Müzakerelerde sorun var |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Rumların Müzakerelerdeki taktiği yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
Çıtayı iyice yükselttikten sonra alçaltmak için taviz isteyecekleri gün gibi aşikar.
Önce ortaya olası anlaşmadan sonra kurulacak “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nin halen AB’ye üye mevcut “Kıbrıs Rum Cumhuriyeti”nin devamı olacağı iddiasını attılar.
Partenojenez bir devlet, yani geçmişi olmayan ve anlaşmadan sonra sıfırdan yaratılacak bir devleti asla kabul etmeyiz dediler.
Üstelik üstüne basa basa “Kırmızı Çizgimizdir” diye de vurguladılar.
Yardakçıları Atina’da arka çıktı bu düşünceye, her zaman olduğu gibi.
Kesinlikle değişmez bu kararımız, 1963’de silah zoru ile devletten dışladığımız Kıbrıs’lı Türkleri, yasaları göstermelik olarak birazcık değiştirip devlete yama yapabiliriz demeye başladılar.
Sanki biz bunu kabul etmek zorundaymışız gibi…
Arkasından Rumlar, işin içine AB’yi ve yardakçıları Yunanistan’ı da katarak kısaca “2G” denilen “Garantiler ve Güvenlik” konusunda kırmızı çizgileri olduklarını söylemeye başladılar.
Türkiye’nin Garantörlüğüne 21.ci yüzyılda gerek olmadığını ve Kıbrıs Rum Cumhuriyeti AB’ye olduğu için garantörün AB olması gerektiğini, AB’nin garantisinin çok daha geçerli bir çözüm olacağını vurgulamaya ve uluslar arası platformlarda dile getirmeye başladılar.
Amaçlarının yapay sorunlar yaratıp sonra da bu sorunlardan çıkar elde etmek olduğu apaçık ortada.
Güneyden ve Brüksel’den gelen bilgiler, Rumların müzakereler sonrası oluşturulacak “Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti”nin partenojenez olması yani geçmişi olmayan ve anlaşmadan sonra sıfırdan yaratılacak bir devlet şeklinde yeniden oluşturulması karşılığında, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anlaşmasının Ek IV’ünde yer alan ve adanın tümü üzerinde Türkiye’ye Garantörlük ve müdahale hakkı veren koşulun kaldırılmasını istedikleri şeklinde.
Güya Rumlar büyük bir taviz veriyorlar ve sıfırdan doğacak yeni bir devletin oluşumunu kabul ediyorlar, buna karşılıkta Türkiye’nin ada üzerindeki haklarının kökünden budanmasını talep ediyorlar.
Gömleğimizi önce kaybettirip bize soğuk suya sokuyorlar sonra da sudan çıkınca ısınalım diye bize gömleğimizi gene geri verip bizi memnun etmeyi planlıyorlar.
BM’nin 46 yıllık Kıbrıs müktesebatına göre zaten anlaşma sonrası kurulacak devlet partenojenez olacaktı. Hiçbir BM Genel Sekreteri raporunda, BM Genel Kurulu Kararlarında veya BM Güvenlik Konseyi kararında kurulacak devletin mevcudun devamı olacak diye bir koşul veya tanımlama yok. Bu tamamen Rumların kendi istekleri doğrultusundaki uydurmaları.
Bu planın son adımı olarak da “Türkler partenojenez devlet karşılığı ada üzerindeki Garantörlüklerinden ve Güvenlikte vaz geçebilir” tezini ortaya attılar.
AB birkaç hafta sonra bu düşünceyi düşük düzeyde bir bürokratı kanalı ile dile getirirse hiç şaşmayın. Bu deneme Türklerin bu fikir üzerindeki tepkisini ölçmek için olacak.
Tepkiler az olursa, bu fikrin Türkiye tarafından kabul edilmesi ve yürürlüğe konması için baskılar da hemen başlayacak.
Tüm bunlara ilaveten şimdi de adada ve de özellikle de KKTC’de nüfus sayımı istiyorlar.
Amaç, Annan görüşmelerinde kabul ettikleri ve Hristofyas’ın da Cumhurbaşkanı olduktan sonra vatandaşlıklarını kabul ettiğini resmen açıkladığı 50,000 “T.C. kökenli KKTC vatandaşı”nın sayısını pazarlık konusu yapmak.
Kıbrıs Rum tarafının hedefi “T.C. kökenli KKTC vatandaş”larının KKTC’deki varlıklarının uluslararası anlaşmalara ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına aykırı olduklarını iddia ederek bu konuyu bahane etmek ve daha başka tavizler koparmak.
Annan Planında rakamsal olarak yer alan ve Hristofyas’ın da kabul ettiğini açıkladığı 50,000 “T.C. kökenli KKTC vatandaşı”nın yeni kurulacak devletin vatandaşı olması karşılığında KKTC sahil şeridini %51’den %40’lara düşürülerek, Karpaz yarımadasının neredeyse tümünün Rum Devleti idaresine bırakılması gibi.
Zaten daha müzakereler başlamadan kabul edilmiş bu konuyu, taviz koparmak için tekrardan sorun olarak masaya koyuyorlar.
Peki karşılığından biz neler isteyeceğiz, çıtamızı yükseltmek için.
Mesela 1963-1974 yılları arasında bize uygulanan soykırımın bedelinin Rumlar tarafından Kıbrıs Türk Halkına ödenmesi çok uygun bir talep olabilir.
Zaten Türkiye’nin 15 Kasım 1967 tarihinde yer alan Yeni Boğaziçi-Geçitkale olaylarından sonra verdiği notada söz konusu “Tazminatlar” vardı ve Rum Hükümeti ile Yunanistan da bunu kabul ettiklerini açıklamışlardı.
Taraflarca kabul edilmiş resmi bir anlaşmanın hayata geçirilmesini niye talep etmeyelim ki.