürdürülecek bu küçük ada üzerinde çok merak ediyorum.
Düşünüyorum, hafızamı yokluyorum, geçmişime bakıyorum, kitaplarımı karıştırıyorum ve bir türlü bulamıyorum. Biz hiç Rumlarla beraber yaşadık mı? Size böyle bir şey hatırlıyormusunuz.
Yıllardır Kıbrıs sorununa Kıbrıs dışındaki güçler müdahale ediyor ve bize hep Rumlarla iç içe yaşamayı empoze etmeye çalışıyorlar.
Bu çözüm kendi kafalarına ve yaşam tarzlarına göre uygun olabilir ama bizim adamıza hiç uygun değil. Bu insanlar tarihi bile araştırmıyorlar. Geçmişimize hiç bakmıyorlar.
Asırlardır iki toplum arasında ne kadar evlilikler yapılmış bunu bile araştırmıyorlar. Eğer biz iç içe yaşayabilecek olsaydık hiç toplumlar arası evlilikler bu kadar az olabilirmiydi?
Rumlarla Türkler arasındaki evlilik oranı yıllar itibarı ile, 1571’den başlamak üzere hiçbir zaman binde yarımın (0,5/1000) üzerine çıkmadı.
Hayatımın son elli yılı Mağusa’da geçti ama karma evlilik yapan sadece ve sadece 2 aile tanıyorum. Üçüncüsü yok.
Ben bu güne kadar hiç Türklerle Rumların ortaklaşa oluşturdukları bir futbol takımı duymadım görmedim. Renkleri Mavi-Beyaz-Kırmızı olan bir spor takımı hiç olmadı. Rumların futbol takımları ve ligleri ayrı, bizimki ayrı oldu.
Ben hiç köylerde ortak kahvehane görmedim. Kahvehaneler ya Rum kahvesiydi ya da Türk kahvesi. İnsanlarımız hep ayrı ayrı oturdular.
Ben hiç Rumlarla ortaklaşa kutladığımız bir bayram veya Kıbrıs’lılara mahsus ortak bir kutlama günü veya ortak bir tatil gününe rastlamadım, duymadım ve bu güne kadar da hiç yaşamadım.
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş anlaşmasına göre resmi tatil günleri alt alta yazıldı. Bu resmi tatil günleri ya Rumlara ait bir milli günün tatil günüydü mesela 25 Mart Yunanistan’ın Osmanlılardan İstiklalini kazandıkları gün gibi, ya da 30 Ağustos, Rumların Türkler tarafından İzmir’de deniz döküldüğü gündü resmen kutladıklarımız. Yada bizimki Kandil kutlaması tatili, onlarınki paskalya yortusu tatiliydi.
Biri çıksın ve bana “aha şu gün Kıbrıs’lı Türklerin ve Rumların ortak tatili günü idi” desin lütfen. Hiç olmadı ki.
Hadi hepsini bir kenara bıraktım, biz Kıbrıs’lı Türklerin, Kıbrıs’lı Rumlarla ortaklaşa okuduğumuz bir okulda olmadı. Eğitimin Kıbrısça yapıldığı, çocukların aralarında Kıbrısça konuştuğu ve okulda okutulan kitapların Kıbrısça yazıldığı bir okul bu güne kadar hiç olmadı. Veya varda ben son yarım asırdır ben hiç duymadım.
Zaten Kıbrısça diye bir dil de yok.
Ortak okul konusunda sadece İngilizlerin 20.ci yüzyılın başlarında kurduğu ve İngiltere’den getirilen hocalarla ve İngiltere’de basılan İngilizce kitaplarla eğitimin yapıldığı İngiliz okulu vardı ki, öğrencileri Kıbrıs’ta oturan Rum, Türk, Ermeni, Maronit, Latin, Arap ve diplomatik misyonlarda görev yapan çok çeşitli ülkelerden gelen ailelerin çocukları idi. Bunu Kıbrıs’lıların ortak okulu diye dikkate almam olanaksız zaten.
Şimdi düşünüyorum da, niye bu Rumlarla ortak bir yanımız olmadığı halde bizi zorla ortak bir devlet kurmaya yönlendirmek istiyorlar. Amaç ortak bir Kıbrıs Devleti kurmak mı, yoksa bizi Rumların çoğunluğunu teşkil edeceği Üniter bir Kıbrıs Devletinde “azınlık” statüsüne sokmak mı?.
Sanırım hepimiz yanıtı biliyoruz..
“Birleşik Kıbrıs” düşüncesi ve hedefi, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayal. Siyasilerimizin bu hayalden artık vazgeçip KKTC’ye inanmalarının ve KKTC’yi benimsemelerinin zamanı geldi. Adada KKTC’siz bir çözüm olması mümkün değil.