Kürşat Tüzmen’in sözleri ve AB uygulamalarındaki çifte standart beni ürkütüyor |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
3 Ekim’deki AB-Türkiye katılım müzakerelerinin başlaması yani Uyum Protokolu koşullarından bir tanesi olan 1963 Ankara Antlaşması, Gümrük Birliği ek protokolünün Türkiye tarafından imzalanmasıyla birlikte yeni bir oluşum ve uygulama ortaya çıkacak. Bu konu ile ilgili olarak son zamanlarda Türkiye tarafından Rum ekonomisine ve özellikle denizcilik alanına ilgi gösterilmeye başlandığını hissetmekteyim.
Türkiye’nin protokolü imzalayıp hayata geçireceğine dair gelen bilgiler bayağı güçlü bir düzeyde. Büyük bir olasılıkla yaz başında bu protokol Türkiye tarafından imzalanacak ve Gümrük Birliği kapsamı genişletilerek yeni 10 üye de mevcut kapsamın içine alınacak. Üstelik bu yeni kapsam çerçevesinde, Türkiye tarafından tek taraflı olarak uygulanan, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti bayrağı taşıyan gemilere yük taşıtmama ve limanlara kabul etmeme ile Rum limanlarından çıkış yapan gemilerin Türkiye limanlarına girememesi ambargosu da son bulacak gibi.
Geçtiğimiz hafta başında Avrupa-Akdeniz ülkeleri işveren örgütleri (UMCE) toplantısına katılmak üzere İstanbul’a giden Rum İşverenler ve Sanayiciler Örgütü (OEV) Genel Müdürü Mihalis Pilikos ve Genel Müdür Yardımcısı Kostas Hristofidis, toplantı çalışmaları çerçevesinde Türkiye Dış Ticaret Bakanı Kürşat Tüzmen ve Bakanlık Müsteşarı Yavuz Caybar’la özellikle bu konuyu tartıştılar ve görüş alışverişinde bulundular.
Resmi olmayan yollardan gelen bilgilere göre Kürşat Tüzmen ve Caybar, Pilikos ve Hristofidis’e, Türkiye’nin, AB’a yeni üye 10 ülkeyle ilgili protokolü imzalayacağını ve hayata geçireceğini teyit etmişler ve tepkisinden çekindikleri Türkiye kamuoyuna, bu uygulamanın ülke yararına olacağı konusunda ikna etmeyi başaracaklarına inandıklarını da söylemişler.
Tüzmen’in ve Caybar’ın gösterdiği bu sıcak ilgi ve yaklaşımdan sonra Pilikos ve Hristofidis, beraberlerinde getirdikleri Kıbrıs ticaret filosu hakkındaki bilgileri ve Türk limanlarının, bugün demirlemeleri yasak olan Kıbrıs bandıralı gemilere açılmasının Türkiye’ye getireceği kazanımlar hakkındaki verileri göstermişler. Bu sunum Tüzmen’in ve Caybar’ın bayağı ilgisini çekmiş. Görüşmenin sonunda Tüzmen, Türkiye ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti arasında ticaretin geliştirilmesi ve ekonomik işbirliği yapılması gerektiğine işaret ederken, Yavuz Caybar’de, bugün Türk ekonomisinin önemli unsuru olan sanayi ürünlerinin taşınması konusunda Kıbrıs filosunu değerlendirmekle ilgilenildiğini dolaylı olarak ima etmiş ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti ile Türkiye arasında ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi arzusunu dile getirmiş.
Bu tek taraflı bilgi ne kadar doğru bilmiyorum ama bir denizci ve deniz taşımacılığı bilimcisi olarak beni çok korkuttu.
Tüm bunlara ilaveten AB’nin, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetine ve Türkiye’ye farklı yaklaşımları ve çelişkili uygulamaları da çok dikkatimi çekiyor.
Brüksel, Yeşil Hat Tüzüğü ve Türkiye’nin imzalamasını istediği Uyum Protokolü içinde yer alan benzer tanımlamaları farklı yorumluyor.
Yeşil Hat Tüzüğü’ne bakarsanız, Kuzey Kıbrıs’tan Güney Kıbrıs’a mal geçişine izin verilmesine rağmen bu malları taşıyan Türk kamyonları, sınırı geçemiyor. AB, bu durumlarda kamyonların hizmet sektörüne dahil olduğunu ve mal geçişleri ile doğrudan ilgisi bulunmadığını öne sürüyor.
Ancak iş Uyum Protokolüne gelince, Türkiye’den, kapsamı genişletilen Gümrük Birliği nedeni ile Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinden sadece Rum mallarının ithali değil, bu malları taşıyan gemi ve uçaklara da izin vermesi isteniyor. AB, bu tutumu ile Kıbrıs’ta mal ulaşımını sağlayan Türk kamyonlarını hizmet sektörü içinde değerlendirirken, Kıbrıs Rum gemi ve uçaklarını bunun dışında tutuyor.
Aslına bakarsanız bu da beni çok korkutuyor. İçimde sanki hep kaybeden biz oluyormuşuz gibi bir his var…