Niko’ya Kulak Verin |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
KKTC’de her siyasi partinin bir Başkanı, bir Genel Sekreteri ve toplumu ilgilendiren belli başlı konularda da sözcüleri vardır. Resmi görevle yapılan konuşmalar veya halka aktarılması amacı ile basın yolu ile resmi kişilerce verilen beyanatlar, ilgili siyasi partiyi bağlarken, parti sempatizanı olarak bilinen kişilerin sözlerini veya yazılarını söz konusu partiye mal etmek, benim yargılarıma göre yanlış bir davranıştır.
Yazarların siyasi gelişmeler ve olaylar karşısındaki yorumunu, herhangi bir siyasi partinin resmi politik görüşü olarak algılamak da doğru bir yaklaşım değildir.
Olaylara tarafsız gözle bakabilmenin, duygulara kapılmadan doğru bilgilerle yorumlayıp harmanlamanın ve sonra da okuyucuya karmaşık olmayan sade bir dille aktarmanın “Doğru ve basın etiğine uygun bir davranış” olduğu inancındayım.
Bu inancımı da birkaç yıldır, yaz döneminde yurt dışında katıldığım üniversite üstü düzeydeki “Gazetecilik” eğitimlerinde, bu kavramın ısrarla ve derinlemesine işlenerek katılımcılara aktarılması nedeniyle geliştirdim ve pekiştirdim.
Görüşlerim benim görüşlerimdir ve sözlerim de sadece beni bağlar. Hele “En iyi ben bilirim” yaklaşımında olmadığımı da beni yakından tanıyan okuyucularım, dostlarım ve arkadaşlarım çok iyi bilirler. Hiçbir konuda böylesi bir iddiada bulunmadım.
Son 32 yıldır hergün, fiilen içinde yaşadığım Kıbrıs siyasetinde de bu böyledir.
Alman-Kıbrıs Rum Forumu, 20 Haziran günü Berlin’de, Güney Doğu Avrupa Şirketi (özellikle Balkanlar’la ilgili düşünce kuruluşu) ve Alman SDP (Sosyal Demokrat Parti) bünyesinde bulunan Fredrich Ebert Stiftung isimli siyasi kurum tarafından ortak bir etkinlikle gerçekleştirildi. Kıbrıs sorunu ve mevcut gelişmelerin ele alındığı panelde DİSY Başkanı Nikos Anastasiadis de bir konuşma yaptı.
Anastasiadis konuşmasında özetle, “Egemen devletler arasında yapılacak müzakereleri asla kabul etmeyeceğiz” diyerek Kıbrıs konusunun çözümüne DISY olarak nasıl baktıklarını net olarak ortaya koydu.
DISY’e göre, yani Kıbrıslı Rum siyasi partiler arasında Türklerle kurulacak ortak bir devlete en ılımlı gözle bakan partiye göre, müzakere masasına “KKTC” olarak oturmamızı kabul etmeleri mümkün değilmiş. Onlara göre masaya “1960’da Kıbrıs Rum Yönetimine baş kaldırmış asiler olarak oturacağız ve ancak bir takım hakların sahibi olabilecek, affa uğramış Türk azınlık olarak kalkabileceğiz”. Başka da yolu veya alternatifi de yokmuş.
Hristofyas Dikomo’ya kadar, Niko’da Leymosun’a kadar koştursun. (Yabancı okurlar için not: Bu özgün bir Kıbrıs deyimidir)
BM Genel Sekreterinin Siyasi İşlerden Sorumlu Yardımcısı Lynn Pascoe’nin son ziyaretinden sonra “Kıbrıs’ta yorumlar ve kavramlar oyunu oynanmaktadır” demesi boşuna değil. Ortada büyük bir sıkıntının olduğu kesin. Hristofyas ve Talat arasındaki ilişkilerin ve Eylül de başlaması planlanan müzakerelerin ön hazırlıklarının iyi gitmediği gün gibi de aşikâr.
Düşük bir olasılık olsa da, Ege’de Türk ve Yunan uçakları arasında geçen çekişmeye “İt dalaşı” denmesi benzeri, Hristofyas ve Talat arasındaki “Politik dalaş”ın da, Eylül müzakerelerini sekteye uğratması mümkün.
23 Mayıs’ta, Talat’ın “Kurucu Devletler” terimini mutabakatın içine koydurmasını Hristofyas hala daha hazmedemedi. Bunun rövanşını 1 Haziran’da alacağını ve 1 Haziran mutabakatına “Tek Egemenlik ve tek vatandaşlık” kavramını koydurmak için elinden geleni yapacağını, birkaç gündür dile getiriyor. Fitil şimdiden ateşlendi.
Yakında çıngarın çıkacağını ve iplerin gerileceğini, “Talat ve Hristofyas, eski dostturlar ve barış istemektedirler. Bunlar Kıbrıs sorununu çözemezlerse başka hiç kimse çözemez” propagandasına rağmen ilişkilerin kısa bir zaman dilimi içinde kopma noktasına çok yaklaşacağını, açık ve net olarak algılayabiliyorum.
Üç tane cumhurbaşkanı eskitmiş, duayen Dış İşleri Bakanı Yakovou, açıkça son İngiliz tezgahının mimarı. Hristofyas’ın bütün acemiliğine rağmen İngilizlerden istedikleri “Ortak Bildiri”yi çıkarttırmayı başardı.
Fransız-Rum ilişkisinin arkasında da o var.
Yakovou’nun tezgâha koyduğu plan, müzakereleri, bütün yan yollarını tıkayıp, kaçış olasılıklarını da ortadan kaldırdıktan sonra kendi istedikleri ve hedefledikleri mecraya sokabilmek. Şimdilik etrafımızı kuşatıyorlar. Esasa sonra geçecekler.
Yakovou’nun fikir babalığı yaptığı birbaşka bir kavramı da, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi, bir müddettir planlı bir şekilde işlemeye ve akıllara sokmaya başladı.
Bir kaç ay evvelsinden Bayan Theodora Bakoyanni ve Hristofyas, söz birliği etmişçesine, “AB’nin garantisinin Kıbrıs için yeterli olduğunu, Türkiye’nin garantisine gerek bulunmadığını” resmen dile getirmeye başladılar. Bu oyun devam ederken ve de bu fikir beyinlere işlenirken, şimdi de Yunanistan, oyunun ikinci ayağı olarak, “Kıbrıs’ın Garantörlüğünden vazgeçmek istediğini” gayrı resmi olarak açıkladı.
Hedef, önce Türkiye’nin garantörlük haklarını şaibe altına sokup, “AB varken, gerekli mi, değil mi?” kavramı ile şüpheli hale getirmek, sonra da Yunanistan’ın “Garantörlükten” vazgeçmek talebi ile “1960 Garanti ve İttifak Antlaşması”nı havada bırakıp, geçersiz ve çalışmaz kılmak. Tezgâh hazırlanmış, düğmeye de basılmış. Amaç belli. Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki haklarını budamak ve Kıbrıs ile olan bağını koparmak.
Zaman, çok dikkatli olmak ve KKTC’den asla vazgeçmeden, yılmadan yürümek zamanı. Yanımızda, bize arka çıkabilecek veya destek olabilecek Türkiye’den başka hiçbir Allah’ın kulu veya devlet yok. Güvenliğimizi sağlayacak, adanın kuzeyindeki ata yadigârı küçücük topraklarımızda egemenliğimizi sürdürebilmemiz ve huzur içinde yaşayabilmemiz için yardımcı olacak TSK’dan başka güvenebileceğimiz hiçbir güç, sığınabileceğimiz hiçbir bağır da yok.