Rumlar 63’de silahla saldırmışlardı şimdi gene saldırıyorlar |
Prof. Dr. Ata ATUN |
|
Ne yalan söyleyeyim bu son günlerde kendimi hep 1963-70 yılları arasında hissediyorum.
O yıllar içinde, Kıbrıs Cumhuriyetini silah zoru ile ele geçirmiş Rumlar ve devletin başındaki Etnarh Makarios ile has adamı Papadopulos, tüm devlet olanaklarını kullanarak Türklere acımasızca saldırmakta ve ezmekteydi. Bize saldırmak için Brezilyadan zırhlı araçlar, o dönemin Çekoslavakya’sından da Kaşanikof patentli saldırı tüfekleri getirtmişlerdi. Silahlı saldırılara ilaveten moral saldırıları ve 1963 yılından 1970 yılına kadar 7 sene müddetle ısrarla sürdürülen “Türklere satılması yasaklanmış Stratejik Malzemeler” emirnamesi ile Türkleri insanlık dışı yaşamaya mahkum etmek saldırısı vardı.
O yıllarda Rumlar adeta Kıbrıs’ın efendisi gibi davranıyorlardı ve Türkleri yokmuş farz edip her fırsatta ezmeye çalışıyorlardı.
O denli kendilerine güvenip, Türkleri ve Türkiye’yi yok saydılar ki, yüzyıllardır rüyasını gördükleri Enosis’i gerçekleştirmek için planlar bile yapmaya başladılar.
Hedefleri, Adayı Yunanistan’a ilhak idi. Aslında bunu sessizce başarabilmek için Kıbrıs’taki Türk toplumunu rahat yaşatıp, yavaş yavaş bölmeleri ve Türkiye’yi de, Kıbrıs’lı Türklere karşı iyi niyetleri oldukları konusunda ikna etmeleri gerekirdi. Böylece önce Türk toplumunu Türkiye’den ayırmaları sonra da tatlılıkla asimile etmeleri veya göçe zorlamaları gerekirdi. Açıkçası “Adadaki Türk faktörüne” önem vermeleri gerekirdi.
Fakat Makarios ve başında olduğu “EOKA Hükümeti” kilisenin yüzyıllardır enjekte ettiği Türk düşmanlığı ile gözleri kör olduğu için bunu göremediler ve tam aksini yaptılar. Üstüne üstlük 7 Şubat 1967 tarihinde, Makarios’un kurduğu ve Tasos Papadopulos’un da Başkan Vekili olduğu Rum yer altı teşkilatı, adadaki Türk varlığına son vermek için bir de Akritas planı yaptı ve Türk toplumunu silahlı saldırılarda yok etmeyi planladı. Bu plan uyarınca Rumların Türklere saldırıları, ezgileri ve Türkleri bir çok haklardan merhum etmeleri tam 11 yıl sürdürdü.
Aslında bu tavırları, Rumların “Megalomanik” düşüncelerinden kaynaklanan çok yanlış bir davranış oldu. Etkisi, Kıbrıs’lı Türklerin çok sıkı bir şekilde ve daha hayati bağlarla Türkiye’ye bağlanması ve buna ilaveten de Türkiye’nin Kıbrıs konusunda uyanması oldu. 15 Temmuz Enosis darbesi yapıldığında artık Türkler hazırlıklı idi ve Enosis hayallerinin sonu büyük bir hüsran oldu ve yüzyıllık hayaller duvara toslayarak yerle bir oldu. 1974 Barış Harekatı ile ada ikiye bölündü ve Rumlar tüm adanın efendisi iken, bir ay içinde adanın yarısını kaybettiler.
Ben şimdi de gene, benzer bir şekilde aynı yılları yaşadığımı hissediyorum. Rumlar gene “Megalomani” içine girdiler. Sırtlarını Avrupa Birliğine dayadılar. AB’nin askeri gücünün arkalarında olduğunu hissettikleri için horozlanmaya başladılar. Türkiye’nin AB’ye girmek istemesi, kendilerinin de AB Konseyi üyesi olup, ellerinde tüm AB’yi bağlayan VETO hakkı bulunmasını büyük bir koz olarak görüyorlar ve bu nedenle de 1974 yılında, yaptıkları büyük stratejik hatadan dolayı kaybettikleri Kıbrıs’ın kuzey topraklarını her olanağı kullanarak ele geçirmek için Türklere karşı her tür baskıyı yapmaya başladılar.
Bunun en güzel örneği, Avrupa Tutuklama Emrinin arkasına saklanarak, mülk davaları açmaları ve hem kuzey topraklarına sahip olmayı düşlemeleri hem de Kıbrıs’lı Türkleri ezmek hayallerine kapılmaları.
Tabiî ki bu böyle devam etmeyecek. Gene hızla 1922’de ve 1974’te çarptıkları duvara doğru gidiyorlar. 30 yıl ayrılıktan sonra açılan kapılar ve yumuşamaya başlayan ilişkiler, Rumların bu tutumlarını devam ettirmeleri durumunda, sertleşecek ve ayrılık daha kesin olacak.
Dünya zaten, Kıbrıs’lı Türklerin haklarının yendiğini görmeye başladı. Rumların bu kafada gidişatları eninde sonunda adaya iki ayrı devlet getirecek ve birbirine küs iki toplum yaratacak.